Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 27 TEMMUZ 1990
Hazme Geliyormuş...
MELIH CEVDET ANDAY
Bir zamanlar Mevlânâ'dan kendi ölçüsünde
ve kimi de kendi uyağında dokuz şiir çevirmiş-
tim... Sevdiğim bir ozan olduğu için mi? Değil. O
günlerin uydurma Mevlânâ furyasında, Farsça
yazan bu şairin neyi, nasıl söylediğinı göstermek
için. O şiirlerden biri şöylebaşlıyordu.
Bötün ömrümce ben ntecnun değildim
Akıldan böyle t&m yoksan değildim.
(llk dizedeki "mecnun"u, "Mecnun" diye de
yazabilirsiniz) ve şu beytle son buluyordu:
Meğer ben bir defıneydim de çıktım
Defineydim meğer Karun değiMim.
Mevlânâ'nın, Karun olmayıp defıne olduğu-
nu, başka bir deyişle, zengin olmayıp zenginlik
olduğunu söylemesi çok hoşuma gider, parlak
birsözdûrbence.
Işte geçen haftanın bomba haberi "Karun ha-
zineleri'"nde adı geçen zengin kıral budur. Ona
batılılar "Krezüs" derler. Kroisos diye de yazılır.
tlkçağ'da Batı Anadolu'da bir Lidya kıralhğt
vardı. bugünkü Salihli idi başkenti. (eskı Sar-
des). Krezüs, bu kırallığın son ve en tarunmış kı-
ralıdır. Efes'teki Artemis tapınağına üstü yazılı
sütunlar armağan etti. Yunan dünyası ile de ilgi-
lendi, Delphoi'dekı Apollon tapınağına değerli
armağanlar yolladı. Lidya devletinin sınırlan,
doğuda Kıahrmak'a kadar uzanıyordu; böyle-
ce de Pers kırallığı ile komşu idi. Kroisos, Pers
kralı Kurus'a savaş açtı. Masalda anlatıldığına
göre, fala baktırmış da (o zaman falciya danışıl-
madan savaşılmazdı), falcı "Kızılırmak'ı geçin-
ce büyük bir devlet yıkılacak" demiş. Bizim Ka-
run, bunu "Pers kralhğı yıkılacak" diye
yonımlamış. Bu konuda "Çocuk Aklımız" diye
birşiiryazmıştım:
Ne bilsin Krezüs, zengin Krezüs,
Çocuk aklımızın huyunu ne bibifl
Kim olsa sorardı onun yerinde
Kızılırmak'ı geçmedenönce
SavaşrnacUn önce Kurus'la
Pteria'ya varmadan önce
Kehanet gerçekleşecek, büyük *
Bir devlet yıkılacaktır, geçince
Krezüs Kızılırmak'ı o gün.
Ne bilsin Krezüs, tutkun Krezüs,
Başına geleceği ne bilsin,
Yıkdır Kurusun devleti sandı.
Evet, falcının dediklerini kendi çıkanna yo-
rumlayan Krezüs, Kızıhrmak'a doğru yollandı
ve bu akarsuyu bugün bilinmeyen bir yöntemle
aştı. Kurusda gelmişti. Pteria (Sinop'a yakın bir
yer) önlerinde iki ordu karşılaştı (M.Ö. 546), ye-
nik, yengin belli olmadı. Krezüs, Sardes'e dön-
dü, yeni bir ordu toplamak istiyordu. Fakat bu
sırada Pers ordusu Sardes önlerinde göründü ve
kesin savaş başladı. Sonuçta zengin kral Krezüs
yenildi. Sözde kırahn atlan, Pers ordusundaki
develerin kokusundan huylanarak dağılmışlar
da ondan.
Peki, sonu ne oldu Krezüs'ün? Kimi der ki.
Sard»s kalesinde kendini yaktı; kimi der ki, Ku-
rus'la birlikte Persepolis'e gitti... Bu söylentile-
rin içinde biri çok ilginçtir:
Yasa koyucu bilge Solon, yukarda sözünü ettı-
ğirniz savaştan çok önce, Sardes'e gelmiş, Kroi-
sos'la tanışmış... Zenginliğinden ötürü kendini
gunıra kaptırmış olan Lidya kırah ona, "Benden
daha mutlu kimse var mıdır dünyada?" deyince,
ünlü bilge, "ölmeden kimsenin mutluluğu söz
konusuedilemez" yanıtını vermiş. Gel zaman git
zaman, savaş sonunda Kurus onu ateşe atınca,
zengin kıral "Ah Solon, ah Solon!" diye soylenir-
miş, Kurus merak etmiş ne dediğini, ateşten in-
dirtmiş, sormuş ve onun öyküsünü dinleyince
bagışlamış... Böylece dost olmuşlar, birlikte Per-
sepolis'e gıtmişler.
Tatlı dilli Herodotos'un anlattıfcı. yazık ki ta-
rihe uymuyor; Kroisos (Jsa'dan önce) 560- 540
yılları arasında yaşanuş, Solon ise 640- 558 yılla-
narasında.
tşte zengin. ama mutsuz bir kırabn başından
geçenler. aşağı yukan bunlar. Daha ne olsun di-
yeceksiniz, doğrudur. Anlaşılan Herodotos. ara-
ya Solon'u sokarak bir ahlâk dersi vermek iste-
mişolacak.
Şimdı konumuzun güncel yanına dönelim.
Karun hazinelerinin mahkeme karan ile Tür-
kiye'ye geri verilmesi, basınımızdan edindiğim
izlenime göre genel bir sevinç yaratmış bulunu-
yor: Bizim olana yenıden kavuşmanın sevincıdir
bu. Hatta iş bununla kalmamış, böylece birta-
kım umutlara da yol açılmıştır. Ertesi günkü ga-
zetelerin başlıklannda. "Elmah definesi de geri
verilsin", "Zeus Sunağı da geri verilsin" sözleri
yer alıyordu. Verilsin elbette. Eski eser kaçakçılı-
ğı emperyalizmin getirdiği yeni bir hırsızlık türii-
dür. Emperyalistler, geldrkleri az gelişmiş ya da
geri kalmış ülkeleri sadece ekonomik alanda sö-
mürmekle kalmamış o üljcelerin toprak altı zen-
ginliklerini alıp götürmüşlerdir. Bugün Avrupa,
Amerika müzelerinin böylesı eşsiz tarihsel yapı-t-
la dolup taşması bundandır.
Ama o az gelişmiş. ya da geri kalmış ülkelerin
bu hırsızlıklar karşısında kayıtsız kaldıklannı da
unutmayalım. Çünkü tarihsel yapıtm değerini
bilmıyorlardı, çünkü ülkelerinin, üzerinde yaşa-
dıklan toprakların tarihini benimsemiyorlar, ya
da öyle bir tarihle ılgilenmiyorlardı.
Bizde arkeolojik kahntılann değerine ilk dik-
kati çeken, "müzeci" diye ünlenmiş, ressam
Hamdi Bey'dir. II. AbdülhamidMn, "Ben Ham-
di Bey'in taşlan ile Avrupalı elçileri kandınyo-
rum" dediğini biliyoruz. Ne kandırması? Ülke-
mizın yer altı zenginliklerini verip, karşılığında
borç para almak kandırma mıdır? Kım kimi kan-
dınyordu? Gene bu padişahm, müzemizdeki "ts-
kender'in lahdi" diye bilinen tarihsel yapıtı bir
elçiye armağan etmeye kalktşması üzerine, Ham-
di Bey'in "'Bunu yaparsanız kendimı öldürü-
rüm" dediği çok iyı bilinir. Götürenlere kızmaya
ne hakkımız var?
Ama "Karun'un hazineleri"ni geri alacağımız
için çok sevindik. 23 temmuz tarihli Cumhuri-
yet'te Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek'in
şu demecini okuduk: "Türkiye'den gayri meşru
yollarla kaçınlmış olan eserler. hangi müzeye gö-
türülürse götürülsün dava açacağız."
En aandan bir uyanışın göstergesi değil midir
bu?
Yazık ki, "Evet" yanıtını veremiyorum bu so-
ruya. Ve "Karun hazinesi" olayında bizi sevince
boğan etkinin o "hazine" sözcüğünden kaynak-
landığını sanıyorum: Bir hazine gelecek Ameri-
ka'dan, nasıl sevinmeyîz!
Ama böylesi bir sevinç, bizim, arkeolojik zen-
ginliklerimize sahip çıkma yolu ile, yurdumuzun
tarihini, Anadolu'nun geçmiş uygarlıklannı be-
nimsemiş olduğumuzu hiç de göstermez. Eskı bir
kültür bakanımızın. Antalya'daki müzeleri ge-
zerken. Yunan ve Aoma kalıntılannın çokluğu
karşısında. "Yunan olanı Yunanistan'a, Roma
olanı Roma'ya gönderin; bize Selçuk ve Osman-
lı yeter" dediğini nasıl unutabiliriz! O günden bu-
güne, kültür anlayışımız hangi büyük değişikliği
geçirdi de seviniyoruz?
Konumuzun canalıcı yanı, yurdumuzun tari-
hini kendi tarihimiz olarak benimseyip benimse-
mediğimızde düğümlenir. Atatürk bunu sezmiş,
düşünmüş ve bilincine mal etmişti. Türk ulusu
bu tarihi kendine yabancı tuttukça. onu bu yur-
da yabancı sayanlar da çıkardı elbet. Ortaasya
edebiyatı kurtancı olamazdı, olmamıştır. Oysa,
halkımızı bir yana bıraksak da, yurdumuzun ta-
rihini ve bu topraklar üzerindeki çeşitli kültürle-
ri gerçekten benimseme. kendimizi onlardan,
onlan kendimizden sayma anlayışı, aydınlan-
mız arasında yaygınlığa kavuşamamış, tam bir
kabule ulaşamamıştır. Oysa asıl gerçekleştiril-
mesi gerekli olan budur.
Hazine geliyormuş...
Hazine gelir de bir müzeye yerleştirilirse, gör-
meğe gidecek miyiz? Yoksa "Kroisos da kim-
miş?" diye birbirimıze mi soracağız?
Demek istediğim. hazınesinı bizim saymak
için, önce Kroisos'u bizdenbilmek gerekır.
Oysa bundan çok uzağız.
ARADABIR
DEMETTANER
Ulusjararası İstanbul
i'nin Ardından...Sıcak yaz günlerinin istanbul'u henüz kasıp kavurmadığı, bay-
ram tatilcilerinin güney kıyılarına koşup İstanbul sokaklannı bom-
boş bıraktığı olağanüstü günlerde, İstanbul, kimilerince gerçek
bir bayram yaşadı. Boş arsalarda satılmayı bekleyen kalın post-
ları altında güneşte durmaktan bezmiş koyunlara gözünüz ta-
kılıp içiniz sızlamamışsa, mutlu olmak için pekçok şey çevre-
nizde oluşmuştu.
önce İstanbul Festivali vardı. Serin akşam üstJerinin gizem-
li, çınarlarla iyice gölgelenmiş loş aydınlığında, Aya İrini'ye ula-
şan Topkapı Sarayı bahçesinin yollarında gezinirken, biraz sonra
başlayacak olan müzık şöleninin büyülü beklentisinde, insanı
özlemle (nostaljıyle) karışık buruk, ama yine de aşağıya değil
yukarılara doğru çeken sanat, doğa, tarih ve kişisel anılarta yüklû
bir mekânda olmanın heyecanı sarıyordu. Kendi ülkelerine git-
sek belki de bilet bulup dinlemek olanağmı bile bulamayacağı-
mız pekçok ünlü topluluk bizim ülkemize gelmişler ve sanat dün-
yalarının kapılarmı bize açmışlardı. Atatürk Kültür Merkezi'nin
serinletilmiş salonunda, Leningrad Flarmoni Orkestrası gibi bir
orkestradan ve onun olağanüstü şefinden, Çaykovski'nin be-
şinci scnfonismi dinlemek tadına doyulmaz bir müzık olaytydı.
iki saat boyunca unutulmayacak ^^fmm^mmmmmmmm^^m^m^
bir yasantıydı. Bu satıriarda tek • T ™ " " " "
tek adını anmaya olanak olma-
yan pekçok nitelikli topluluğu art
arda dinlemek, İstanbul'un tari-
hine ve kişiliğine yaraşır bir o)ay-
dı. Yıllarca önce Hetdelberg'de,
yağmuriu bir pazar sabahı, eşim-
le birlikte izlediğimiz bir dinleti-
de, bana usulca bir kağrt uzatmtş
"Seviniyorsun değil mi, çünkü
önümüzde istanbul Festivali var"
diye yazmıştı. İstanbul Festivali
başladığı 1973 yılından itibaren,
aykınlıklann çeiişkilenn iç içe ya-
şandığı bu kentte bizim yaşantı-
mızda hep sevinç kaynağı ol-
muştu.
Daha bir ay kadar önce baş-
ka bir sanat olayına daha tanık
olmuştuk. "İstanbul Tiyatro Fes-
tivali". Aslında içeriğine hiç bak-
madan salt adı bile yaşadığımız
kente olumiu bir anlam yükleyen
bu olay, tiyatro severleri günler-
ce mesgul etmişti. Her gece bi-
rinden, ertesi gece bir öteki tiyat-
ro oyununa koşturmak, yaşama
gerekli mutluluk stokunu sanat-
ta arayan pek çok İstanbullu sa-
natsever ve tiyatrosever için ge-
rekli ortarnı olusturmuştu. Euri-
pides'ten Aristofanes'e, Dosto-
yevsky'den adını ancak 'conna-
isseur'lerinin bildiği genç toplu-
luklara ve Türk yazarlannın eser-
lerine ayrılan bu on beş gûn
içinde, arrtik tiyatronun ve antiki-
teden bugüne uzanan tiyatro ta-
rihinin uzun serüveni içinde gü-
nümüzün yeni tiyatro arayışları-
nın nasıl hemhal olduğunu gö-
rüp heyecanlanmıştık. Post-
modern sanat anlayışının tiyatro-
nun araştırma laboratuvarında
eski tiyatronun özüyle bugünün
soyut btçiminin nasıl bütünleşti-
rilmeye çalışıkjığını görmüştük. Bir
tiyatro sanatçısının gerek beden,
gerek kafasal olarak günün tiyat-
ro koşullannın gerisinde kalma-
mak için olimpiyata hazırlanan
bir maratoncu gibi ancak ağır bir
çalışma temposu içinde gerekli
performansı sağlayabileceğini
duyumsamıştık. Bütün yeni bi-
çim arayışları içinde bile insanın
ruhunu oluşturan özü sahnede-
ki oyundan yakalayıp kendimiz-
le bütünlestirmeye cabalamıştık.
Bütün bunlardan geriye ne
kaldı? Yalnızca karşılıklı iletişim
içinde olunduğunda, sahneden
bize yansıyan görsel ve kafasaJ
bir haz mı, yoksa yaşantımızın
uzantısında arasıra da olsa
anımsayacağınnız eksiksiz bir sa-
nat şöleni mi? Bence en önemli
olan böyle bir olaya başlamaktı.
İki yıldır yürürlükte olan bu gert-
cecik festiyal, şüphesiz kendini
kanrüamış İstanbul Festivali ve ilk
kez bu yıl adı değişen İstanbul
Film Festivali gibi etkin ve eriş-
kin bir kişiliğe doğru yol almak-
tadır. Nasıl ki tiyatro, yaşamın
öbür sanat dalları gibi vazgeçil-
mez bir ögesi ise insan kendini
(Arkaa 11. Sayfada)
Halkın gözü, kulağı, sesi olan DEMOKRAT
Gazetesi'nde omuz omuza olduğumuz carumız,
arkadaşırruz
RECAİ ÜNAL'ı
faşist güçlerce katledilişinin 10. yılında
unutmadık, unutmayacağız.
DEMOKRAT GAZETESİ
ÇALIŞANLARINDAN
BİRSEN, AYDEIVÜR, MUZAFFER
Trafik canavarının genç yaşta aldığı
NtYAZİ YILDIZ'ımızı
(1970-23.7.1989)
geçen bir yıla karşın unutamadık.
AtLESt
ÖÖLUM
Geçtiğimiz yıl yitirdiğimiz HASAN ESAT
IŞIK'ın eşi
ÜMİT IŞIK
25 Temmuz 1990'da aramızdan ayrıldı.
Cenazesi, 28 temmuz cumartesi günü öğle
namazında, İstanbul'da Moda Camii'nden
kaldırılarak Çakıldağ (Kısıkh)
Mezarlığı'nda toprağa verilecektir.
AİLESİ ADEVA OĞLU
YUSUF IŞIK
NOT. Çelenk göndermek isteyenlerin Türk Eğitim
Vakfı'na bağışta bulunmaları rica olunur.
SATILIK VOLKSWAGEN
Sahibindcn
12.000.000 TL peşin
Tel: 583 01 51 - 542 40 68
30 ciltlik Encyclopedia Americana
ihtiyaçtan degerinin altında.
Tek 131 72 61
PENCERE
Aydın Caner'in llk Kitabı...
Yaşadığımız dünyanın çelişkileri cehennem örgüsüne benzer;
iç içe düğümlenmiş, ilmik ilmik birbirine geçmiştir; çoğu kişiye
anlaşılmaz gelir; akıl sır ermez gibi görûnür; ama, yaşamın ni-
ce güzellemesi de bu çelişkilerden kaynaklanır; en zehirli ba-
taklıklarda beyaz nilûferler salınır; en sarp kayalıklarda dokun-
maya kıyamayacağın mine çiçekleri yetişir.
Adına "yazar" denilen kalem erbabı her zaman ûniversrteler-
de mi boy veriypr?
Mapusanelerin hücrelerinde, zındanların karanlıklarında filiz
veren az mı yazar var!.. Dünyada ve bizde, geçmişte ve günü'
müzde; en olumsuz, en kötü, en umutsuz koşullardan sıyrılıp-
ortaya çıkan, herkesi şaşırtıp düşündüren yazarlara rastlanma-
sı doğal saytlmıyor mu?..
Aydın Caner bu tür yazarlardandır; hayat okulundan diploma l
almış; cezaevinde staj yapmış; örs ile çekiç arasında dövülerek
yetişmiş; varolmak ile olmamak arasındaki bıçak sırtında yürü- •
yerek Sırat köprüsünü aşmış...
Aydın Caner'le nasıl tanıştık? •
O, Antalya cezaevinde hükümlüydü; ben Cumhuriyet gazete-
sinde köşe yazarı...
Bir gün Caner'den mektup aldım.
Köşe yazan çok mektup alır; okuya okuya bu alanda uzman-
laşır; kâğıda dökülmüş kara satırlann ardındaki insanın kimliği- .
ni keşledebilecek birikimi kazanır. Aydın Caner'in mektubunu
okuduğumda yüreğim burkuldu; şu hay-ü huy dünyasında ok-
kanın altına gitmiş yetenekli bir ınsanla karşılaştığımı sezinle-
dim.
Dostluğumuz böyle başladı.
Aydın Caner gününü doldurup cezaevinden çıkınca istanbul'a
geldi; tanıştık; bir acı kahvemi içti; konuştuk, söyleştik. İçi alev
alevdi. Mapusanede kendısine ve arkadaşlarına zulümlerin en
ağınnı reva görmüş, insanlık onurlannı ciğnemiş olanlara karşı
dopdoluydu. Dedi ki:
— Onurumuzu korumak için hapse düştük, orada onurumu-
zu çiğnediler"
Cezaevindeki baskı, bakımsızlık, canavarlık yüzünden bir ba-
cağından olmuştu Aydın; kendisine işkence yapanlara yaptıkla-
rını ödetecek miydi? Anlatmaya çalıstım ki bunları teker teker
temizlemeye kalkmak çıkmaz bir yoldur; insana yakışır bir dü-
zen kurmaya çalışmaktır çıkış yolu.. Hapishanede tuttuğu not-
lar Caner'in yeteneklerini vurguluyordu. Inandırmaya çalıstım ki
kendisini harcamasın, bu ise bir el versin, sorumluluğunu üst-
lensin, arkası gelecektir.
Hoş, ben olmasam, ya da söylemesem de Caner'in yüreğin-
de yazmak tutkusu alevlenmişti.
O günden bu yana Aydın Caner'le dost ve meslektaşız; o, Ada-
na gazetelerinde -şimdi Hürsöz'de- çalışıyor, ekmeğini kalemiy-
le kazanıyor; ben Babıâli'de aynı ışi yapıyorum. Cumhuriyet'in
bir köşesinde yazıyorum. ,
Masamın üstünde Caner'in kitabı var.
Dizgi ve yazım yanlışlarıyla dolu, basımında al.^enisi eksik b..
kitap...
Ama içerikli bir kitap...
Caner'in yazılarında, yaşadığı hayatın gerçekçi filmini kare kare
izlemek olanağı var. Toptumun en dibe itilmış kesimlerinden ya-
şam sahneleri sayfalar boyu sergileniyor; 1980'lerde Kars ce-
zaevinin cehennemi yalazlanıyor.
Kitabın adı:
"İçerden ve Dışardan"
Aydın, 1977'de varlığını korumak için karşısındakini öldürmek
zorunda kalır, "içeri" düşer.
Ancak bu kez alnında devlet görevlisı yaftasını taşıyanlar, genç
insanı kahretmek için ellerinden geleni yaparlar. Zulûm ve ba-
kımsızlık yüzünden cezaevinde bir ayağını yitirir Caner, "dışan-
ya öyle çıkabilir.
Türkiyemizin 1980'lerde nasıl "çağ atladığını" anlamak için bu
kitabı okumalı. Ülkemizin birinci yüzü televizyondadır, ikinci yü-
zünü seyretmek isteyenlere işte bir belgesel...
A RA Ç Ç O K ,
A M A Ç B İ R 1
.
VcDLVO AMÂCTIR.Arac çok!
İnsanlan bir yerlerden bir yerlere
tasıyan, çeşitli güç ve modelde, dünya
kadar 'araç' var.
Amaç bir!
'Prestij'i önemseyenler için, seçifrrini
birinci sınıf bir yaşamdan yana yapmış
olanlar için amaç birdir, bellidir, amaç
Volvo'dur.
Çok işjerli öo kontrolpaneli.
Aydmlatmalı kapı kilitieri.
'Dünyanın En Güvenli Otomobili1
Volvo şimdi, güçlü yedek parça ve
servis garantisiyle, yaygın satış
örgütüyle, ciddi kuruluş OYTAŞ
taranndan Türkiye'ye sunuluyor.
Türkiye, dünyanın Volvo ile tanıdığı
'can güvenliği'ne kavuşuyor.
Hepsi de 'sağlamlığın konforu' olarak
adlandınlan tüm modelleri, Volvo
Show Roomlarda sergileniyor.
Simdi Türkiyede Volvo'yu seçmek,
birinci sınıf bir prestiji ve konforu
seçmektir. Çünkü, dünyada araç çok,
birinci sınıf bir yaşam 'sürmek' için
amaç bir!
Şimdi Türkiye'de Volvo amaçtır.
Sürücüsüne ve yolcusuna büyük güvea veren,
modern iç tasanm.
VOLVO OTOMOBILLERI ve ^ F.DEK PARCA1ARI
TURKft'E GF.NEI. DISTRIBUTORU OYTAS IC ve DIS TİCARF.T A.S.
Meclısı Mebusan Cad Nıı S) Oşak lsham Kat 5
Salıpazan 80040. İstanbul Tel: | i) I43 26 40 (4 hdtl -• I43 65 29
OYTAS hır OYAK kurulusudur
V O L V O Ş İ M D İ T Ü R K İ Y E ' D E !
VOLVO