Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/6 DİZMJÖPORTAJ 8 MAYIS 1990
GUNUMUZDE ALEVILIK
Ortaçağ'a
Donuş mu?Hınstiyanlık bir zamanların
Avrupası'nda kışıyı ezen, bıreyı
silen, toplumu kilısenin bağ-
naz egemenliğine bağlayan
yaşam biçımıne dönüşmüştu
"Ruhban sınıfı" Tanrı ile kul
arasında komisyonculuk ya-
pan dın sımsarları kesimiydi.
Kişı Allah'ına tapınmayı papa-
zın gözetim ve denetimi attın-
da yapmak ve bu "zorunlu
dindarlığın" vergisini ya da
başka deyişle haracını kılise-
ye ödemek zorundaydı. Ro-
ma'nın sömurusu o düzeye
erışmişti kı Almanya'da toprak
sahıbı soylularla toprağa bağlı
köylulerin yakınmaları bütün-
leşti.
Uıther, işte bu "eşref saaıt
'nde ortaya çıktı; Tanrı ile kul
arasındaki aracıları devreden
çıkarmak ıçin kiliseyı eleştir-
mek gerekıyordu Almanya'da
prenslerle köylüler Papa'ya
karşı Luther'ın yukselttığı ısyan
bayrağının aftınaf toplandılar.
"Insan", kutsal kitabı Roma
egemeninin buyruğu dışında
kendı aklıyla yorumlayamaz
mıydı? Kimin iyi. kimin kötü Hı-
ristiyan olduğuna ille de Papa
mı karar verecekti. Kilisenın
zulmüne başkaldıranlar
"ftefo/rn" akımını yarattılar; İn-
cil'ın Almancaya çevrilmesi, sı-
radan Hırıstiyanın bir soluk
alabılmesı ve "Aydınlanma"ya
doğru dınsel bağnazlığın ka-
ranlığında ilk adımların atılabıl-
mesı olanak kazandı; ama nı-
ce kanlı savaşımlar ve yüzler-
ce yıl süren bir kavga sonu-
cunda.. Ortaya çıkan
"Protestanhk" akımının teme-
linde yatan öz, Hıristiyanlığın
Roma Kılisesi dışında bir yo-
rumudur
Alevilık de Müslümanhğın
Anadolu'daki yorumudur.
İran'da Şıiliğin gelışmesi,
Arap yarımadasında çeşitli
mezheplerın ortaya çıkışt, ras-
lantı değıl. gerekçesi topfum-
sal ve ekonomık temellere da-
yanan bırer tarıhsel olgudur.
Türkiye'de bütün Müslu-
manları devlet gücune daya-
narak Sünnı hocaların buyru-
ğuna bağlamak ısteyen sıyasal
görüş, geçmışın karanlığına
öönüş özleminden başka bir
şey değildir Kimin iyi, kimin
kötü Müslüman olduğuna ka-
rar verecek bir makam yoktur
İslamı bıçimsellikte aramak
büyük bir yanılgıdır. Hıristiyan-
lıkta yüzyıllar öncesi yaşanan
bir deneyimi 21*incı yüzyıla 10
kala Anadolu'da sınamak iste-
yenler, Tanrı ile kul arasına gı-
riyorlar. 1960'larda aylığa bağ-
lanarak devlet memuru kimlı-
ğine sokulan kimi hocalarla
halk üzerinde kurulmak iste-
nen otorıte, inanç özgürlüğü-
ne ve laikliğe ters düşen bir sı-
yasal düzenin kanavıçesini iş-
liyor.
Aleviler bu baskı düzeninin
gergefinde soluksuz kalryorlar;
Atatürk'ün kurduğunu yıkarak
şerıatı bireyin yaşamına ege-
men kalmak isieyenlerin mez-
hepsel softalığı, ınanç özgür-
lüklerinı devlet buyurganlığın-
da çığniyor.
Türkıye, "çağdaş-laik-
demokratlık-cumhunyene uy-
garlık dünyasına katılmak ısti-
yorsa "mezhep devleti" kur-
mak ısteyenlere "dur" demek
zorundadır
GENCAY ŞAYLAN-ŞENAY KALKAN
İLHAN SELÇUK
ALEVİLER 12.
İMAMI BEKLİYOR
Resmi baskılar, bir tür 'halk İslamı' olarak gelişen Alevilikte geleneksei bir gizlenme ve kendi içine kapanma euılımi >aratmış. (Fotograf: Fuat Kozluklu)
Alevi-Sünni çatışması, Islam tarihinin en acılı olaylarından birine dayanıyor
Kerbela'da ayrılan yollar/Jeygamberin ölümünden sonra halife olan Muaviye
JL 680 yılında ölünce yerine oğlu Yezid geçmişti. Askeri
yönden çok güçlü olan Yezid Kûfe'ye hâkim olduktan
sonra buraya gelen Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin'in yolunu
Kerbela'da kesmişti. Yanında sadece ailesi ve
yakınlan bulunan Hüseyin savaşarak ölmeyi tercih etmiş,
10 Muharrem 680 günü bütün ailesiyle birlıkte
vahşice öldürülmüştü.
IJ u çatışma ve peygamberin torunlarının vahşice
JLJ öldürülmeleri, Islam dünyasındaki büyük
ayrışmaya kaynaklık etmiş, bir başka deyişle Kerbela
olayı İslamiyeti farklı yorumlamalarda temel hareket
noktası haline gelmiştir. Uzun süre Arap
İmparatorluğu'nun resmi İslam anlayışına muhalefet
eden Şiilik, 10. yüzyılın ortalarından itibaren siyasal
kimlik de kazanmaya başlamıştır.
GENCAY ŞAYLAN
Muaviye'nin yönetimde tek ba-
şına kalması ve gücünü asker zo-
ru ile kabul ettirmesi muhalefetin
yok olması anlamına gelmemiş;
muhalefet sıirekli olarak Ali'nin
çocukları Hasan ve Huseyin etra-
fında toplanma eğilimi göstermiş-
tir. İdeoloji olarak da muhalefet,
halifeliğin Peygamberin torunlan
ve Ali'nin çocukları olan Hasan
ya da Hıiseyûı'e ait olması gerek-
tiği tezini ön plana çıkarmıştır.
Ali'nin büyük oğlu Hasan etrafın-
da toplanan muhalefetin elkisıııi
azaltmak ıçin Muaviye, kendi ha-
lifeliğini kabul ettikleri takdirde
kendisinden sonraki halifeyi Müs-
liimanların şûrasımn belirleyece-
ğini ilan etmiştir. Muaviye bu se-
çim için kendisini aday gosterme-
yeceğine de soz vermiştir. Ancak
Muaviye'nin bu sözunü tutmadı-
ğı bilinmektedir. önce onemli bir
rakip olduğu için Ali'nin büyük
oğlu Hasan zehirlenerek öldurtul-
müş; Muaviye'nin oğlu Yezid ile
evlendirileceği vaat edilerek Ha-
san'ın kansı Ca'de'nin kocasını
zehirleyerek öldürmesi sağlanmış-
tır. Daha sonra Hasan'ın kardeşi
Huseyin'den, Muaviye'den sonra
oğlu Yezid'in halifeliğini kabul et-
mesi istenmiştir. 680 yılında Mu-
aviye ölünce oğlu Yezid halife ol-
muş, ancak Hüseyin onun hilafe-
tini kabul etmemiş ve yönetime
baş kaldırmıştır. Kûfe şehrinin ile-
ri gelenleri de Yezid'ı halife ola-
rak kabul etmemiş ve başlanna
geçmesi için Huseyin'i Kûfe'ye
davet etmişlerdir. tşte bu baş kal-
dırı ve davet tslam tarihinin en
acılı olaylarından biri olan Kerbe-
la katliamına yol açmıştır.
Askeri yönden çok guçlü olan
Yezid, derhal Kûfe'ye hâkim ol-
muş ve yine büyük bir ordu ile
Kûfe'ye gelmekte olan Hüseyin'-
in yolunu Kerbela'da kesmiştir.
Bu sırada Hüseyin'in yanında sa-
dece ailesi ve yakınlan bulunmak-
tadır.
Yezid güçlerinin teslim ol çağ-
rısına uymayan Hüseyin savaşa-
rak ölmeyi seçmiş ve 10 Muhar-
rem 680 günü vahşice öldurul-
müştür. Ayrıca butün ailesi de
katliamdan kurtulamamış, sade-
ce küçuk oğlu Zcynel Abidin has-
ta yattığı için sağ kalabilmiştir.
Bu çatışma ve Peygamberin
torunlannın vahşice öldürüimele-
ri, tslam dünyasındaki büyük ay-
rışmaya kaynakhk etmiş? bir baş-
ka deyişle Kerbela olayı îslamiyeti
farklı yorumlamalarda temel ha-
reket noktası haline gelmiştir. Ta-
rihçiler, Kerbela olayından kısa
bir süre sonra Yezid'in de öldü-
ğünü, onun yerine geçen oğlu II.
Muaviye'nin 'hak, Ali'nin
soyunundur' gerekçesi ile hilafet-
ten vazgectıgıni ilan etmeye hazır-
lanırken pldurüldüğünu ve Ye-
zid'in kansı ile evlenen Mervan'-
ın haJife olarak Emevi saitanatı-
nı sürdürdüğünü kaydetmektedir.
Şiiliğin bir mezhep olarak or-
taya çıkışı zaman almış ve ancak
10. yüzyılın ortalannda kendini
gösterebilmiştir. Aslında Şii öğre-
tisi ya da bir başka deyişle fıkıhı,
daha önce, 8. yüzyılın başlannda
belirlenmiştir. Altıncı imam Ca-
fer es-Sadık, Şiilerin en yaygırı ko-
lu sayılan Caferiye fıluhının ku-
rucusu sayılabilmektedir. Şii öğ-
retisinin temelinde hilafetin Ali'-
nin soyuna ait olması gereği yat-
maktadır. Ali'nin soyundan gelen
ve imam olarak tanımlanan yöne-
ticiler, her türlü gunah ve yardış-
tan ari sayılmaktadır.
Şii duşüncesi, Arapiardan çok
tranlılar arasında yayılmış bulun-
maktadır. Yani Şii-Sünni ayrımı
bir bakıma Iran toplumunun ve
uygarlığının, Araplaşmaya ve
Arap yönetimine tepkisi olarak da
yorumlanabilmektedir. tslamiyet
Iran'a geldifi sırada buradaki uy-
garlığın, Araplara gore çok daha
yüksek düzeye ulaştığı göz önüne
alınınca, Şiiliğin bir tür toplum-
sal kimliği koruma aracı işlevi
gördüğü söylenebilir. Nitekim
Alevilik için de aynı olgunun ge-
çerli olduğu, Önasya'ya gelen
Turkmen-Oğuz boylanmn top-
lumsal kimlik ve muhalefeii sağ-
layıcı bir mekanizma olarak res-
mi Islam'dan farklı yorumlara
yöneldikleri duşunulebilmektedir.
Uzun sure farklı etnik kımlik-
leri ve kültürleri koruma aracı iş-
levi gören ve Arap imparatorlu-
ğunun resmi tslam anlayışına mu-
halefeti temsil eden Şüük, 10. yüz-
yılın ortalarından itibaren siyasal
kimlik de kazanmaya başlamıştır.
Örneğin 945-1055 yılları arasında
tran'da hüküm süren Büveyho-
ğullan ilk Şii devleti olarak tanım-
lanabilmektedir. 12. yüzyılda Mı-
sır'da iktidar olan ve uzun süre
vaıiığuu sürdüren Fatımiler de bir
Şii devletidir ve Fatuni hükümdan
II. Hasan 1164 tarihinde Mısır'-
da şeriatı kaldırdığım ilan etmiş-
tir. Böylece onuncu yüzyıfdan iti-
baren Şii inancı daha rahat yayıl-
ma olanakları bulabilmiştir. Bu
durumun aynı dönemde Batı'ya
doğru ilerleyen Turkmen ve Oğuz
boylarını etkilediği, tslamiyet ile
karşılaşan bu grupların bazıları-
nın Şii görüşunü benimsedikleri
söylenebilmektedir. Arap impara-
torluklarının resmi tslam anlayı-
şına muhalefeti temsil eden Şiilik,
kaçınılmaz olarak baskı gormuş
ve Arap yöneticileri Şiiliği düş-
man olarak tanımlamışlardjr. Bu-
nun sonucu olarak Şiilik öğretisi
içinde, kendini koruma için oldu-
ğundan farklı görunme anlayışı
gelişip, kurumlaşmıştır. Bu kuru-
ma "takiyye" adı verilmekte ve
Şii inancına göre temel ibadetler-
den bıri olarak kabul edilmekte-
dir. Sünni baskısına karşı Şiilerin,
Abbasi devletine son veren 13.
yüzyıldaki Moğol istilasını bir
kurtancı gibi gördukleri bilinmek-
tedir.
Anadolu'ya özgu bir mezhep
sayılabilen Alevihk, köken olarak
Şiilikten kaynaklanmış olmakla
beraber giderek farklılaşma gös-
termiş ve ozgün bir öğreti haline
gelmiştir. Aleviliğin 13. yüzyıldan
sonra Anodulu'da etkinlik kazan-
maya başladığı, Asya'dan gelen
goçebe Turk toplulukları arasın-
da kabul görmeye başladığı söy-
lenebilmektedir. Yerleşik grupla-
rın ve devletin savunduğu din,
Sünni İslam anlayışıdır.
Yarın: Aleviler
Anadolu'da
Doç. izzettinDoğan, Aleviliğin birmezhep olduğukadar,felsefı bir hareket de olduğunu söylüyor:
Her insan Tanrı'dan bir parçadır
ŞENAY KALKAN
Doç. İzzettin Dogan, Hz. Ali
iie Fatma'nın küçuk oğlu Hüse-
yin'in çocuklarından biri olan
Zeynel Abidin soyundan geliyor.
Cumhuriyet Halk Partisi, De-
mokrat Parti ve Adalet
Partisi'nden bir iki dönem mil-
letvekili olan Hüseyin Dogan ya
da tanındığı adıyla Oogan De-
dVnin 14 çocuğundan biri ola-
rak 1940 yılında Malatya'nın
Kırlangıç köyünde dünyaya gel-
miş.
Doğan Dede, Kırlangıç
köyunde çiftçilik yapan ve sa-
de yaşayan biri. İzzettin Doğan
çocukluğunun mütavazı bir ai-
le ortamında geçtiğini aıüatıyor:
"Evde soyumuz, sopumuz hiç
gündeme gdmedi. Babam, 'me-
zar taşlanmızla degil, topluma,
millele yaptıgımız işlerle
övünmeliyiz' derdi."
tzzettin Doğan, Alevi kültü-
rünu bu evde soluyor. İnsanla-
nn sık sık ziyaret ettiği, yıllık
kurbanlann kesildiği ve cem tö-
renlerinin yapıldığı evdeki yaşa-
mı kısa sürüyor. Annesinin ölü-
münden sonra anneannesinin is-
teğiyle Tunceli'ye onun yanına
gönderiliyor ve ilkokula orada
başlıyor. tkinci ve üçüncü sınıf-
ta yeniden evine dönüyor ve Kır-
langıç köyune yanrn saat uzak-
lıktaki bir köydeki ilkokula gi-
diyor. tlkokul dört ve beşi ise
Malatya'da okuyor. Hocaların-
dan biri de Hafize Özal. Sonra
Galatasaray Lisesi'rû kazanıp ts-
tanbul'a geliyor yatüı olarak. Ta-
tiller köyde Doğan Dede'yle bir-
likte geçiyor. O ytllarda Fransız
düşünürleri öğrendikçe, tanıdık-
ça Aleviliğe olan i%isi de yoğun-
laşıyor. Bugun "Batı'daki hiima-
nizmin, hümanist diişiincenin
iik tohumları Anadolu'da,
Alevi-Bektaşi düşiincesiyle
ablmıştır" diyor. Doğan Dede
profesörlüğü geliyor, ancak
YÖK düzeninde profesör olma-
yı istemeyen tzzettin Doğan baş-
vuruda bulunmuyor. Daha son-
ra Ümit Doganay, Tank Zafer
Tbnaya, Murat Sanca, Ülkü Ar-
zak ve Ersen tnan'la birlikte ts-
tanbul Üniversitesi Siyasal Bil-
giter Fakültesi'ni kuruyor. Dev-
letler hukuku, uluslararası poli-
tika ve insan haklarının ulusla-
sans ve doktora bölüralerinde
AT hukuku ve devletler hukuku
derslerini veriyor. Bir yandan da
bütün universitelerde okutulan
"AT Hnkaku" adlı kitabını gü-
nümüz bilgilerini de icerecek şekil-
de genişletmekle uğraşıyor.
Alevilikte, dede olmak için
Ehli Beyt soyundan yani Hazreti
Ali soyundan gelmek gerek. De-
de'lik babadan oğula geçiyor.
ligi o üstlenmişti. Ama bir tra-
fik kazasında kaybettik. Şu an-
da 12 kardeşiz. Babamızın dedi-
gi gibi seceremizle, mezar taşla-
nmızJa degil. üJkeye, miliete yap-
tığınuz, yapacagımız hizmetler-
le övünmeyi yeğliyoruz."
İzzettin Doğan konuşmamız-
da "ülkenin birük ve butünİDgii-
nttn saglanması"nın altını çizi-
yor. tzzettin Doğan konuşma-
Türkiye'de, hatU dünyada yete-
rince tanınsa bilinse Türkiye'nin
yuzde 90'ı, dünyada milyonlar-
ca insan Alevi meşrep olur" di-
yor.
Aleviliğin, Türklerin islamı
algılama biçimi olduğunu savu-
nan Doğan bu savuı şöyle an-
latıyor:
"Tnrkler dyle anladldıgı gibi
Ortaasya'dan atlanna atla>ıp
İzzettin Doğan Yeniçeriler, Hacı Bektaş'tan destur almadan sefere
çıkmazdı. Bugün Mehter Marşı hâlâ 'Pirimiz Hacı Bektaş-ı Veli' diye başlar.
Neden? Çünkü Hacı Bektaş, 'Hararet sacda değil, nardadır; keramet tacda
değil, baştadır; ne ararsan kendinde ara, Kudüs'te, Mekke'de, Hacda değil'
der. Bununla demek istediği Kâbe'nin de haccın da insanın içinde olduğudur.
Yani Tanrı'yla nerede hemhâl oluyorsanız orada ibadet halindesiniz demektir.
Eğer atıyla sefere çıkan biri, atının üstünde Tanrı'yı anıyorsa o ibadetini
yapıyor demektir. Alevilik de İslamın şekilden anndırılmış halidir.
çok güzel saz çalıyor. îzzettin
Doğan, "Saz" diyor: "tslamda
reform yapan unsurlardan biri-
dir. Sada insanlara bir şeyier an-
latmak çok daha kolay, sazlı an-
latım çok daha etkfleyki."
Galatasaray'dan sonra tstan-
bul Üniversitesi Hukuk Fakül-
tesi'ne gıriyor. Mezun olunca da
okulda asistan oluyor. Ancak
devletler hukuku daha çok ilgi-
sini çekiyor ve doktorasını dev-
letler hukukunda, kısmen Türki-
ye'de, kısmen Fransa'da yapj-
yor. Doçentlik tezinden sonra
rarası himayesi derslerini veri-
yor.
1983'te "Çankaya'dan gelen
istek iizerine" hep uzaktan takip
ettiği politikanın içine giriyor.
Üniversiteden ayrıhyor ve
MDP'nin kurucuları arasında
yer aiıyor. lurgut Sunalp'in parti
kurulmazdan önceki görüşmele-
rinde vardıkları mutabakattan
uzaklaşması Uzerine de birkaç
ay sonra MDP'den aynlıyor
ama üniversiteye dönmüyor.
İzzettin Doğan, şımdi İstan-
bul Üniversitesi'nde yüksek li-
Eğer dedenin birden fazla oğlu
varsa, aralannda Aleviliği en iyi
benimsemiş, kendini geliştirmiş
olana geçiyor. Doğan Dede'nin
(Hüseyin Doğan) 1983'te ölü-
münden sonra dedelik kime geç-
ti diye soruyoruz İzzettin Do-
ğan'a, "Böyle bir tayin olmadı"
diyor:
"Babamia bu konuyn çok kez
tartıstık. Dedeyi, dedeUgi.. Ba-
bam 'millet kimin elini öpeceği-
ni bilir' derdL Agabeyim Hayri
Dogan halk Urafından çok se-
vflir ve sayüırdı. Belki de dede-
mızın sonunda "Ama şu anda
Alevilerin savuoulmay-a ihtiyaç-
lan var. Bu aynlıgın kökleşme-
mesi için Alevi düşüncesinin sn
yüzüne çıkması lazım. Yoksa
horianma, küçümseme, kara
çaJma, yoksayma nedeniyle olu-
şacak reaksiyonlar ya da bunla-
nn bu-akacagı izler, Uerde birleş-
me, bütüDİeştirme cabalanmuı
daha da zora sokar" diyor.
tzzettin Dogan, Aleviliği "tn-
sanlıgın varmak istediği, varabi-
lecegi son merbale" olarak de-
ğerlendiriyor ve "Eger Alevilik
dörtaala Anadolu'ya gelmemiş-
lerdir. Goçebe bir toplumdurlar
ve ber gectikleri, konakladıkla-
n yerierin kültürlerinden etki-
lenmiş, kendi kültürlerinden iz-
ler bırakmışlardır. Bana göre gö-
çeriik hâlâ da birmemiştir. Al-
manya'da bugün 2.5 milyon
Türk var. Köyden kente göç sü-
riiyor. O zaman Türklerin Ale-
viliği neden benimsedikleri de
ortaya çıkıyor Sürekli savaşa ve
akınlara. göçlere dayalı bir dev-
let modelinde insanların öyle
beş vakit namaz kılmaya filan
zamanlan yok."
İzzettin Doğan, Osmanlı or-
dusunun çekirdeği olan Yeniçe-
ri Ocağı'nın Hacı Bektaş-ı Veli-
yi pir seçmesini örnekliyor:
"Yeniçeriler Hacı Bektaş'tan
destur almadan sefere çıkmaz-
dı. Bugün mehter marşı hâlâ
'Pirimiz Hacı Bektaş-ı Veli' di-
ye başlar. Neden? Çünkü, Hacı
Bektaş 'Hararet sacda değil,
nardadır, keramet tacda değil
baştadır, ne ararsan kendinde
ara, Kudüs'te, Mekke'de, Hac*-
da değil' der. Bununla demek is-
tediği Kâbe'nin de haccın da in-
sanın içinde oldugudur. Yani
Tann'yla nerede hemhat oluyor-
sanız orada ibadet halindesiniz
demektir. Eğer atıyla sefere çı-
kan biri, atının üstünde Tanrı-
yı anıyorsa o ibadetini yapıyor-
dur. Yani Hacı Bektaş, ibadetin
şekli olmaz der. Alevilik de İs-
lamın şekilden anndırılmış ha-
lidir."
tzzettin Doğan, Aleviliğin bir
mezhep olduğunu söylüyor ama
hemen "aslında bir felsefi hare-
ket oldugunun" altını çiziyor.
Bu felsefi hareketin de Erdebil
Tekkesi'nden kaynaklandığını
anlatıyor:
"Alevilik İslamın yeniden yo-
ramlanışı. Bu da Erdebil Tekke-
si'nde başlar ve Anadolu'ya ora-
dan yayılır. Bu yeniden yorum-
ianışta din şekilden anndınlmıs-
tır. Din, inananla Tanrı arasın-
da bir meseledir."
Yarın: Aleviler
ve kültür
'Mehdi,
birgün
geri
dönecek'
GENCAY ŞAYLAN
Aleviliğin köken olarak Şi-
ilikten kaynakiandığı, ancak
daha sonra önemli ölçüde
farklılaşarak özgün bir mez-
hep haline geldiği söylenebil-
mektedir. Alevilerin ve Şi-
ilerin ortak inancına göre is-
lam dünyasına yön vermek ve
yönetmek, Ali'nin soyuna ta-
nınmış "ilahi" bir haktu-.
tnanca göre Ali'nin soyu
kendisi iie birlikte 12 kuşak
devam etmiş ve ardı ardına 12
imam gelmiştir. Ancak 12.
imam ölmemiş, ortadan kay-
bolmuştur. Adı Mehdi olan
bu 12. imam, bir gün saklan-
dığı yerden çıkacak ve yeryü-
zunde adaleti, insanların
esenliğini sağlayacaktır. Ale-
vi ve Şii inancında kendileri-
ne mukaddes niteü'kier atfedi-
len 12 imam şunlardır:
1. Ali: Peygamberin amca-
sının oğludur ve peygamberin
sevgili kızı Fatma ile evlenmiş-
tir. 599 yılında Mekke'de doğ-
muş, 661 yılında Kûfe'de bir
suikast sonucu ölmüştflr.
2. Hasan: Ali ile Fatma'nın
büyük oğullandır, peygambe-
rin en sevdiği torunu olarak
tanınmaktadır. 625 tarihinde
doğmuş, 669 yılında zehirle-
nerek öldurülmüştür.
3. Hüseyin: Ali ile Fatma
1
nın küçük oğullandır. O da
ağabeyi Hasan gibi tüm Müs-
lümanlardan derin bir sevgi ve
saygı görmüştür. 626 yılında
Medine'de doğmuş, 680 yılı-
nın 10 Muharreminde Kerbe-
la'da öldurülmüştür.
4. Zeynel Abidin: Hüseyirf-
in oğludur, annesi tran Pren-
sesi Şehribanu'dur. 659 yılın-
da Medine'de doğmuş. Kerbe-
la katliamından kurtulmuş ve
773 yJında Medine*cîe ölmüş-
tür.
5. Muhammed el-Bakr:
Zeynel Abidin'in oğludur. 676
yılında Medine'de doğmuş
773 yılında aynı yerde ölmüş-
tür. ' • - ?
Alevilere göre
Ali'nin soyu kendisi
ile birlikte 12 kuşak
devam etmiş ve ardı
ardına 12 imam
gelmiştir. Adı Mehdi
olan 12. imam
sağdır, bir gün
saklandığı yerden
ortaya çıkacak ve
adaleti sağlayacaktır.
6. Cafer es-Sadık: Muham-
med el-Bakr'ın oğludur, 699
yılında Medine'de doğmuştur.
Şii mezhebinin en yaygın ko-
lu olan Caferiye öğretisinin
kurucusu sayılır. Siyaset dışı
kalmış, tslam bilimleri ile uğ-
raşmıştır. Öğrencileri arasın-
da Imam-ı Azam Ebu Hani-
fe de bulunmaktadır. Bazı Şii
yazarlara göre 765 yıünda Ha-
life el-Mansur tarafından ze-
hirlenerek öldurülmüştür.
7. Mnsa d-Kfizun: Cafer
es-Sadık'ın oğludur, 745 yılın-
da doğmuştur.
Ünlü Harun er-Raşid tarafın-
dan tutuklanıp Bağdat'ta
hapsedilmiş, 799 yılında ha-
pishanede Ölmüştür.
8. Ali er-Rıza: Musa el-
Kazım'ın oğludur, 765 yılında
doğmuştur. Abbasi halifele-
rinden el-Me'mun, 816 yılm-
da Merv'de, hilafetin Ali'nin
soyuna ait olduğunu ilan et-
miş ve Ali er-Rıza'yı varisi
olarak tanımlamıştır. Halife^
nin kızı ile evlendikten sonra
817 yıünda ölmüştür.
9. Muhammed et-Taki: 811
yılında Medine'de doğmuş ve
sakin bir hayat yaşamış, 835
yılında Bağdat'ta ölmüştür.
10. Ali en-Naki; 828 yılın-
da Medine civannda bir köy-
de doğmuştur. O da atalan gi-
bi Isiam felsefesi ve bilimleri
ile uğraşmış, bu alanda isim
yapmıştır. Abbasi halifesi el-
Mütevekkil, ününden ürküp
onu Samara'ya sürgün etmiş,
20 yıl sürgünde yaşadıktan
sonra 868 yılında Samara'da
ölmüştür.
11. Hasan d-Askeri: 846 yı-
lında Medine'de doğmuş, an-
cak yaşamını Samara'da ge-
çirmiş, 873 yıünda burada öl-
müştür.
12. Muhammed el-Mehdi:
869 yıünda Samara'da doğ-
muştur. Yaşamı hakkmda biç-
bir bilgi yoktur. Çünkü inan-
ca göre babasının ölümü sıra-
sında, yani 4 yaşındayken or-
tadan kaybolmuştur. tnanca
göre Mehdi halen sağdır ve kı-
yametten önce ortaya çıkacak,
dünyayı adalet ve esenlikle
dolduracaktır.
l'arın: Bektaşilik