25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 TEMMUZ 1990 CUMHURİYET/17 HAVA DURUMU TÛRKIYE'DE BUGÜN Gene! Mûdüfiûğû'n- den aknan bıjgiye göre yurdun ku- zey kesimieri parçalı bulutlu, Or- ta ve Doflu Karadeniz ile iç Ana- dolu'nun kuzeydo0usu sağanak ve gok gürûltûtt sajjanak yağışlı, ûteki yerier az bulutlu ve açık ge- çecek. HAVA SICAKLIĞI: Önemli bir değişiklik olmayacak. RÜZ- GÂR: Kuay ve baü yönlerden ha- -frf ara sıra orta kuvvette esecek. Denızlenmtzde rûzgâr, Dojju Ka- radeniz'de yıldız ve karayelden, Batı Karadeniz, Marmara ve Eg£ de yıkta ve poyraz, Akdena'de gûnbatısı ve lodosdan 3-5 yer yer 6 kuvvetınde saatte 10-21 yer yer 27 denizmilı hızla esecek. DENIZ Mütedıi dalgalı olacak. Van Gölû'nde Hava: Parçalı ve az bulutlu geçecek. Rûzgâr kuzey ve batı yönlerden hafif ara sıra orta kuvvette esecek. Adana Adapaarı Adıyaman Afyon AJf Ankara Antakya Antalya Artvın Aydın Balıkesr Bıtecık Bmgöl Bıtb Bokı Bursa Çanafctate Çonım Oeraaı A 33° 25° Dıyartalor A 29° 20° Edırne A 37° 22° Erancan A 32° 16° Enurum B 30° 12° Estoşetnr B 31° 18° Gazanteo A 31°2yaresun 41° 25° Marasa 29° 17° ICMaraş 32°17°M«sn 29° 9°MuJU 30° 17» Mus 38°22°NıSde 26°21°0rdu A 31°21°Gü™5tıaneY Y 26° 19° Haldıin A 3T= 17° Samsun A 38°22°lspam A30°17°Siirt A 28° 20° bönbul A ZP 21° Snoo A 30° 17° lznw A 35°22°SIVJS A 37° 21° Kare 8 29° 10° Vuitt A 31° 18° Kasömonu B 28° 15° üJbHm B 27° 15° Kaysen A 31° 21° Kıridaruı A 31°2O°Ka»a Y 29° 15° Kütahya A 36°21°Malatya B A B A B 39° 18° Zoıiğuldak ı 26°15°l«ak I 32°20°VUı A 36° 23° A 36°22° A 3O°2S° A 35°23° A 32° 18° A 32° 17° Y 26° 20° Y 2$° 20» Y 26° 21° A 38° 26° B 28° 20° Y 30° 18° A29°19° Y 26°21° 6 37° 21°. A 33° 17° A 27° 17» Y 29° 15° B 26°2O° DtAjDu •yajmurtı Vaçık B-tuMu G-gineşk K-laıtı S-aslı Y^aCmutlu BULMACA SOLDAN SAĞA: 1/ Ot ya da ekin yığı- m. 2/ Mardin'in bir il- çesi... Arşının sekizde biri uzunluğundaki Olçtt. 3/ Alaca, iki renkli... Gözleri gör- meyen. 4/ Kısırkk, ve- rimsizlik... Yiyecek bulamayan, yoksul kimsc 5/ Tibet sığı- n... Küçük erkek kar- deş. 6/ Eski dilde ak- ciğer... Gümüşhane1 nin bir ilçesi. 7/ Hi- le... Suyun topraktan kaynadığı yer... Tavla- 1 2 3 4 5 9 da bir sayı. 8/ Manisa'da her yıl kut- lanan geleneksel şenlik ve bu şenlikte dağıtılan macun... Bir gıda maddesi. 9/ Golgede kalan yan... Avrupa'da bir başkent. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Gdğüs ve kann boşluklannı birbi- rinden ayııan ince ve geniş kas. 2/ Mih- rak... Yabanıl incir ağacına ve bu ağaç- larda döllenmeyi sağlayan sineğe veri- len ad. 3/ Düşünüleni dolayh olarak anlatan söz... Sovyetler Birliği'nin plaka işareti. 4/ Ünsüzle biten bir sözcüğün, ünlüyle başlayan bir sözcüğe bağlanarak okunma- sı... Sır. 5/ Olcutman. 6/ Bakınn simgesi... Kimyada basit şekerle- re verilen genel ad. 7/ Sınır nişanı... Fran'ın plaka işareti... Rütbı- siz asker. 8/ Türkiye'nin ilk işçi milletvekili. 9/ Karda yürümek için ayakkabılara takılan kalbura benzer ayaklık. oO YIL ONCE Cumhuriyet Kaza teşkilatı Yeni Türk Muslkisl TCHkOCA^l. CCZEL S*N*TIA« MtıLlCl "ETOKN BAYKAML A U O N M 9 AKŞAM GAltfPUCl COLÜMBİAHIH MS44 G»t*l PlikUnn. « K M > M <c I A I Ö I 4 10 TEMMUZ 1930 Eylülde tstanbul'da yapılacak yeni teşkilatın şekli takarrür etmiştir. Vilâyetle Emanet tevdit edilince tstanbul kazalara tefrik olunacaktır. lstanbul ve civannda 15 kaza mevcut olacaktır. DOn C.H.F. Müfetlişi Hakkı Şinasi Pş. bir muharririmize yeni kaza teşkilatı ve yeni şehir meclisi hakkında $u mühim izahati vermiştir: "— tstanbul'da 15 kaza mevcuttur. Bunların beşi tstanbul haricinde ve onu da tstanbul'un dahilindedir. Hariçtekiler Yalova, Silivri, Çatalca, Şile ve KartaJ'dır. Dahildeki kazalar da şunlardır: BeyOthı, Beşiktaş, ^arryer, Beykoz, KadTköy, Üskfidn;- Adalar, Bakırköy, Fatih ve Eminönü. Bu kazalann nüfusuna göre çıkaracağı azalar şehir meclisine iştirak edeceklerdir ki ceman 66 kişi kadardır. Her kazanın kadın, erkek ve çocuk nüfusunun tesbitine başlanmıştır. Bu hususta tahriri nüfustan istifade edilecektir. lntihabata iştirak edecek olanlar 18 yaşını geçmiş bulunanlar olduğundan bunlar da ayrıca tesbit edılmektedir. tntihap olunacaklar da 18 yaşını geçmiş bulunacaklardır. Şehir meclisine hariçteki kazaların azalan da dahil olacaklardır. Fakat ayrıca bu kazalann da birer belediyesi mevcut olrnası muhtemeldir. Şehir meclisi namzetleri henüz tesbit edilmemıştir. Kadın azasının adedi belli değildir. Kadın Birliği ».^dın birliği heyeti dttn, toplanarak muzakeratta bulunmuştur. Birlik son günlerde açılacak lisan kursları, belediyecilik hakkında verilecek konferanslar ve birliğin tenezzühü ile meşgul olmaktadır. Birlikte Pransızca, Almanca ve tngilizce kursları açılmak Ozeredir. Fakat şimdiye kadar bu kurslarda ancak 20-30 hanım kaydedilmiştir. Birlik mektep talebelerinin kurslara kaydedilebileceğini bildirrnektedir. Kadınların belediyeciliği hakkında verilecek konferanslara da eylül iptidasmda başlanacaktır. Bu defa konferanslar yabuz birlik binasında değil muhtelif semtlerde verilecektir. Bu konferanslarda hammlann belediye intihabına iştirakleri teşvik edilecektir. 30 YIL ONCE Cumhuriyet Lumumba'nın demeci 10 TEMMUZ 1960 Kongo Başbakanı ve Savunma Bakanı Lumumba bugün bir yabancı basın ajansı muhabirine beyanat vermiş ve hâdiselerin sorumluluğunu Belçikalılara yüklemiştir. Başbakan Lumumba şöyle demiştir: "Leopoldville olaylarırun sorumluluğu bir reformun zaruretini anlamakta ısrar eden halk kuvvetlerinin eski başkomutanı General Janssens'e ve baa Belçikalı subaylara aittir. General, hizmetine son veren hükümete karşı isyan etmiştir. Ben generali doğru yola getirmek için çok dil döktüm!' Kongo Başbakanı, muhabirin sorduğu bir soruyu cevaplandırırken şöyle demiştir: "Bunlar, hükümetimizin milletlerarası itibarıru sarsmak için faaliyete geçmiş, istiklâlimizi baltalamak ve memleket icinde sosyal bir karışıklık çıkarmak için tertiplere girişmiş bir avuç faşisttirf' BOtfln bunlan dünya umumi efkânnı aydınlatmak ve Kongo hakkında beliren şüpheleri gidermek için aniattığını söyliyen Lumumba, "Genç devletimizin elindeki bütün imkânlarla herkesın malını ve canını korumak için her türlü gayreti sarfedeceğiz" demiştir. Muhabirin sorduğu bir soruya cvap veren Kongo Başbakanı, devlet dairelerinde ve ordudan Kongolulaştırma hareketine devam edileceğini bildirmiştir. GEÇEN YIL BUGUN Cumhuriyet x r eni dönem 10 TEMMUZ 1989 Yunanistan'da yeni hükümetin guvenoyu almasından sonra, sekiz yıllık PASOK iktidarı döneminde yapılan yolsuzluklann parlamentoda görüşülmesine önümüzdeki çarşamba günü başlanacak. Parlamentoda ele alınacak ilk yolsuzluk dosyası, PASOK iktidarı döneminde 1986 ynlında Yugoslavya'dan ithal edilen bin ton mısırın resmi kuruluşlar tarafmdan tanzim edilmiş sahte belgelerle, Yunan malıymış gibi AT ülkelerine sanlması ile ilgili. Parlamento cuma günü ise ana muhalefetteki PASOK'un silah alım ve satımı ile ilgili yolsuzluklann 1974'ten itibaren soruşturulması yolundaki önerisini görüşecek. V DUNYADA BUGUN Amslenlam Amman Aana BaOdat Banalona B J S * Bdgrad Bertn Bonn Brûoe. Budjpeşte Cmvre Cezayır Döda Duba fm*(un Srm Hatanto KaNı* Kopoitaag Köln Uftosa B A A A A B A B B B Y B A A A B A B A Y B A 21° 37° 32° 44° 30» 23° 26° 21° 21° 22° 20° 25° 30° 42° 42° 23° 31° 21° 37° 18" 21° 35° Laııngrad ^ Londn E Madnd / Mluo / MontreaJ / MOSUM E Mûnıh E NamYortı / Oslo ^ Pans E Png / ftyad t Roma I Sofya / $am / İCİAHV / Tunus I Vatşova > Vcnedft / Viyana / 21° 23° 36° 29° t 24° 25° 22° k 33° ' 18° 21» > 21° k 43° * 29° * 23° * 38° » 3T° * 36° r ra° ^ 27° » 23° ZDıtı 11 23° TMÎTKMA Bu M lnat"ı da Tartışabm nu? Unutmayahm ki bu, donup taş kesilmeyi ve tarih dışma itilmeyi öngören bir inat değil. Bu, kökü geçmişte olan andaki değişmeyi kabul eden ama ona tutsak olmayan, onun da ilerideki değişimleri donduramayacağını öne süren bir inattır. 15 Nisan 1990'da -Aziz Nesin'den Halit Çe- lenk'e, Sadun Aren'den Sıdıka Su'ya, Gencay Giirsoy'dan Akın Birdal'a- kimi tekil Mark- sistlerle TSİP'ten SDP'ye, TBKP'den Sosy«- ltsl Birlik'e, SHP'den TEP'e- "örgöts«l yapı'i lardan gelen sosyalistler bir araya gelerek ye- ni bir birlik ve partileşme sürecini başlatular. Dünya, 'komunist' rejimlerin çöküşünde te- mellenen, başdöndürücü bir hızla değişirken ve gözümüzün önünde tarih yapılırken ülke- mizdeki bu hareketin "taribsel anlamı" üze- rinde ne yazık ki durulmuyor. Bu olayı, basit politik tercihler kapsamı dışında, değer yar- gılanndan olabildiğince bağımsız bir nesnel- likle ele alıp "tarihsei boyufuyla değerlendir- mek gerek. Herhalde sürecin, partileşmenin icinde yer alan bileşenlerin ve tabii Marksiz- min, sosyalizmin lehinde ya da aleyhinde ol- makla çelişmeyen yansız bir değerlendirme yapmak bana olanaklı gibi geliyor. Bence, dü- şünen herkes başlatılan bu sürece, politik ta- vırlanna ek ve onun dışında olarak, bir top- lumbilimri, bir tarihçi, en azından nesnel bir gözlemci olarak bakabilmeli, olayı bu gözlük- leriyle de değerlendirmeye çalışmahdır. Geçmişimizde bol bol kanıtlarını da göste- rerek hep şikâyet ederiz: Gelişmelerin sürekli gerisinde kaldığımızdan, çağı bir türlü yaka- layamayışımızdan, olaylan bazen yeterince bi- le izleyemediğimizden treni hep kaçırdığımız- dan... Bugün de öyle değil mi? Yeni bir '1B- san haklan çagı"na girildiği iddia edilirken ha- pishanelerimize bakınız... Yaşamın dayatmasıy- la yeni yeni edindiğimiz "çevre büinci"mizle kaplumbağaJarı, termik santrallan anırasayın ve artık "büimsel teknolojik devrimi" unutun gitsin... Böyle bir ulusal ve uluslararası çerçeve için- de bu ünlü-ünsüz, örgütlü-örgütsüz, genç- yaşlı, kadın-erkek Marksistler de ne yapıyor dersiniz? Bana sorarsanız, şu bir gerçek ki ül- kemizde bir kısım insan, belki de tarihimizde ilk kez, degişen dünyayı sadece izlemekle ve hatta ona edilgen bir biçimde uymakla yetin- miyorlar, o değişim icinde, doğru-yanlış, doğ- rudan yer alıyorlar, ona katkıda bulunuyor- lar. Tarih yapıüyor ve Tnrkiye'de bir kısım in- san ona doğnıdan katılıyor ve tarih yanlırken onlar da bize ait olan bölümleri yazmaya kal- kışıyorlar... Peki nasıl katılıyorlar tarihe ve kendi kat- kılannı nasıl belirliyorlar tarih yazımına? Yal- nız Türkiye'de değil dünyanın her yerinde de- vasa bir adım olan Marksist solun birliğine yol alarak değil sadece... Tek başına bir tarih- sei sayfayı devirmek olan Marksist gelenekle demokratik/radikal ve sosyal demokrat söy- lemlerin, arkasında neredeyse bir yüzyülık ka- pışma taşıyan diyaloğunun yenilemeyi araya- rak da değil sadece... Kadın-banş-çevre hare- ketleri ile Marksizm arasında önünde daha belki bir yüzyıl bulunan köprüleri çatmaya ça- lışarak da değil sadece... Her biri kendi başı- na özgül "tarihsei çaba ve anlam" ifade eden "yeni Marksist kimlik", "yeni paıü", vs. gibi arayışlan içeriklendirme> r e ve yaşama geçirme- ye soyunarak da değil sadece... Bence zaten kirnse bu yönlere bakmıyor ve üstelik gerçekten asıl önemli olan da şimdilik bunlar değil. lster istemez referans noktası Do- -30 Yü Sonra 37 Mayıs 9 Silahlı Kuvvetlerin infazlar hakkındaki görüşü çok açık olarak tek yetkili komutan olan Genelkurmay Başkanı'nca MBK'ya bildirilmiştir. 2 Haziran 1990 tarihli Cumhuriyet Gazete- »i'nin 6. sahifesinde "30 Yıl Sonra 27 Mayıs" başlığı altında yayımlanan yazı dizisinin 14. bölümünde, eski MBK üyesi emekli Kurmay Alba> Sayın Suphi Kanunan, MBK dışında or- du temsilcileri olarak nitelendirdiği dokuz kişi arasında benim adımı da veriyor. Bu konu üzerinde vereceğim yarutla herhan- gi bir kişi veya gnıbu incitraek ve suçlu gös- termek gibi bir amacım yok. Adımın geçmesi dolayısıyla yanıt verişim, 27 Mayıs sonrası dö- neminde bildiğim bazı gerçeklerin gerektiği kadannı açıklamak zorunluluğunu duymuş olmamdır. Kısa ve özet olarak verilecek ya- nıtlarla konuya doyurucu bir açıklama geti- rilemeyeceğini biliyorum. Bugün için biraz ge- rilere giderek açıklık sağlayacağını umduğum bazı noktalara olabildiğince kısa değinmekle yetineceğim. 27 Mayıs'tan sonra MBK dışında ordu için- de örgütlenmiş bir grup yoktu. Sonradan "Si- lahlı KuvverJer Birliği" adıyla tanımlanmak istenen ordu mensuplannın hareketleri (Ka- ra, Deniz ve Hava Kuvveüeri ve Jandarma Ge- nel K.lığı), çok gevşemiş olan ordu disiplinini Ve emir ve komuta zincirini yeniden sağlamak için her kademedeki görevli subaylann, mes- leklerinin gereğini yapmaya çalışmalarından ibarettir. Bu davranış bütün komutanlann ve Genelknrnıay Başkanı'nın bılgisi icinde bulu- nuyordu. Hatta o günlerde tsUnbul'a gelen Genelkurmay Başkanı, 1. Ordu K'nın yanın- da benira de bulunduğum bir sırada, 1. Ordu bölgesindeki birlikler hakkında (kara, deniz ve hava) bilgiler almış ve durumdan son de- rece memnun olarak "Ben subaylanma giive- nryorum, onlar da bana güvensinler'' diyerek subaylann bu olumlu tutumunu benimsedi- ğini açıkça belirtmiştir. Genelkurmay Başka- nı'nın benimsediği Silahlı Kuvvetler mensubu subaylann tutumu özet olarak "hiçbir subay kendi en yakın komutanından başlayarak, Ge- ndkurmay Başkanı'na kadar olan komutan- lannın dışında hiçbir kimseden emir almaya- cak ve böyle bir istek olnrsa yerine getirmeyecek" idi. 27 Mayıs'ta MBK Silahlı Kuvvetler sorunu, birkaç satirla açıklanama- yacak bir konu olduğu için, ben yalnız o gün- lerdeki hareketin amacım belirtmekle yetini- yoram. BMK dışında ve MBK'ya karşı silahlı kuv- vetleri yalnız ve yalnız o dönemin Genelkur- may Başkanı temsil etmekteydi. Bu konuya bi- raz daha açıklık getirmek için şu örneği ver- meyi yeterli buluyorum. O günlerdeki koşullar dolayısıyla salı gün- leri Genelkurmay Başkanlığı'nda haftalık top- lantılar yapıhyordu. Toplantılara Genelkur- may Başkanı'nın emriyle Kuvvet K.lan, Jan- darma Genel K., Genelkurmay 2. Başkanı ve her kuvvetten birer albay katümaktaydı. Jan- darma Genel K.lığı'ndan benim katılmam em- redilmişti. Yine böyle bir salı günü 2. Başkan tarafm- dan toplantıya çağnldık. Genelkurmay'a git- tiğimizde 2. Başkan, Genelkurmay Başkanı- nı Devlet Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel'in acele köşke çağırdığını, kendileri gelinceye ka- dar beklememizi bildirdi. Bir süre sonra baş- kan köşkten döndü ve toplantıya katıldı. Genelkurmay Başkanı'nın ilk sözü "Devlet. Başkanı albaylar ile göriismek istiyor" oldu. Toplantıda bulunan komutan ve subaylardan hiçbir ses çıkmadı. Genelkurmay Başkanı ya- nıt bekliyordu. Albaylar icinde en kıdemli ola- rak ve albaylar adına ben yanıt verdim ve şun- lan söyledim: "Türk ordnsunda hiçbir subay üstlerini ve bete en büyük komutanııu atlayarak Devlet Başkanı ile özel görüşme yapamaz. Ordunun tek temsilcisi Genelkurma)- Başkanı olarak siz komutanımızsınız. Bütün subaylar sizin em- rinizdedir. Hiçbir albayın böyle bir vetkisi yok- tur." Bu yanıt üzerine konu kapandı. MBK'dan altı üyenin 14 Eylül 1961 günü Jandarma Genel K'na gelerek saat 17.00'den 21.00'e kadar yapıldığı söylenen bu toplu gö- rüşmeye ben katılmadım. Yalnız kendilerini ta- nıdığım bazı MBK üyeleriyle o günlerde kısa görüşmelerim oldu. Bu sıralarda Silahlı Kuvvetler'de durum şöy- le gelişti: tnfazlar hakmda göruşmek üzere Genelkur- may Başkanı'nın MBK'ya çağrıldığı ve infaz- lar konusunda Ankara Garnizonu subaylan- nın düşüncelerinin saptanarak kendisine bil- dirilmesini istediği bize iletildi. Bu emir üze- rine birlik komutanlan ve üst düzey karargâh 24 Ocak ve t Çöpçn Maaşı* Bu, yalnızca bizim kazancımız değildir. İşte başarımızın önemi, bu cümlenin ifade ettiklerinde yatıyor. Kazanırken yaptıklanmız ve zaferimizin etkileri, bir milyon üç yüz elli bin TL'den çok daha önemlidir. tnsanlık tarihinde öyle olgu ve olaylar var- dır ki temelindeki emek ve alınteri dolayısıy- la taşıdığı değer hemen anlaşılamıyor. jşte bizim belediye işçilerinin verdiği müca- dele ve elde ettikleri, mücadeleleriyle toplu- ma ve ülkemize kazandırdıklan da böylesi bir "güriilriiye gitroe" tehlikesi ile karşı karşryadır. Bizler, Beledi>'e-tş yöneticileri, 1990 yılın- da zorlu bir mücadelenin içeTisinde olacağı- mızı biliyorduk. Amadoğrusu Mersin, özel- likle tstanbal ve tzmir sözleşmelerini bitirdi- ğimizde ne yazık ki dostlarımız veya en azın- dan çıkarlarımızın ortak olduğunu düşündü- ğümüz ve bunun bilincinde olduklannı san- dığımız kimi kesimlerden ve çevrelerden "çöp- çii maaşı" uzerine çeşitlemeler yapılabileceğim hiç aklımıza getirmemiştik. Kuşkusuz bu tür niteleme, belediyelerde hal- kımıza hizmet götüren onbinlerce işçimizi ve kentlerimizin günde binlerce ton tutan pisli- ğini temizleyen üyelerimizi şaralamıştır. Ancak üzünülmesı gereken yan burası de- ğildir. Temizlik işçisinin maaşı ile profesör, doktor, yönetici, müdur maaşlannın karşılaş- tınlarak toplumda meydana gelen "adalet- sizliğin" giderilmesi gerektiğinin altını çizen- lere bir bakıma teşekkür borçluyuz. Ülkemizde değişmesi gerekenin yalnızca ik- tisadi politikalar ve politik rejimden ibaret ol- madığıru, bunlarla birlikte arkaik kültür ya- pımızın da gözden geçirilmesi ve çağdaşlaştı- rılması gerektiğini çok net sergilemiş oldular. Bizi se\ r indiren, gelecekten ve insanımızdan olan umudumuzu bir kez daha tazeleyen de Ali Sirraen gibi dürust, açık ve çağdaş düşün- celer taşıyan aydınlarımızın varlığı ve desteği oldu. Tüm mucadele süresince, emekten ve emek- çiden yana, insan ve insan terine, onun insanca yaşama hakkına değer veren halkımızın, po- İitika adamlanmızın ve aydınlarımızın deste- ğinin başarımızdaki payı büyüktür. "Diren- dik - kazandık" kestirme cevabının kolaylığı- na sığınmamak gerektiğini artık biliyoruz. Böylesi bir egoizm, haksızlık olacaktır. Öte yandan tarihsei deneyim, direnerek kazanma- nın pek çok koşula bağlı olduğunu bize çok- tan öğretti. Bu, yalnızca bizim kazancımız değildir. tş- te başarımızın önemi, bu cümlenin ifade et- tiklerinde yatıyor. Kazanırken yaptıklanmız ve zaferimizin etkileri, bir milyon üç yüz elli gn Avnıpa ve oradaki 'komünist' rejimlerin çökuşü oluyor. Buralarda, kuşaklar boyu dev- rimcinin ütopyasını kirleten, sonra da berbat ettikleri ülkelerini neo-nazisiyle, fahişesiyle, hırsm, uğursuzu, işadamıyla birlikte kapita- lizme devredip isim ve amblemlerini de değiş- tirerek günahlanndan "annan" ve böylesi bir pişkinlikle kendi çaplarında tarihlerinin son sayfalarını yazanlan görüp referans alınca da insan doğaJ olarak, Türkiyeli Marksistlerin inadına şaşıyor, hatta bazıları onlarla "miizelikler" diye aiay bile edebüiyor. Bir "inat" olduğu kuşkusuz da asıl tartışü- ması gereken de bu bence. Nasıl bağdaşıyor "inat"la temeli değişim olan tarih icinde yer alabilmek, çağı yakalamak, geleceğe uzan- mak... Unutmayahm ki bu, donup taş kesil- meyi ve tarih dışına itümeyi öngören bir inat değil. Bu, kökü geçmişte olan andaki değiş- meyi kabul eden ama ona tutsak olmayan, onun da ilerideki değişimleri donduramaya- cağını öne süren bir inattır. Bu, dünyanın de- ğişilebilir olduğu, değiştirümesi gerektiği yö- nündeki kararlı bir direncin inadıdır. Bu, sa- dece bugünün değil yannlann tarihine de doğ- rudan katılmaktır. Sahip çıkarak değiştinnek, inkâr etmeden, mermer soğukluğunda don- madan değişmek ve bu arada da bambaşka, daha iyi bir dünyanın insani gereksinimden, büimsel gereklilikten ve örgütlü mücadeleden oluşacağına dair umudun inadıdır söz konu- su olan. Buna istersenız "fakirin ekme^i inat" da diyebilirsiniz. Umut ve inatla beslenen yok- sul milyonlann gocunacağını sanmam. Sürecin eksiğini yüksOğüntt, yanlışını yun- luşunu şimdilik bir yana bırakalım. Bu "ina- dı tartışalım mı?.. Yoksa artık hep birlikte "Dünya dönmüyor" mu diyelim ve tarihin icat edilmiş en kalleş sılahı "sessizlik"le bu inadı öldurelim, "kör inaf'ın kör testeresiylç kendi Galile'lerimizi boğazlayalun mı?.. HALUK GERGER subaylan, akşam yemeğinden sonra Jandar- ma Okulu'nda toplantıya çağnldı. Konu üzerinde yapılan kısa görüşmeden sonra hiçbir komutan ve subayın karşı çıkma- dığı şu görüş yazılı olarak Genelkurmay Baş- kanı'na iletildi (özet olarak): "Türk Silahlı Kuvvetleri poUtikanın dışın- da kalmalıdır. Bu nedenle MBK'ya karşı hiç- bir görüş Deri sürülmemelidir. tnfazlar hakkın- daki butün yetki tamamen MBK'ya aittir." Genelkurmay Başkanı MBK toplantısına Kuvvet K!lan ve 2. Başkan ile birlikte gitti. Toplantıdan döndUğünde aynen şöyle konuş- muştur: "Bana verilen yazılı metni MBK oye- lerine aynen okudum. Yalnız sonuna kendim küçük bir cümle ekledim (Allah vardımcuuz ohun.)" Bu iki gerçek örnekle şunu belirtmek iste- rim ki 27 Mayıs'tan sonra Türk subaylannın büyük çabalanyla, ordunun gevşemiş olan di- siplini ve emir ve komuta zinciri yeniden sağ- lanmıştır. Ama kaynağı ve amacı ne olursa ol- sun tahrikler hiçbir zaman durmamış ve bu yüzden birçok yanlış davranışlar ve yonımlar yapılmıştır. ölüm cezalannın yerine getirilmesini savu- nanlar olarak gösterilen dokuz kişi ise Genel- kurmay Başkanı'nın emri ve isteği üzerine Jan- darma Okulu'nda toplanan komutan ve su- baylara, yukanda arz edilen ve Genelkurmay Başkanı'na yazılı olarak sunulan Ankara Gar- nizonu subaylannın infazlar hakkındaki gö- rilşünü sağlayan kişilerin icinde ve onlann ba- şında olanlardandır. Açıkladığun bu gerçeklere göre MBK dışın- da orduyu temsil eden kişiler varsa (ki doğal olarak vardı), bu kişiler başta Genelkurmay Başkanı olmak üzere Kuvvet K.lan ve bütün Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplandır. Ve Si- lahlı Kuvvetler'in infazlar hakkındaki görü- şü çok açık olarak tek yetkili komutan olan Genelkurmay Başkanı'nca MBK'ya bildiril- miştir. Benim kısaca açıkladığım bu gerçekleri bi- len komutan ve subaylar henüz sağdır. Başta söylediğim gibi amacım hiçbir kimseyi ve gru- bu kötülemek ve suçlamak değildir. Bir ko- nuda icinde bulunduğum bazı gerçekleri, hiç istemediğim halde zorunlu kaldığım ve gerek- tiği için açıklamaktan ibarettir. Saygılarımla. EMİN ARAT bin TL'den çok daha önemlidir. 24 Ocak iktisadi politikasının temel man- tığı olan reel ucretlerin aşağıya çekilerek ül- keyi ucuz işgücu cennetine çevirme politikası bizim cephemizde tersyüz edilmiştir. On yıl- dır her türlü baskı ve zorbalık altında, anti demokratik yasal düzenlemelerin cenderesi icinde sürekli kan kaybeden işçi ücretlerinde- ki reel gerileme durdurulmuştur. Bu açıdan egemen güçler ile işçi sınıfı arasındaki bu mey- dan savaşının supurge ve faraşla kazanılmış olmasının önemi bizce, ikincildir. Bizi asıl uzen de bu önemli yanın görüle- me>işidir. Bu zaferde herkes kendi payını ve katkısını görebilseydi, durum farklı olacaktı. Gelecekte çok daha olumlu ve kaha işler ba- şarabihrdik diye düşünüyorûz. Başan, hakkımızı aramak için direndiğimiz günlerde çektiği bütün eziyete rağmen bize destek veren işçisi, esnafı, işadamı, aydını, ev kadını, genci ve yaşlısıyla tüm hemşerilerimi- zindir. Bu başan, 1980'den beri ezilen ve sindiri- len halkımızın malı ve kazanımı olmaya aday- dır. Yeter ki başta ülkemizin aydınlan olmak üzere bunu bilince çıkarabilelim. Yeter ki bu olay, ağaçtan düşen elmanın ve hamam kur- nasında yüzen tasın Newton'u ve Arşimed'i beklediği gibi beklemesin. FUAT ALAN Belediye-lş Sendikası Genel Başkanı ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKfJ Kırtsal Çöldeki Cinayet(1) Ege'nin ucundaki ilçelerden birınde, caminin müezzini, sabah ezanlannı okumuyormuş minareye çıKıp; nedenini sormuşlar: — Burası turistik yer yanıttnı vermiş genç müezzin, turistler uyanır, rahatsız olur sonra! Bunu Ahmed Arif'e söyledim: — Hay ağzını öpeyim o mûezzinin dedi, görOrsen, selamımı söyle; "Ahmed Arif gozlerinden öptü!" de... Ben müezzini tanımryorum ki tanısam da yazmam adını. Genç, bir de işinden olur, neme gerek! Turistterin ilk şaştrdıklan sabah ezanlan olurmuş. Sabahın erin- de, hopartöıierden duydukları sesle, pencerelere koşuyortarmış, "Ne oluyor" diye. Sonra sonra alışıyorlarmış. Arapça da olun- ca, iyice şaşırıyorlarmış. Atatürk'ün Türkçeleştirdiği ezanı Arap- çaya, "Demokrat Partililer" çevirdi. Bugün Türkçe okunmasında bir sakınca yok, ama yobazların baskısı öyle ki bir babayiğit çı- kıp, ezanın Türkçesini okuyamıyor işte. Okusun da görelim! istanbul'da oturan eski öğretmen A. Aşıcı, zaman zaman "An- kara Notları"na konuk olur. Onun bir bilge yapısı vardır. Doğayı, çevreyi çok sever. Arabistan'ı domuz yasağının çölleştirdtğini söy- ler. Şöyle diyor, 21 haziranda yazdığı kısa mektupta: "Kardeşim Ekmekçi, Topraktan koparılıp gökyüzüne yerleştirilen Tann, yeniden yere indirilip, toprağa eski tannsal saygınlığı iade edilmedikçe özel- likle çölleşme şeklindeki çevre kirlenmesi önlenemez. Başta Harran olmak üzere geçmişteki bütün Yahudi yerleşim yerierinin çölleşmesi ve tüm islam ülkelerinin çotleşmeye devam etmesinin temel nedeni Tanrının İsrail oğlu ibrahim tarafından topraktan kopanlarak, toprağın tannsal saygınlıktan yoksun ve dolayısıyla korumasız bırakılmasıdır. ibrahim, bunu elbette bile- rek yapmamıştır. Tanrının ise görünümünde yarısının yeniden toprağa ind'tril- mesi şeklindeki içgüdûsel tepkıme. Hıristiyan yerleşim yerlerin- deki yeşil örtüyü de yan yarıya kurtarmış ve çölleşme biçimindeki çevre kirlenmesini aynı oranda azaltmıştır. Yahudi ve İslam ülkeleri laik ve demokratik de olamazlar. Çûn- kü gerek sayın Musa, gerekse Sayın Muhammet hem din, hem de parlamenter değil; totaliter birer devlet kurucusudur. Her iki- si de dinı ve devleti birlikte ve iç içe kurmuşlardır. Bu iki kuru- mun birbirinden ayrılması mümkün değildir. Bugunkü İsrail olayı bizi aldatmasın. Bu devlet, şu anda Batımn bir uzantısıdır. Sn. İsa, çok genç yaşta öldürüldüğü ve devlet kuramadığı için Hı- ristiyan yörelerde laik ve demokratik devlet yapılaşması olasılı- ğı biraz fazladır. Sayın Ekmekçi, Yukarıdaki sözlerimi bir belge olarak mümkünse yayımlama- nızı rica ediyorum. Ben aynı zamanda eski bir öğretmenim. Ça- ğıma, türüme ve diğer türlere karşı, herkes gibi ben de görevimi yapmakla yükümlüyüm. İnsan kendini ve diğer türleri, ürettiği doğadan kopuk felsefelerle, doğal ayıklanma sûrecine sokmuştur. Doğa bizi yargılamadan, biz kendi kendimizi yargılayalım. Domuzu bırakmayın. O doganın en büyüktoruyucusudur.Say- gılarımla. A.Aştcı." Suudi Arabistan'da son hac dolayıstyla, yüzlerce kişinin ölû- mü, gerçekte çölde ışlenen unutulmaz bir cinayettir. Bundan pek çok ülke pek çok kişi derece derece sorumludur. Bu cinayeti iş- leyenlerin ortaya çıkarılması, bir insanlık görevidir de. Oin adı- na, neler işlenebileceğinin sergılenmesı zamanı gelip geçmiştir. İgneyi önce kendimize, yani basına batırayım; şimdiye değin Su- udi Arabistan'a giden kimi gazeteciler, uyarıcı görev yapmamış- lar, din sömürüsü amacıyla "Kutsal topraklar" edebiyatı yapıp durmuşlardır. "Cumhuriyet" gibi "laiklik"ten söz eden gazete- lerin ya yazıları kesilip, o sütunlar karalanarak ya gazete içeri soitfjlmayarak sıkı denetime (sansûre) uğramışlardır. Hacdaki tünel faciası nedeniyle, Suudi Arabistan'ı suçlayan İran Cumhurbaşkam Rarsancani, "Suudiler beceriksiz" dedi. Kut- sal topraklann yönetımi, islami yapıda uluslararası bir örgüte devredilmeli" diye ekledı. Rafsancani'nın İran meclisinde yap- tığı konuşma istanbul "Bayram" gazetesinde özet oiarak yayım- landı. İran, bu yıl hacca, kimseyi göndermedi. İki yıl önce İranlı hacı adaylarının Amerika'yı, İsrail'i protesto etmek isteyen ses- siz yürüyüşleri olaylı olmuş, 480 İranlı ölmüştü. İşin asıl ilginç yanı, İranlı kadın hacı adaylarının bu olay sırasında kaçırılıp sa- tıldıkları savlarının söylentilerinm öğrenilmiş olmasıydı. Bu iran- lıları deliye çevirdi. Şimdi, Türk hacı adaylarının yittiklerine ilişkin haberleri okuyunca, kişi kuşkuya düşüyor: "Acaba, bayan hacı adayları kaçırılıp, satılıyor mu" diye. İnsan Mekke'de niçin yit- sin? Orası, günde binlerce uçağın inip kalktığı Frankfurt havaa- lanı mı? Alt tarafı Mekke. Niçin yrter insan? Oraya gidip, "Kutsal topraklar" edebiyatı yapan, din sömürücülüğü eden gazeteci- leri, şunun için suçluyorum: Geçmişte olup biten olaylan ver- mediler hiçbiri. Örneğin 1980'li yıllarda, Mekke'nin kanalizasyon işini üstlenen bir Türk şirketi, yeraltı kanalizasyonu için tünel ac- maya başlar. Uzun, verimli, sabırlı çalışmalardan sonra "tünel" "Kâbe"nin altına dek getirilir. Bu tünel icinde, yer yer rastlanan kayalar, dinamitlerle parçalanıp dışarıya alınır. Mekke ve Kâbe 1 nin çevresi birçok tepelerle kaplıdır. Kanalizasyon tüneli Kâbe^ nin altında da büyük kayalara rastlamıştır. Bu kayaların da dinamitle parçalanması gerekir. Dinamit lokumunun parçalan- ması sonucu, gür akan "zemzem" suyunun kuyusunu çatlatır. Bu olaydan sonra şirketin Mekke şantiyesi yöneticileri gözaltına alır. Uzun süre gözaltında kalırtar. Devlet, kaybolan suyun yeri- ne uzak yakın Mekke çevresinden su sağlama yoluna gider. Su getirme işine, birkaç şirket de katılır. 1984 yılı hac sonrası yapt- lan çalışmalar ve anlaşmalarla Taif dağlarının dibinden "Vadi Milkan" denilen yerden "Kâbe"ye 100 km. uzaktan su getirme çabasına girişilir. Vadı Milkan suyu, 1985 yılı hac mevsimine 15 gün kala, yani ağustos ayının onuncu günü Kâbe'ye akıtılır. Di- namit sonucu, suyun ne kadannın yok olduğu bilinmiyor. Ancak her hac döneminde Kâbe'ye giden 5 milyon insanın pek çoğu "zemzem" suyu yerine "Vadı Milkan" suyunu testisine doldu- rarak ülkesine döneıi "Zemzem"in anlamı da şöyle: Kâbe'yi ziyaret eden peygam- ber. İbrahim, karısı Hatice, kucaktaki oğlu İsmail susamışlardır. İsmail sızlanmaya başlar; ibrahim su bulma çabasryla Sefa ve Merve tepeleri arasında gidip gelmektedir. Bu sırada, anasının kucağındaki İsmail ayağıyia toprağı tepeier. Bu tekmelerden bi- rinde, çocuğun ayağını vurduğu yerden çok gür ve bol bir su fışkırır. Hatice, suyun akıp biteceği kuşkusuyla' Akma dur!" an- lamında "zem zem!" diye haykırır. Hatice'nin bu sözleri, suyun adı kalır. Sn. İbrahim zamanında Kabe'de o zaman 'Tanrılar" var tabii, "Kibele" de aralannda. Toprak Tanrıçası Kibele! Kibe- le, sonra "kıble" olur... Zemzem kuyusunun öykûsünü, Aydın ipek'ten dinlemiştim. Aydın İpek, Gazi Eğitim Enstitüsü'nün eski yönetmenlerinden. 1980'lerde, Suudi Arabistan'a giderek yıllarca orada bir şirkette, yöneticilik yapmıştı. Yönetıcıliği sırasında da başına gelmeyen kalmamıştı. KISKANÇ HANIMLAR, GÖZÜ DÖNMÜŞ BEYLER: Bufümı ızledıkten sonra lehlıkelı tlişkilennızı gozden geçıreceksiniz! Beyoğlu OUNYA (149 93 611 • 12 00 14.15-16.30-18.45-2U» Mdıkoy KAOIKÛT [337 74 00) -11.00-13.15-15.I5-173O-1B.3O-Z1JO Ankvı KI2ILIRMAK (125 53 03] • IZmlr ÇJMR (14 48 61)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle