06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 MAYIS 1990 CUMHURİYET/15 HAVA DURUMU TÜRKİYE'DE BUGÜN Meteorcloji Genel Müdûrlüğü'n- den alınan brtgrye göre yurdun ku- zeytatı kesimleri parçalı buluüu, öteki yerter az bulutlu ve açık ge- çecek. WW\ SICAKLIĞİ: Siraz da- ha artacak. RÛZGÂR: Kuzey ve batı yönlerden hafrf. ara sıra orta kuvvette esecek. Denizterimizde, Karadeniz ve Marmara'da yıldız ve karayel, öteki denizlerimizde gûn- batısı ve lodostan 3-5 kuvvetinde saatte 10-21 deniz mili hızla ese- cek. DENİZ: Mûtedil dalgalı oia- cak; dalga yûksekliği 0.5-1.5 met- re, görûş uzaklığı 10 km. dolayın- Adana Adapazan Adıyaman Afyon Aflr. Ankara Anakya Antalya Artvin Ay*n da bulunacak. van Gölü'nde Hava: Parçalı bulutlu geçe- cek, rûzgâr güney va batı yönlerden hafif, ara sıra orta kuvvette esecek. Göl hafif çalkantılı oiacak. görüş uzak- lığı 10 km. doiayında bulunacak. Btee* Bingöl Bıöis Boiu Bursa Canaklale Conım Denizt A 26° 10° Dryaröakır A 23° 7°Edin)e A 25° 9°Erzmcan A 21° 4° Erzunım B 13° -3° Eskişetvr A 23° 7° Gazianttp k 23° 11° Giresun A 25° 10° GümûşJıane B B 17° 6°Hakkân A A 27° 11° isparta A A 26° 6°'Stanbu A A 23° 7°lzmir A A 17° 4° Kars A 16° 3°Kas»amonu A A 23° FKayseri A 25° 7°KllMani A 22° 11° Kony» A 19° 3°KüWıya A 25° 9° Malatya 22° 5 Manisa 25° 10° K.Maraş 16° 3°Mersin 14° -4° Muğla 23° 6°Muş 24° 7°lijde « ° W 0 n l u 15° 2°Kze 15° 4°Samsun 21° 4°Siirt 19° 12° Sinop 26°12°S(vas 13° -2° Tekinia5 21° 6°TratB0n 20° 4°Tunceli 24° 10° Uşak 20° 4° Van 21° 4°Yb2oat 19° 6°Zongutd* A 26° 10° A 25° 9° A 24° 12° A 25° 8° A 16° 4° A 21° 3° B 16° 10° B 16° 10° B 16° 10° A 22° 7° B 17° 11° A 17° 3° A 19° 12° B 16° 10° A 18° 4° A 23° 7° A 14° 3° A 18° 3° A 18° 12° tHılılkj •^yajmuriu g ^ sslı /?kart A-aç* 8-buKjllu G-güne$k K-örtı S-sısk Y-yajmurlu DÜNYA'DA BUGÜN Kahıre ı Amsterdam Amman Aüna Bagöat Barcelona Basel Betgrad Btftin Bonn Brûteel Budapeşte Cenevre Cezayn CSdde Duba Frankfufl Gme Helsinkj Katwe Kopenhag KUn Leflusa A 24° A 26° A 24° A 29° A 22° A 24° A 26° A 25° A 26° A 24° A 25° A 24° A 23° A 37° A 36° A 27° A 25° B 19° A 28° A. 23° A 26° A 26° Lsmngrad Londra Madrid «pıo Montreai Moskova Munft New Ybrk Oslo Paris Prag Rıyad Roma Solya Sant felAm Tum» Varşora Vened* Viyana VVash.ng» Zûriti A 17° A 22° A 27° A 26° B 12° A 22° A 24° B 20° B 20° A 27° A 25° A 41° A 23° A 24° A 26° A 22° A 26° A 24° A 24° A 23° l A 22° A 24° BULMACA SOLDAN SAĞA: 1/ Koyun, keçi gibi hayvanların kuyruk- ları altındaki kıllara takılıp kuruyan pislik. 2/ Kürkü değerli bir yaban kedisi... Özgür. 3/ Yeniçeri salma er- lerinin giydikleri kır- mıa çuhadan yapıl- mış cüppe. 4/ Hubu- bat tozu... Tanrı. 5/ Bir şeyin ormasına az kaldığını belirten de- yim sözü... Yunanis- tan'm plaka işareti. 6/ Cerahat... Bir nota. 7/ Tenis ve voleybolda servis atışı sı- rasında topun fileye değmesi... Ame- rika zencilerine özgü, gitara benzer bir milzik aracı. 8/ Yeraltı suyunu taşıyan geçirimli katman... Çit, perde. 9/ Dağ- keçjsi... Sıkıntı verme, üzme. YUKARIDAN AŞAGlYA 1/ lzmarite benzer bir bahk. 2/ lskam- bilde bir kâğıt... Karagöz oyununda kullanılan kamış düdük. 3/ Sipersiz şapka... lki yüzü beyaz, kapsız yorgan. 4/ Sıcaklığı çok yüksek ya da çok düşük olmayan yer... Eski ve bi- linmeyen bir tarihi anlatmakta kullanılan deyim sözü. 5/ Bir tür taze ve yumuşak beyaz peynir... Havagazı lambasının ucu. 6/ Ma- tematikte kullanılan sabit bir sayı...Kadınlann gözkapağuıa sürdük- leri boya. 7/ Petekleri saptamak, kovan içindeki delik ve çatlaklan kapatmak için arıların kullandığı reçineli ve zamklı madde. 8/ Gü- ney Amerika yerlilerinin oklarına sürdükleri çok güçlü bitkisel ze- hir... Bumbarın yağı. 9/ Mürekkebi kurutmakta kullanılan çok in- ce kum... El ele tutularak oynanan bir halk oyunu. 60 YIL ÖNCE Cumhuriyet Son sistemalet 8 MAVIS 1930 Polis müdiriyeti sabıkalılan ve serserileri kolayca yakalamak ve bunların elindeki tabanca ve bıçaklan muattal bırakmak için Arnerika'dan son sistem bir makine getirtmiştir. Pratik ve ucuz bir alet olan bu makine iki kısımdan rnürekkeptir. Bunlardan biri bir diğeri de iki bobini ihtiva eden müstatilüşşekil bir kutudan ibarettir. Bu kutu elektrik tellerile saat şeklinde bir alete raptedilmiştir. Müslatil-şekıldeki kutuyu polis memuru cebine koymakta ve elektrik tellerini kollarından geçirdikten sonra, saat şeklindeki makineyi bir kol saati gibi eline takmaktadır. Polis bu aletle kendini teçhiz ettikten sonra herhangi bir şerirle mücadele ederken, elindeki aleti karşısındaki jeririn bir yerine dokundurduğu zaman o anda elektrik cereyanile sarsılmakta ve baygın bir halde yere yuvarlanmaktadır. Bu suretle şeririn silahı hemen elinden alınmaktadır. Emniyeti umumiye bu aletin satın alınmasını kabul ettiği takdirde, bütün polisler bu aletle teçhiz edilecektir. Şehrirnizdeki mühim dört polis merkezine telsiz telefon vazedilmesi için Emniyeti umumiyeye müracaat edilmiştir. Karşılıklı bulunduğu takdirde telsiz makinelerı hemen sipariş edilecektir. Polis müdiriyeti Avrupa'dan polis köpekleri celbedilmesi de takarrür etmiştir. Poliste büyük hizmetler gören bu köpeklerin talim ve terbiyesi polislere öğretilecektir. Verem hastanesi Cerrahpaşa'.da yapılacak verem hastanesi arsası hakkında, sahibi belediye azasını tekziben, mahkemece takdir edilmiş kıymetten yüzde 25 tenzilata hazır olduğunu söylemişti. Cemiyeti umumiyei Belediye azasından Sıtkı Bey bir refikimize arsa sahibinin 3000 liraya aldığı arsaya, onun istediği fîat üzerinden 20 küsur bin lira vermek lâzım olduğu için bu işten vaz geçildiği beyanatında bulundu. Arsa sahibi Doktor Enver Bey, dün gönderdiği cevabında hulâseten ediyor ki: "Bostanımın metresine 190 kuruş kıymeti takdir eden mahkemedir. Ben tek verem hastanesi yapılsın diye bundan yüzde 25 tenzilat fedakârlığında bulundum ve buna daima hazınm. Bundan ötesi boş laftır. Emanet hastaneyi yapmak niyetinde değilse o başka..." Bir tarafta hayır için dörtte bir menfaatini terkeden bir vatandaş, bir tarafta iki senedir koca Istanbul'da bir arsa bulup hastaneyi yapamayan Emanet... Aıtık ne diyelim?.. Esnafın muayenesi Muayenei sıhhiyeye tabi olan bakkal, kahveci, kasap, fırıncı, şekerci, pastacı gibi esnafın önümüzdeki haziranın birinci gününden itibaren belediyelerce muayenelerine başlanacağındafı, bunların mayıs nihayetine kadar mensup oldukları cemiyetlere müracaatla yeni sene cüzdanını almalan takarrür etmiştir. O tarihten itibaren başlayacak muayenede cüzdansız görülenler tecziye edileceklerdir. Oruç Arif Bey Yarm gazetesinin sahibi Arif Oruç B. ve muharrirlerinden Şemsettin B. dün Ağırceza mahkemesi kaleminde isticvap olunmuşlardır. Arif Oruç Beyin Ağırcezaya verilen davasına 14 mayıs çarşamba günü başlanacaktır. Yarın gazetesinin ikinci ceza mahkemesinde rüyet edilmekte olan davalarma dün devam edilmiştir. Bu davalardan, avukat Sadi Rıza Beyin davası ile Herman Spirer davası müstesna olmak üzere diğer davalar Ağırceza mahkemesindeki davalar ile tevhit edilmek üzere evrak müddeiummumiliğe verümiştir. 30 YIL ÖNCE Cumhuriyet 8 MAYIS 1960 Gazetemiz 30 Nisan - 9 Mayıs 1960 tarihleri arasında tstanbui Sıkıyöneüm Komutanlığı tarafından kapatıldığından yayımlanamamıştır. GEÇEN YIL BUGÜN CumhurİYet 8 MAYIS 1989 Şeker Bayramı nedeniyle gazetemiz bugün yayımlanmamıştır. T4RITSMA Cunıhuriyot^in Delikanlı^ı Gerçekte, sanatsal değeri yönündep, Cumhuriyet Kızı, sıradanın altında bir oyundur. Tiyatro anlatımı bağlamında, özellikle ikinci bölümünde, Darülbedayi günlerinin de gerisinde kalır. Cumhuriyet Kızı'nın son temsiline yetişebil- dim; yetişmez olaydım. Ardı arası gelmeyen sövgü sağanağından boğulacaktım. Cumhuriyet Kızı eleştirilemez. Kötü bir oyun olduğu için degil, başka nedenlerle eleş- tirilemez. Gerçekte, sanatsal değeri yönünden, Cumhuriyet Kızı, sıradanın altında bir oyun- dur. Tiyatro anlatımı bağlamında, özellikle ikinci bölümünde, Darülbedayi günlerinin de gerisinde kaiır. Sırası gelen, sağdan ya da sol- dan sahneye girer, marifetinı gösterir, çıkar. Söylenenlerin üst çızgisi, "düşiinör" VVoody Alien'ı geçmez, ardı ardına ucuz, beylik hoş- luklar döktürülür. Ne var ki bütün bunlar ve oyunun düzeyini iyice düşüren başka şeyler Cumhuriyet Kızı'na eleştiri bağışıklığı sağla- yamaz. Kötü oyunların da eleştirilme hakkı vardır ve eli varan, gönlünce bu oyunu da eleş- tirebilir. Oyun neden eleştirilemez? Cumhuriyet Kızı, sözüm ona bir demeç içe- rir. Bu demeç ise en iyi niyetle bile, bir "duşünce" sayılamaz, aşağılamadft-, küçük görmedir, sövgüdür. Sövgünün, düsünce içe- ren yanıtı olmaz. Ona olsa olsa karşılık veri- lir, eski deyimle "mukabele edilir". Oyunda kimlere sövülür? llk yanıtı belli: Cumhuriyet Kızı, bir bilin- meyen çağda, bir bilinmeyen Ulkede geçmez. Ne zaman, nerede geçtiği, nerede yazıldığı, ne- rede sahneye konulduğu ortadadır. Çağnşım kestirmeden gider, akla hemen 1402'ler gelir. Buna ses çıkaran olmazsa, oyun yerine "otur- muştur". ttiraz eden çıkarsa "ne ilgisi var?" denir. Yaman cinlik! Oyundaki yedi adam yedi güçlü "erkek" ye- di "maço" imiş.. Yönetmen Türel'in bu aşın iyi niyetli yorumu oyunla hiç mi hiç uyuşmaz. Neden kahramanın yedisi de profesördür? tşçi, esnaf, memur, yuppie (o pek olmaz ya), bun- lann kanşımı olamaz mı? Bunlara, yerden yere çalınan Türk aydını da denemez. Çünkü bu amaçla seçilen bir topluluk içinde, söz gelimi hekimin, sanatçınm, hukukçunun, yazann, politikacuun bulunması gerekir. Bunlara "bilim" adamı demek de eksik kalır. Çünkü öncel işleri bilimle düşüp kalkmak değildir. Peki, kimdir bunlar? Oyunun Perisi, bar kızı Pakize, bılmem kaç yıl önceki Cumhuriyet bayramlarında, süsle- nip bezenerek arabalara, kamyonlara bindi- rilip dolaştınlan kız öğrencileri tiye almak için üretilmiş. tyidir, yazann bileceği şey, ne de- nir? Oyundaki yedi kişi ise işte o kamyonla- nn yanında, kan ter içinde yüriiyen öğretmen- lerdir. Öztürk, Bünyarnin, Abbas ya' da Ca- fer, maskaraya çevrilen yedi kişinin Yüksek Okulda ya da Sanat Enstitüsü'nde ders ver- mesi neyi değiştirecektir? Bunlar, öncelikle öğ- retmen, sonra bilimadamıdırlar. tşte bunlar, bir tek eksik yer bırakılmadan, tümü ile esir kamplannda abaza kesilmiş susamışlar gibi kan görür gönnez, yılışır, cıvır, dökülürler. Bilgisiz, budala, iki yüzludürler. 12 Eylül'ü 1402'yi filan bir yana koyalım, bunlar olma- sa bile, çileli ilkokul öğretmeninden görmüş geçirmiş üniversite profesörüne, yüz binlerce Türk öğretmenini böylesine çirkef bir torba- ya doldurmak akıl almaz bir sanat becerisi- dir. Üstüne üstlük 12 Eylül vardır. 1402 bir gerçektir ve bunlar o başannın üzerine tüy di- ker. Yazar Baydur'un aşağıladığı ikinci kesim bar kızlan... Onun bildıği böyle eli-maşah, çok bilmiş kanşımı, saldırgan, tatsız kızlar mı bar- da çalışanlar? Biz öylelerini tanımadık. Hem yazar, öğretmenlere sövmek için, neden bar kı- zı Pakize'yi araya koymak gereğini duymuş? Cini-periyi kullanacak yerde, içinden geçen- leri dosdoğru döküp boşaltsa daha dürüst ol- maz mı? Mehmel Baydur, bir film kataloğun- dan esinlenmiş. Bizim bildiğimiz, ne H«wks- un yapıtının, ne de sonradan çekilen Danny Kaye'li "yinelenmenin" bu oyunla uzak yakın hiçbir ilgisi yoktur. Katalogtan gelen esin, ana- nın anlattıkları, bunlara eklenen Bettelheim- Scxton düşünceleri herhalde Türk öğretmenini "cüce" gösteriyor. Bu oyun bir daha, bir da- ha, yüz kez, bin kez oynanmalı! Herhalde bol bol seyircisini de bulacaktır. Katıngısız ANAFlılar, 12 Eylül'de gönlü kalanlar, iki şey öğrenmek, başkalannı bir şey öğretmek için çırpınanlara diş bileyenler, onların can düş- manları herhalde bu oyuna bayılacaklardır. Gene de bana iki şey ağır geliyor... Biri oyunun gördüğü tepkinin cılızhğı. Ha- vel'in Buruk Ezgisi'ne benzer diyenler bile çık- tı. tkisi de bir süredir çok genel gecer olan "ay- dın yergisi" imiş... Bu benzetmenin iler tutar yeri var mı? Havel'in düşünürü nerede, Bay- dur'un öğretmenleri nerede? İkinci de şu: Baydur, yıllardır dışanda ya- şarmış. Bugün yabancı ülkelerde yaşayan, ya- şamak zorunda tutulan, binlerce seçkin, yurt- sever kimse var. Baydur'un yer alışının, hiç yoktan onlara bulaşraasından kaygı duyarım. Yazar Baydur'un, Cumhuriyet Kızı dışında, bir oyununu gördüm, iki oyununu da okuya- bildim. Yazar, en azından bir süre için Türki- ye"nin gerçeklerini bir yana koymalı, onları unutmaya çalışmalıdır. "Uyumsuı" oyunlan- na dönmek ona çok şeyler kazandıracaktır. Nairobi'de, Kuala Lumpur'da, Paris'te, Mad- rid'de iyi bir soluk alır, rahat eder; bizler de çekişe boğuşa kendi işlerimize bakarız. ORHAN BARLAS Eleştinnen Doğramacı'ya Açık Mektup Ben YÖK sistemine ve size karşı olduğumu açıkça konuşup yazdığım için üniyersiteden atıldım. Önümüzdeki günlerde niahkeme karan ile fakülteme dönmek üzereyim. YÖK ile ve sizinle olan mücadelemi sürdüreceğim. Gazetelerden öğrendiğime göre bazı ANAP milletvekillerini Bilkent'te ağırlamışsımz. On- lar sizden YÖK Başkanı olarak üniversiteler- de başörtüsünü serbest bırakmanızı istemiş- ler, siz de onlardan Bilkent kurucusu olarak "Üniversite" adının Bilkent'çe kullanılmasını mümkün kılacak bir yasa çıkanlmasıru talep etmişsiniz. Şimdi size tamamen hayali iki senaryo an- latmak istiyorum: 1. Bir ülkenin genelkurmay başkanı, genel- kurmay başkanbğını Ustlendikten sonra açıkça ve reklamını da yaparak silah ticareti yapan bir şirket kursa ve bu ulkeye silah satmaya baş- lasa; aradan bir süre geçtikten sonra millet- vekilleri kendisinden ordu ile ilgilı bir düzen- lerne yapmasını isteseler; diyelim ki ordunun her taburunda bir mescit yapılmasını talep et- seler; bu genelkurmay başkanı da "Dedigini- zi yapanm ama siz de benim silah şirketime imtiyaz tanıyan bir yasa çıkann" dese ve de bu pazarlık o ülkenin gazetelerinde açıkça ya- yımlansa ne düşünürdünüz? Türkiye'de böyle bir senaryonun gerçekleş- mesi olanak dışı. Bu girişimde bulunan genel- kurmay başkanı 24 saat içinde "divam harbe" verilir. tşin ucu vatana hıyanete kadar gide- bilir. Cumhurbaşkanının, o genelkurmay baş- kanının sahip olduğu silah fabrikasıru ziyarete gelmesi ise düşünülemez dahi. 2. Bir ülkede, genç ve yetenekli tlr ekono- mist Merkez Bankası baskanlığına atandıktan sonra bir özel banka kursa ve başkanlık gö- revini sürdürürken o bankayı da yönetmeye başlasa; bir süre sonra kendisine "Para arzını biraz azaltın Sayın Başkan" diyen milletvekil- lerine, "Benim özel bankama devlet bankası sıfatını taşıma hakkı veren bir yasa çıkanrsa- nız, ben de para arzını azalünm" dese; ne dü- şünürdünüz? Bu senaryo da Türkiye'de gerçekleşemez. Merkez Bankası Başkanı hemen görevden alı- nır ve büyük bir olasılıkla hakkında ceza ko- vuşturması başlatılır. Cumhurbaşkanının da o özel bankayı ziyaret etmesi söz konusu ola- maz. Sayın Doğramacı, Şimdi gelelim Türkiye'ye, 1982'den bu ya- na Türkiye üniversitelerininin mutlak hâkimi- siniz. Yüksek öğretim Kurulu'na ısrarla baş- kan tayin edildiniz. Sekiz yıldan fazla bir za- mandan beri bu görevi sürdürmektesiniz. Bu arada özel bir üniversite kurdunuz ve üniver- siteniz devlet üniversitelerinin gıpta edeceği bir düzeye geldi. Cumhurbaşkanı, özel üniversi- tenizi ziyaret etti. Ve nihayet siz bir grup ANAP milletvekilini özel üniversitenizde ağır- ladınız. Sizden devlet üniversitelerinde türbana izin vermeniz talep edildi. Siz de vakıflarca ku- rulan yükseköğretim kurumlanna "üniversite" adı verilmesini sağlayacak bir yasanın çıkanl- ması halinde bir şeyler yapabileceğinizi söy- lediniz. Bu söylediklerim karşısında bana verebile- ceğiniz cevaplan biliyorum: — Kimseyle türban konusnnda pazarlık yapmadım. — Bilkent Üniversitesi ile hukuki bir iliş- kim yok. — Bilkent zaten "üniversite." Bu sıfaü ka- zanması için yeni bir yasaya gereksinimim yok. — Bilkent'i kurarken ve kurduktan sonra YÖK başkanlığı görevimi ne ihmal ettim, ne de kötüye kullandım. Bana hangi cevabı vereceğinizi düşünürken lütfen 1 ve 2 no'lu senaryolan göz Önünde tu- tun. Bir genelkurmay başkanı ile bir Merkez Bankası Başkanı bu cevaplan verirse neler olur acaba? İçinde bulunduğunuz dunımun yasal olup olmadığmı arastırmadım. Buna niyetim de yok. Sizin yaşınıza gelmiş olan birinin hapse girmesi bana sadece hüzün verir. îstifanızı da talep etmiyorum. Iş ahlakı anlayışınızın bu- na müsait olmadığını biliyorum. Esasen bu- lunduğunuz mevkide olmanızın sonımlusu siz değilsiniz. Erişmiş olduğunuz zenginlik düze- yinin nedeni de siz olmadığınız gibi. Sizin konumunuzu en iyi açıklayan cümle- yi, halen hayatta olmayan bir Yassıada yargı- a söylemiş: "Sizi buraya getiren güç böyle istemiş." Burada sizin Türk üniversitelerine verdiği- niz zararları ve yaptığınız kötülükleri tartış- mak istemiyorura. Onun için bana cevap ve- recek olursanız sakın rakamlarla ytlksekögre- timimizdeki gelişme>'i açıklamaya, yahut tn- giltere'de şöyledir, Fransa'da böyledir diyerek yöneticileri atama yolu ile belirlenen üniver- sitelerin ne kadar özerk olduğunu anlatmaya kalkışmayın. Mutlaka cevap vermek ve mutlaka yabancı ülkelerden örnek vermek istiyorsanız, söyle- yin bana hangi yabancı ülkede devlet üniver- sitelerini yönetip denetleyen kurul başkanı gö- revi esnasında bir özel üniversite kurucusu ol- muştur? Şimdi Marmaris'e kadar uzanıp "sizi baraya getiren güce" seslenmek istiyorum: Muhterem paşam, Başında bulunduğunuz beş kişilik kurulun bir üyesinin özel işleri hakkmdaki dedikodu- lar sizi bu kadar rahatsız etmiş iken kendi ta- yin ettiğiniz YÖK başkanınm kendine bir üni- versite kuruvermesi size doğal mı geldi? Bu durum sizin devlet ahlakı anlayışınıza uygun mudur? Niçin buna göz yumdunuz? Şimdi de sözüm iktidar partisine: Devlet üniversitelerini bir poker fişi gibi ma- saya sürerek kendi üniversitesi için taviz iste- yen bir kişinin görevde kalması sizce mümkün rnüdür? Bir ülkenin yükseköğretimi o ülkenin miUi savunmasından ya da Merkez Bankası'n- dan daha mı az önemlidir? Hükümetinizin ve oylannızla seçilen cumhurbaşkanımn gücü bu sonınu halletmeye yetmiyor mu yoksa? tktidan ile muhalefeti ile basım ve aydın- lan ile Türk toplumu lütfen Ifana cevap veri- niz. YÖK Başkanı ve Bilkent Üniversitesi Ku- rucusu Prof. thsan Doğramacı'nın durumu ve girişimleri kabul edilebilir mi? Hukuka uygun mudur? Ahlaka uygun mudur? Sayın Doğramacı, Ben YÖK sistemine ve size karşı olduğumu açıkça konuşup yazdığım için üniversiteden atıldım. Önümüzdeki günlerde mahkeme ka- ran ile fakülteme dönmek üzereyim. YÖK ile ve sizinle olan mücadelemi sürdüreceğim. Bu- nu böylece bilesiniz. Üniversiteye üzüm yemeye dönmüyorum, Saygılarımla. Doç. Dr. NURKUT İNAN GUZEL GÜNLER GÖRECEĞİZ Bir Ünol Büyükgönenç Kaseti "Unal'un ez0lerinı dinJerken. agabeyimın sürlerinı kendi sesinden ' dmliyormusuni doygusuna kapddnn. Sürierin böylesine fîresiz bestetevmesi ve vKrumdak öz^uniük 6eni cok etkiledi." Samfye Yabnm ESnieyin Ünol'im ezgüerinı! Şîir diiine saygüı. degi^ik bir sanatçı ile karsüasacaksmız." Şüknn Kunlakul "Yaratıcıbgından ödün vermemek icin yaygmlasmaya sai cevlrebilen bir raüzjsy^en. aamasız ve matp bîr özaıle sürdûrüyor çabsmasıru.. Uüzd Güıtier Görecaftz'ı bekljvorum!" Bügesu Erenus "En iyi Nazım bestecisi! Dünyada Phiiipe Gârare neyse Türkiye'de Önol odur. Hem bestecâ. hem yorumcu olarak/ Eaia AIŞMT M E M L EKETİMDEYİM ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ Ali Bozer Neden Karşı?.. 24 Nisan 1990 günlü, "Su ile Sabun" başltkJı "Ankara Notla- rı"nın bir yerinde, bir gözlemimi aktarmıştım. Onu yinelemek is- tiyorum. Şöyleydi o: Dışişleri Bakanı Ali Bozer'in, 141,142,163'ün kaldırılması ko- nusunda 'olumsuz' tutum içinde bulunması nasıl da şaşırtıcıdır. Yıllardır Avrupa Topluluğu ülkelerinin kapısını aşındıran Ali Bo- zer'in, tonunun önemini hiç anlamamış olması, uslara durgun- luk verecek niteliktedir. Adamlar ne diyor, Ali Bozer ne diyor? Bozer 21 nisan cumartesi günkü Millıyet'te Nilüfer Yalçın'a ver- diği demeçte, 141,142,163'e hiç mi hiç değinmiyor da bir yerde şöyle diyor: "... İnsan hakları başkadır, bir ülkenin bütünlüğüne ve bölünmezliğine karşı girişilen terorizm başkadır. Dünyadaki oluşumlar sürerken ve barışın tesisi için insan haklanna saygı gösterilmesi vurgulanırken Avrupa ûlkeleri dahil, bütün ülkele- rin terorizm olayiarına karşı ilgisiz kalmamalan gerekir. İnsan hak- ları başka, ülke bütünlüğüne yönelik terör hareketleri başkadır. Bu itibarla AGİK süreci de dahil, uluslararası plarformlarda in- san haklanna saygı ele alınırken terorizmle mücadeleye ayrı ve önemli bir yer verilmelidir..." Ali Bozer'in suya sabuna dokun- maz gibi görünen konuşmasında dolambaçlı da olsa 141, 142, 163'ün kaldırılmasını dışlar görünmesi, büyük bir şanssızlıktır. Bir dışişleri bakanı açık apaçık olmak zorundadır... Bu gözlemlerime ekleyeceklerım var; Dışişleri Bakanı Ali Bo- zer'in, şimdiye dek sürdürdüğü çizgi de 141,142'nin kaldırılma- sından yana oiacak bir düzeyde degil. Olsa olsa, kurulu düzenin sürdürülmesinden yana bir çizgi olabilir diye düşünüyor insan. Kendisi kolejli, Türk Eğitim Derneği'nde başkanlık yapmış. As- kerlerden de pek uzak durmuyor; Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) Yönetim Kurulu Üyeliği. Bunların karşılıksız yapıldığt bi- le söylenecektir, ne bileyim? Allah için kurban, küp için kavur- ma! Eski Cumhurbaşkanlarından Cevdet Sunay, bir gün Ali Bozer'i karşısında görünce: — Sen ne arıyorsun burada, git, dedi, kovdu. Ali Bey, ellerini ovuşturarak sessizce toz oldu. Geçmiş dönemlerde adı, yansız başbakan adayları arasında geçer miydi, iyice anımsayamıyorum. Doğramacı'nın adı çok ge- çerdi de. Askerlere nasıl yaklaştı, onu da bilmiyorum. OYAK yö- netim kurullarındaki çalışmaların payı olabilir mi? İşin daha ilginç olan bir yanı olmalı. İlhami Soysal'ın "Türki- ye'de ve Dünyada Masonluk ve Masonlar" kitabında, Ali Bozer'in adı geçiyor! İlhami Soysal'a: — Kabinede başka mason var mı? diye sordum. — Olabilir, araştırmak gerekir, yanıtını verdi. Kitapta Ali Bozer, bakan olarak değil de "Ordu Yardımlaşma Kurumu Yönetim Kurulu üyesi" diye geçiyor. İlhami Soysal, iyi bir araştırmacı, dürüst bir gazetecidir. Milliyet'te çalıştığım yılla- nn bir bölümünde, bizim haber şefimizdi. Milliyet'e girişimi onun sağladığını biliyorum. Pek çok başvuran vardı, sonradan öğren- diğime göre Yurdakul Fincancı, Orsan Öyrrten, daha pek çok. Abdi İpekçi de beni pek tanımazdı, gözü de tutmamıştı belki de ne bileyim. İlhami Soysal diretmişti: — Muhabir alınacaksa Mustafa Ekmekçi alınacak! demiş, al- mıştı. Zaten Milliyet'e girmeden önce de yolda belde, "Benim müstakbel muhabırım" derdi. İlhami Soysal'ın güvenini kazan- mak, benim için mutluluk olmuştur. Ortak dostlarımız oldu; mi- mar Necdet Şalvuz bunların başında gelir. Necdet Şalvuz sayn şimdilerde; dilerim iyileşsin! ilhami Soysal, masonlarla ilgili, bu çalışmasında, masonlarm kargaşadan. anarşiden hoşlanmadıklarını da vurguluyor. İlha- mi Soysal, kitabını bitirirken şöyle diyor: "Yani masonluk, parayı verenin düdük çaldığı ve gereğinde korunduğu bir inanış düzenidir... Üst tarafı laftır" İlhami Soysal, bitiş bölümünde, bir şeyi daha vurguluyor; şöyle: "...Biz de bu kitapta masonluğu anlatır, çoğu bu dünyadan göç- müş sayıları 500'ü bılan ünlü masonun adını açıklarken, kim- seyi "teşhir" amacı gütmediğimizi, salt bir olaya ışık tutmak istediğimizi bir kez daha belirtiyor ve masonlar hakkmdaki hük- mü gene bir mason üstadının ağzından sizlere duyurmak isti- yo*uz." Mason üstadı Necdet Egeran, kitabında masonluğun kurulu düzeni koruyan bir inanış sistemi olduğunu şöyle dile getiriyor: "Masonluk üstat Hiram'ın çocuğudur. O asla yıkıcı olmadı, da> ima yapıcı oldu. Bundan ötürü masonluğun toplumsal yapının emniyetini tehlikeye sokabileceği korkusu asla hatıra gelmez. An- cak hürriyetin herhangi bir engelinin ve sınırının lüzumsuziuğuna kanaat getirince onun görevi bu engelin ve sınırın ortadan kal- dınlmasına hizmettir. Bu işi mala ile yapar, kılıcı sadece tamam- lanmış bir işi korumakta kullanır. Onun eseri, her türlü bedeni ve ahlaki cebir ve şiddetin zıddı ve muhalifi bulunan toleransla meydana gelir. Faaliyeti tamamıyla itidal ve sükûn daıresınde cereyan eder, mücadelemn ifrata var- dığı karışık devrelerde bu faaJiyet durur, localar kendiliğinden ka- panır." Necdet Egeran, bir yerde de şöyle diyor "...Fukaralığa ve muhtaç duruma düşen bir birader, locanın himayesine alınır. Ancak bu durum süresince fikir ve oy bağım- sızlığını kaybettiği düşüncesiyte o birader loca çalışmalanna alın- maz." İlhami Soysal'a göre masonluk işçinin ve emekçinin değil, ka- pitalizmin savunuculuğunu üstlenmiş bir örgûttür. Emeğinden başka bir şeyi olmayan birinin masonluğa alınması da söz ko- nusu değildir. Ali Bozer'in 141,142'nin kakJırılmasına neden karşı olduğu, da- ha iyi mi anlaşılıyor ne? ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL "İsviçre'den gelen primlerim" SORU: Çok kısa bir süre önce emekli oldum. SigorUya giri- şim 1963 yılı. 1969'a kadar tstanbul'da sigortalı çalış- tım. 1969'dan 1976 yılına kadar da yurtdışında, İsviç- re'de çalıştım ve Ağuslos 1976'da yurda temelli dönüş yaptım. 1987 vılında tsviçre'deki primlerimin transferi- ni istedim. Bana verilen yanıt kısaca. "Primlerinizi is- temek için gec kalnuşsııuz. Bu primler SOS>TÜ Sigortalara kalacak ve siz emekli olduğunuz zaman bütün primle- riniz hesap edilerek ona göre emekli aylığı bağlanacak" oldu. Şubat 1989'da emekli oldum ve gördüm ki, yurt- dışından gelen ve SSK'ya kalan primlerin guz önüne akn- madan, bana gülünç denecek bir emekli aylığı bağlanmış. Son zamlarla biriikte 1989 yılı sonunda eli- me, 290 bin lira geçti. 6.000 günden fazla prim ödedim. Aynca 10 bin 200 Isviçre Frangı da SSK'ya kaldı. Son 5 yılın ortalamasından bagiandığı için aylığımın düşük olduğunu söylediler. Belki böyledir. Anlamadı- ğım ve anlamak islediğim, eger İsviçre'den gelen prim- lerim emekliliğime vansımayacaksa ve yaran yoksa, yıllarca yorulup kazandıgım primlerim neden SSK'da kalıyor? S.H. YANIT: Öncelikle, konuya "mevzuat acısından" bakalım. Yurtdışı Hizmet Borçlanmasına ilişkin 18.10.1985 tarih ve 3439 sayılı genelgenin "Transferi Sağlanan Primlerin tadesi"koşullarını açık- layan bölümünde, "Bilindiği üzere tsviçre'yi kesin olarak terk eden- lerin talepleri halinde bu ülkede kendilerinden ve işverenlerinden kesilmiş bulunan yaşlılık ve ölüm sigortalan" primlerinin Sosyal Sigortaîar Kurumu aracılığı ile transfer edildiğinden söz edilmek- te ve bu transfer edilen primlere ait sürelerin değerlendirildiği, ancak ilgililere geri ödenmediği açıklanmaktadır. 22 Mayıs 1985'ten önce yürürlükte olan ve yerine 3201 sayılı ya- saya bırakan 2147 sayılı yasaya göre borçlanma yapan ve borcun tümünü de ödeyenlere transfer edilen bu primlerin Türk Lirası ola- rak geri verildiği anlatılmaktadır. 3201 sayılı yasa uyarınca borçlananlann da, borçlandıkları gün sayılarına ilişkin primlerin kendilerine geri verildiği de vurgulan- maktadır. 10.200 Isviçre Frangj bugün için yaklaşık 17 milyon 500 bin Türk Lirası dolayındadır. SSK'ca tranfer edilen 10 bin 200 tsviçre Frangı, Türk parası ola- rak 700 bin lira doiayında faiz getirmektedir. Oysa ki kurum aracılığı ile tranfer edilen ve geri de ödenmeyen, böylece SSK kasalarında kalan 10 bin 200 İsviçre Frangı karşılığı 17 milyon 500 bin Türk Lirası, size bağlanabilen en düşük emekli aylığına yakın bir aylığın bağlanmasını sağlayabilmiştir. Bir anlamda, 10.200 İsviçre Frangı ya da 17 milyon 500 bin Türk Lirası size, ayda 700 bin lira yerine yaklaşık 50 bin lira faiz getir- mektedir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle