03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 27 TEMMUZ 1990 Hazme Geliyormuş... MELIH CEVDET ANDAY Bir zamanlar Mevlânâ'dan kendi ölçüsünde ve kimi de kendi uyağında dokuz şiir çevirmiş- tim... Sevdiğim bir ozan olduğu için mi? Değil. O günlerin uydurma Mevlânâ furyasında, Farsça yazan bu şairin neyi, nasıl söylediğinı göstermek için. O şiirlerden biri şöylebaşlıyordu. Bötün ömrümce ben ntecnun değildim Akıldan böyle t&m yoksan değildim. (llk dizedeki "mecnun"u, "Mecnun" diye de yazabilirsiniz) ve şu beytle son buluyordu: Meğer ben bir defıneydim de çıktım Defineydim meğer Karun değiMim. Mevlânâ'nın, Karun olmayıp defıne olduğu- nu, başka bir deyişle, zengin olmayıp zenginlik olduğunu söylemesi çok hoşuma gider, parlak birsözdûrbence. Işte geçen haftanın bomba haberi "Karun ha- zineleri'"nde adı geçen zengin kıral budur. Ona batılılar "Krezüs" derler. Kroisos diye de yazılır. tlkçağ'da Batı Anadolu'da bir Lidya kıralhğt vardı. bugünkü Salihli idi başkenti. (eskı Sar- des). Krezüs, bu kırallığın son ve en tarunmış kı- ralıdır. Efes'teki Artemis tapınağına üstü yazılı sütunlar armağan etti. Yunan dünyası ile de ilgi- lendi, Delphoi'dekı Apollon tapınağına değerli armağanlar yolladı. Lidya devletinin sınırlan, doğuda Kıahrmak'a kadar uzanıyordu; böyle- ce de Pers kırallığı ile komşu idi. Kroisos, Pers kralı Kurus'a savaş açtı. Masalda anlatıldığına göre, fala baktırmış da (o zaman falciya danışıl- madan savaşılmazdı), falcı "Kızılırmak'ı geçin- ce büyük bir devlet yıkılacak" demiş. Bizim Ka- run, bunu "Pers kralhğı yıkılacak" diye yonımlamış. Bu konuda "Çocuk Aklımız" diye birşiiryazmıştım: Ne bilsin Krezüs, zengin Krezüs, Çocuk aklımızın huyunu ne bibifl Kim olsa sorardı onun yerinde Kızılırmak'ı geçmedenönce SavaşrnacUn önce Kurus'la Pteria'ya varmadan önce Kehanet gerçekleşecek, büyük * Bir devlet yıkılacaktır, geçince Krezüs Kızılırmak'ı o gün. Ne bilsin Krezüs, tutkun Krezüs, Başına geleceği ne bilsin, Yıkdır Kurusun devleti sandı. Evet, falcının dediklerini kendi çıkanna yo- rumlayan Krezüs, Kızıhrmak'a doğru yollandı ve bu akarsuyu bugün bilinmeyen bir yöntemle aştı. Kurusda gelmişti. Pteria (Sinop'a yakın bir yer) önlerinde iki ordu karşılaştı (M.Ö. 546), ye- nik, yengin belli olmadı. Krezüs, Sardes'e dön- dü, yeni bir ordu toplamak istiyordu. Fakat bu sırada Pers ordusu Sardes önlerinde göründü ve kesin savaş başladı. Sonuçta zengin kral Krezüs yenildi. Sözde kırahn atlan, Pers ordusundaki develerin kokusundan huylanarak dağılmışlar da ondan. Peki, sonu ne oldu Krezüs'ün? Kimi der ki. Sard»s kalesinde kendini yaktı; kimi der ki, Ku- rus'la birlikte Persepolis'e gitti... Bu söylentile- rin içinde biri çok ilginçtir: Yasa koyucu bilge Solon, yukarda sözünü ettı- ğirniz savaştan çok önce, Sardes'e gelmiş, Kroi- sos'la tanışmış... Zenginliğinden ötürü kendini gunıra kaptırmış olan Lidya kırah ona, "Benden daha mutlu kimse var mıdır dünyada?" deyince, ünlü bilge, "ölmeden kimsenin mutluluğu söz konusuedilemez" yanıtını vermiş. Gel zaman git zaman, savaş sonunda Kurus onu ateşe atınca, zengin kıral "Ah Solon, ah Solon!" diye soylenir- miş, Kurus merak etmiş ne dediğini, ateşten in- dirtmiş, sormuş ve onun öyküsünü dinleyince bagışlamış... Böylece dost olmuşlar, birlikte Per- sepolis'e gıtmişler. Tatlı dilli Herodotos'un anlattıfcı. yazık ki ta- rihe uymuyor; Kroisos (Jsa'dan önce) 560- 540 yılları arasında yaşanuş, Solon ise 640- 558 yılla- narasında. tşte zengin. ama mutsuz bir kırabn başından geçenler. aşağı yukan bunlar. Daha ne olsun di- yeceksiniz, doğrudur. Anlaşılan Herodotos. ara- ya Solon'u sokarak bir ahlâk dersi vermek iste- mişolacak. Şimdı konumuzun güncel yanına dönelim. Karun hazinelerinin mahkeme karan ile Tür- kiye'ye geri verilmesi, basınımızdan edindiğim izlenime göre genel bir sevinç yaratmış bulunu- yor: Bizim olana yenıden kavuşmanın sevincıdir bu. Hatta iş bununla kalmamış, böylece birta- kım umutlara da yol açılmıştır. Ertesi günkü ga- zetelerin başlıklannda. "Elmah definesi de geri verilsin", "Zeus Sunağı da geri verilsin" sözleri yer alıyordu. Verilsin elbette. Eski eser kaçakçılı- ğı emperyalizmin getirdiği yeni bir hırsızlık türii- dür. Emperyalistler, geldrkleri az gelişmiş ya da geri kalmış ülkeleri sadece ekonomik alanda sö- mürmekle kalmamış o üljcelerin toprak altı zen- ginliklerini alıp götürmüşlerdir. Bugün Avrupa, Amerika müzelerinin böylesı eşsiz tarihsel yapı-t- la dolup taşması bundandır. Ama o az gelişmiş. ya da geri kalmış ülkelerin bu hırsızlıklar karşısında kayıtsız kaldıklannı da unutmayalım. Çünkü tarihsel yapıtm değerini bilmıyorlardı, çünkü ülkelerinin, üzerinde yaşa- dıklan toprakların tarihini benimsemiyorlar, ya da öyle bir tarihle ılgilenmiyorlardı. Bizde arkeolojik kahntılann değerine ilk dik- kati çeken, "müzeci" diye ünlenmiş, ressam Hamdi Bey'dir. II. AbdülhamidMn, "Ben Ham- di Bey'in taşlan ile Avrupalı elçileri kandınyo- rum" dediğini biliyoruz. Ne kandırması? Ülke- mizın yer altı zenginliklerini verip, karşılığında borç para almak kandırma mıdır? Kım kimi kan- dınyordu? Gene bu padişahm, müzemizdeki "ts- kender'in lahdi" diye bilinen tarihsel yapıtı bir elçiye armağan etmeye kalktşması üzerine, Ham- di Bey'in "'Bunu yaparsanız kendimı öldürü- rüm" dediği çok iyı bilinir. Götürenlere kızmaya ne hakkımız var? Ama "Karun'un hazineleri"ni geri alacağımız için çok sevindik. 23 temmuz tarihli Cumhuri- yet'te Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek'in şu demecini okuduk: "Türkiye'den gayri meşru yollarla kaçınlmış olan eserler. hangi müzeye gö- türülürse götürülsün dava açacağız." En aandan bir uyanışın göstergesi değil midir bu? Yazık ki, "Evet" yanıtını veremiyorum bu so- ruya. Ve "Karun hazinesi" olayında bizi sevince boğan etkinin o "hazine" sözcüğünden kaynak- landığını sanıyorum: Bir hazine gelecek Ameri- ka'dan, nasıl sevinmeyîz! Ama böylesi bir sevinç, bizim, arkeolojik zen- ginliklerimize sahip çıkma yolu ile, yurdumuzun tarihini, Anadolu'nun geçmiş uygarlıklannı be- nimsemiş olduğumuzu hiç de göstermez. Eskı bir kültür bakanımızın. Antalya'daki müzeleri ge- zerken. Yunan ve Aoma kalıntılannın çokluğu karşısında. "Yunan olanı Yunanistan'a, Roma olanı Roma'ya gönderin; bize Selçuk ve Osman- lı yeter" dediğini nasıl unutabiliriz! O günden bu- güne, kültür anlayışımız hangi büyük değişikliği geçirdi de seviniyoruz? Konumuzun canalıcı yanı, yurdumuzun tari- hini kendi tarihimiz olarak benimseyip benimse- mediğimızde düğümlenir. Atatürk bunu sezmiş, düşünmüş ve bilincine mal etmişti. Türk ulusu bu tarihi kendine yabancı tuttukça. onu bu yur- da yabancı sayanlar da çıkardı elbet. Ortaasya edebiyatı kurtancı olamazdı, olmamıştır. Oysa, halkımızı bir yana bıraksak da, yurdumuzun ta- rihini ve bu topraklar üzerindeki çeşitli kültürle- ri gerçekten benimseme. kendimizi onlardan, onlan kendimizden sayma anlayışı, aydınlan- mız arasında yaygınlığa kavuşamamış, tam bir kabule ulaşamamıştır. Oysa asıl gerçekleştiril- mesi gerekli olan budur. Hazine geliyormuş... Hazine gelir de bir müzeye yerleştirilirse, gör- meğe gidecek miyiz? Yoksa "Kroisos da kim- miş?" diye birbirimıze mi soracağız? Demek istediğim. hazınesinı bizim saymak için, önce Kroisos'u bizdenbilmek gerekır. Oysa bundan çok uzağız. ARADABIR DEMETTANER Ulusjararası İstanbul i'nin Ardından...Sıcak yaz günlerinin istanbul'u henüz kasıp kavurmadığı, bay- ram tatilcilerinin güney kıyılarına koşup İstanbul sokaklannı bom- boş bıraktığı olağanüstü günlerde, İstanbul, kimilerince gerçek bir bayram yaşadı. Boş arsalarda satılmayı bekleyen kalın post- ları altında güneşte durmaktan bezmiş koyunlara gözünüz ta- kılıp içiniz sızlamamışsa, mutlu olmak için pekçok şey çevre- nizde oluşmuştu. önce İstanbul Festivali vardı. Serin akşam üstJerinin gizem- li, çınarlarla iyice gölgelenmiş loş aydınlığında, Aya İrini'ye ula- şan Topkapı Sarayı bahçesinin yollarında gezinirken, biraz sonra başlayacak olan müzık şöleninin büyülü beklentisinde, insanı özlemle (nostaljıyle) karışık buruk, ama yine de aşağıya değil yukarılara doğru çeken sanat, doğa, tarih ve kişisel anılarta yüklû bir mekânda olmanın heyecanı sarıyordu. Kendi ülkelerine git- sek belki de bilet bulup dinlemek olanağmı bile bulamayacağı- mız pekçok ünlü topluluk bizim ülkemize gelmişler ve sanat dün- yalarının kapılarmı bize açmışlardı. Atatürk Kültür Merkezi'nin serinletilmiş salonunda, Leningrad Flarmoni Orkestrası gibi bir orkestradan ve onun olağanüstü şefinden, Çaykovski'nin be- şinci scnfonismi dinlemek tadına doyulmaz bir müzık olaytydı. iki saat boyunca unutulmayacak ^^fmm^mmmmmmmm^^m^m^ bir yasantıydı. Bu satıriarda tek • T ™ " " " " tek adını anmaya olanak olma- yan pekçok nitelikli topluluğu art arda dinlemek, İstanbul'un tari- hine ve kişiliğine yaraşır bir o)ay- dı. Yıllarca önce Hetdelberg'de, yağmuriu bir pazar sabahı, eşim- le birlikte izlediğimiz bir dinleti- de, bana usulca bir kağrt uzatmtş "Seviniyorsun değil mi, çünkü önümüzde istanbul Festivali var" diye yazmıştı. İstanbul Festivali başladığı 1973 yılından itibaren, aykınlıklann çeiişkilenn iç içe ya- şandığı bu kentte bizim yaşantı- mızda hep sevinç kaynağı ol- muştu. Daha bir ay kadar önce baş- ka bir sanat olayına daha tanık olmuştuk. "İstanbul Tiyatro Fes- tivali". Aslında içeriğine hiç bak- madan salt adı bile yaşadığımız kente olumiu bir anlam yükleyen bu olay, tiyatro severleri günler- ce mesgul etmişti. Her gece bi- rinden, ertesi gece bir öteki tiyat- ro oyununa koşturmak, yaşama gerekli mutluluk stokunu sanat- ta arayan pek çok İstanbullu sa- natsever ve tiyatrosever için ge- rekli ortarnı olusturmuştu. Euri- pides'ten Aristofanes'e, Dosto- yevsky'den adını ancak 'conna- isseur'lerinin bildiği genç toplu- luklara ve Türk yazarlannın eser- lerine ayrılan bu on beş gûn içinde, arrtik tiyatronun ve antiki- teden bugüne uzanan tiyatro ta- rihinin uzun serüveni içinde gü- nümüzün yeni tiyatro arayışları- nın nasıl hemhal olduğunu gö- rüp heyecanlanmıştık. Post- modern sanat anlayışının tiyatro- nun araştırma laboratuvarında eski tiyatronun özüyle bugünün soyut btçiminin nasıl bütünleşti- rilmeye çalışıkjığını görmüştük. Bir tiyatro sanatçısının gerek beden, gerek kafasal olarak günün tiyat- ro koşullannın gerisinde kalma- mak için olimpiyata hazırlanan bir maratoncu gibi ancak ağır bir çalışma temposu içinde gerekli performansı sağlayabileceğini duyumsamıştık. Bütün yeni bi- çim arayışları içinde bile insanın ruhunu oluşturan özü sahnede- ki oyundan yakalayıp kendimiz- le bütünlestirmeye cabalamıştık. Bütün bunlardan geriye ne kaldı? Yalnızca karşılıklı iletişim içinde olunduğunda, sahneden bize yansıyan görsel ve kafasaJ bir haz mı, yoksa yaşantımızın uzantısında arasıra da olsa anımsayacağınnız eksiksiz bir sa- nat şöleni mi? Bence en önemli olan böyle bir olaya başlamaktı. İki yıldır yürürlükte olan bu gert- cecik festiyal, şüphesiz kendini kanrüamış İstanbul Festivali ve ilk kez bu yıl adı değişen İstanbul Film Festivali gibi etkin ve eriş- kin bir kişiliğe doğru yol almak- tadır. Nasıl ki tiyatro, yaşamın öbür sanat dalları gibi vazgeçil- mez bir ögesi ise insan kendini (Arkaa 11. Sayfada) Halkın gözü, kulağı, sesi olan DEMOKRAT Gazetesi'nde omuz omuza olduğumuz carumız, arkadaşırruz RECAİ ÜNAL'ı faşist güçlerce katledilişinin 10. yılında unutmadık, unutmayacağız. DEMOKRAT GAZETESİ ÇALIŞANLARINDAN BİRSEN, AYDEIVÜR, MUZAFFER Trafik canavarının genç yaşta aldığı NtYAZİ YILDIZ'ımızı (1970-23.7.1989) geçen bir yıla karşın unutamadık. AtLESt ÖÖLUM Geçtiğimiz yıl yitirdiğimiz HASAN ESAT IŞIK'ın eşi ÜMİT IŞIK 25 Temmuz 1990'da aramızdan ayrıldı. Cenazesi, 28 temmuz cumartesi günü öğle namazında, İstanbul'da Moda Camii'nden kaldırılarak Çakıldağ (Kısıkh) Mezarlığı'nda toprağa verilecektir. AİLESİ ADEVA OĞLU YUSUF IŞIK NOT. Çelenk göndermek isteyenlerin Türk Eğitim Vakfı'na bağışta bulunmaları rica olunur. SATILIK VOLKSWAGEN Sahibindcn 12.000.000 TL peşin Tel: 583 01 51 - 542 40 68 30 ciltlik Encyclopedia Americana ihtiyaçtan degerinin altında. Tek 131 72 61 PENCERE Aydın Caner'in llk Kitabı... Yaşadığımız dünyanın çelişkileri cehennem örgüsüne benzer; iç içe düğümlenmiş, ilmik ilmik birbirine geçmiştir; çoğu kişiye anlaşılmaz gelir; akıl sır ermez gibi görûnür; ama, yaşamın ni- ce güzellemesi de bu çelişkilerden kaynaklanır; en zehirli ba- taklıklarda beyaz nilûferler salınır; en sarp kayalıklarda dokun- maya kıyamayacağın mine çiçekleri yetişir. Adına "yazar" denilen kalem erbabı her zaman ûniversrteler- de mi boy veriypr? Mapusanelerin hücrelerinde, zındanların karanlıklarında filiz veren az mı yazar var!.. Dünyada ve bizde, geçmişte ve günü' müzde; en olumsuz, en kötü, en umutsuz koşullardan sıyrılıp- ortaya çıkan, herkesi şaşırtıp düşündüren yazarlara rastlanma- sı doğal saytlmıyor mu?.. Aydın Caner bu tür yazarlardandır; hayat okulundan diploma l almış; cezaevinde staj yapmış; örs ile çekiç arasında dövülerek yetişmiş; varolmak ile olmamak arasındaki bıçak sırtında yürü- • yerek Sırat köprüsünü aşmış... Aydın Caner'le nasıl tanıştık? • O, Antalya cezaevinde hükümlüydü; ben Cumhuriyet gazete- sinde köşe yazarı... Bir gün Caner'den mektup aldım. Köşe yazan çok mektup alır; okuya okuya bu alanda uzman- laşır; kâğıda dökülmüş kara satırlann ardındaki insanın kimliği- . ni keşledebilecek birikimi kazanır. Aydın Caner'in mektubunu okuduğumda yüreğim burkuldu; şu hay-ü huy dünyasında ok- kanın altına gitmiş yetenekli bir ınsanla karşılaştığımı sezinle- dim. Dostluğumuz böyle başladı. Aydın Caner gününü doldurup cezaevinden çıkınca istanbul'a geldi; tanıştık; bir acı kahvemi içti; konuştuk, söyleştik. İçi alev alevdi. Mapusanede kendısine ve arkadaşlarına zulümlerin en ağınnı reva görmüş, insanlık onurlannı ciğnemiş olanlara karşı dopdoluydu. Dedi ki: — Onurumuzu korumak için hapse düştük, orada onurumu- zu çiğnediler" Cezaevindeki baskı, bakımsızlık, canavarlık yüzünden bir ba- cağından olmuştu Aydın; kendisine işkence yapanlara yaptıkla- rını ödetecek miydi? Anlatmaya çalıstım ki bunları teker teker temizlemeye kalkmak çıkmaz bir yoldur; insana yakışır bir dü- zen kurmaya çalışmaktır çıkış yolu.. Hapishanede tuttuğu not- lar Caner'in yeteneklerini vurguluyordu. Inandırmaya çalıstım ki kendisini harcamasın, bu ise bir el versin, sorumluluğunu üst- lensin, arkası gelecektir. Hoş, ben olmasam, ya da söylemesem de Caner'in yüreğin- de yazmak tutkusu alevlenmişti. O günden bu yana Aydın Caner'le dost ve meslektaşız; o, Ada- na gazetelerinde -şimdi Hürsöz'de- çalışıyor, ekmeğini kalemiy- le kazanıyor; ben Babıâli'de aynı ışi yapıyorum. Cumhuriyet'in bir köşesinde yazıyorum. , Masamın üstünde Caner'in kitabı var. Dizgi ve yazım yanlışlarıyla dolu, basımında al.^enisi eksik b.. kitap... Ama içerikli bir kitap... Caner'in yazılarında, yaşadığı hayatın gerçekçi filmini kare kare izlemek olanağı var. Toptumun en dibe itilmış kesimlerinden ya- şam sahneleri sayfalar boyu sergileniyor; 1980'lerde Kars ce- zaevinin cehennemi yalazlanıyor. Kitabın adı: "İçerden ve Dışardan" Aydın, 1977'de varlığını korumak için karşısındakini öldürmek zorunda kalır, "içeri" düşer. Ancak bu kez alnında devlet görevlisı yaftasını taşıyanlar, genç insanı kahretmek için ellerinden geleni yaparlar. Zulûm ve ba- kımsızlık yüzünden cezaevinde bir ayağını yitirir Caner, "dışan- ya öyle çıkabilir. Türkiyemizin 1980'lerde nasıl "çağ atladığını" anlamak için bu kitabı okumalı. Ülkemizin birinci yüzü televizyondadır, ikinci yü- zünü seyretmek isteyenlere işte bir belgesel... A RA Ç Ç O K , A M A Ç B İ R 1 . VcDLVO AMÂCTIR.Arac çok! İnsanlan bir yerlerden bir yerlere tasıyan, çeşitli güç ve modelde, dünya kadar 'araç' var. Amaç bir! 'Prestij'i önemseyenler için, seçifrrini birinci sınıf bir yaşamdan yana yapmış olanlar için amaç birdir, bellidir, amaç Volvo'dur. Çok işjerli öo kontrolpaneli. Aydmlatmalı kapı kilitieri. 'Dünyanın En Güvenli Otomobili1 Volvo şimdi, güçlü yedek parça ve servis garantisiyle, yaygın satış örgütüyle, ciddi kuruluş OYTAŞ taranndan Türkiye'ye sunuluyor. Türkiye, dünyanın Volvo ile tanıdığı 'can güvenliği'ne kavuşuyor. Hepsi de 'sağlamlığın konforu' olarak adlandınlan tüm modelleri, Volvo Show Roomlarda sergileniyor. Simdi Türkiyede Volvo'yu seçmek, birinci sınıf bir prestiji ve konforu seçmektir. Çünkü, dünyada araç çok, birinci sınıf bir yaşam 'sürmek' için amaç bir! Şimdi Türkiye'de Volvo amaçtır. Sürücüsüne ve yolcusuna büyük güvea veren, modern iç tasanm. VOLVO OTOMOBILLERI ve ^ F.DEK PARCA1ARI TURKft'E GF.NEI. DISTRIBUTORU OYTAS IC ve DIS TİCARF.T A.S. Meclısı Mebusan Cad Nıı S) Oşak lsham Kat 5 Salıpazan 80040. İstanbul Tel: | i) I43 26 40 (4 hdtl -• I43 65 29 OYTAS hır OYAK kurulusudur V O L V O Ş İ M D İ T Ü R K İ Y E ' D E ! VOLVO
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle