19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 11 KASIM 1991 OKURLARA. OKAYGONENSM ÜzgünüzAma... C umhuriyefte ne oluyor? Geçen hafta salı akşamı TVde ilk haberin ardından saat 19.35'ten başlayarak telefonlar, teleksler, fakslar çalıştı durdu. Gazetenin gerçek sahipleri, yani okuriar, gazetelerinde ne olup bittiğini bilmek istiyoriardı. O salı gününün gerginliği ve telaşı içinde haber konusunda bir duraksama geçircük: Bir iç yönetim sorununu btyle sıcağı sıcağına okurlara iletmek ne kadar doğru olurdu? Sonuçta çarşamba günü Cumhuhyefte bir haber yoktu, ama bunca zamandır izlediğimiz, sevdiğimiz, tartıştığımız köşe yazarlarımız da yoktu. Bu birkaç gün içinde tüm gazeteler, dergiler ve TYde birçok şey söylendi, üzücû suçlamalar, kişisel sorunlar, anlamsız sfylentiler birbirine karıştı. Okurlarımız —temsıl ettikleri örgütleri yaralayan birkaç "seçilmiş" ve çıkarmak istedikleri yeni bir gazetenin önündeki engelin Cumhuriyet olduğunu düşünen birkaç küçük hesapçı dışında— tümüyle haklıdıriar. Bize ulaşan yüzlerce mesajın odaklaştığı birkaç konuyu (kişisellik, suçlama ve dedikodu düzeyinden uzak kalmaya çalışarak) özetlememizin yararlı olacağını sanıyoruz. Soru 1- Gazeteden ayrılanların sayısı nedir ve bunlar Cumhuriyet'in yayımını engelleyebilir mi? Yanıt 1- İlk günterin gergin ortamında tepkisel davranış içine giren Cumhuriyet çalışanlannın birçoğu kararlarmı gözden geçirmiştir ve 400'ü aşkın Cumhuriyet çalışanından 380'i tam bir görev ve Cumhuriyet bilinciyle işinin başındadır. Bazı kişisel nedenli istifa sahipleri de ortamdan yarar umarak bu arada ayrılmış ve daha önce anlaşmış oldukları yayın organlarına geçmişlerdir. Görevinin başındaki Cumhuriyet çalışanlannın amacı, Cumhuriyefin her zamanki başı dik, onurlu, çağdaş tutumunu sûrdürmektir. Soru 2- Tartışmanın odağındaki Yayın Kurulu olayı nedir? Yanıt 2- Yaklaşık iki yıl kadar önce Cumhuriyefin yayın politikasının belirienmesinde görevli olacak bir kurul oiuşturulması fikri, bazı yazarlanmız tarafından ortaya atılmış, Basyazanmız Nadir Nadi tarafından onay görmüştûr. ilk öneride Yayın Kurulu'nun Nadir Nadi başkanlığında 4 köşe yazarı ve genel yayın müdüründen oluşması görüşü getirilmiş, uzun tartışmalardan sonra yazı işleri müdürû, haber müdürû ile Ankara ve İzmir temsilcilerinin de Yayın Kurulu üyesi olmalan kabul edilmiştir. Bu süre içinde Yayın Kurulu'nun nasıl çalısacağı, görev ve yetkilerinin ne olacağı, bu kurul içinde ve çevresinde sürekli tartışma konusu olmuştur. Yayın Kurulu üyelerinin çoğunluğunun istediği "karar organı" niteliği hazırlanmakta olan yeni çalışma yönetmeliğine yazıldı. Ancak bu kurulun "karar organı" olmasının "bir yanda gazetenin görevdeki yöneümi diğer yanda Yayın Kurulu" gibi bir çift başlılığa götürme tehlikesine çeşitli kademelerde ve en üst düzeyde dikkat çekildi. Nitekim son Yayın Kurulu toplantısında yönetimin aldığı bir karar için, yönetimden gelen yoğun itiraza karşın oylama yapıldı. Bu yolla işbaşındaki yönetim, karannı ve uygulamasını geri almaya zorlandı. Bu gelişme ûzerine Genel Yayın Müdürû konuyu Yönetim Kurulu'na götürdü, Yönetim Kurulu da Yayın Kurulu'nun "danışma" niteliğinde bir kurul olduğunu açıkladı. Soru 3- Yazartar neden ayrıldı? Geri dönmeleri olasılığı yok mu? Yanıt 3- Yazariann Cumhuriyeften aynlmalan kesinlikle hiç kimsenin istediği bir durum değildi. Gerek Yönetim Kurulu ve gerekse görevdeki yöneticiler yazariann ayrılması yönünde hiçbir telkinde bulunmamışlardır. Yönetim Kurulu'nun Yayın Kurulu'nun "danışma organı" niteliğini onaylayan kararı öncelikle bu kurul üyesi beş yazarın tepkileriyle karşılaşmıştır. Kimse gitmelerini istemediğine göre, dönüş için öncelikle karar vermesi gerekenler yine bu arkadaşlanmız ve onların tepkisine uyan diğer çalışanlanmızdır. Soru 4- Ayrılan yazariann bir bölümü Cumhuriyet'in çizgi değiştireceğini savunuyor. Bu iddia doğru mu? Yanıt 4- Cumhuriyefin temel ilkeleri kurulduğu günden beri bellidir: Cumhuriyetçilik, laiklik, demokrasi, aydınlanma... Bu ilkeler halen görevini sürdüren her kademedeki Cumhuriyet çalışanı tarafından en açık biçimde özümsenmiştir. Cumhuriyefin işlevi, Türkiye'deki ve dünyadaki gelişmeteri, Türk aydınının bütün düşünce zenginliği ve çeşitliliğini, temel ilkeler ve gazetecilik ilkeleri içinde Türk okuruna iletmektir. Bu çizgi demokrasinin temel gereklerinden çoksesliliğin, bütün düşüncelerin özgürce tartışılmasının ortamı ve platformudur. Cumhuriyet, tarihindeki onurlu 67 yılda özenle koruduğu bu çizgiyi, hep sürdürecektir. Bu konuyu tartışmak bile gereksizdir. Soru 5- Ayrılan yazariann yerlerine yenileri alınacak mı? Yanıt S-Önemli olan düşünce üretiminin, toplumdaki düşünce zenginliğinin yansımasıdtr. Adlan kurum olmuş etkin köşe yazarian kolay yetişemez. Cumhuriyet, Türkiye'deki aydın potansiyelin bütün köşeiere en geniş biçimde yansıması için çabalannı sürdürecektir. Soru 6- Cumhuriyet'in mali durumu bağımsızlığını zedeleyecek ölçüde bozuk mu? Yanıt 6- Körfez savaşryia biriikte tüm gazeteteri içine alan mali bunalım Cumhuriyefi de etkilemiştir. Bu sorunların çözülmesi aşamasına gelinirken, son aynlanlar, yeni bir sorun getirmiştir, çünkü uzun sûredir Cumhuriyefte bulunan bu arkadaşlanmızın alacaklan kıdem tazminatian oldukça yüksektir. (212 sayılı yasaya göre çalışan gazeteciler istifa ettikleri zaman da kıdem tazminatına hak kazanırlar. Bu tazminat, gazetecinin son aldığı giydirilmiş brüt ücret esas alınarak ve çalıştığı her yıl için 40 günlük ücret üzerinden hesaplanır.) Ancak Cumhuriyefin maddi temelleri bu fazladan sorunu da karşılayacak güçtedir, Cumhuriyet kendi olanaklanyla bu yükü de karşılayacaktır. Ekonomik bağımsızlık yaym bağımsızlığının güvencesidir. Son Soru- Şimdi ne olacak? Son Yanıt- Cumhuriyet, temel ilkeierinöen atdığı güçle yasamına devam edecek. Cumhuriyet çalışanlan her gün daha iyi, her gün daha güçlü, her gün daha dinamik, her gün daha geniş bir düşünce üretimini yansıtan, her gün yenilenen bir Cumhuriyefi okurianmıza sunmak için çalışmaya devam edecektir. • Ekim 1991 seçim dönemi olmasına karşın gazetelerin satışlarında toplamda düşme oldu. Televizyondaki reklam kampanyaları için gazeteler toplam 10 milyar dolayında harcama yaptılar. Bileşim Araştırma'nın verilerine göre (Arkast 19. Say/ada) Siyasette Çocuksuluk Sosyaldemokrat Halkçı Parti'nin HEP'lileri kendi listesinden aday göstermesi -ilk ağızda oy kaygısıyla olsa dahi sonuçlan itibarıyla- kavgacı terörle barışçıl siyasetin yer değiştirmesini amaçlamış olumlu bir davranıştır. Güneydoğu halkına uzatılmış bir uzlaşma elidir. YURDAKUL FİNCANCI PARİS'TEN SELÇUK DEMİREL Baskıdan özgürlüğe geçişin sosyal ve siya- sal bedeli yüksektir. İçinde yaşadıİdarı toplu- mun siyasal gerçeklerini hiçe sayanlar ve si- yasal platformlann kendilerine açılmasını, tannlann dize gelmesi gibi algılayanlar, bazen özgürleşmeye giden yolu kendi elleriyle tıka- yan taraf olabilirler. Hem bu kez toplumun büyük çoğunluğunca haklı sayılabilecek ger- çeklerle... Güneydoğu yöresini temsil eden SHP'deki HEP'li iki milletvekili, siyasetin daha başın- da böyle bir çocuksuluğa saplanarak bu tür olasılıkiara kapıyı maalesef aralamıştır. Bu, demokrasi kültürümüz adına da Gü- neydoğu halkı adına da üzücüdür. Son seçimler, Türk ulusunu oluşturan azın- lık ve çoğunluk ulusal birimler arasında, uz- laşıya dayalı bir demokrasi kültürüne ilk adımlan atabileceğimiz umudunu uyandırmış- tır. Amacına şiddet kullanarak ulaşmaya ça- lışanlara ya da şiddete kanat gerenlere, siya- sal, demokratik uzlaşı kapısı açılmıştır. Sosyaldemokrat Halkçı Parti'nin HEP'lileri kendi listesinden aday göstermesi -ilk ağızda oy kaygısıyla olsa dahi sonuçlan itibanyla- kavgacı terörle banşçıl siyasetin yer değiştir- mesini amaçlamış olumlu bir davranıştır. Gü- neydoğu halkına uzatılmış bir uzlaşma elidir. Böyle bir uzlaşı girişimini, Güneydoğu halkı elinin tersiyle de itebilirdi; gönül hoşluğuyla da kabul edebilirdi. Güneydoğu, açılan kapı- dan girmeyi reddetmemiştir. Seçim sonuçları bunun kanıtıdır. Ama Güneydoğu'nun seçti- ği milletvekillerinden şimdilik ikisi -Hatip Dic- le ile Leyla Zana- temsil ettikleri halkın eğili- mini, bize kahrsa yanlış değerlendirmişlerdir. Eğer Güneydoğu halkının kendisine açılan kapıdan girmeyi reddettiğini, şiddeti benim- semekte kararlı olduğunu düşünüyor idiyse- ler, TBMM'nin ant içme törenindeki siyasal çocuksuluğa hiç gerek yoktu. Daha işin ba- şında aday olmamalı, TBMM'ye gelmemeliy- diler. Ama hem parlamentoya girmek hem par- lamenterlik salt ant içmekten ibaretmiş de ona direnmek kahramanlıkmış gibi o çocuksulu- ğa sapmak tutarlı değildir. Çünkü ya parla- menterseniz onun bütün gereklerini yapacak- sınız ya da o parlamentoya inanmıyorsamz o zaman daha başından parlamenter olmayı ka- bul etmeyeceksiniz. Hayır, hem kabul etmediğimiz parlamento- nun üyesi olacağız, hem onun gereklerini yap- mayacağız görüntusü vermek çelişkidir. Çün- kü parlamento, kavram olarak siyasal uzlaşı- yı temsil eden bi» kurumdur. Böyle bir kuru- ma uzlaşmama kastıyla gehnek, siyaset çocuk- suluğudur. Uzlaşma, iki tarafı gerektirir; tek taraflı de- ğildir. Baskı düzeninden özgürlükçü düzene geçmeyi kolaylaştıracak eli Güneydoğu'dan adaylığı kabul ederek tutanlar, böyle bir uz- Jaşının bir diyeti olduğunu da bilmek zorun- dadırlar. Ben hep alacağım, ama hiç verme- yeceğim yaklaşımı demokratik yaşamın ya- bancı olduğu bir siyasal çocuksuluktur. TBMM'nin ant içme töreninde siyasal ço- cuksuluğun doruğuna tırmanıverenler, Doğu Avrupa ülkelerinin siyasal yaşamında olup bi- tenleri bir nebzecik düşünselerdi belki de uz- laşmazhğın o ülkeleri birkaç yıl içinde hangi gayya kuyularına yuvarladığını görürlerdi. Doğu Avrupa ülkeleri birkaç yıldır dikta- törlükten demokrasiye, planh ekonomiden bir tür pazar ekonomisine geçmeye çahşıyorlar. Bu çaba siyasetin belli başlı güçleri arasında uzlaşmayı gerektiriyor. Ama bakın, uzlaşı yokluğu ne tür maliyet faturaları çıkarıyor bu ülkelere. Ekim ayı so- nundaki Polonya seçimlerini anımsayın. Şimdi Polonya parlamentosunda hiçbiri yüzde 12'den fazla oy alamamış yirmiye yakın par- ticik var. Çünkü siyasete egemen olan, uzlaşı değil saldırgan bir demagojiydi. Siyasetin te- pe noktalannda uzlaşının yerine çatışma var- dı. Komünist rejimDayanışmahareketini yık- iHn on yıl uğraşmış, yine de başarama- mıştı. Ama siyasal yaşamdaki çocuksuluk, Dayamşma efsanesini yıkmayı hem de bir bu- çuk yılda kolayca başanvermiştir. Eski komü- nistler de ikinci büyük parti olarak geri gel- miştir. Romanya'da siyasetin çocuksuluğu, maden işçileri sopasını kullanmayı denemiştir. Aynı sopa, sonunda Bükreş'i basarak başbakan de- virmiştir. Ülkeye siyasal uzlaşı değil, kargaşa egemendir artık. Aynı uzlaşı eksikliği, Yügoslavya'yı iç savaşa sürüklemiştir. Sovyetler Birliği'nde Baltık cumhuriyetleri- nin aynhşıyla geriye kalan 12 cumhuriyet, Gorbaçov'un tüm çırpınışlarına rağmen uzlaşı eksikliğinin demokrası kültürüne yabancı ol- duğunu henüz kavrayamadığı için bu kış halk belki de ekmek bulmakta zorlanacaktır. Doğu Avrupa'da ve Sovyetler'de ilk bakış- ta milliyetçi hareketin başkaldınsı ya da de- mokratik yaşamın doğal cilvesi gibi görünen olaylar, gerçekte siyasal uzlaşıdan yoksun de- mokrasi kültürsüzlüğünün eşsiz anıtını yont- maktadır. HEP'liler bu örnekleri iyi düşünmelidirler. Fikirlerini demokratik platformlarda barışçıl yoldan savunmayı isteyip istemediklerine ka- rar vermelidirler. Bir yandan PKK'hlann mezanna çiçek koy- mayı, bir yandan TBMM kürsüsünü belli bir amaç için kullanmayı akıllılık samyorlarsa Turkiye'nin temel siyasal partileri böyle bir stratejinin (!) trampleni olmayı kabul edemez- ler. AHMETCOŞAR EmekM Yargıtay Başkam AMERICAN CIGARETTE COMPANY 198S YU VE 86/tW11SXTU BAKANLM KURDLU KAfUVMM GC TürklükBilincininKaynağı Dün "10 KasırrT'dı. Türklük bilincinin kaynağı büyük Ata- türk, 10 Kasım 1938 perşembe günü sabah saat 9.05'te ya- şama gözlerini yummuştur. Demek ki O'nu kaybedeli tam 53 yıl oldu. O'nsuz geçen 53 yıl içerisinde Türkiye'de olumlu olumsuz, acı tatlı, iyi kö- tü, güzel çirkin, üzücü sevindirici çok şeyler oldu, geride ka- lan 53 yıl boyunca Türk toplumu ve insanı mutlu oldu mu, diye sormak geçer aklımdan, yanıt; kimine göre evet, kimi- ne göre hayırdır. Acaba kim haklı? Evet diyenler mi yoksa ha- yır diyenler mi? Sanırım, en iyisi bunu vatandaşa bırakmak ve yanıtı herkesin kendi vicdanında ve kafasında araması ge- rektiğini kabul etmektir. 1938Türkiyesi'nde Atatürk'ün yaşamını, zaferlerini, yapıt- lannı yaşlılar görerek yaşamış, gençler yürekten duymuş, ço- cuklar ezberlemişti. O'nun baştanbasa övgü ile dolu olan ya- şamı, en büyük eseri olan cumhuriyet gibi kadın erkek, kü- çük büyük, genç yaşlı hepimizin varlığında anıtlaşmıştı. O 1 nun ilke ve devrimlerinin gelecek kuşaklara aktarıla aktarıla sonsuza değin, aynı heyecanla yüreklerde kalacağında kim- senin kuşkusu yoktu. Şimdi de öyledir demeyi, diyebilmeyi bilemezsiniz ne kadar çok isterim, ama üzülerek ifade edi- yorum, dilim varmıyor. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı aydınlan ve po- litikacılan bölür.me, parçalanma ve dağılma sürecine giren imparatoriuğu kurtarmanın çabasına düşmüşlerdi. Kimileri kurtuluşun çaresini, "dünya Müslümanlannın biriiği", kimi- leri "dünya Türklerinin birliği" fikrinde, kimileri de "Batıcılık" fikrinde görüyorlardı. Ne var ki bu Osmanlı aydınlan ve poli- tikacıları savaşın 1918 yılında imparatortuğun yenilgisi ile btt- mesi ûzerine ne "panistamlzm" ve ne de "pantürkizm" in kur tuluş için bir çare ve çözüm ol- madığı gerçeğini, yaşanılan çok acı ve pahalıya mal olan deneylerle anlayacaklardı. Ni- tekim gördükleri ve karşılastık- ları sonuç farklı olmadı. Gerek Mondros Antlaşması'na ve ge- rekse Sevr Barış Antlaşması- na imparatoriuğu kurtarmak fikri ile giren Istanbul hüküme- ti, Anadolu'yu bile kurtarama- dan çıktı. Masaya imparatoriuk olarak oturan Osmanlı hükü- meti masadan ne yazık ki ' Anadolu'suz" kalktı. Toprakla- rını yitiren ve Anadolu'yu bü- yük ölçüde elden çıkaran istan- bul'un tek kaygısı "taht ve sarayın" geleceği idi. Ulusu düşünmek onun nesine idi. Esasen sürekli savaşmaktan yorgun düşen, ancak öz benli- gini ve ulusal kültürünü yitir- meyen Türk ulusunun, İstanbul hükümetinden ve saraymdan bir beklediği ve beklentisi de yoktu. Ama bir Mustafa Kemal var- dı. Gerçekçi, akılcı, deneyimli ve kurtancı idi. Mustafa Kemal, tarihin bağnnda kendi kaderiy- le biriikte ulusun kaderini de dokumakta ve oluşturmakta idi. O'nun kaderi ulusun kade- ri olacaktı. Mustafa Kemal 1906 yılında daha 25 yaşlannda ko- lağası (kıdemli yüzbaşı) rütbe- sinde genç bir subay iken Su- riye'den Selanik'e geldiğinde güvendiği arkadaşlanna Arka- daşlar, memleketimizin yaşadı- ğı vahim anları size söyieme- ye lüzum görmüyorum. Bunu cümleniz müdriksiniz. Memle- kete karşı mühim vazifelerimiz vardır. Onu kurtarmak yegâne hedefimizdir. Memlekete ya- bancı nüfuz ve hâkimiyeti kıs- men ve fiilen ginmiştir. Millet zulüm ve istibdat altında mah- voluyor. Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm vardır. Her terakkinin ve kurtuluşun anası hüniyettir. Köhneleşmiş olan çürük kJareyi yıkmak, milleti ve vatanı kurtarmak için sizi vazi- feye davet ediyorum. Biz bir gün mutlaka ve behemahal muvaffak olacağız. Vatanı ve milleti kurtaracağız" demiş idi. Mustafa Kemal, ülkeyi ve ulusu nasıl kurtaracağını, ne gibi sosyal ve siyasal devrim- ler yapacağını düşüncesinde tasariamış ve oluşturmuştur. Nitekim 1907 yılında Selanik- te Vardar Kıraathanesi'nde Bulgar Türkoloğu Ivan Mono- log'la konuşmasında, ileride doğacak Turkiye'nin sosyal ve siyasal yapısını açıkladıktan ve çizdikten sonra ilerisı için son derece bir hesaplılık ve hazır- lıklı bir kararlılık içerisinde şoy- le söytemiştir: "Bir gün gele- (Arkast 19. Sayfada)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle