Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/10 PAZAR YAZILARI 17 KASIM 1991
DUSISLERIBUITEM
NAZUERAY
Başlarkeru..
Seygili okuıianm, bir sûredir ara vermiş olduğum sütunum
Düş İşleri Bülteni'ne yeniden başlamanın coşkusu
içindeyim. Bundan böyle, Düş İşleri Bülteni, okurtanna;
-yalnızca okuriarına ait olan bir gazetede- Cumhuriyefte
her pazar süregelecek.
Heykel
IMSIK Havayolları'na ait bir mini uçak ile Bodrum'a gidi-
yorum. 15 dakika sonra Mumcular'daki ufak alana ineceğiz.
\anımda kim var bilıyor musunuz? Pişmiş Kelle! Hani iki hafta
önce onunla bir soyieşi yapmıştım işkembecide... Belki anım-
sarsınız... Fıkirieri, görüşleri hoşuma gittiydı; onunla bağlan-
ttyı garson aracılığıyla sağladım ve Pişmiş KeHe'yi Bodrum1
daki villama davet ettim. Onunla birlikte evı açıp sonbaharı
karşılayacağız.
Bu uçak da insanı heyecanlandtnyor. Arada hava boşlu-
ğuna düşüyoruz. Pişmiş Kelle, Bodrum'u ilk kez görecek.
"Çok begeneceksin orayı" diyorum. 'Türkiye'nin Riviera-
sı"
Kelle, fersiz gözleri ile uçağın camından dışanya bakıyor.
Uçak alana indi. Bir taksiye atlayıp, yat limanı tarafındaki
eve gittik. Bahçe coşmuş, begonviller açmış, kaktüsler boy
atmış... Zakkumlar pespembe, hava limonata gibi...
"Ben mangal hazırtayacağım" dedim Kelle'ye... "Sen bir
dolaş, çarşıya in. Bir çevreye bak bakalım..."
"Tamam" dedi Kelle. "Bir şey lazım mı?"
"Sağol evde her şey var. Sen gelene kadar mangal hazır
olur."
Bir saat sonra Kelle geldi. Heyecan içindeydi.
"Bütün Bodrum'u dolaştım. Gevrede çok yapı var. Antik
tiyatroyu bile gördüm" dedi.
Ben dedim size, bu Kelle uyanık. Cin gibi.
O bahçe kapısının önünde bir şeyter düşünüyordu.
"Ne düşünüyorsun?"
"Nazlı Hanım... Ne düşündüm biliyor musunuz? Bu bah-
çeye güzel bir heykel gerek."
"Öyle mi?"
"Evet. Tüm yeni zengin evlerinin bahçesinde heykel var.
Dolaştım, dikkat ettim. Heykel bahçeyi zenginleştiriyor, eve
görkem veriyor" dedi.
"Evet" dedim. "Şöyle kapının yanında bir heykel gerçek-
ten güzei durur. Ama heykeli nereden bulacağız?"
"Kolay" dedi Kelle.
"Gelin gidelim, siz bir
görûn heykelleri" dedi
Kelle, "O zaman karar
"Ben butdum bile..."
"Deme yahu! He-
men nerede heykel
buldun? Antik Tiyatro^ . . . .
da mı? Müzedekiier oi- venrsınız. Yanı Lenın mı,
Stalin mi olsun?.." Bahçe
kapısını kapatıp, çarşıya
n d k Kelle beniaaraiın
yanında bir dukkana
maz biliyorsun."
"Yok canım" dedi
Kelle. "Boşverin siz o
heykelleri, onlar demo-
de..."
"Pekiyi, sen ne hey- götürdü. Arkasi avlu.
eti buidun?" Gerçekten boy boy Stalin
heykelleri, bir de büyük
işçisi taksitie Lenin ve Lenın heykeli duruyor
Stalin heykelleri satı- orada...
yor, Nazlı Hanım. Hani
şu Doğu Bloku'ndan kaldınlan heykellerden... Sordum fiyat-
ları uygun: American Express kartı kabul ediyor!.. Stalin hey-
keli çok var, Lenin daha pahalı. Onu Romanya'dan getirmiş
el altından satıyor. Bu heykeller kapış kapış gider. Bunu du-
yan yeni zenginlerin hepsi bahçesine bir tane alır... Ne der-
siniz? Kapora bırakalım mı?" dedi.
Vay be! Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi, bahçeye Do-
ğu Bloku'ndan atılan heykellerden birisini dikmek!
"Ama" dedim Kelle'ye, "Bu nasıl karşılanır? Şimdi biz bah-
çeye bir Lenin ya da Stalin heykeli dikersek; gözaltına filan
alınmayalım... Yani ne bileyim... Daha birkaç yıl önce, duva-
ra çekiç-orak resmi çizince içeriye giriliyordu..."
Kelle gülmekten katılıyor. Neşeli maşallah! Hava yaradı
ona.
"Ayo), niçin içeriye girecek mişiz? Bu heykeller kendi ül-
kelerinden atılmışlar. Daha ne olsun?" dedi.
Dûşünüyorum, ama kararsızım...
"Vallahi bilmem ki" dedim.
"Gelin gidelim, siz bir görün heykelleri" dedi Kelle, "O za-
man karar verirsiniz. Yani Lenin mi, Stalin mi olsun?.."
Bahçe kapısını kapatıp, çarşıya indik. Kelle beni garajın ya-
nında bir dükkâna götürdü. Arkası avlu. Gerçekten boy boy
Stalin heykelleri, bir de büyük Lenin heykeli duruyor orada...
Dükkân sahibi bize yaklaştı.
"Buyurun efendim. Hoşgeldiniz... Lenin var, Stalin var...
Bronzdan yapılma var. Daha ucuz. Taksit yapıyoruz... Ame-
rican Express kartı geçerii... Siz buyurun seçin efendim" de-
di.
Bakıyorum heykeller çok güzel, çok gorkemli... Zaten bu
avtuya girdiğimden beri üzerime bir ağırlık çöktü. Bûtün Sta-
linler'in ve Lenin'in gözleri sanki üzerimde... Çok garip bir
duygu. Çok... Ait tarafı heykel değil. mi?
Satıcı:
"Beğenmediniz mi efendim?" diye sordu bana.
"Aman" dedim. "Beğenmez olur muyum? Kardeşim, ta-
rih bunlar... Acayip duygular içindeyim. İnsan gölgesinden
titrer ayol bunlann... Beğenmemek ne demek? Ardında ne-
ler var bu heykellerin...
Ama şimdi, ne düşüneceğimi şaşırdım. Hani yani, bir Tür-
kiye insanı olarak..."
Kelle:
"İnce düşünüyorsunuz Nazlı Hanım. Seçelim bir tane. Gö-
türelim bahçeye dikelim" dedi.
"Stalinler kaça?"
"Boy boy, fiyat degişiyor..."
"Pekiyi ya Lenin?"
"O Romanya'dan özel geldi. Çok değerii, ama siz bege-
nirseniz bir şeyler yaparız... İsterseniz bir Lenin, bir Stalin
alın."
Hey Tannm, kararsızlıktan krvranıyorum. Kafamda kavram
(Arktot 14.Sayfada)
Stockholm'den
Türk büyükelçiliği neden boş kaldı?Türkiye'nin Stockholm Büyükelçisi Erdil Akay'ın görev süresinin
dolmasıyla, enfes güzellikte bir kanala bakan büyükelçilik binasında bir
otorite boşluğu doğacak. Çünkü Ankara, Akay'ın yerine yeni büyükelçi
atamamakta direniyor. Bu da kafalarda sorular doğmasına yol açıyor.
YAVUZ BAYDAR
STOCKHOLM — Türkiye'nin Stockholm Bü-
yükelçisi Erdil Akay, bugünlerde Ankara'ya dö-
nüyor. Isveç'teki görev süresi doldu. Dısişleri için-
deki deyişiyle "merkeze" atandı.
Akay'ın dönüşüyle, Stockholm'ün en güzel kö-
şelerinden biri olan Gardet'te enfes güzellikte bir
kanala bakan büyükelçilik binasında bir otorite
boşluğu, ya da daha doğnı bir deyişle; eksikliği
dönemi de başlamış oluyor.
Çünkü Ankara, Akay'ın yerine bir Stockholm
Büyükelçisi atamış değil. Yeni bir atama yapılın-
caya kadar Türkiye'nin tsvec*teki işleri daha ait
düzeyde yürütülecek.
Türkiye, lsveç'teki büyükelçiliğini neden -
şimdilik de olsa- boş bırakıyor? Sorunun yanıtı-
ru araştırdığınızda, Ankara'nın Almanya Ue iliş-
kilerindeki soğumanın bir benzerinin Stock-
holm'le de yaşanmakta olduğu anlaşılıyor.
Büindiği gibi Akay'dan sonra Stockholm Bü-
yükelçiliği görevine Ffliz Dinçmen atanmıstı. Ata-
ma karan Cumhurbaşkaru lurgut Özal tarafın-
dan da ünzalanmış olmasına rağmen alışümamış
bir süreç sonucunda Dinçmen, Dışişleri Sözcü-
lüğü'ne getirilmişti. Dinçmen'in îsveç'e gitme-
mekte direttiği ve bu direnişinde basarılı oldu-
ğu, bir ara kuvvetli bir söylenti halinde Anka-
ra'da dolaştı. Bir atamanın son karardan sonra
durdurulması hayli ilginç bir gelişmeydi.
Ankara'nın, Stockholm temsilciliğine
'sornnlu" bir yer olarak bakma tavnnı sürdür-
düğü biliniyor. Aynca tsveç başkenti, kariyer dip-
lomatları açısından bir parca "taşra" özellikleri
taşıyor. Şu anki boşluğun ardında bu iki neden
rol oynuyor. özellikle de birincisi; Kürt sorunu,
iki ülke ilişkilerinin ana freni gibi görünüyor.
Kürt sorunu konusunda Ankara'nın direktifleri
doğnıltusunda "özel hassasiyet" gösteren büyü-
kelçilikler, Güneydoğu'da ordu ile PKK arasın-
daki kanlı çatışmalann, ölümlerin ve sivil halkı
da hedef alan şiddetin yansımasııu protesto ey-
lemleri şeklinde yaşıyorlar. Türkiye'nin Kürt po-
litikasına karşı gösterilerin olması son derece do-
ğal. Belli bir düşüncenin savunuculan, Batı Av-
rupa ülkelerindeki gösteri düzenleme özgürlük-
lerini kullanıyorlar. Bu açıdan bakıldığında, Kürt
mültecilerin Türkiye temsilcilikleri önünde gös-
teri yapması ve slogan atmasının sözgelimi Batı
Trakya Türklerinin Fener'deki patrikhane önünde
oturma eylemi düzenlemesinden hiçbir farkı yok.
tsveç'te gösteri yasaklamak, istisnai dunımlarda
geçerii; ciddi bir gerekçe yoksa anayasa ihlali sa-
yılıyor.
Geçen yaz sonunda Güneydoğu'daki durumu
protesto amacıyla düzenlenen bir-iki gösteri sı-
rasında büyükelçilik binasına taş atıldı, camlar
kınldı. Buna sert tepki gösteren Büyükelçi Erdil
Akay, tsveç polisini şiddete engel olmamakla suç-
ladı. Büyükelçi bunun için televizyonda da ko-
nuştu, fakat kullandığı ifade biçimiyle kamuo-
yunda "aşın derecede sert tepki gösteren" bir kişi
imajı yarattı. Akay'ın Türkiye ile ilgili olarak ba-
sında yer alan bazı haberlere öfkelenmesi ve Da-
gens Nyheter gibi saygın bir gazetenin genel ya-
ym müdürünü -lsveç'teki basın özgurlüğüne saygı
göstermiyor izlenimi yaratacak şekilde-
"tarafldık" suçlaması yönelterek yazılı polemi-
ğe girişmesi de puanlarım arttırmadı.
Türkiye'nin Stockholm Büyükelciliği'ni boş bı-
rakması, bu gibi nedenlerle doğan gerilimden mi
kaynaklamyor? Bu konuda kesin bilgi elde et-
mek mümkün değil. tki ülke arasuıda başka hiç-
bir pürüzün olmaması, ister istemez bu olasılığı
güçlü kılıyor.
Konuştuğumuz tsveç Dışişleri yetkilüeri de ana
nedeni bilmediklerini söylüyor. tsveç'in Kürt so-
rununa bakışı Ue bağlantı kurduğumuzda ise şu
yanıtı ahyoruz; "Bu, Ankan'nın bflecegi iştir. FV
üstinliler sonınnna İHÜOŞ gibi, Kürt soranuam da
bakışımu bellidir. Soruna çözüm bnlmak Tür-
krye-nijı isL Gönejıdoga'da şkJdedn ortadan kalk-
masuu, biz ancak sevinçle ka^şılanz."
Türk Dışişleri, Stockholm'e atama yapmamak-
ta neden direniyor? Bununla iki ülke ilişkileri açı-
sından ne amaçlanıyor? Yanıt bekleyen sorular...
Bir noktayı vurgulamakta yarar var: Küserek
"Ben oynamıyorum" demek, ancak bunu söyle-
yene zarar veriyor. Eğer Stockholm, Isyeç'in Kürt
sonınuna bakışını "marke" etmek için boş tu-
tuluyorsa, bununla sorunun çözümlenmeyeceği-
nin anlaşılması, herhalde sağlıklı dış politika üre-
tilmesi bakımından daha yararlı. Devletlerarası
ilişkilerde olgunluğun yolu, eleştiri büyütecinin
iki yönlü kullanılmasından da geçiyor. Uygar gibi
görünen bazı ilkel kafalann sık sık öne sürdüğü
gibi, çevre, Türkiye düşmanlanyla dolu değil. An-
kara, sorunlan kolayca saf dışı edebUir. Yeter ki
her konuda yüzde yüz haklı olduğunu, dış dün-
yaya eskimiş yöntemlerle empoze etmeye kalk-
mastn.
tki ülke ilişkilerinin gelişmesi bakımından
Stockholm Büyükelçiliği'nin bir an önce doldu-
rulması, doldurulmuyorsa nedeninin açıklanması
gerekiyor. Kamuoyunun bunu bilmeye hakkı var.
Moskova'don
Pazar sabahı
ıssız ve soğukBugün her şeyin alınıp satıldığı, değiş tokuş
edildiği bir bitpazan, turistler için seri imalat
yapan ressamların fuarı. En çok revaçta olan
mal, birbirinin içine giren tahta bebekler.
AHMET SEL
Singapur'da 4.500 türiin yaşadtgı knş cennetinde, koşlar özgürce kanat çırpıyor. Şo havalanan kus bir 'yalı çapkını' mıydı acaba?
Sinmpur'don
Özgür kuşlann cennetiMilyonlarca turisti buraya koşturan cazibe
nedir? tnsan bir tek cevap bulabiliyor: Çağdaş
uygarlık. Bugün Singapur her şeyiyle dünyada
çağdaş bir kent örneği.
GÜLTEKİN ÇİZGEN
SİNGAPUR — Singapur'da
4500 türün yaşatıldığı kuş cen-
netinde, büyük kafeslerin dısın-
da bazı kuşlann özgürce oradan
oraya uçmasını seyredebilirsi-
niz. Hemen önümden havala-
nan kuş acaba bir "yalı
caplanı" mıydı? Nereden bile-
yim, fotoğrafçıyım, kuşbaz de-
ğilim ki.
Ama sanmam, Singapur'da
"yalı çapkını" ismiyle kuş falan
olmaz. Nasıl burada "dilber
dudagı" diye tatlı da yoksa.
Singapur dilber tarihinde bizde
dilber dudagı tatlısına ismini ve-
ren bir "Emine Adalet Hanım"-
ın olmayışından değil herhalde.
Çünkü bizde olsa başka tatlıla-
ra da adını verecek, haylice hoş
hatunlar geziniyor ortalıkta.
Ama Singapurlular yemeklerine
"hanım göbeği", "kadın
buda" gibi isimler vermemişler.
Singapur'da bir Pamukkale, bir
Göreme, bir Ağn Dağı da yok.
Selimiye Camii'ne veya Didim
TapınağYna emsal olabilecek
bir esere hiç rastlanmıyor. An-
cak turist var. 1990'da 5 milyon
gelmiş. 1991 'de 6 milyon bekli-
yorlar. Peki bu turistler neden
geliyorlar acaba Singapur'a?
Günde 600 geminin uğradığı
limanda, o hamam sıcağında,
kendinizi birden konteynerlere
bakarken bulabüirsiniz. Peki
uedir milyonla turisti buraya
koşturan cazibe? Bunun cevabı-
nı, bulvarlar boyu giderken, çok
katlı mağazalan gezerken veya
lokantada, balık bıçağına uza-
nırken insan mutlaka düşünü-
yor ve bir tek cevap bulabiliyor:
"Çağdaş uygarlık". Singapur'u
2. Dünya Savaşı sırasında Ja-
ponlar bir güzel bombalamış.
Pek çok yer, "yer ile yeksan"
olmuş. Bugün Singapur, tüm
kurumu ve bizim bir türlü ta-
mamlayamadığınuz altyapısıy-
la, dünyada çağdaş bir kent ör-
neği.
Evet, burada Pamukkale,
Göreme yok. Ancak limon, sı-
kılmak için tülbente sanlmış
olarak geliyor sofraya. Eğer bir
kahvede içİci servisi istemişseniz,
gözlerinin içi gülen bir genç kız
bardağmızı size diz çökerek uza-
tıyor. Evet Singapurluların
Ayasofyalan, Mevlanalan yok,
ama orada taksilerde "Eger hiz-
metimden memnun degilseniz
paramı ödemeyebilirsiniz" diye
yazıyor.
MOSKOVA — Kurşun rcnk-
li, ağır kar bulutlan, "Stalin'in
katedralleri" diye arulan gökde-
lenlerin kızıl yıldızlı sivri uçla-
nna takılmış duruyorlar. Mos-
kova Nehri, ıssız çelik köprüie-
rin altından, yoğun boz duman-
lannı kentin suratına çarpan
fabrikaların kıyısından, Gorki
Parkı'run kiosklannda sevgiüle-
riyle el ele tutuşan izinü asker-
lerin gözleri önünden kaygısız,
ağır ve ahşkın kıpırtılarla akıp
gidiyor.
Delik deşik asfaltlı, alabildi-
ğine geniş caddelerin, Arnavut
kaldırımlı ara sokaklann sessiz-
liğini, henüz yeni yeni reklam ta-
•belalan taşımaya başlayan, Nuh
Nebi'den kalma kırmızı tram-
vaylann madeni sesleri bozuyor.
Moskova'da pazar sabahlan, di-
ğer Doğu Avrupa başkentlerinin
pazar sabahlanna benziyor. Bel-
ki biraz daha ıssız, belki biraz
daha soğuk...
Mikbafl Bulgakov'un Master
ve Marguerite* romarunın ilk
sayfalanna sahne olan Patriarş
Gölü'nün kıyısında, kürk şap-
kaları ve boz paltolan içinde
emekli parti sorumlulan, ağır
adımlarla köpeklerini gezdiri-
yorlar, kollanndaki yaşh hanım-
lara, bugune değin gizli kalmış
eski devlet sırlannı fısıldıyorlar.
Patriarş Gölü, kentin merkezin-
deki Malaya Bronnaya Sokağı-
nın bir yanında. Geçen yüzyıl-
da bir tür demirciler çarşısıydı;
devrimden sonra adı Piyoners-
ki, yani Öncü Gençler Sokağı ol-
du; partinin önemli üyeleri yer-
leşti. Geçenlerde liberal beledi-
ye, sokağa eski adını geri verdi.
Bu mahalledeki daireler yaban-
cı şirketlere kiralanıyor şimdiler-
de, binalann bir bölümü de res-
torasyonda.
Pazar günleri Moskovaülann
gittiği gezinti yerlerinden biri de
kentin kuzeydoğusundaki tsma-
ilova Parkı. Brejnev döneminde
ressamlar, resmi sanat politika-
sının yasakladığı tablolannı bu-
rada, küçük bir meraklı grubu
için ağaç dallanna asıp sergili-
yorlardı. Bu nedenle parkın di-
ğer bir adı Veraisaj olarak kal-
dı.
Bugün her şeyin alınıp satıl-
dığı, değiş tokuş edildiği bir bit
pazan, turistler için seri imalat
yapan ressamların fuarı. Verni-
saj'da antika cep saatleri,
KGB'nin atası NKVD tampon-
lu minyatur fotoğraf makinele-
ri, semaverler, kiliselerden aşınl-
mış ikonalar, sosyalist gercekçi
bronz heykeller, gümüş masa
servisleri, elişi örtüîer bulmak
olanakh. En çok revaçta olan
mal, birbirinin içine giren, tah-
tadan yapılmış yumurta biçimli
bebekler. Eskiden rengârenk
giysileriyle Rus köylü kadınlan
çizilirdi tahta yumurtalara, şim-
di politik yaşamın kahramanlan
boyanıyor. En büyük Yeltsin,
onun içinden Gorbaçov çıkıyor,
Gorbaçov'u ortadan ikiye ayı-
rınca, alın size madalyalanyla
somurtan bir Brejnev, sonra sı-
rasıyla elinde bir mısır kocanı ve
Kruşçev, ağzmda piposuyla Sta-
lin ve minnacık bir Lenin...
New York'tan
'Büyük siyah lidef şimdi sinemadaMalcolm X, siyahlar için çok hassas bir konu. 1956'dan itibaren siyah
milliyetçi harekete büyük ivme kazandıran Malcolm'un hayatı da
ölümü de bihnece. ^Voody Allen'ın siyahı' olarak nitelendirilen
yönetmen Spike Lee, şimdi Malcolm X'in hayatmı filme ahyor.
ŞEBNEM ATTYAS
NEW YORK — Amerikan sinemasının iddi-
alı yönetmelerinden Spike Lee, New Yorklu yö-
netmen Woody Allen'ın "siyahı" diye biliniyor.
Lee, iki anlamda da siyah: Hem si)4hlan ve si-
yah sonınlarını işliyor. Hem de konulan siyah.
Her füminde ırkçüığı daha derin, New Yorİc'un
günlük yaşantısı içinde sadece beyazlara değil, si-
yahlara da yönelterek sorgulayan Lee, bu nedenle
şimşekleri sürekli üzerine çekmeyi başardığı gi-
bi, başansmın da doruğunda. Lee'nin yeni ko-
nusu, 26 yıl önce öldürülen siyah milliyetçi lider
Malcolm X'in hayatı. Filmin çekimleri başladı-
ğından beri Lee'nin başı dertten kurtuhnuyor.
Binlerce gnıba aynlmış olan siyah radikallerin
sert eleştirilerinin ve beyaz ırkçı Ku Klux Klan
üyelerinin tehditlerinin yanı sıra, çirkin olaylar
birbirini izliyor. Son olarak filmin başrollerin-
den birini oynayan genç kadın sanatçı, evinde iş-
kence edilmiş halde ölü olarak bulundu. Bu olay-
dan bir hafta önce Brooklyn'de Spike Lee'nin ba-
bası, birlikte yaşadıklan mahallede kokain satış-
larının yapıldığı bir bodrum katında polis tara-
fından basüdı.
Malcolm X, siyahlar için çok hassas bir ko-
nu. 1956'dan itibaren siyah milliyetçi harekete bü-
yük ivme kazandıran Malcolm'un hayatı, ölümü
gibi bir bilmece. 1925"te Nebraska'da doğan Mal-
colm, siyah Müslümanlar arasında El-Hacı Ma-
lik El-Sabaz adıyla anıhyor. Fakirlik içinde bü-
yüdükten sonra 1946'da soygun suçuyla hapse gi-
ren Malcolm, 1956'da hapisten çıktıktan sonra
Müslüman mümin olarak siyah toplumuna, ada-
letin yolunu öğretmeye başladı. Malcolm, "tsiam
Milleti" örgütünün nıhani lideri Elijah Muham-
med ile birlikte Mekke"yi ziyaret etti ve hacı ol-
du. Malcolm, 1964'te Elijah'dan aynlarak Afro-
Amerikan Birliği'ni kurdu. 1965'te Harlem'de öl-
dürüldü. Elijah'a yönelttiği sert eleştiriler ve iki
grup arasmdaki gerginlik nedeniyle Malcolm'un
ölümünden "tslanı Mffleti" sorumhı tutuldu. Bu-
na karşın siyahlar, Malcolm X'in ya siyah devri-
minden çekinen Amerikan Gizli Istihbarat ör-
gütü'nce öldürüldügüne ya da ırkçı komploya
kurban gittiğine inanıyorlar.
Spike Lee projeye giriştiğinde ilk eleştirilen ta-
rafı, filmin metni oldu. Lee'nin kullandığı film
metni, 1969'da James Baldwin ve Arnoid Ocrl
tarafından yazıldı. Filmi Warner Brothers, 40
milyon dolarhk bir bütçe ile yapıyor. Filmde kah-
ramanı, Oscar ödüllü Denzd VVashJngton oynu-
yor.
Lee'y-e eleştiri yönekenlerin başında, şair Amiri
Baraka geliyor. Baraka, Malcokn X'in Afrikalı
Amerikaülarca, öğretisi açısından büyük önem
taşıdığını kaydederek siyah toplumu, Spike Le-
e*ye "Makolm'nB bayabıu carpıtacak bir halt ka-
nşûrmaınaya davet eden" mektuplar yazmaya ça-
ğınyor: "Malcolm X'in hayaünın, orta sınıf zen-
dlerin daha rahat aynmaa için kullanılmasına
göz yumamayız" diye konuşuyor.
ARCEUK'İN BUWK FIRSA1
KAMPANYASISURÜYOR...
Plymouth'tan
Doğa, her zamantarafsızdır1620 yılımn bir eylül günü bu topraklara
ayak basan beyazları, dostça karşılamıştı
yerliler. Beyaz adam, kendi uygarhk
anlayışını dayatmaya çalıştı onlara.
NEDİM GÜRSEL
YERİNİ HAZIRLAYAN EKSİGİNİ TAMAMLIYOR!
Yo siz? Fırsatı değerlendiriyor musunuz? Tekrar hatırlatıyoruz; şimdi tüm
Arçelik ürünleri bütün Arçelik Yetkili Satıcılannda inanılmaz taksitlerle!
H a y d i A r f e f i k Şimdi!
Koşullar cazip.
Seçenekler çeş/f, çeşit.
Fiyatlar sabit
Ödemeler taksit taksit!
ARCMLIK
PUfMOUTH — Amerika^
mn doğu kıyısında, New Eng-
land bölgesinin verandalı, ren-
gârenk ahşap evlerinden başka
hiçbir özelhk taşımayan kentle-
rinden biri Plymouth. Telaffu-
zu bile güç. Dili, ön dişlerin ara-
sma sıkıştınp biraz öne doğnı
iterek söylemek gerekiyor son
heceyi. Yılan gibi nslayarak. Oy-
sa bu kentin adı çocukluğumun
aynlmaz bir parçasıydı. Plymo-
uth marka arabalara özendiğim,
lstanbul'un dik yokuşlannı güç-
lükle çıkan yayla gibi geniş, es-
ki dolmuşlara bindikçe şoföre,
"Plymouth marka, di mi abi!"
diye bilgiçlik tasladıgun yıllann
aynlmaz bir parçası.
Buraya gelirken yol boyunca
ormanlann içinden geçtim. Yap-
raklar ağaçlarda sanya, kahve-
rengiye, kızıla, kırmızıya, ergu-
van rengine -evet, hatta turun-
cuya- dönüyordu. Kuzeyden gü-
neye doğru indikçe yeni tngilte-
re'de nefisti sonbahar. "Ayva sa-
n, nar kınnızı sonbahar / Her
yıl biraz daha benimsedigim."
Hayır, meyve ağaçlan değüdi yol
boyunca gördüğüm. Meşeler,
gürgenler, kayınlar, kestane
ağaçlan sonra kavaklar geçit tö-
renindeydi.
Ama burada, Plymouth ken-
tinin limanında birden kurşuni-
ye kesti doğa. Gökyüzü de, de-
niz de kurşuniye dönüştüler,
hatta balıkçı teknelerinin üzerin-
de çığlık çığhğa dönüp duran
martılar bile. Gökyüzünü yağ-
mur bulutlan kapladı. Martıla-
n izlerken limana demirlemiş tu-
haf bir yelkenli gemi çekti dik-
katimi. Yanına geünce *Mayflo-
wer'ın gerçek boyutlardaki bir
maketi olduğunu anladım. Evet,
püritenleri 17. yüzyıl
ıngilteresi'ndeki dinsel basladan
kurtanp Yeni Dünya'nın bu ses-
siz kıyılanna getiren gemi. 1620
yılımn bugünkü gibi bir eylül
günü okyanusa yelken açıp, ni-
ce futınalarla, dağ gibi dalgalar-
la boğuşarak bu kıyıya ayak ba-
san ilk göçmenleri düşündüm.
Geldiklerinde, kadınlar ve ço-
cuklar da dahil yüz iki kişiymiş-
ler. Serüven düşkünlüğünden
değil, inançlan uğnına okyanu-
su aşan yüz iki insan. Yerliler,
zorlu kışı geçirmelerine yaıdıma
olmuşlar. Mısır ve kabak ekme-
sini, soğuktan korunmak için
hayvan postlanndan yararlan-
masını öğretmişler onlara. On-
lar da çok değil birkaç yıl sonra
Amerika yerlilerinin bu iyilikle-
rine karşüık topraklannı ellerin-
den almiş, soylannı ortadan kal-
dırmışlar. 'Yankee'lerin atalan-
nı getiren geminin aşı boyalı, gü-
zel teknesine, yelken direklerine,
top yuvalanna bakıyorum. Bu
kıyıda yaşayan Algonkinler ge-
miyi gördüklerinde dünyanın,
kendi uygarlıklannın sonunun
yaklaştığını biliyorlar mıydı aca-
ba? Belki de beyaz adamlarla
birlikte yasamayı düşlemişlerdi.
Bu düş, beyazlann onlar için
verdikleri şölenden hemen son-
ra kan ve ateşle noktalandı.
Oysa doğa, hiçbir uygarüğın
izlerini taşunıyormuş izlenimi
veriypr. Orman, rengârenk ağaç-
lar, göz alabildiğine uzanan
kumsal ve su kaynaklan, sonra
ıstakozlan, yengeçleri, karides-
leri, bahklan, enginde yol açan
kocaman balinalanyla deniz,
uyum içindeler.