25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 EYLÜL CUMHURİYET/21 n İ 7 Z f l r » ı A m e r i k a n P i z z a H u t p ı z z a c ı şirketi b i r s ü r e o n c e Moskova'da iki pizzacı açü. Ama bir süre sonra belediye ekip- leri pizzacılann ikisini de sağlık koşullarına aykırı faaliyet gösterdikleri gerekçesiyle mühurledi. Birkaç giın once Pizza Hutlardan biri yeniden Moskovalılann hizmetlerine açıldı, digeri ise hâlâ kapalı. (Fotograf: AP) ^Tartışmalı' yük Mersin'de MERStN (AA) — Anvers^ ten, tran'a gönderilmek üzere yüklenen ve zehirli hardal gazı yapımında kullanılan kimyasal maddeleri taşıyan Wloclawex isimli Polonya bandralı gemi Mersin Limanı'na geldi. AA muhabirinin aldığı bilgi- ye göre dün sabah Liman açık- lanna gelen gemi, liman gümrü- ğüne başvurdu. Tahran'a gitmek üzere fıçılar içinde hardal gazı yapımında kullanılan 180 ton "Neoprene" ve "Sodyum siyanit" ile birlikte 38 boş kon- teyner de taşıdığı anlaşılan getni- den, yüküyle ilgili olarak daha aynntılı bilgi istendi. Yetkililer, Irak ve Kuveyt dı- şındaki ülkelere ait yükJerin bu- güne kadar normal şekilde sev- kine izin verildiğini belirttiler. R i f N n ^ i e n v a e cımlııeıi rinVin * kinci D u n v a S a v a s ı »«suıda Fransa'mn oır ıı azı savaş suçıusu a a n a Nazi o r d u l a n n c a işgali d o n e m i n d e Fnın . siz Ulusal Polisi Müdürü olan Rene Bonsquet hakkında bugunlerde insanlık suçu işlemekten so- ruşturma açıldı. Bugun 81 yaşında olan Bousquet, savaş sırasında 194 Yahudi çocuğu toplama kamplanna göndermekle suçlanı>or. 1943 ocak tarihli bu arşiv fotografında Bousquet sağdan ikinci kişi. (Fotograf: AP) NOEL BABANIN PROTESTOSU — Noel Baba kılıgında bir Dogu Almanyalı, berduşlugu fena halde kafasına dank etmiş olmalı ki Dogu Berlindeki "Faşizm ve Militarizm Kurbanları Anıtı" onündeki son nöbet degiştirme töreni sırasında protesto gösterisine başladı. (Fotograf: AP) HABERLERIN DEVAMI Yağmur Yağacak mı?... (Baştarafı 1. Sayfada) sonrası da geçerliğini koruyor. Başkan Bush'un vermiş olduğu sözlerin nasrt ve ne ölçüde gerçekleşeceği henüz bel- li değildir. Daha çok ticareî vaadinin yerine getirilme- sinde, örneğin Türk tekstiline, Türk demir çe- liğine kapının ABD tarafından daha çok açıl- masında Kongre engeli nasıl aşılacak? Bu soruya şımdilik iyımserlik dolu bir yanıt ver- me olanağından yoksunuz. Türk ordusunun modernleştırilmesi ve as- keri yardım konusuna gelınce... VVashington, askeri yardımda Türkiye'nin öteden beri haklı olarak karşı çıktığı Yuna- nistan'la ilgili "7'ye 10 oran/"ndan artık vaz- geçebilir mi? Türkiye'nin ambargodaki "vaz- geçilmezliği"n\n bu sonucu sağlayabilmesi, bize göre hâlâ uzak bir olasılıktır. F-16 Anlaşması'nın uzatılmasıyla ilgili Amerikan yönetiminin somut önerisi genel olarak olumlu sayılabilir. Ancak bu konuda da düşünülmesi gereken kimi noktalar var- dır. Anlaşmanın olduğu gibi mi, yoksa bazı kötü koşulları değiştirmek üzere yeniden mü- zakereye açılarak mı uzatılacağı bunlardan biridir. Başkan Bush'tan Oünya Bankası Başka- nı Conable'e ve NATO Genel Sekreteri Wör- ner'a kadar birçok kişi, şu günlerde sürekli olarak Türkiye'ye ivedi yardımdan söz edi- yor. Ankara da borç hanesine yazılacak kredi ve hibe olarak bu yardımların beklentisi için- dedir. Ama bu alanda da henüz dişe doku- nur somut bir gelişme yoktur. Ayrıca yardım yapılması beklenen Türki- ye, Mısır ve Ürdün gibi ülkelerin IMF turni- kesinden geçirilmesi olasılığı, Ankara açısın- dan bir başka haklı tedirginlik kaynağıdır. Kredibilite bakımından buna yanaşmak iste- miyor Türkiye. Başkan Bush yönetiminin Türkiye'ye bir vaadi daha var: Avrupa Topluluğu'na tam üyelik konusunda destek... Geçelim; zira bugün için üzerinde pek dur- maya değecek bir vaat değildir bu. Kısacası, Ankara'nın krizle ilgili ekonomik nitelikteki beklentilerinin nasıl karşılanaca- ğı sorusunun yanıtı, halen VVashington'da bulunabilmiş sayılmaz. Güzel laftan öte so- mut bir şey yok ortalıkta henüz. Gök gürlüyor, bir şeyler yağacak, ama bu bir yaz yağmuru da olabilir. Akla, ister istemez acaba VVashington'da başka niyet taşıyanlar mı var, sorusu geliyor. Türkiye'yi askeri çözüme tam ortak edin- ceye kadar, 'havuç'u göstermek, verir gibi yapmak. ama son ana dek havada tutmak... Eğer VVashington Türkiye'yi çantada keklik görüyorsaj her türlü oyunu oynayabilır. Sayın Ozal'ın dış politikadaki 'başkan baba' çizgisi ne yazık ki bu izlenimi güçlen- diriyor. Oysa Körfez krizi öylesine tehlikeli bir yö- rüngede ki, oyuna gelmemek için son dere- ce dikkatli davranmak gerekiyor. 4 tonluk lahit nasıl kaçırılır? Ozal'ın öntinde engel çok (Baştarafı 1. Sayfada) sundaki manzarayı tam olarak yansıtmıyor. Bunun onündeki güçlükler bizzat özal'a yakın çevresi tarafından da sessizce not edilmiş durumda. Bunlar- dan baalan ana başlifclânyla şöyle sıralanabilir: Tekstil Özal'ın gezisinde "başan" ha- nesine yazılanlardan birisi, Be- yaz Saray'daki görüşmeden iki ulke arasında tekstil konusunda yeni bir anlaşma imzalanacağı karan çıkması oldu. Ancak ko- nuyu yakından izleyen herkes biliyor ki, böyle bir siyasi irade çıkmış olması, bu konunun onündeki tüm engellerin kalktı- ğı anlamına gelmiyor. Tekstil, Amerikan kamuoyu için çok hassas bir konu. Nitekim Tür- kiye ile tekstil anlaşması yapıla- cağının açıklandığı gün daha özal VVashington'dan aynlma- mışken, Beyaz Saray, bu konu- yu yakından izleyen bir Ameri- kalı diplomata göre yüzlerce protesto telefonuna muhatap ol- du. Bu protestoların tonunu, Tekstil Üreticileri Derneği'nin sözcüsü Larry Martin, bize te- lefonda, "Türkiye'nin çok iyi bir ulusiararası vatandaş oldugunu kabul ediyoruz. Ama son 10 yıl- daki tekstil ithabtı nedeniyle 400 bin işçi kaybetmiş bir sana- yi olarak Türkiye'ye verilmesinin burada çok ciddi sonuçlar doğu- rabileceğmi söyliiyoruz" diyerek özetledi. Yüzde 1.5'ten yiizde Görüldüğu gibi, Hill en ufak bir işaret vermekten kaçınıyor. Bunda bir ölçüde de haklı. Çün- kü Amerikan basınında bu yön- de çıkan tek bir cümle dahi Hill'i zor duruma düşürmeye ye- tiyor. "Hill içerideki müzakere- lerde olumlu davrandıktan son- ra dışanda böyle konuşabilir, zaran yok" diye bir görüş var. Ama "Dışanda bövle baskı al- tında olan bir muzakereci içeri- dc olumlu davranabiür mi?" di- ye de bir başka göruş var. Zaten Cumhurbaşkanı Özal da Hill- in "çetin bir muzakereci" oldu- ğuna dikkat çekiyor. f Aslında Türkiye'nin bu konu- da Amerika'dan istediği fazla bir şey değil. Türkiye halen Amerikan tekstil ithalatının yüzde 1.5'ini karşılıyor ve bunun en az yüzde 3'e yükseltilmesini istiyor. Hem Amerikan hem de Türk makamları bu konunun, en azından Kongre'de tekstil it- halatı konusundaki oylama ya- pılana kadar "alçak perdeden" götürülmesinin herkesin yaran- na olacağı kanısında. Bilindiği gibi Beyaz Saray iç politika önceliklerinde çok has- sas bir makam. Bu olgu, Erme- ni soykınmının 75. yüdönümün- de ABD Başkanı Bush'un ya- yımladığı mesajla bir kez daha ortaya çıkmıştı. Şimdi, Ameri- kan yönetiminin böylesine mü- cadele gerektirecek bir konuda, aradan bir süre geçtikten sonra ne ölçüde mücadelecı davrana- cağı soru işaretlerine açık. An- cak bu, önümüzdeki günlerde tekstil müzakerelerinin sürmesi- ne engel değil. Örneğin Hazine Müsteşan Namık Kemal Kılıç, cuma günü ABD Dışişleri'nin ekonomik işlerden sorumlu ba- kan yardımcısı Richard McCor- mac ile bu konuyu görüşmek üzere bir araya geliyor. McCor- mac, daha sonra da Türkiye'ye giderek bu konu üzerinde çalı- şacak. Ancak durumun da gös- terdiği gibi tekstil konusu taraf- ları çok zorlayacak. Serbest ticaret Cumhurbaşkanı özal, önce- ki gün bir sürpriz yaparak Türkiye ile ABD arasında ser- best ticaret anlaşması imzalan- ması için müzakerelere başlana- cağım açıkladı. Oysa gerçek du- rumu, "sefbestticaretanlaşması imzalanmasının miımkün olup olmadığının araştınlması konu- sunda göriişmeler yapılacağı" cümlesi daha iyi yansıtıyor. Bu çok ilginç gelişme şöyle meyda- na geliyor: Beyaz Saray'daki ye- mekte Cumhurbaşkanı özal, birkaç kez lafı bu konuya geti- riyor, ABD tarafı da "Olmaz, yapmayız" gibi bir havaya gir- miyor. "Olasılıgın araştınlması yönünde müspet bir yaklaşım" ortaya çıkıyor. Konu yeni değil. ABD bunu Türkiye'de askeri yö- netim işbaşındayken Ankara'ya önenniş, ama Ankara uzak dur- muştu. Ardından yıllar geçip özal iktidara geldikten sonra bu kez Turkiye Amerika'ya önerdi, ama ABD yaklaşmadı. Türkiye bunu son olarak geçen yıl Bü- yükelçi Nttzfaet Kandemir'in ABD Dışişleri Bakanı James Baker ile görüşmesinde bir kez daha gündeme getirdi. ABD'den yine ses çıkmadı. Niye ses çık- madığını dün Türk gazeteciler ile Carla Hill arasında geçen şu konuşma daha iyi yansıtıyor: — Özal bir serbest ticaret an- laşması müzakere edilecegini söyledi. HİLL — Biz Uruguay Ro- und'da tüm dünya ile serbest ti- caret konusunda müzakereler yapıyoruz. Bunun olumlu so- nuçlanmasını istiyoruz. Çünkü ticaret duvarlannı indirirsek tüm dunya ekonomisi 500 mil- yar dolar daha büyür. Ben ne Amerika'nın ne de Türkiye'nin global bir serbest ticaret anlaş- masının dışında kalmasını iste- mem. Görüldüğu gibi, Hill bu ko- nuda da en ufak "olumlu" bir sinyal vermekten kaçınıyor. Hill'i tanıyanlar onun dışarıda- ki bu tavrının aynen içeride de sürüyor olabileceğine dikkat çe- kiyor. "Çünkü zaten göreve ge- tirilme nedeni buttslubuidi" de- niyor. Amerikan tarafının ser- best ticaret anlaşması konusun- daki duygusu o ki, bu konu tekstil kotasının ytıkseltilmesin- den daha zor. Ancak işin ilginç bir boyutu, Türkiye'nin bu ko- nuyu yeniden Beyaz Saray'da ıs- rarla gündeme getirerek Türki- ye'nin Avrupa ile olan entegras- yon niyetini "çeşitlendirmek" arzusu göstermiş olması. Türk- iye'nin üst kademelerindeki ha- va aynen böyle. Pekı, Türkiye 1 nin ABD'ye bu yaklaşımı, AT ile tam üyelik taahhudüne girilmiş- ken sakınca yaratmaz mı? Bu soruya verilen yamt, "Bizim ta- abbüdümüz yok, kararlı bir ar- zumuz var. Almayanlar onlar" şeklinde beüriyor. AT ile güm- rüklerin sıfırlanması yönünde bir taahhüdümüz olduğu hatır- latılınca ise "Ama bu anlaşma- yı uygulamayanlar onlar" yanı- tı geliyor. Anlaşdıyor ki bu konu, Tür- kiye'nm üst kademelerinde ele alınıp incelenmiş, üzerinde he- saplar yapılmış bir durumda Bu bir bakıma Türkiye'nin Avru- pa'dan bir ölçüde umudunun zayıfladığını yansıtıyor. Söyle- nen şu: "Baü Avrupa, Dogu Av- nıpa'da metresler yaratmak fik- rine Türkiye'yi eş olarak almak fikrinden daha yatkın. Bizim de başımızın çaresine bakmak iste- memiz tabiidir." Yine Türkiye 1 nin üst kademelerindeki hava o ki, Avrupa, hiçbir zaman Ame- rika ve Japonya ile rekabet ede- meyecek. Dolayısıyla da Türki- ye'nin dışa dönük poütikalarım çeşitlendirmek arayışının legal olacağı vurgulanıyor. Bir de ide- al durum senaryosu var. O da hem Avrupa hem de Amerika ile ticaret duvarlannı kaldırmış bir Türkiye, vani Türkiye'nin tama- mını serbest bölge haline getire- cek bir yaklaşım. Ekonomik konular Önceki gün Özal'ı otelde zi- yaret eden Dünya Bankası Baş- kanı Barber Conable'in de işa- ret ettiği gibi, banka ile ilişkiler, yeni programlar devreye sokul- ması yönünde bir ivme kazan- mış durumda. Önümüzdeki yıl ile birlikte bunun portresinin 1.9 milyara çıkacağından söz edili- yor. Dünya Bankası ile Uişkiler- de olumlu bir gelişme, 2. tnali sektör kredisi diliminin serbest bırakılması oldu. Kredi, Özal Washington'a gemıeden önce üye ülkelerin hiçbirisinin itirazı olmaması (no objection) statü- süyle yönetim kuruluna gönde- rildi. önümüzdeki çarşamba günü kamuoyuna açıklanıyor. Bir başka kredi haberi de Ja- ponya'dan. Tokyo "cephe hattı" üç ülke; Türkiye, Ürdün ve Mı- sır'a 600 milyon dolar verecek. Ancak bunun nasu bölüştürüle- ceği ketum Japon bürokrasisin- den sızmış değil. Kesin rakamın Japonya Başbakanı Kaifu'nun önümüzdeki günlerde gerçekle- şecek Türkiye ziyaretinde açık- lanacağı belirtiliyor. Cumhurbaşkanı özal'ın Was- hington gezisinin ekonomik bo- yutu konusunda, ilk elden yan- sıyanlar bunlar. Ancak görüldü- ğu gibi gezinin ekonomik açıdan en önemli iki gelişmesini simge- leyen tekstil ve serbest ticaret an- laşmalanmn, niyetten somuta dönüşmesi birçok engelle karşı- laşacak. Eğer bu engeller aşılır- sa Cumhurbaşkanı özal'ın ge- zisi için "basarüı" denebüir. Ak- si halde, "bol vaadi bir ziyaret" olarak hatırlanabilir. (Baştarafı 22. Sayfada) da miizeye biraz bagışta da bo- lunur, sanat sevgini göstermiş olursun. Şu anda müzenin ek bağışlara gereksinimi var..." Mezzacappa, "CMur" demiş olmalı ki 1987 yılından beri la- hit Brooklyn Müzesi'nde sergi- leniyor. Peki Jonathan Kagan nereden duymuş bu lahtin varhğını? "Yüzyılm Definesi" olayında Jeffry Spier diye bir başka arkeolog-sikkebüimcinin adı geçmişti. Kagan-Spier ikilisi de- fineyi birlikte pazarlamıştı. Spi- er genellikle Londra'da oturur- du. Londra'da yaşayan Nevzat TeUi'nin arkeolojik eserler ko- nusunda bilgisi olmadığı için Jeffry Spier kendisine "akıl ho- calıgı" yapar. Eski Mardin Milletvekili Mehmet Selim TeDiağaoğlu'nun kuçük oğlu Nevzat (47) Lond- ra'nın doğusunda tekstil-ihracat firmalanmn arasında bir köşe- yi tutmuş ve dönmüştü de. Bana randevuyu, aralan açık olmasına karşın, ağabeyi Edip almıştı. Eşi lngilizdi. Londra dı- şında bir malikânede otumyor- du. Görüşmeyi "Babylon" adlı tekstil fırmasının ikinci katında "Connolssenr" dergisinden Me- lih Kaylan'la birlikte yaparken Nevzat yanındaki yardımcısının adını "Zafer" olarak açıkladı, ısrarla soyadını söylemedi. Son- radan öğrendiğim kadan ile Za- fer ile soyaddaştık. Ancak her- hangi bir akrabahk, hısımlık yoktu. Görüşmemiz boyunca Nevzat sinirliydi. Belki de hep böyley- di. Nasıl gerilim içinde olmasın- dı? Ağabeyi 16 yasında Avrupa L ya mühendis olmaya gitmiş, ora- da başka bir meslek edinmişti. Kendisi tekstil mühendisi ola- cakken Hollanda'da uyuşturucu kaçakçıhğından yakalanıp Al- manya'da cezaevinde yatacaktı. Amerikan Uyuşturucu Mad- delerle Mücadele Örgütü'nün (DEA) bir yetkilisi Nevzat'ın bil- gisayardan çıkan fişini, fotoko- pisini vermemek ve sadece not almam koşulu ile gösterecekti. Nevzat Telli'nin fişinde Fevzi Öz, Hüseyin Yalaz, Bahavlsh Bolbollan, Klaus Loch ve baş- kalan Ue birlikte 1970'lerde Lüb- nan'dan Avrupa'ya ayda iki ton esrar ikmali yapan bir kişi oldu- ğu ve kokain kullandığı belirti- liyordu. Bu arada hayali ihracatçılar- la işbirliği yaptığı Türk basmın- da yer alan haberlerde görülü- yordu. Antika işinin gerüimi de üstüne üstlüktü... Zafer'in "basın karümı" sor- ması ve göstermem üzerine ko- nuşmamız başlamıştı. Nevzat, bir keresinde işi tehdide kadar götürdü, bir başka kez Ingiliz- ce olarak "looser" dedi. "Boşu- na kürek sallıyorsun, sen bu işi zaten kaybetmişsin" anlamında konuştu. Ender olarak gülüş- tük. Bir saat süren konuşmanın bir yerinde "antika" konusuna geldik. Şu konuşma geçti ara- mızda: —Biliyorsunuz benim antika Ue ilişkim yok... Ben orava esrar ya da hayali ihracat mülakatı yapmaya gjt- memiştim. Konum eski eser ka- çakçılığı idi ve bu işin başında gelenlerden biri olduğu için özellikle kendisini Londra'ya görmeye gitmiştim. Şimdi de kalkmış bana "Bifiyorsunnz be- nim antika Ue ilişkim yok" di- yordu. Dayanamadım: —tşte orada dunın... Nevzat Bey, nasıl yok? —Benim işün bu değil.. —Yapmaym canım, elbette bu işin içindesiniz. —Ben profesyonel değilim ki. —Elbette, ağabeymiz gibi bir galeriniz yok, ama elinize güzel mal geçince kaçınnıyorsunuz. Gelen malı da bal gibi pazarlı- yorsunuz. —Benim hakkımda size ne dediler? —Ayağına gelen malı kaçır- maz dediler. —Son 4-5 yıldır ben böyle bir şey yapmadım. —Metin Bey'in (Özharat) ge- tirdiği Bizans gümuş tepsilerini Londra'da pazarlamadımz mı? —O başka... —Gördünüz mü ya? —Şimdi şoyle sorayun. Metin Bey'in getirdigi son maldan da güzel mal hangisiydi? —Gene gazetecilik oynamaya başladuıız. Bunu geçelim. Be- nim birkaç işim daha var. Bura- da Bodrum Lokantası'nın da sa- hibiyim. —Başka —Yine gazetecilik yapıyorsu- nuz. Kuzum bunun senin davan- la ne ilgisi var? Benim Türkiye2 - de de işlerim var. Bir zamanlar tzmir'de Ne-Telli (Nevzat Telli), Derpa (Deri Pa- zarlama) gibi şirketlerinin var- hğını duymuştum. Kapahçarşı- da, tçbedesten'de tüm kuyvuncu ve turistik eşya satan dükkânla- nn arasında tekstil ihracatı ya- pan bir dükkân dikkatimi çek- mişti. Çepeçevre kuyumcu arasında toplu tekstil ihraç eden bir dük- kânın burada ne işi vardı? San- ki Müslüman mahallesinde sal- yangoz satıyordu. Başımı kaldı- np dükkânın adına baktığımda şaşırmadım, diyemem. Dükkâ- nın adı Netes'ti. Tıpkı Ne-Telli gibi bir paravan şirketti. TeUi'- nin "Türkiye'de işlerim var" de- diklerinden biri olmalıydı. Nevzat Telli, Türkiye'nin eski eser politikasımn nasıl olması gerektiğini bana şöyle açıkladı: "Her şey serbest bırakümalı. Tjpkı ticaret gibi. Bugün Türki- ye'de en az 100 bin anükacı var. Bakmak zonında oldnklan ai- leleri ile birlikte toplam yanm milyon kişi bu işten ekmek yi- yor. Bırakın bunlan serbestçe kazsınlar. Yabancıiara satsınlar. Onlar da tanımak için Türkiye 1 ye gelsinler. Yabancılann gelişi ile Türkiye para kazansın. Arkeologlar yobazdır. Şoven milliyetçidirler. Bu konuda aşı- n uçta iki grup var. Birincisin- de arkeologlar, ikind grupta ka- çakçılar. Siz de bu ikinci gruba dahüsiniz (!)... Çünkü siz (loo- ser) boşuna kürek çddyorsanuz. Sen bu işi çoktan kaybetmişsin. Gazetecileri sevmem. Hele akıl- sız gazetecileri hiç sevmem." Nevzat daha sonra samimi bir itirafta bulunacaktı: "YazilanniZin tamnmmı oku- madım. Atlaya atlaya okodum. Eşim, çocuklar göriip üzülme- sinler diye yazüanm kendilerin- den sakladım." Bu görüşmeden sonra Kapa- lıçarşı ile bağlanüsı olan New York'taki bir meslektaşım şu mesajı getirdi: —Ağabey, bir yazı dizisi mi, kitap mı ne hazırlıyormuşsun. Bu arada Kapalıcarşı'daki birin- den de söz edecekmişsin. Ken- disini tanınm. "özgen Bey ya- zacaklanm yazmasa iyi olur. Bu yazılar çıkınca çocuklanm, ar- kadaşlan arasında küçük düşer" diyor. —Eee? —Ağabey, kabul edersen New York'a gelip seninle konuşacak. Diziye katkıda mı bulunacak? —Yok be ağabey. Adının ya- yımlanmamasını rica ediyor. Karsılıgında da... —Adı ne? Bu konuşma BM koridorla- nnda öteki meslektaşlannun ya- nında geçti. Genç meslektaşım beni bir kenara çektikten sonra: —Metin Özharat.. Emin misin? —Evet —Nevzat Telli'nin ortağı... —Ağabey, 100 bin dolar fena bir para değfl... Metin Özharat Gaziantepli- dir. Kardeşi Tekin Adıyaman'da bir antika cinayetine kurban git- miştir. Elmah Definesi olayında iki kardeşe sus payı olarak o za- man 120 milyon lira ödendiği söylenir. Söylentileri bir yana bıraka- lım, bir gerçeği anımsatahm. 7 Haziran 1986 tarihli Yeni Asır Gazetesi'nde beş sütunluk bir başlıkta "800 Bizans altmı İsvic- re"ye kaçuıldı" denilmekteydi. Bu haber, daha sonra öteki ga- zetelere de yansıyacaktır. Öykü- süne burada girmeyeyim. Ancak bu Bizans altınlannı yurtdışın- da pazarlayanlardan biri Metin Özharat'tır. Özharat'm Adıyaman'dan Roma altın sikkeleri, Fethiye'de Bizans gümüş tepsilerine kadar rolü vardır. Metin, Turkiye'de- ki adamlan ile işbirliği halinde Londra'ya mal sevk eder. Çeşit- h' kereler Istanbul'da işyerleri ile evinden aradığımda eşi Birsen, Metin'in nerede olduğu hakkın- da bana kendisinin de inanma- dığı hikâyeler anlatmıştı. Oysa o sırada Istanbul'daki tutuklamalardan uzak durmak için Nihat Kolasın gibi soluğu Münih'te amııştı. Münih'te ken- disini aradığunda Londra'ya Nevzat'ın yamna gittiğini söyle- mişlerdi. Nevzat da "bir gün kalıp" döndü demişti. Nihat Kolasın'ın hemşerisi "dayım Kenan Evren" sloganı- nı Metin "Dayım Hasan Celal Güzel" biçiminde kullanır. An- cak bu slogan Güzel'in kulağı- na gidince "Gerekeni hiç çekin- meden yapın" talimatını vermiş- tir. Biletini her olayda daima "Vınnnn Tnrizm" şirketinden alan Metin, her zaman Dr. Kimble gibi kaçar, kaçar... Gü- nün birinde "Ağabey... Çocuk- lannın flzülmemesini istiyor" sözleri ile başlayan "rüşvet" el- çileri göndererek işini yürütür ve diyalog kuruluj) bol sıfırlı bedel- ler ödendikten sonra ilgililere ifade vermek için sahneye "ma- sum" olarak çıkar. Yakınlanna göre ilkesi "ver kurtul v dan boz- ma "öde kurtuT'dur. Metin'in ilginç bir evüliği var- du*. Eşi Gaziantep'in Eflatun ai- lesinden gelir. Mithat Salih Ef- latnn'un kızıdır. Bir başka kız- kardeşi Nesrin, Adıyaman ola- yında öldürülen Tekin ile evliy- di. öteki kızkardeş Nimet ise doktor eşinin ölmesinden sonra tbrabim Başbug ile evlenecekttr. Ibrahim Başbuğ ise "Yüzyıluı Definesi"ni Elmah'da bulan üç kişiden biridir. öteki iki kişi po- lis tarafından yakalamnca kaça- cak, saklanacaktır. Bu saklanma işinde Metin özharat, Başbuğ'a defıneden kayıp olduğu söylenen bazı sik- keler karşılığında yardımcı ola- cak ve Gaziantep'te kayınpede- rin çiftliğinde aylarca polis kor- kusundan uzak yaşatacaktır. Ib- rahim de daha sonra boşanma ile sonuçlanacak bir evliliği bu sırada yapacaktır. Toprağını sürerken bir eski eser bulan bir başka köylü de Nevşehir'in Avanos ilçesinden Yaşar Değinnenci'dir. 18 yıl ön- ce tarlasını sürerken Yaşar, üze- rinde çeşitli kabartmalar bulu- nan bir mermer lahit bulur. tl- gililere haber verir. Hiç kimse, değil 3-4 tonluk lahti kıpırdat- mak, küını bile oynatmaz. 18 yıl sonra bu lahit çalınır ve Serafettin Degirmenci adlı yakı- nı "Türkiye'nin tarihsel ve kül- türel varlıgı olan lahti koruya- tnadıgı ve caldırdıgı" için tutuk- lanır. Lütfen elinizi vicdanınıza ko- yun da söyleyin, tutuklanacak olan bu köylü müdür, yoksa ko- nu ile ilgili tepeden tırnağa ka- dar tüm gelmiş geçmiş görevli- ler midir? Lahti haber vermek elbette tarlanın sahibi köylünün- dur. Ancak 18 yıldır koltukla- nndan popolannı kıpırdatma- yan ve bunu müzeye taşıtmayan başta müze yetkilileri olmak üzere Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü yetkililerinin hiç mi suçu yoktur? (Yeni bir ya- zı dizisi üzerinde çalışıyorum. Bu lahit gibi kaderine terk edil- miş, kaçınlmayı bekleyen eser- ler ve onlan korumakla görevli ve ayhklannı fakir halkın vergi- lerinden alan müze ve bakanlık görevnlerinin vurdumduymazh- ğı hakkında... Tabii bu dizi çı- kmcaya kadar kaçınhp Nevv York pazanna ulaşmamışlar- sa...) Durum anlaşüır, kaçakçılar fazla ileriye gidemeden l.S. 3. yüzyıla ait lahti Kayseri'nin Oy- maağaç köyünde bir tarlaya bı- raku-lar. Bu kez, hiçbir şeyden habersiz yeni tarlanm sahibi Ah- met Şereflioğlu'nu jandarma gözaltına alır. Güneş Gazetesi 1 nin Kayseri muhabirinin başh- ğındaki "Çalınan lahit 3 milya- ra Amerika'ya saülacaktı" söz- leri beş aşağı beş yukarı gerçeği yansıtmaktadır. Avanos'taki lahit Brooklyn Müzesi olmasa bile bu kez bir başka Türk hükümetinin yaban- cı danışmanının yatınmı olarak bir başka müzede "ödünç" ola- rak sergileniyor olacaktı. Ne de- mişler: "Yemeyenin malını yer- ler..." Afiyet olsun Kolasın'lar. Aydmer'ler, DeTe'ler, özharat- lar ve de Telli'ler. Ne deseniz haklısınız. Bu başa bu tıraş... Tarın: Gryfos galerisi GÖZUEM UĞUR MUMCU (Baştarafı 1. Sayfada) Hiç sanmıyorum; vermez, bizde "aynı hamam aynı tas" türünden olaylar yaşanır; şigara dumanından göz gözü gör- meyen spor salonunda bir "kör dövüşü" ile kurultay yapı- lır; o kadar! SDP kongresinin yapıldığı Ulusiararası Kongre Salonu, pınl pırıl, tertemiz ve görkemli yapmın içindeki çok sayıda salonlardan biri... Delegeler, konuklar, gazeteciler, saat gi- bi işleyen bir düzen içinde yerlerine alınıyorlar. Ne itişme, ne kakışma... Herkes birbırine saygılı. Bir partinin çağdaşlığı, herhalde, kongre düzeninden başlıyor. Onceki gün ve dünkü kongreler gerçekten çok düşün- dürücü sahneleri sergiliyor. Birbırlerınden ayrı iki dünyadan gelen insanlar özgürtükçü demokrasinın saflannda bir araya gelıyorlar. Başlarında da yalnızca Batı Almanya sosyal demokrat- larının değil bütün dünyanın sosyal demokrat partilerinin saygısını toplayan VVilly Brandt var. Brandt, parti genel başkanlığından zamanında çekilme- sini bilen bir siyasetçi. Brandt bu tavırlarıyla bütün sosyal demokratların babası konumuna girmiş, sosyal demokrat- ların 'aile büyüğü' gibi selamlanıyor ve herkesçe saygı görüyor. Bizde bunca başarısızlıktan sonra kendi istegi ile çekil- mesini bilen yok... Başarısızlığın ödüllendirildiği garip bir sistemde ya- şıyoruz. Batı Alman SDP'sinde 'Brandfın torunları' olarak adlan- dırılan 60'lı yılların 'genç sosyalistleri' bugün parti yöneti- mindeler. SDP, parti gençlik kollarından yetişen Lafontai- ne'i de başbakan adayı olarak hazırlıyor. Lafontaine, bugüne kadar yayımladığı kitaplarla da sos- yal demokrasinin önemli düşünürleri kütüğüne şımdiden adını da yazıyor. Alman Sosyal Demokrat Partısi'nde parti kanatları kişi- sel ve duygusal nedenlerle değil, somut olgulara, sorunla- ra ye DU sorunlara önerilen çözüm yollarına göre oluşuyor. Örneğin Lafontaine ile sendikalar arasında iş saatlerinin haftalık 40 saatten 35 saate ındirilmesi konusunda görüş ayrılıkları var. Sendikalar, çalışma saatlerinin indirilmesini, ancak bu 35 saatlık çalışma saatı için 40 saatlik ücret öden- mesini savunuyorlar. Lafontaine ise 35 iş saatine 35 saat- lik ücret ödenmesıni, beşer saat için yeni işçiler alarak iş- siziiğin bu yoHa önlenmesini istiyor. ••• "- Tartışma bu gibi somut konulardan kaynaklanıyor. Ne bizdeki gibi Baykalcılık, İnönücülük ve Ecevitçilik var ne de sol kanattan bir gece ansızın bir başka kanada katı- lan oluyor... Parti genel başkanına muhalefet ettikten son- ra aynı genel başkanın "yeni aday kadrosu" olmayı düşü- nen bir sol kanat siyasetine de buralarda pek rastlanmıyor. Brandfın savunduğu görüşler birer ilke ve inanç olarak partinin bugünkü genç yönetıcilerince de savunuluyor. Brandt, siyasal görüşlerinden dolayı baskılara uğrayan, hapis yatan, sürülen ve türlü acılar çeken ınsanları anar- ken bütün delegeler, bütün konuklar ve bütün gazeteciler saygı duruşunda bulunuyorlar. Brandfın saygı duruşu sı- rasındaki lirik konuşması dakikalarca ayakta alkışlanıyor. VVilly Brandfdan sonra en güzel ve düşündürücü konuş- mayı da dün Batı Alman SDP'sine katılma karan alan De- mokratik Almanya SDP lideri VVolfgang Thierse yapıyor. Thierse, uzun uzun alkışlanan konuşmasında Marksist- Leninist sistemin iflas ettiğini; bu sistemde sosyalizmin yoz- laştırıldığını, özgürlükçü ve çoğulcu demokraside sosyaliz- min amaçlarına ulaşacağını; sosyalistlerin her yeni geliş- meye açık olmaları gerektiğini anlatıyor. SDP kongre salonuna asılan "Der Neue Wsg = Yani yol" döyizi de bu zorunluğu vurguluyor. İki ayrı dünyanın sosyal demokratları bir araya geliyor; bi- zim aralannda pek de görüş ayrılığı olmayan sosyal demok- ratlar; kışisel ve duygusal nedenlerle bin parçaya bölünüyor. Büyük soruşturnıa (Boftarafı 1. Sayfada) çıktığı, bir kurşunun da boynu- nu sıyırdığı kaydedildi. Hiram Abas'ın cenazesi bu- gün Selimiye Camii'nde kılına- cak öğle namazından sonra Ya- kacık Mezarlığı aile kabristanın- da toprağa verilecek. Siyasi Şube Müdürlüğü yetki- lileri, daha önceki saldırılarda görgü tanıklarının ifadelerine göre belirlenen eşkaller ve ipuç- larıyla önceki gün meydana ge- len saldın arasında benzerlikleı bulmaya çahştıklannı belirttiler. Tanıma uyan saldırganlardan bi- rinin, yasadışı Devrimci Sol ta- rafından gerçekleştirilen eylem- lerde de bulunduğu öne sunildu. Bu saldırganın kimliği ve eşkali konusunda ise bilgi verilmedi. Bu arada, özelhkle 1990 yıb ocak ayından bu yana tstanbul ve Ankara'da çok sayıda kişinin öldürülmesi üzerine Milli Istih- barat Teşkilatı'nın halen görev- de olan ve emekliye aynlan önemli üyelerinin korumaya alı- nacağı öğrenildi. Hiram Abas'ın yakın arkada- şı ve MİT Kaçakçılık eski Daire Başkanı Mehmet Eymür de dür saat 14.00'te Abas'ın Çifteha- vuzlar'daki evine gelerek ailesi- ni ziyaret ettL Binada uzun sü- re kaldığı gözlenen Eymür'ün dışanda hiç kimse ile görüşme- diği dikkat çekti. Hiram Abas; ın evinin onünde bekleyen ve korumaya alan çok sayıda MİT görevlisi ve sivil polis eve yaban- cı hiç kimseyi yaklaştırmadı. Kadıköy Cumhuriyet Savcısı Sedat Muslu'nun soruşturmayı, "»aldınnın ideolojik amaçla işlendigi" gerekçesiyle Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne ilettiği öğrenildi. Ankara Buromuzun haberine gore, MlT'e yakın çevreler, Hi- ram Abas'ın öldürülmesi olayı- nm daha önceki benzeri siyasi amaca dönük suikastlarda oldu- ğu gibi MÎT ve Siyasi Şube ekip- lennce ortaklaşa soruşturuldu- ğunu bildirdiler. Aynı çevreler, daha önceki olaylarla ortak ozelliklerin değerlendirilerek fail saptama için arşiv bilgilerinden yararlanıldığını söylediler. Bir yetkili, "Eski MTT mensuplan için özel koruma önlemi alındı mı" sorusuna, "Şimdilik, böyle bir sey söz konusu değil. MTT mensubunu kim koruyacak" karşıhğını verdi. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Washington'da gazetecilerin Hi- ram Abas'ın oldurülmesiyle il- gili sorulannı yanıtlarken "Evet, evet. Çok üzgünüm. Konuyu dönünce inceleyeceğim. Söyle- necek şu anda bir şey yok" de- di. Özal'ın bu sırada çok durgun olduğu göze çarptı. İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu dun İçel ANAP binasın- da duzenlediği toplantıda Hi- ram Abas'ın öldürülmesi olayıy- la ilgili soruşturmanın çok yönlü surdüruldüğü açıkladı. Balistik incelemesi sonucu Abas'ın öldü- rulmesinde kullanılan silahlann Istanbul Kapalıçarşı'da "Mavi Butik Döviz Bürosu" soygunun ardından polisle çatışmaya giren teröristlerce kullanıldığının sap- tandığını belirten Aksu, cinayeti Dev-Sol orgutunün ustlendiğini anımsattı. Aksu bir gazetecinin "Son olavlardan sonra İstanbul Emniyet Müdurü Hamdi Arda- lı'yı görevden alacak mısınız" biçimındeki sorusuna, "O konu- >u ne sen sor, ne ben cevap ve- reyim. Gereken yapılıyor" kar- şılığını verdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle