19 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 18 EYLÜL 1990 Devlet Protokolü Protokol sıralamalarının sağlam ilke ve nesnel ölçütlere (objektif kriterlere) dayandırılmamış olması da yönetimin düzenleme yaparken keyfileşmesine, bunun sonucunda da makamlar arasında huzursuzluk ve sürtüşmelere yol açmaktadır. NAHİT SAÇLIOĞLU Emekli Anayasa Mahkemesi Üyesi Ülkemizde bazı önemli kesimler için huzursuz- luk kaynaklarından biri de devletçe uygulanan dev- letdttzen diye Türkçeleştirebileceğimiz protokoldür. Devlet törenlerinin yaklaşmakta olduğu şu günler- de bu konunun irdelenmesinde sanırım yarar var- dır. 1961'de protokole ilk kez girdiğimden beri gör- düğüm, en öndeki (1-2) sıra dışında pek çok kişi- nin yerinden memnun olmadığı, gözlerinin bir ön- lcrindekinin yerinde olduğudur. Bir ara MG Kon- seyi üyelerine, Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyeleri olduktan sonra da başbakanın önünde yer verme- ye devam edilmesi, birinci sıranın doğal adanu ol- ması gereken başbakanı üzmüş ve onu uygun bir tepkiye götünnüştttr. Protokol ve uygulamada yanlışlar Uygulanagelen protokoller neden huzursuzluk- lara, hatta sürtüşmelere yol açmaktadırlar? Bu soruyu yanıtlamadan önce protokolün ne ol- duğu ve çeşitleri üzerinde biraz duralım. En basit tanırnı ile protokol, tören ve davetlerde uyulması gereken düzen ve kurallara verilen genel bir addır. Tbplumlarda kabile yasamı dönemlerin- den beri var olagelmiştir. Protokolün lerim olarak da (siyasi protokolden tıbbi protokole kadar) tür olarak da (askeri, siya- si, diplomatik, genel, özel, istisnai, deniz ve devlet protokolü vb. gibi) çeşitleri vardır. DevleUer hukukunda protokol, "Bir anlaşmadan tonra kimi durumlan saptamak için benimsenen hükümleri ifade eder!' Siyasal protokol "Devletlerin Uişkilerinde göze- tilmesi âdet olan ve gözetilmemesi hakaret sayıla- bflen nezaket kurallarırun tümü"dur. Aynca "Siyasi protokol, ilke olarak hükumdarlara ve devlet baş- kanlanna tanınan kraliyet şereflerini kapsar" Diplomatik protokol, 1815 yılında Viyana Kong- resi'nde düzenlenmiş ve diplomatik sorumlulan sı- nıflara ayırmış; her sınıfın içinde, iürnatnamelerin sunuluş tarihine göre öncelik hakkının saptanaca- ğı karar altına alınmıştır. Askeri protokol, rütbe ve kıdem esasına dayanan; deniz protokolü ise yine rütbe ve ktdem esasına da- yanan ve deniz kuvvet kumandanlarının karşüan- malannda rütbelerine göre atılacak top sayısıru sap- tayan düzenleme biçimini gösterir. özel protokol, aynı ya da benzer ve yakın mes- lek mensuplan arasındaki protokoldür. Kimi kon- feranslarda delegelerin oturuş biçimlerinin aralann- da özel anlaşma ile saptanmasına da özel protokol gözü ile bakılır. Ayrıklı (istisnai) protokol ise kimi önemli olaylarda bu olayların özelliğine ve katılan devlet yetkililerinin sayı ve derecelerine göre -siyasal ve diplomatik protokol kurallan da esas alınmak suretiyle- düzenlenen protokoldür. Atatürk'ün, Ti- to'nun cenaze törenlerinde ve devlet başkanlannın kimi ziyaretlerinde uygulanan protokoller gibi. Genel protokole gelince; bu, yaygın ve bilinen adı ile devlet protokolü'dür. Konumuz iste bu proto- koldür. Bu protokol, ülkemizde neden surekli ve doyu- rucu olmamakta, zaman zaman huzursuzluklara, hatta sürtüşmelere yol açmaktadır? Nedenleri şöyle özetlenebilir: 1- Yasalan mızda protokolü düzenleyecek bir ma- kam saptanmamıştır. Yürütme organı yetkisiz ola- rak bu görevi yapmaktadır. Protokolü düzenlerken devleti oluşturan organlann temsilcilerini kendi öz- nel (sübjektif) ve değişken takdirine göre değerlen- direrek onları âdeta bir önem sırasına koymakta- dır. Devlet organlannı böyle bir değerlendinneye ta- bi tutmak bir çeşit devlet görevi yapmak oluyor. Anayasanın 4. maddesi "Hiçbir kimse veya organ, kaynajb.ru anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz" demektedir. Anayasa, yürütmeye böyle bir yetki vermemiştir. Yasalar vermemiştir. Bu yet- ki, yönetimin kendiliğınden yapabileceği "resen düzenleme" yetkisine de giremez. Kısacası devlet protokolünün yetkisiz bir organ tarafından yasal dayanaktan yoksun olarak fiili ve keyfı biçırnde düzenlenmesi huzursuzluk ve sürtüş- me nedenlerinden biridir. 2- Yürütmenin, protokol yönergesi olarak ilgili- lere gönderdiği belgenin, anayasadan yönetmeliğe kadar inen hukuk hiyerarşisinde de yeri yoktur. Yeri olsa, yetkili mercilere dava açılıp iptal edilebilecek ve arızaları giderilecektir. Bu yapılamadığı için de bizde protokol fiili ve keyfi olabilmektedir. Birkaç örnek verelim: —Başlaiigıçta, oturma yerleri şeref tribunü, kor- tejdeki yerleri Bakanlar Kurulu'nun arkası olan Anayasa Mahkemesi üyelerinin bu yerleri birkaç kez değistirilmeye kalkılmı;, sonunda mahkeme kuru- lu gelen davetiyeleri geri göndererek protokolleri dü- zeltilmedikçe hiçbir davet ve törene katılmamaya, düzeltme gecikirse başkanlanru da protokolden çek- meye, yalnız 27 Mayıs'la Atatürk'ün ölüm gününü devlet törenlerine katılmadan özel olarak kutlama ve anmaya karar vermiş ve bu kararlarını kis,iye özel bir mektupla dönemin cumhurbaşkanına büdinrcş- tir. —1961 Anayasası döneminde, Yüksek Hâkimler Kurulu BaşkanTnın protokolde ilk saptanan yeri on yıl içinde iki kez; 1982 Anayasası döneminde de YÖK Başkanı'nın yeri 5-6 yıl içinde üç kez ileri gö- türülerek değiştirilmiştir. Bu üç örnek döneminde de anayasada ve yasa- larda bir statu değişikliği yapılmadan protokolle böylesine oynanması keyfilikten başka acaba han- gi sözcükle nitelenebilir? 3- Protokol sıralamalarımn sağlam ilke ve nes- nel ölçütlere (objektif kriterlere) dayandınlmamış olması da yönetimin düzenleme yaparken keyfileş- mesine, bunun sonucunda da makamlar arasında huzursuzluk ve sürtüşmelere yol açmaktadır. Bunun çözgesi (çaresi), yerleşmiş geleneklerimiz ve geleneklere de yeterli saygımız olmadığı için TB Millet Meclisi'nin, protokol duzenlemesinin bağlı olması gereken ilke ve ölçütleri bir yasa ile sapta- ması, aynı yasayla ilk birkaç sırada hangi makam- lann yer alacaklannı kendisinin belirlemesi ve da- ha sonraki sıralamaların koyduğu ilke ve ölçütlere görü düzenlemesini de -Genelkurmay'ın görüşü alınarak- Bakanlar Kurulu'na bırakmasıdır. Böylece devlet protokolü hem hukuksal dayana- ğa hem de nesnel ilke ve ölçütlere kavuşturulmuş olur. Yeter ki bu kez de milletvekilleri haddi aşa- rak kendilerine yontmasınlar. tlke olarak şunları düşünmekteyiz: —Devletin uç temel gücü ve organı bulunduğun- dan protokole katılacaklar bunlara uygun olarak üç bölüme aynlmalıdır. —Anayasa, güçler arasında üstünlük görmediği, eşitlik ve denge aradığı için her gücün (organın) tem- silcisinın hizasında öbür gücün ona eşit ya da en yakın değerdeki temsilcisine yer vermelidir. —Değer ya da önem eşitlemesi çok güç bir iştir. Her makam kendisini öbürlerinden önemli ya da farksız görecektir. Gerçekte ise insan vücudundaki organlarda ya da bir makinenin parçaları arasında olduğu gibi devlet organlan arasında da önem far- kı vardır. Kanımızca bu farkı ortaya çıkarmada, anayasanın bu organlara verdiği görev ve yetkileri, bunlann nitelikleri, gerek devlet ve toplum yaşamın- daki gerekse birbirleri üzerindeki etkinlikleri, so- rumluluk ve bağlantıları, sakıncası en az bir ölçüt olarak kullanılabilir. Bu ilkelere göre bir örnek olmak üzere kortej şöy- le oluşturulabilir: Kortej yoluna, otolar için olduğu gibi yukandan aşağı dört şerit çizilerek aralannda üç kulvar oluş- turulur. Sağ baştaki (A) kulvarı yasamaya, ortada- ki (B) kulvarı yürütmeye, sol baştaki (Q kulvan yar- gıya ait olur. Sonra uygun aralıklarla bunlara yan- dan dikeyine çizgiler çizilip sıralamaya esas olacak gözler oluşturulur. Her gücün birbirine eşit sayı- lan makamlan kendi kulvarlarının gözlerine yan ya- na oturtulur. Bu sıralama, tamaraı kaç sıra olacak- sa, yukandan aşağı doğru her güç için aynı hiza- da, eşit sayıda ve dengeli biçimde indirilir. örne- ğin, en önde cumhurbaskanı bulunur, onun arka- sındaki birinci sıranın yasamaya ait olan (A/l) gö- zünde TBM Meclisi Başkanı, onun solundaki yü- rütmeye ait olan (B/l) gözünde ve aym hizada baş- bakan, onun solunda yargıya ait olan(C/l)gözün- de aynı hizada yargı temsilcisi bulunur. Yargı temsilcisi Yargı temsilcisi kim olacaktır? Bu husus tartış- malıdır. Şayet yüksek mahkemelerin başkanlan temsil edecekse, anayasadaki tanım geregi, toplu temsile gidilecek ve bu göze Yargıtay, Danıştay baş- kanları ile birlikte, uyuşmazlık mahkemesinin, As- keri Yargıtay'ın ve As. Yüksek Idare Mahkemesi- nin başkanlannın da konulması gerekecektir. Tekli temsile gidilecekse en uygunu, Anayasa Mahkemesi Başkanı olacaktır. Kortejin üç kişilik ikinci sırası yasama, yürütme, yargı bölünmesine göre değıl, gelenekler, ülke ger- çekleri, geçmiş ve gelecek hizmetler göz önünde bu lundurularak şöyle saptanabilir: Sağ basta eski cum- hurbaşkanlan, ortada ana muhalefet lideri, sol baş- ta Genelkurmay Başkanı. Yazıyı daha fazla uzatmamak için öbür sıralar ve bölmelerde, kimlerin bulunmasını düşündüğüm yolunda öneride bulunmak gereksiz olacaktır. Çün- kü sıralama yukandaki esaslar çerçevesinde kolay- ca sürdürülebilir. Dileğimiz, hemen her törenden sonra görülen tat- sız protokol olaylannın bir an önce ilgilileri huzur- suzluk ve sürtüşmelerden kurtaracak biçimde çö- züme kavuşturulmasıdır. DÜZELTME: Dünkü gazetemizin 2. sayfasında "Türkiye Ne Zaman Yasal Savunma Durumundadır" bashklı yazısıru yayınladığımız Yrd. Doç. Dr. Turgut Tarhanlı'nın sanı "Uluslararası Hukuk Derneği üyesi" değil, "hukuk öğretim üyesi" dir. Düzeltir, özür dile- HESAPLAŞMA BURHAN ARPAD "Senli Benli" Yazı.. Son yıllarda Türkiye'de ve özellikle İstanbul'da pek çok şey hızla değişiyor. Sözler, konuşmalar, giyim kuşam, şakalaşmalar, sevgiler, dostluklar, çekışmeler hızla değişiyor. Değişmeler bir bütünün aynntılarında apaçık görülûyor. Hele giysiler! Büyük şe- hir İstanbul'da daha çarpıcı! İstanbul'da yaşayanların giyimi git- tikçe tuhaflaşıyor. Erkek giysileri tuhaîların tuhafı! Kaldırımlarda çift kale ayaktopu oynayanlar, kaykaycılar, alaca bulaca bir gö- rünümde. Bir bacağı yeşil, öteki bacağı kırmızı, üst yanı çiğ renk- lerin karmaşası bir görünüm. Çarpıcılık, gülünçlük, öylesine aşı- nlaştı ki böylesine giyinmemişler yadırganıyor! Sadece giyim mi? Alışveriş için çarşıya gidiyorsunuz! Bakkal "Buyur beybaba" diye karşılıyor. Yaya kaldırımını renk renk yemişle kaplamış olan manav: "Hoş geldin baba" diye selamlıyor. Alışveriş sürüyor ve her dükkânda bir başka dostluk gösterisiyle karşılanıyorsunuz. Kimi dükkâncı "Dayı" diyor. Bir başkası "Emret enişte!" diyor. Aşırı yakınlıklar birbirini izliyor Dükkâncılar bayan müşterilen de dostça sözlerle karşılıyor: "Hoş geldin abla!" "Bizi unuttun anne!" "Buyursunlar teyze!" "Emret hemşire!" Benzeri yapmacıklı sözlere şu sıra TRT yayınlannda da bol bol rastlıyorsunuz! Sevimli görünme çabasında olan sunucu buz gibi sözlerle bir- biri arkasından sıralıyor. Şarkıcı bayanla şakalaşıyor. Abartmalı övgülerle karşılaşıyor. Nerdeyse "Vay efendim sizi gören hacı mı olur" deyiverecek! Sonra senli benli "yağcılılıklar." "Yahu ne kadar geçti son görüşmemizden bu yana!" "Ûzledim seni yahu!" "Vallahi görmeveli daha da güzelleşmişsin?" "Sen de gençleşmişin!" "Sayın seyircilerimiz sabırsızlanıyor. Hemen başlayalım.." "Sıkboğaz etme." Birkaç dakika söyleşelim de.." "Yamansın be..." "Sen de..!" ikisinin de ağzı kulaklarına varıyor. Bayan şarkıcı, kırıtkan kırrtkan bakıyor, sesini bir ayarlryor ve o hiç değişmeyen el kol hareketferi, süzgün bakışlar ve gülüm- seyişlerle başlıyor. TRT sunucuları ve şarkıcı bayanlarla pazar- cılann sözleri arasında tuhaf bir benzerlik var! Bana öyle geliyor! Tiyatrolarımız da bir başka âlem! 1950 yıllarında istanbul tiyatrolarının ve sinemalarının ilk ge- ce görünüşünü saygıyla düşünüyorum. Kbnserleri de! Saygın kişiler sanata duydukları saygıyj daha da-başarıyla sergilemek ister bir görünüşte. Tepebaşı Tiyatrosu'nun ilk gecelerini heye- canla beklemiş olan tiyatroseverlerin mutluluğu yüzlerde belir- gin! Melek, Opera, Elhamra, Artistik, Majik sinemalarının ilk ge- celeri sanata saygı görünümünde idi. O geceleri yaşamış olan- lan bir çeşit kıskançlıkla düşünüyorum. Çevrenin sakallı genç- lerini, göze çarpabilmek için giysilerin en çarpıcısını seçmiş olan yaşlı görûnümlü gençleri "Boşver!" diye kahkahayı basıyor. İs- tanbul Devlet Tiyatrosu'nun geçen yıl Çardaş Fürstin operetini- nin ilk gecesi için uygulamak istediği smokin ya da koyu renk giysi zorunluğunun başarısız sonucu düşündürücü! Senli benli deyiminin gerçeği, ne duru ve yalın bir anlatım gücü taşır. Bu görüşümü paylaşmayanların çoğunlukta olacağını bili- yorum. Çoğunluk benim görüşüme uygun düşmüyor diye vaz- geçecek değilim. Ulusal Sınırlanmız Üstünde Kuşku Y aratınay almı Hatay hiçbir gün bağımsız bir Suriye devletinin parçası olmadı. Mondros Bırakışması'nın 16. maddesine göre Fransızlara teslim edilen Suriye ise Osmanlı devletinin bir vilayetiydi. Ortada Suriye yönünden bir tarihsel hak hiçbir zaman olmamıştır. AYLA KUTLU Bir zamanlar devletimizin yöneticisi olarak başa geçen Kenan Evren şöyle konuşmuş: "Misak-ı Milli sınırlan içerisinde (Dışında de- mek istediğıni sanıyorum) hiç kimsenin bir ka- nş toprağında göziimüz yok. Hiç kimseye de bir kans toprak vermeyiz. Dediğimiz bu. Şim- di biz Musul dersek o zaman da Suriye'nin Hatay üzerindeld iddiasına ne dryecegiz? O da Hatay'ın kendisinin olduğunu iddia edi- yor."(D Kenan Evren, zorla ülkenin kaderine el ko- yan, ürküterek, korkutarak kabul ettirdiği (O zaman dört elle sanlanların bile şimdi uyma- mayı yeğlediği) anayasanın arkasına eklediği bir hükümle cumhurbaskanı seçilen kişi olsa da böyle bir sözü sarf etmemeliydi. Bu vahim bir hatadır. Bizler gibi bir zamanlar vatan ha- inliğiyle suçladığı kişiler söylese, belki "Bun- lar böyle olurlar" derdi. Ama eski bir devlet başkanı söylerse sınırlanmız üstünde kuşku- muz olduğu anlamı çıkar. Onun bu sözlerinden çıkan sonuç şudur: Hatay sanki Misak-ı Milli sımrlanmn dışın- daydı. Suriye'nin bu bölge üzerinde hakkı —hiç değilse bir süre— var oldu da buna kar- şın Türkiye'ye katıldı. Gençlere ve durumun inceliğini kavradık- lan kuşkulu kişilere Ulusal And'ın (Misak-ı Milli) birinci maddesini anlatmak, bilenlerin belleklerini tazelemek gerek: Misak-ı Milli, önce Osmanh Devleti Meclis- i Mebusanı'nda 17 Şubat 1920 günü (Istan- bul'un resmen işgalinden bir ay önce) oybir- liği ve alkışlarla kabul edildi. Daha sonra An- kara'da, TBMM'de üstüne and içilerek onay- landı (18 Temmuz 1920). Bu and, bir umut belgesidir aslında. Bir özlemdir. Tam gerçek- leşmese de Türk halkı tam gerçekleştiğine inandınltnıştır. Birinci madde şöyle: "Osmanlı devletinin 30 Ekim 1918 giinlii miitarekeni». yapıldığı sı- rada düştnan ordulannın işgali altında kalan Arap çoğunluğunun oturduğu kısımlann ka- deri. halklann ozgürce verecekleri oylara göre belirtilraek gerekeceginden, sözü edilen mü- tareke hattı 'içinde ve dışında' dini, soyu ve istekleri bir olan ve birbirierine karşüddı saygı ve fedakârlık duygulan taşıyan, sosyal ve sos- yal haklanyla çevre kurallanna uymuş bulu- nan Osmanlı İslam çoğoaluğunan oturdugu bölgelerin tümü Tıilen ve hükmen' ve 'hiçbir sebcple' aynlamaz bir bütündür (2). Mondros Silah Bırakışması sırasında işgal edilmiş Osmanlı topraklan üstünde bile bu hakkının varlığını kabul ve bunu duyuran Meclis-i Mebusan üyeleri ile TBMM üyeleri kuşkusuz ki bırakışmarun ardından işgale uğ- rayan Iskenderun (12.11.1918 Pransızlar Sma- na asker çıkardılar) ve Antakya'nın (7.11.1918'de Ingilizler bir hafta kalıp çekil- diler) Türk toprağı olduğu inancını taşıyor- lardı. Hatay, Suriye'den kopanlmadı Nitekim 14.11.1918'de (bırakışmadan 15, işgalden 2 gün sonra) Fransız komutanı ya- yımladığı duyuruda, tskenderun Halep şose- sinin itilaf devletleri işgalinde olduğunu, bu işgalin Osmanlı mülki yönetiminin sürmesi- ne engel olmadığını belirtmişti. Bırakışma koşullarına, Milli Misak'a kar- şın Suriye niçin Hatay'ı istemektedir? Hatay, Suriye bağımsız devletinden kopa- nlmış mıdır? Devletlerarası bir savaş sonucunda mı Tür- kiye'ye geçmiştir? Bu sorulann yanıtı, 'hayır'dır. İtilaf devletlerinin bırakışmarun koşullan- na uymadıklan bir tarihsel gerçek. Kurtuluş Savaşı'na bu despotça, hukuk dışı tutum ve eylemler yol açmıştır. Osmanlı devleti yıkıldıktan sonra da Suri- ye bölgesini elinde tutan Fransa, Suriye ile Lübnan üstünde mandaterlik kurdu. Manda- terliğini 1922'de Cemiyet-i Akvam'a onaylat- tı. öte yandan Fransa, zengin hinterlandı, li- manı nedeniyle Iskenderun sancağının olanak- lanna da göz dikmişti. Suriye ile Iskenderun yönetimini bütünleştirmek istedi. Hatay Türk- lerinin yoğun tepkileri yüzünden bağımsız ts- kenderun sancağı adıyla otonom bir yönetim biçirai oluşturdu (3). Hatay hiçbir gün bağımsız bir Suriye dev- letinin parçası olmadı. Mondros Bırakışması'nın 16. maddesine göre Fransızlara teslim edilen Suriye ise Os- manlı devletinin bir vilayetiydi. Ortada Suriye yönünden bir tarihsel hak hiçbir zaman olmamıştır. Gerçekte tarihsel hak deyimi iyice gevşek bir deyimdir. örneğin on iki ada bir zaman- lar yönetimimiz altında bulunduğu için üstün- de tarihsel hakkımız vardır. Birinci Dünya Sa- vaşı'ndan sonra onları bizden alan Italyan- lann da tarihsel haklan vardır. Bugün, o ada- lar üstündeki hâkim devlet değişse, Yunanis- tan'ın tarihsel hakkı doğacaktır. Suriye, Hatay bağımsız devlet olduktan üç yıl, nüfus çoğunluğu nedeniyle Türkiye'ye ka- tıldıktan iki yıl sonra bağımsızlığını elde etti. 1941'de bağımsızlığı onaylanan Suriye'nin Türkiye'nin bir iline ilişkin hak isteminde bu- lunması Saddam'ın Kuveyt'e ilişkin savından daha da mantık dışıdır. Dahası var: Misak-ı Milli sınırlan dediği- miz yerlerin sınırlan belirsizdir. Silah bırakış- ması sırasında ijgal görmemiş vatan toprak- larının sınırlarımız İçinde bulunduğu gerçeği bir yana (Hatay bu durumdadır) işgal edilmiş olan, ancak soyca ve sosyal yapı bakımından aynı emelleri taşıyan topluluklan devletin sı- nırlan içinde sayan 1. madde ile Hatay'ın iliş- kisi yoktur. Bay Evren'in bir yanlışı da budur. Hatay'ın Osmanlı devleti yıkıldıktan son- ra anavatandan ayn geçen on dokuz yılı, özet- le söylenecek olursa Türkiye ile Suriye ara- sında değil, Türkiye ile Fransa arasındaki bir sorundur ve sonuçta çözüm böyle gerçekleş- miştir. Bu konuda Sayın Mete Tuncay'm Misak-ı MiHi'nin 1. Maddesi Üstüne (Birikim, Sayı 18, 19-1976) başlıklı yazısma ekli iki harita, Ha- tay'a ilişkin olarak Kenan Evren'in ne kadar yanıldığının kanıtıdır. Bu haritalardan biri Harp Dairesi'nin yayımladığı Mondros Mü- tarekesi ve Tatbikab adlı kitaptadır. öbürü- nü ise Kanaat Kütüphanesi 1920 yılında ya- yımlamıştır. Sonuç Osmanlı 'nın deyişiyle "Kapan da kaçan mı?" diyor, şahinlere katılmıyoruz. Savas is- temiyor, gençlerin yurdumuza kafalanyla ve kollanyla hizmet vermek için yanşrnalarım yeğliyoruz. Onlara, başka topraklarda, kimin olduğu belirsiz çıkarları korurken kan dök- meleri için emek verilmedi. Ancak... Kenan Evren kimi fetih hevesli- lerine prim açmamah, Hatay'la Musul'u denk tutmamalı, ulusal sımrlanmız üstünde kuşku yaratmamaya her birimiz kadar özen göster- melidir. PENCERE (1) Milliyet, 11 Eylül 1990 Fikret Bila'tun yaptığı ko- nuşma: Amplann tçine Giriimez. (2) ÜÇÜDCU Mejnıtiyet, Mahmut Goloğlu, s. 80, Türk- çelejtirümiş bıçımi. (3) Tarih ve Toplum. Cilt 8, sayı 43, Ayta Kutlu: "H«- tay DeTİetiadnı H«l»y tline." İSKİ personel kartımı, pasomu kaybettim. Hukümsüzdür. KAZIMAKIN TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASINA BİLGİ İŞLEM ELEMANLARI ALINACAKTIR Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Bilgi işlem, İstatistik ve Ekonomiyi İzleme Genel Müdürlü- ğü'nde sözleşmeli olarak görevlendirilmek ve yetistirilmek üzere iyi derecede İngilizce bilen SİSTEM PROGRAMCILIĞI, SİSTEM GELİŞTİRME VE İLETİŞİM alanlarında çalıştınlmak üzere bilgi işlem elemanları alınacaktır. ADAYLARDA ARANAN ÖZELLİKLER: 1. Sınav tarihi itibariyle 28 yaşını doldurmamış olmak. 2. ODTÜ, H«c«ttepe, Boğaziçi Universıteleri ve yurtıçi/yurtdışı dengi yüksek okui Bilgisayar Mühendisliği veya Elektrik, Elektronik Mühendlsliğl Bolümü Bilgisayar Opslyonu lısans veya lisansüstü mezunu olmak. 3. Bankamız mernurları yönetmeliginin ikinci maddesinde yer alan diğer şartları haiz olmak. 4. Daha önce, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Bilgi işlem elemanı alım sınavlarına katıl- mamıs olmak. SINAV: 1. Adaylar önce Ankara'da yapılacak olan ingilizce Programcı Yetenek sınavına katılacaklar- dır. 2. Yetenek sınavında basartlı olan adaylar daha sonra sözfü sınav-mûlakata çağrılacaklardır. Sınav tarihi ve yeri aynca bildirilecektir. BAŞVURU llgilenen adaytarın aşağıdaki noktaları özellikle belirtecekleri özgeçmişlerini, — Çalışmak istenilen alan, — Bugüne kadar alınan eğitim, — Kullanılan donanım(lar), işletim sistem(ler)i ve diğer yazılımlar, — Bugûne kadar yapılan çalışma ve projeler, — iş deneyimi olanların çalıştıkları kuruluşlar, bulunmuş olduklan görev unvanları ve çalışma alanları, iki adet vesikalık fotoğraf, adres ve telefon numarası ile birlikte aşağıdaki adrese, en gec S Eklm, 1M0 Pazartesl günü saat 17.00'ye kadar ulasmış olacak şekilde, elden teslim etmeleri veya posta ile göndermeleri gerekmektedır. Postadaki gecikmeler dikkate alınmayacaktır. ADRES. T.C. MERKEZ BANKASI, Bilgi İşlem, İstatistik ve Ekonomiyi İzleme Genel Müdür- lOgü UİUS/ANKARA OZEL BORA SURUCU KURSU LÜTFEN, bana uzak- pahalı demeyin. DERSANEMİZİ ve pistlerimizi görün. KARARINIZ1 ona göre verin. Üsküdar: 343 67 82 Kozyatâfli: 361 81 63 Tarabya: 162 08 18 Türkiye'nin en güzel düğun salonları |NİŞANTAŞI IRESTAURANT Düğün Salonları Mezeli-Ycmekli 19.30011 Rez:14762 39/14774 40 Salorüarıauz kluaalı ve 400-lOnO kişıliktir. Tuzla Piyade Okulu'ndan aldığım Yedek Subay Askeri öğrenci kimlik kartımı ve evci belgerai kaybettim. Hukümsüzdür. ALt RIZA KILIÇ 1949-1990 Türkiye Ziraatçılar Derneği eski yöneticilerinden, demokrasi mücadelesinin kararlı neferi, örnek insan, meslektaşırruz, dostumuz ve yol arkadaşımız HÜSEYİN ERDOĞAN eşı NADİRE ERDOĞAN ve kızı BERNA ERDOĞAN'ı 14.9.1990'da trafik kazasında kaybettik. Yakınlarına, tüm dost ve meslektaşlarına başsağlığı diliyoruz. Anısı yasayacaktır. ÇAĞDAŞ DEMOKRAT TARIMCILAR VEFATVE BAŞSAĞUĞI Derneğimiz üyelerinden, örgütlü mücadelenin yılmaz savunucusu değerli insan; HÜSEYİN ERDOĞAN'ı eşi ve kızını acı bir trafik kazasında kaybettik. Camiamıza, dost ve arkabalarına başsağlığı dileriz. TÜRKİYE ZtRAATÇILAR DERNEĞÎ Ölüler ve Diriler... Toplam 2700 yıl hapis cezasına çarptırılmış gazeteciler, Ça- nakkale Mahpushanesi'nde ne yapıyorlar? Koşullannı iyi bilmiyorum; ama her sabah senin benim gibi uyanıyorlar, esniyorlar, yataktan kalkıyorlar, işlerini görüyorlar, el- lerini yüzlerini yıkayıp tıraş oluyorlar, kahvaltı sofrasına oturuyorlar. Babıâli'nin renkli gazetelerini belki de çaylarını içerken okuyor- lar. Hapishanedeki gazetecilerin çoğu 12 Eylül'den sonra tutuk- landılar; yedi, sekiz, dokuz, on yıldan beri dört duvar arasında yaşıyorlar. Yaş ortalaması otuz dolayında olmalı. 27 Mayıs Dev- rimi gerçekleşirken dünyaya gözlerini yeni açmışlardı; annecik- leri bebeklerin beşiklerini demokrasi ninnileriyle sallıyorlardı: Dandinı dastini dastana Danalar girmiş bostana Çocuklar beşiklerinde tıngır mıngırdılar, ne Menderes'ten ha- berteri vardı neZorlu'dan ne Polatkan'dan. Geleceğe maviş maviş bakıyorlardı, bilinçsiz. Daha ortada ne 12 Mart var ne de 12 Ey- lül. Dur bakalım bebek, gelecek senin için neler hazırlıyor? Ara- dan otuz yıl geçecek, Türkiye'de demokrasi savaşımı sürecek, sen fikir suçundan mahkûm olacaksın ve Çanakkale Hapisha- nesi'nde yatarken Babıâli gazeteleri, Cumhurbaskanı TO'den başlayarak bütün politikacıların demokrasi nutuklannı başlıkla- rına geçirecekler, televizyon olmadık biçimde demokrasi edebi- yatı yapacak, kardeşlik, barış, yaraların sarılması, insanların ba- gışlanması üzerine kitaplar dolusu söz söylenecek... Sen otuz yıl sonra icerde, dört duvar arasındaki fîkir mahkû- mu, sözde büyüklerinin palavralarını dinlemek ve okumak zo- runda kalacaksın. İster ağla bebek. İster gül. • Arabesk ne demek? Eğer Türkiye'de gerçekten demokrasiye açıiış olsaydt, parti- ler arasında uzlaşmayla fikir suçları defterden silinseydi, uygar- lık dünyasının ölçülerine göre insan haklan ve temel özgürlük- ler çerçevesinde bir düzen kurmak amacıyla Meclis'te çalışma- lar yapılsaydı, 12 Eylül hukukunun tasfiyesi yolunda hiç olmaz- sa birkaç adım atılsaydı, valilerin emirleriyle tiyatroların kapısı- na kilit vurulmasaydı, içişleri bakanı matbaaları kapatıp gazete- lerin ve dergilerin yayınlarına yasak koymasaydı, Menderes-Zorlu- Polatkan için düzenlenen "devlet töreni" arabesk olmayacaktı. Ölülerin yakınları dışında bu törene katılan politikacıların yü- reklerinde insanlık duygusu mu ağır basıyor? Krtlelerin katılımın- da gerçekten demokrasinin yüksek amaçlarına yonelik bir sıcak- lık mı var? Ybksa bu tören, anlamını ancak ilerde belirleyebile- ceğimiz karmaşık bir içerik mi tasıyor? * Türkiye'de kimi zaman elimizi uzatsak demokrasiyi yakaiaya- cakmışız duygusuna kapıldık; ama en yakın göründüğü anda bile demokrasinin çok uzakta olduğunu anlamak için yılların akıp gitmesi gerekecekti. 27 Mayıs Devrimi gerçekleştiğinde zulrnün yıkıldığını, baskı yönetimlerinin bir daha iktidara gelemeyeceği- ni, hukukun üstünlüğünün bir daha gerı dönmemek üzere be- nimsendiğini sananlar ya da 1961 Anayasası'yla özgürlük reji- minin temellerinin atıldığına inananlar, aradan 30 yıl geçtikten sonra Yassıada edebiyatının ön plana çıkmasını nasıl yorumla- dılar? Bugün hapishanelerde yasayan "demokrasi mahkûmlan" dışarda ölüler için yapılan "devlet töreni"n\ televızyonda izledik- leri zaman hangi duygulara kapıldılar? Toplam 2700 yıl hapis cezasına çarptırılmış gazeteciler, demir parmaklıklar arkasında dış dünyanın olaylarını izlerken acı acı düşünüyorlar mı: — Dirilere ne zaman sıra gelecek? Biz arabesk bir toplumuz, çoğu zaman ölülere dirilerden da- ha çok ağlarız. Geçmişe dönük masallar bizi daha çok etkiler. Oysa demok- rasi mi istiyorsun? İşte, Türkiye hapishaneleri!.. Aç cezaevleri- nin kapılarını, "demokrasi mahkûmlan"n\ sal dışarıya... Mezarını açtığımız ölüler dirilemezler; ama kapılarını açarsak mahpushanelerimizden dışarıya cıvıl cıvıl gençler çıkacaktır... RUHİ SU'yu ölümünün 5. yıldönümünde, çiçeklerle, türkiilerle anıyoruz. RUHİSU DOSTLAR KOROSU 20.9.1990 Zincirlikuyu Mezarlığı Saat: 12.30 ANMA BANK-SEN Sendikası Yürütme Kurulu üyesi, Yapı Kredi Bankası çabşanlannın grum, dost ENVER TÜRKOĞLU tşçiden, haktan yana yaptıkların, anılann, sevgin, seni yitirişimizin 5. yılında da hâlâ sımsıcak içimizde. 19 Eylül saat 10.00'da Topkapı'da seninleyiz. GÜ1SER-TOLGA-BARIŞ TÜRKOĞLU ve DOSTL4RI ADEVA: NİLÜFER BOZTEPE T.C.Z.B. GENEL IVIÜDÜRLÜĞÜ'NDEN DUYURU Digor/Kars şubemiz lojmanlı hizmet binası in- şaatı işi müteahhidi Aziz Güney lehine ve genel mü- dürlüğümüze hitaben Akbank T.A.Ş. Iğdır Şubesi'nce verilen 23.7.1990 tarih 170602-25287/251 sayıh 50.000.000^ TL.'lık avans teminat mektubu zayi edilmiştir. Zayi edildiğinden hukümsüzdür, üçüncü şahıs- lara duyurulur. SARAYÖNÜ SULH CEZA MAHKEMESİ'NDEN Esas No: 1989/31 Karar No: 1990/10 Sanık: Rizvan Metin Balcıoğlu, Hüseyin oğlu Zehra'dan olma 1933 D.lu tzmir Konak ilçesi, Tepecik Mah. Ha. 1786'da nüfusa kayıtlı, Inönü Cad. No: 380/21, Izmir'de oturur. Suç: Gıda maddeleri tuzüğüne aykırılık. Suç tarini: 23.5.1990. Karar tarihi: 28.2.1990. Yukarıda açık kimliği ve suçu yanh sanığın gıda maddeleri tüzü- ğune aykınlık suçundan TCK. 396 maddesi gereğince 3 ay hapis ve 20.000 lira ağır para cezası verilmiş, 647 sayılı kanunun 4'ncil mad- desi gereğince günlüğu 5.000 liradan, 450.000 lira ağır para cezasına çevrilmesine, TCK. 72 maddesi gereğince içtima ettirilerek neticeten 470.000 lira ağır para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Sanığın TCK. 402 maddesi gereğince suça vasıta kıldığı meslek, sa- naat ve ticaretinin üç ay süre ile tatiline, sanığın peynir imal ettiği iş- yerinin yedi gün süre ile kapatılmasına karar verümiştir. tlan olunur. 5.9.1990. Basın: 33972 Motosiklet ehliyetli veya motosikleti ile çahşacak elemanlar aranıyor. Tel.: 512 05 05 (486)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle