25 Nisan 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 23 HAZÎRAN 1990 Özgürleşme Eylemcisi Tonguç... Toplumumuzu "korku toplumu" olmaktan; köleliklerin her çeşidinden kurtarmayı amaçlayan; eğitimi özgürleşme eylemine dönüştüren bir eylemciydi Tonguç. Yarattığı eğitim kurumlarıyla özgürleşme savaşımına kan veren, can veren bir güzel insandı. MEHMET BAŞARAN Onun ölümünün 30. yıh bugün. "însanoğlunun kazanacağı en büyük zafer, kor- kuyu yenmesiyle elde edilecek zaferdir" der, "Can- landırılacak Köy" adlı yapıtında büyiık eğititnci Tonguç. lnsanın, toplumun yaşamını karartan kor- kudur çünkü. Yaşam savaşınu, korkuyla savaşım de- ğil mi aslında? Korkuları yene yene; zorbalardan, zorbalıkl'ardan kurtularak günümüze doğru gelmi- yor mu insan? Korkuları yene yene bilimi, sanatı, uygarlığı yaratmadı mı? Yeniden doğuş, aydınlan- ma dönemleri nice yiğitliklerle kazanıîan, dünya- mızı genişleten, yaşamı güzelleştiren yengiler değil mi? Beyinleri donduran, elleri kötürümleştiren iç korkuları, dış korkulan yenmeden ulaşılabilir mi özgürlük, eşitlik, hoşgörü gjbi insancıl, evrensel de- ğerlere... Elbet en büyük, en güzel yengi, korkuyu yene- rek kazanılacak; barışa, adalete, insanca yaşama, korkuyu yenerek ulaşüacak. Yeni zorbalar, egemen- ler "korku"ya yaslanarak, yeni korkular üreterek sürdürmüyorlar mı egemenliklerini? Toplumumuzu "korku toplumu" olmaktan; kö- leliklerin her çeşidinden kurtarmayı amaçlayan; eği- timi özgürleşme eylemine dönüştüren bir eylemciydi Tonguç. Yarattığı eğitim kurumlanyla özgürleşme savaşımına kan veren, can veren bir güzel insandı. Adı en uzak köylerde sevgiyle anılan "Tonguç Ba- ba", "Yaşamın amacı ileri millet olarak yaşamak- tır. Ortaçağ hayatından farksız, geri bir hayata ra- zı olan insan kalabalığıyla çağımız uygariığına ka- Ulamayız, diri bir millet haline gelemeyiz" diyor- du. tleri ulusların "geri bir yaşama razı olan insan kalabauklan olmaktan" nasıl kurtulduklannı, hangi aşamalardan geçtiklerini çok iyi incelemiş; emper- yalizme karşı savaş kazanmış bir ülkenin eğitimci- si olarak eğitimi surekli özgürleşme eylemine dö- nüştürme konusunda çok kafa yormuş bir aydın- dı. "Elverişli koşullar haarlanmadıkça, insanlar can- dan kazarulmadıkça, insanlara sevgiyle, içtenlikle davranılmadıkça değil reform, günlük, sıradan iş- ler bile görülemezdi" ona göre. Kurtuluş savaşçısı- nm, haritasını kanıyla çizdiği Anadolu'ya dört elle sanlarak halkının sorunlarını halkıyla birlikte çö- zümlemeye yöneldi. Bir yerden bir yere gitmenin çok zor olduğu dö- nemde 61 il, 305 Ûçe, 9150 köy gördükten sonra yaz- mıştı "Canlandırılacak Köy"ü; aynca 4210 kişiden soruşturma fanket) yanıtı alnuş, 456 parça belge in- celemiş, 112 kitap gozden geçirmişti. "Diri millet olma", "canlı okul", "canlandırma" onun eğitim anlayışının temel kavramları sayılabi- lir. Anadolu insanı yüzyılların sömürüsü, baskısı altında ezgindir; yağmacılık, saldırı, zaptiye, ağa korkusuyla yılgındır; geri üretim yaşamının, bilgi- sizliğin, boşinanlann tutsağıdır. Acıları "ağıt"a, öz- lemleri "bozlak"a dönmüştür, "yazgı" saymakta- dır çektiğini, çilesini; korkular sarmalında oigün- dür. Onu uyandıran, onu canlandıran; bilgiyle, bi- linçle daha bol üreten, ürettiklerinin paylaşımını de- netleyen, çarkları kendinden yana döndürebilen yurttaş durumuna getirici bir yetişme, yetiştirme yo- lu bulmak gerekti. Işte amaçlanan yaşamı, yaratıcı çalışmaları €%\- 'im ortamına dönüştüren: eğitimde sürekliliği, yay- gınlığı, gelişen yaşama uyan esnekliği gerçekleşti- ren Köy Enstitüleri bu düşünceden doğdu. Yaşayan, yaşatan imecelerde öğrenen, uygulayan, sorunlar ço- zen, kendilerini, çevrelerini değiştiren insanlann ka- faları, elleri özgürleşmez mi? Bilgiyi işe, esere çe- virmek insanı canlandırmaz, başarının, canlılığın tadını duyurmaz mı ona? Yöneticilere yazdığı mektupta şöyle der Tonguç: "Enstitülerde bisiklet, motosiklet kullanma işi- ni, bir müzik aracı çalmayı, şarkı söylemeyi, milli oyunlar oynamayı herkes öğrenmelidir. Tüm zor- luklara karşın kız-erkek yaşamın çeşitli işlerine, eğ- lencesine, acılarına ortaklaşa katılmalıdır. Bayağı olan her şeyden kaçınmak, korunmak koşuluyla kız- erkek yaşamı tümüyle yaşamalıdır" "Yaşamı tümüyle yaşamak"... Korkulan içten yen- mek, se\'giyle sevinçle tazelenmek, canlanmak, hoş- görüyü solumak, insanca özlemleri gerçekleştirmek değil midir bu?.. Ama sürekli kendini yenilemek, aşmak için ekin, sanat dünyasına açılmak, sürekli okumak, değerli yapıtların havasını solumak, o havayı içe sindirmek de gerekir. Yüryılların açığını kapatmak özlemiy- le, her Enstitulünün sağlıklı, yaratıcı bir okuma alış- kanlığı edirunesini ister Tonguç; koşullar, mevsim, zorluklar ne olursa olsun, her günkü özgür okuma saatleri hiçbir zaman savsaklanmamalıdır. tnsan içinden aydınlanarak, duşünceleri özümleyerek kor- kuları yener, özgürce düşünebilir çünkü. Tonguç*a göre: "Serbest okumaya değer verilmeyen eğitim ku- rumlannda kitap yakan, kitaplıklara kilit vurabi- len, öğrencileri eşkıya takip eder gibi kovalayan gad- dar, kara cahiller peyda olur; toleranstan eser kal- maz; hafiyelik makbul sayılan hizmetler arasında yer alır, müstebitler kahraman kesilir... Böyle okul, geriliğe bütün kapılanm açar: Cumhuriyetin kuru- mu olamaz, bilakis o, onu temeünden yıkan bir araç durumuna gelir" (Canlandınlacak Köy, s. 643) Günümüzde de yaşayan kişilik Köy Enstitüleri'm kapatanlar, korkuya yaslana- rak, yeni korkular üreterek egemenliklerini sürdür- meye çalışanlar, önce kitaplıklara kilit vurmadı mı? Suskun toplum yaratmak, kitap yasagı, düşünce ya- sağı toplumun yaşama gücüne, yaratıcılığına saldın değil mi? Eğitimi özgürleşme eylemine dönüştüren Ton- guç'u; "belini kırmaya", adını andırmamaya çalış- tığımız, yaratıcılığımızı dünya eğitim tarihine yaz- dıran Tonguç'u, 30 yıl önce bugün yitirdik. Ama yaşamı, savaşımı, duşünceleri günümüze de ışık tut- maktadır, adı bir destan şafağıdır. Mehmet Cimi, "Tonguç Baba, Ülkeyi Kucaklayan Adam" adlı va- pıtıyla (Ferit Oğuz Bayır Düşün Ödülü'nü kazan- dı) bu destanı başarıyla dile getirdi. Yapıt, uzun bir inceleme ve araştırma ürunü. Özgürlükçü, eşitlik- çi, çağdaş bir eğitim savaşımmı sürdürenlerin öğ- reneceği çok şey var o kitapta. Ölüm yıldönümün- de guzel bir anmalık oldu. Evet, "însanoğlunun kazanacağı en büyük zafer, korkuyu yenmesiyle elde edilecek zaferdir!' O yen- giyi kazanmaya çalışanlara, Tonguç"un anısına say- gılar... EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Ârkanı Dön ve Çık.."Kapı açık, arkanı dön ve çık—Istenmiyorsun artık" Siz bu şarkıyı duyar duymaz salonu terk eder misiniz? Bu bir şarkı sözüdür, bir sevgiliye ya da istenmeyen birine karşı söy- lenmiştir. Oysa Bay ve Bayan Özal bu sözleri duyar duymaz alın- mışlar. Bayan Özal 'Çok üşüdüm, gidelim' demiş, çıkıp gitmışler Bir insan ıstenmediği, sevilmediği yerde görevde kalabilir mi? İlle de ben bu köşeyi kaptım, bir daha da ayrılmam da ayrılmam, diyebilir mi? Size ahşamadım' diyen diyene, nasıl alışsınlar ki! Son yerel seçimde oy oranı yüzde 21'e düşmüş bir slyasal partinin lideri nasıl olur da T.C.'nın başkanı olabilir? Halköyu yoklamalarında bu oranın yüzde 15'lere kadar Indiği de bilinirse... TBMM'deki partilerin anlaşmasıyla, hiç değilse cumhurbaş- kanlığı seçimine katılmasıyla seçilseydi, kimsenin buna bir di- yeceği olamazdı, cumhurbaskanı ille de ülkenin en akıllı, en bil- gıli. en üstün yetenekli insanı olacak değil ki! Ama Özal'dan, hatta Evren'den önce Çankaya'ya seçilenler Meclis üyelerinin en az üçte ikisinin oylarını alabilmişlerdi. İlk kez görüyoruz azınlıkta kalmış bir parti temsilcilerinin oylarıyla Çankaya'ya Çikan kişiyi! Ben de bildiğiniz gibi Bay Özal'a bir türlü Cumhurbaskanı diye- miyorum, olsa olsa Çankaya konuğu sayıyorum onu!.. Bir zamanlar iki sayın bayan arasında çok yakın bir dostluk vardı. Bir gece Ajda şarkı söylerken Bayan Semra onun koluna bir bilezik takıvermişti. Yoksa tersi miydi? Herkesin gözü önün- de olup biten garip bir olaydı bu. Bütün şarkıcılar, türkücüler gi- bi Ajda da Özal'lann masasına gelir, hangi şarkıdan hoşlandık- larını sorardı, Antalya'da böyle bir şey olmamış. Ajda Hanım sanki yüzlerine vurmak istercesine "Kapı açık, arkanı dön ve çık— Istenmiyorsun artık" deyivermiş, hem de bağıra bağıra... Hiçbir muhalif politikacının, hiçbir yazarın çizerin yapamadı- ğını başarmış Ajda Pekkan! Kendisini kutlamak gerekir bu yü- rekti davranrşı için... Açık açık "Çık git" demiş. Ne var ki 'Çık git' demekle olmuyor, SHP Genel Sekreteri 'Onursuzca Çanka- ya'dan indiririz' dememiş miydi? Ama nasıl indireceğini söyle- medi, o gün bu gün Bay Özal Çankaya'da, Atatürk'ün, İnönü- nün Çankaya Köşkü'nü beğenmeyip yeni bir köşk yaptırıyor. Ta- rihsel eşyaları değiştiriyor. Bayan Ozal'ın beğenisine uygun bir Çankaya yaratmaya kalkışıyor: Hiç inmeye niyeti yok, doğrusu ya kimsenin de onu indirecek gücü yok! Cumhurbaşkanlığı bugüne dek böyle bir duruma düşmemiş- ti. Gerçi Bay Kenan Evren de bir başka biçimde konuktu orada. Ama onunki kılıç hakkı sayılır, yönetime el koymuş, anayasayı ortadan kaldırmış, kendini Devlet Başkanı ilan etmiş, daha son- ra da tek adaylı bir seçimle kendini onaylatmıştı. Herkesı sustu- rarak, "böyle Anayasa oyiaması olmaz, tek adaylı başkan seçi- mi hiç olmaz, bütün bunlar demokrasiye aykırıdır" diyenleri en ağır biçimde cezalandırarak hiç değilse korkutarak; başyazar- ları, yazarları sıkıyönetim mahkemelerinde hesap vermeye zor- layarak, hatta mahkûm ettirerek... Tarih yazacak elbet Bay Evren'in de Bay Özal'ın da demokra- tik bir yöntemle Çankaya'ya seçilmediklerini... Tarih daha baş- ka şeyler de yazacak. Bizim bilmediklerimizi, duymadıklarımı- zı! Bazıları gelecek kuşaklan kendi kafalarına göre yönlendire- ceklerini sanıyorlar. Hatta kendilerini savunmak için birtakım yan- daşlanna mektuplar yazdırtıp yazarlara çizerlere göndertiyorlar Kendilerini bir yurt kurtarıcısı, eşsiz bir kahraman, büyük devlet adamı saydırmak için çaba harciyorlar, Ama yaşadığımız olay- lan belleklerden silmek olası mı? "Kapı açık, arkanı dön ve çık— istenmiyorsun artık" Bir kişi alışmadık biçimde bir yerlere ulaşmışsa, o yerde tu- tunmak için alışıimadık yollara baş vuruyorsa, ona 'Kapı açık, arkanı dön ve çık' demek doğal bir hak olmaz mı? Kişi, ne za- man istendiğini ne zaman istenmediğini bilmek zorundadır. Kos- koca bir ulusun istemedıği, hoşlanmadığı kişilerin tarihte olum- lu sözlerle anılacakları hiç sanılmasın! Bu mu Çağdaş Eğitim? Sanırım, nasıl "aydın din adamı" yetiştirdiğimiz bu alıntılarla pek açık olarak ortaya çıkmıştır!.. Aynca yoruma gerek yok, ama şunu söylemekten kendimi alamıyorum: Bu çağda bu kafa... pes!.. Prof. Dr. AYSEL EKŞİ İ.Ü. Öğreîim Üyesi Biz, çağdaş eğitimin amacı, insanlara dü- şunebilmeyi ve bir sonuca ulaşabilmeyi öğret- mektir diye bilirdik; neden-sonuç ilişkisini ya- kalayabilmeleri için öğrencinin cesaretlendi- rilmesine; eleştirici, yaratıcı ve özgür düşun- ceye sahip olmasına önem verilmesini savu- nurduk. Okutulanlara bakın!.. Oysa burada, aydın din adamı yetiştirecek gençlerimize okullarında okutulan kitaplar- dan şu alıntıları hep birlikte okuyalım: "...Resulullah (&A.V.) şöyle buyurur tnsan- lar muhakkak size her şeyi soracaklardır. Hat- ta onlar 'Her şeyi Allah yaraltı, peki o'nu kim yarattı' diyeceklerdir. tşte bunlar şeytani ves- veselerdir. Böyle bir durumda hemen Allah'a sığınmak gerekir." (1. safya 341) "Öğrenci bocasının eksik taraflannı ve ha- tasını araştırmayıp aksine, duydugu bir hata- sı varsa bunu iyiye yormalı, ogrelmenini ha- taya düşürmekten kaçınmalı, hatta 'tşte böy- le değil, şöyledir' demek suretiyle karşı koma- yıp onun işaretini emir saymalı, her şeye iti- raz etmeyip nzasını göstertnelidu'. (1. sayla 306) "Ögrenci gücünün yettigi ölçüde dünya iş- leri ile ilgisini azaltmalıdır. İlim adamları bu sebepten ötiirü daima halktan ayn bulunma- yı tercih etmişlerdir. (2. sayfa 126) "Akıllı kişiye dünya işlerinden dolayı üzül- mek yakışmaz. Zira dünya ile ilgili işlerin ço- gunlukla insanın sıhhatine zararı olur da fay- dası olmaz. Dünya işleri kalbe katılık getirir. Ahiretle ilgili işler ise kalbe nur getirir ve na- raaz kılarken tesirini gösterir. Öyle ki namazı gönul hoşlugu içinde kılar ve kıldığı namaz- dan bir lezzet alır. Dünya ile ilgili düşünce ve sıkıntılar akıllı kişiyi hayır yapmaktan alıkor. Ahiretle ilgili düşünceler ise insanı hayra >o- neltir." "Öğrencinin ilim ögrenmekten maksadı Al- lah'ın nzasını kazanmak, ahiret yurdunu el- de etmek, yani cennete girmek, önce kendi- sindeki cahilliği gidermek, sonra diger cahil- lerin bilgisizliğini gidererek kiiltür sahibi ol- malannı saglamak. İslâm dinini yaşatmak ve ilelebet devamını saglamak olmalıdır. Zira ts- lam'ın devam ettirilmesi ancak ilim sayesinde mümkün olur. Bilgisizlikle zühd ve takva ge- çerli değildir." (2. sayfa 45) "Felsefe ilmi de tslami ilimler yanında onem taşıyan bir ilim değildir. Yani felsefe ile bir ha- kikate, daha doğrusu dinin vardırdığı gerçe- ge ulaşmak mümkün değildir. Gerçeğe ulaş- mak için felsefe ile zamanlanmızı gecirmek ve ögrenimi buna hazır etmek faydalı bir yol de- ğildir. Ancak felsefe bizim nesillerimize iman sarsıntısı getiriyor, Müslümanlann inançlannı zaafa uğratıyorsa, buna engel olraak için belli kişilerin bu sahada mesai harcamaları da lü- zumludur. Yalnız bu gibi kimselerin hakika- te felsefe yolu ile ulaşılması düşüncesinden uzak bulunmalan ve felsefeye tabi olmama- ları, aksine felsefeyi İslama ve tslami ilimlere hizmet ettirme gayreti içinde bulunmalan ge- rekir." (2. sayfa 59) "Netice olarak şunu ifade edebiliriz: Felse- fe, Müslümanlar için gaye ilim değildir. Oysa Müsluman bir öğrencinin esas düşüncesi ve varmak istediği hedef, İslâm için hayati önem taşıyan bilgilere ağırlık vermektir. (2. sayfa 59-60) "Gâzâli. aslında öğrencinin riayet edecegi kuralların çok olduğunu, buna rağmen bun- lann 10 madde halinde toplanabileceğini söy- ler. Ona göre öğrenci: 1- Her şeyden önce kalbini bütün kötü te- mayül ve çirkin niteliklerden temizlemeli, 2- Diınyevî ilişki ve âlâkalannı azaltmalı, ya- kınlarını ve bulunduğu yeri ilim uğruna terk edebilmelidir. Aksi hâlde meşgalesi çogalır, dikkati dağılır. 3- Bilgiyi kiiçumsememeli ve kendisini ög- retmenden ustun gorup ilimle ukalâlık yap- mamalıdır. Zira öğrenciye yakısan ilme ve ho- caya karşı tevazudur. 4- İşin başlangıcında halk arasında var olan fikri aynlıklara ve şüpheli şeylere kulak ver- mekten çekinmelidir. Zira ihtilaf ve şüpheler öğrencinin aklını kanştınr, duygulannı değiş- tirir, öğrenme arzusunu söndürerek ümitsiz- liğe sevkeder. (1. sayfa 299) "Gördüğümüz gibi tslam eğitimcilerinin he- men hepsi birbirine yakın görüşler ileri sür- mekte ve öğrencide bulunmasını istedikleri va- sıflarda adeta birleşmektedirler. Onlardaki ge- nel temayül. öğrencinin hemen her şeyi ile öğ- retmene teslim olmasıdır. Öğretmenine tam anlamıyla teslim olmayan ögrenci hiçbir şe- kilde onun ilim ve feyzinden istifade edeme- yecektir. Bugunku eğitim muesseselerinin du- rumunu bu bilgilerin ışığında değerlendirmeye tabi tuttuğumuz takdirde gerçekleri daha iyi anlayabiliriz. (1. sayfa 204) "tlim yolunda mesafe alabilmek için basit bir yaşayışa razı olmak, dünya varlıgına meyl etmemek şarttır. Her türlü arzusunu tatmin etmek isteyen bir öğrenci tam başarı saglaya- maz. Bu sebepledir ki zengin aileye mensup kişiler ilim yoluna koyulmamakta, başan ba- kıraından noksan kalmaktadırlar. Maddeci düşünceye dayalı bir eğitim anlayışını kökün- den silip atmak ilmin ayrılmaz bir vasfıdır. Ögrenci elbisesinin iyisini giymemeli, çok üs- tün bir hayat vaşamanın peşine düşmemeli, nefsani arzularını tatmin etme düşüncesinde olmamalıdır." (2. sayfa 68) "İslâm eğitimcileri, öğrencinin işlenen bir konuyu dersten sonra beş gün içinde, toplam on beş defa tekrar etmesi gerektiğini. bu ter- tip uzere ve belli aralıklarla yapılacak bir tek- rann dersi hafızaya yerieştirmede en uygun yol olduğunu belirtmişlerdir. Bu çalışma sistemi- ni şematik olarak şöyle gosterebiliriz: Günler : 1 2 3 4 5 Tekrar Sayısı: 5 4 3 2 1 Toplam 15 tekrar. Öğrenci sesstz tekrar yapmayı alışkanlık ha- line geürmemelidir. Ders ve konulann tekra- n, kuvvet ve neşe ile olmalıdır. Tekran yanda kesmemek için öğrenci, kendini fazla yorma- malı. dersi yüksek bir ses tonuyla da tekrar etmemelidir. O mümkün olduğu kadar, ken- di duyabileceği bir ses tonu ile dersi tekrar eder. Çünkü sessiz ders çahşmak çalışma zev- kiai kırar, yüksek ses tonuyla ders çalışmak da nefsi yorar. Ebu YusuTun, dersi büyük bir istekle tekrar etüği rivâyet edilir. (1. sayfa 345) "Harama bakmak ve gayri meşrû yollarla nefsini tatmin etmeye çalışmak unutma>3 yol açan hallerdendir. (1. sayfa 335) Öğrencinin unutmasına sebep olan madde- ler ise şunlardır: 1. Keşniş denilen baldınkaraotunu yaş iken yemek, 2. Ekşi elma yemek 3. Asılmış kimseye bakmak. (Bugün için idam edilmiş durumda kişile- rin cesetlerine bakmak, öldürülmüş kimsele- rin resimlerine bakmak, yahut televizyonda seyretmek, anarşik olaylaria ilgili resim ve ha- berlerle Ugilenmek, bu habeıieri okumak, din- leraek ve seyretmek sinir sistemini temelden bozacak nitelikte olduğu için unutmaya sebep olmaktadır. O halde ögrenci hafızasının da- ha kuvvetli kalabilmesi için günlük basında yer alan sinir bozucu resimleri ve haberleri çok ilgi ile takip etmemeli ve mümkün olursa ga- zete ve televizyon gibi araçlann kanlı sayfa- lanna ve manzaralanna bakmamalıdır. Gü- nümüzde genç yaştaki birçok insanın hafıza- sının adeta yaslı bir insan gibi zayıf bir du- rum arz etmesinin önemli sebeplerinden biri olarak anarşik olayları ve bu olayların yayın organlannda bütün açıklığı ile teşhir edilme- sini gosterebiliriz. 4. Kabirler uzerindeki mezar taşlannın yazı- lannı okumak 5. Deve katırları arasından geçmek 6. Yakalanan biti canlı olarak yere atmak 7. Ense çukurundan şişe ile kan aldırmak. Bu sayılanlann hepsi unutkanhk getirir. Ha- tusyı zayıflaür. (2. sayfa 152)" PENCERE Sonuç Bu alıntıları şu iki kitaptan vaptım (sayfa numaralarını da ekleyerek): 1. Dr. M. Fanık Bayraktar (1989) İslam Eği- timinde Öğretmen öğrenci Münasebetleri Marmara Üniversitesi tlahiyat Fakültesi Vak- fı Yayınları No: 6. İstanbul 3. Baskı. 2. Imam Burhanuddin Ez-Zernûci (1989) Ta- lim'ul Müteallim. tslamda Eğitim Öğretim Metodu. 2. Baskı. (MEB. Talim Terbiye Ku- rulu'nun 12.4.1989 tarih ve 660 sayılı karan gereğince İmam Hatip Liselerine tavsiye edil- miştir.) Sanırım, nasıl "aydın din adamı" yetiştir- diğimiz bu alıntılarla, pek açık olarak ortaya çıkmıştır!.. Aynca yoruma gerek yok, ama şu- nu söylemekten kendimi alamıyorum: Bu çağ- da bu kafa... pes!.. Acaba Sayın M. Eğitim Ba- kanımız ne diyecek gençlere aşılanmaya çalı- şılan bu yüce düşuncelere?.. Bir Ekonomi Yazısı: Mor Binlik... İnsanın kafası bir kez bozuldu mu, kolay düzelmez; bakışı çar- pıldı mı, iflah olmaz. Bizim kafamız bozuldu bir kez; artık hepimız Nevv York borsa- sında oynuyor, Tokyo'yu izliyor, Londra'yı da gozden kaçırmıyo- ruz; dünya kapitalizmiyle bütünleştik; istanbul borsasının yama- cında nöbet tutuyoruz: — Abi neye oynayalım bugün? — Çukurova fena değil... — Petkim alayım mı? — Ihh. — \fesfe/'e ne ders/'n? Ganyan, çifte bahis, Spor-Toto, Loto, lotarya, Milli Piyango, şimdi de borsa... Bir koy, beş al, on al, yüz al; bakarsın bir tutar, pir tutar... Ekonomiciler borsanın gelişmesini çok hayırtı sayıyoriar; men- kul kıymetlerin alım-satımı, daha başka deyişle taşınabilır de- ğerlerin piyasası pembe mutluluklar yaratryor, hisse senettert düş- lerimizde hepimize köşeyi döndürüyor. • Banknot da bir bakıma "menkul kjymet" sayılır; bir tür "hisse seneoV'dir. Ama neyin "hisse"sidir? Ulusal ekonominin hisse senedidir banknot; halkın alıp cebi- ne koyduğu. cüzdanında taşıdığı, sırasında bozdurup da harca- dığı değerli kâğıt parçası... Diyelim binlik banknot... Namı diğer mor binlik... Gazetelerde okuduğumuza göre mor binliğin değeri düştük- çe düşmüş; 1981'de "tedavü/de"ki en büyük banknot mor bin- likmiş; cumhuriyet devletinin kuruluşundan başlayarak 58 yıl en büyük para sayılan mor binliğin mostrasını ilk kez 12 Eytül'den sonra bozmuşlar, piyasaya beş biniik banknot çıkmış; ama bu, hızlı düşüşün başlangıcıymış... Oüşüş ki ne düşüş!.. Anadolu'dan film artistı olmak için Yeşitçam'a geten gözü açtt- mamış sığırcık yavrusunun kendisini Beyoğlu'nun arka sokak- lannda Madam Anita'nın tezgâhında bulmasından beter bir şey bu; mor binlik kısa sürede banknotlann en alt sırasına düşmüş... Elden ele hırpalana hırpalana aktarılırken bozuldukca bozul- muş; kimsenin yüzüne bakamaz olmuş; mor binlik 1980 yılında 12 Amerikan Doları ederken bugün 37 sent bile etmiyormuş... Piyasaya 10 binlikler çıkmış... Ardından 20 binlikler... - Sonra 50 binlikler... 100 binliklerin eli kulağtndaymış; para piyasası gün geçtikçe hızlanıyormuş.. Ah mor binlik, ah... Sen bu hallere mi düşecektin? Çüzdanlarda gıcır gıcır yatar- ken, piyasada gözleri çekerken, kim derdi ki on yıl içinde kimse yüzüne bakmayacak!.. * Yakında mor binlik piyasadan çekilecek; yerine yuvarlak bir madeni para çıkacak... Nam-ı diğer bozuk para!.. Binlik... Bir yüzü yazı... Bir yüzü tura... Bin liralığın bozuk para sayıldığı bir Türkiye'de kimbilir neler yazılacak? Neler konuşulacak? Ekonomi uzmantarı, iktidar oturaklıları, çanak yalayıcıları te- levizyonda boy gösterecekler: — Ûlke ekonomisi iyiye gidiyor. Borsa hızlandı. Cari işlemler dengesi rahat. Ban!;a faizleri düşüyor. İmalat endûstrisi kıpırda- dı. Vabancı sermaye girişinde artış var. Enflasyonu aşağıya çek- mekte başan gösterdik... Konuşacaklar elbet... Savuracaklar... Çünkü mor binlik iken bozuk paraya dönüşen yeni binliğin bi- le iki yüzü var: Biri yazı... Biri tura... Ama mor binliği bu hale düşürenlerin yüzü yok... Bunlar yüzsüz. Niyazi Agımaslı (1910-19*7) ANMA Çınar ağacı gibıydın Gölgende huzur ve mutluluk vardı... ölüm kaçınılmaz bir son ise Ne mutlu senin gibi ayakta ölenlere AtLESt Üç yıl önce yaşamdan aynlan Halkevleri Genel Yönetim Kunılu Başkanı Av. NÎIAZİ AĞIRNASLFyı anıyor, demokrasinin yorulmak bilmez kişiliği önünde saygıyla eğiliyoruz. HALKEVLERİ GENEL MERKEZt VE TÜMÜYELERÎ 1986 YILI VE 36/10911 SAYIJ BAKANLAR KURULU KAHAR.NA GORE SIGARA SAĞLIGA ZARARLİDIR.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle