Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/10 PAZAR YAZILARI 27 MAYIS 1990
Pülermo'dan
Mafyanm kalbiPalermo'nun 40 yaşındaki Belediye Başkanı Orlando,
mafyanm varlığını ilk kez itiraf eden başkan olarak
tamnıyor. Orlando gençlerin entellerin ve kırgın
komünistlerin oylarıyla başkanhğa seçildikten sonra
İtalya'nın en ünlü politikacıları arasına girdi.
NİLGÜN CERRAHOĞLU
PALERMO — "Monte Pelleg-
rino" dağına çıkan kıvrımlı yolun
Ozerindeki tünele taksi şoförleri
"olet" diyorlar. Tünelin içinde
arabayı park eden gençler burada
aşk yapıyorlar.
Sağ tarafta arkasındaki dağlar-
ta masmavi Akdeniz arasında göz
alabildiğince genişleyen bir beton
yığınından oluşan Paiermo uzanı-
yor. "Monle PHIegrino"nun he-
tnen yamacında, dünya kupası
stadyumu "La Favorita"nın etra-
fında burjuvalann oturduğu mu-
dern blok apartmanlardan gözü-
müz deniz kıyısımn yamacındakı
eski tspanyol mahaJlesine doğru
kayıyor.
5(hi yıllarda her üç Palermolu-
dan birinin yaşadığı bu tarihi ma-
hallenin rutubetten çürüyen evle-
rinde, şimdi yalnız her 25 Paler-
moludan biri yaşıyor. Son kırk yıl-
Iık mafya yönetüni boyunca tama-
men kendi yazgısına terk edilen
"La Kalza", "Capo" ya da
"Vucdria" gibi mahalleler geceleri
sokağa çıkma yasağı konmuş gi-
bi boşalıyor. Kent merkezindeki
gettolardan kent dışına doğru ta-
şan gettolara taşınan marjinaJ Pa-
lermolulann sayısı bile bilinmiyor.
Palermo'nun en büyük uyuştu-
rucu pazannı oluşturan "Zen" bu
mahallelerden biri. Palermo'nun
"Beynıfu olarak anılan 'Zcn'de
kimine göre 35.000, kimine göre
ise 50.000 kişi yaşıyor. Adındaki
oryantal tılsıma rağmen aslında
"Zona di espansione nord" (ku-
zeye doğru genişleme yöresi) an-
lamına gelen "Zen'de anne, baba,
çocuklar ve komşular uyuşturucu
trafiği ile yaşıyor. Okul çağında-
ki çocuklann yüzde 45'i okula
gitmiyor.
Londra'dan
Etlereboykot!EDİP EMİL ÖYMEN
LONDRA — Her şey Bristol-
lu Max'ın ölüraüyle başladı. Max,
Bristollu 5 yaşında bir kediydi.
Yediği mamadan zehirlendi ve öl-
dü. Mamada, inek sakaıatı da
vardı katkı maddesi olarak. Inek-
lerse son zamanlarda "deiir-
meye" başlamıştı.
Basının, deli inek hastalığı adını
taktığı, ne olduğu, neden olduğu
tam anlaşılamayan, ama herkesi
paniğe uğratan sinir hastalığı da
tam şu sıralarda ınekleri telef edi-
yor.
tneklerin sadece siniri bozul-
makla kalmıyor, ölüyorlar da
Bristollu Max'dan sonra Uç kedi
daha öldü. önce ülkenin en sevi-
len ve üzerine titrenen kedilerini,
ikinci sırada çocuklannı, sonra da
kendilerinı kurtarmak için halk
aniden eti kesti. Tarım Bakanı ye-
min billah ederek "Etlerimiz
saglamdır" dediyse de kimseyi
inandıramadı. Hatta "sağlam"
etleri ailece iştahla yediklerini gös-
termek için küçük kızına televiz-
yon kameralan önünde hambur-
gerinden bir ısırık aldırması da
eleştirildi. "Parmak kadar çocu-
J«..." denerek.
Inekler niçin delirdi? Şimdi ya-
tıp kalkıp bu soru soruluyor.
Avam Karaarası'nda hararet-
li tartışmalar yapıldı. Tarım Ba-
kanı olanca inandırıcılığıyla orta-
lıkta çırpındı durdu. Bu arada tü-
ketici ete el sürmüyor.
Işin püf noktası şu: tnekler ke-
silip de kasaba gittikten sonra geri
kalan yerleri de kedi, köpek ma-
ması yapılıyor, ayrıca büyilkbaş
hayvan yemine karıştırılıyor.
Memlekette ottan bol bir şey yok,
ama her yer de mera değil ki. Mil-
yonlara et yetiştirmek için biraz
da yapay gıda ile besleniversin
inekler.
Kesilen hasta ineğin atıklan
hayvan yemi yapıhyor, biftekler
de kasaplara süpermarket rafla-
rına. Ya insanlara da geçerse?
Korku burada. Hükümetin, işine
gelmeyen her konuyu örtbas et-
mesinden yılarak görevinden isti-
fa eden bir sağlık uzmanı, ülke-
deki 6 milyon ineğin kesilip yok
edilmesini önerdi.
inek nüfusunun yansının yani.
Şimdi de basında, radyo ve tele-
vizyonda başlıca soru: Gıdada ka-
lıntı madde, hormonlar, tarım ila-
cı, patojen organizma, türlü çeşitli
bakteriler, mikroplara rağmen
nasıl sağlıklı besleneceğiz?
Bir zamanlar denizden gelen
tuzlu meltemlerin estiği bostanlık
ve meyve bahçelerinin bulunduğu
yere yapılmış olan "Zen" blokla-
rının bazısında tuvalet bile bulun-
muyor. Çöplerin yığıldığı sokak
aralannda kanalizasyon akıyor.
Yapıldığı yıllarda meydan ya da
parka dönüşmesi niyetiyle bırakıl-
mış boş alanlarda ise Palermo'dan
çalınmış arabalann paslanmış is-
keletleri duruyor.
Halk bu çaresizlik ve unutul-
muşluk ortamı içinde Palermo^
nun yeni Belediye Başkanı Leohı-
ca Oriando'ya sarılıyor. Bir
v
'Bic"
kaleminin 15 imzadan geçerek sa-
tın almdığı belediye başkanlıgj
koltuğuna 1988 yılında 40 yaşın-
dayken oturan Orlando, Paler-
mo'da mafyanm varlığını ilk kez
itiraf eden "başkan" olarak taru-
nıyor. Mafya ile politikanın iç içe-
liğine parmak basan Orlando,
Andreotti'nin Sicilya'daki tüm si-
yasi grubunun mafya ile ilişkili ol-
duğunu söylemekten çekinmiyor.
Buna rağmen Andreotti gibi Hı-
ristiyan Demokrat olan Orlando,
mayıs başmdaki seçimlerde 71.00C
oy alarak partisine tarihi bir rekor
sağlıyor. Yapılan son seçim tahlil-
lerine göre Orlando'ya gençlerin,
"enteller"in ve bu kentteki oyla-
rının yarısını yitiren komünistle-
rin oy verdiği anlaşılıyor.
Bu başari, alnının üzerine kah-
kulleri düşen, çocuksu yüzlü
"başkanı" yalnız Sicilya'nın değil.
İtalya'nın da en ünlü polıtikacıları
arasına sokuyor. Televizyon ve
medyayı kullanmaktaki becerisi
ile de dikkati çeken Orlando, yaz-
dığı "Paiermo" adlı kitapla son
günlerde bestseller listelerinin de
başını "çekiyor. Heidelberg Üniver-
sitesi'nden diplomalı, üç yabancı
dilli bu profesör, seçim kampan-
yası sırasında Andreotti'ye mey-
dan okuyan çekişmesinden sonra
şimdi gene yeni bir fırtınanın mer-
kezinde tüm bakışlan üzerine top-
luyor. Palermo'nun "değişik" be-
lediye başkanı bu kez de savcılığı
karşısına alıyor. Başta mafyaya
karşı mücadelesiyle tanınan süper-
savcı Giovanni Falcone'ye bayrak
açan Orlando, "Mafyaoın Sicily*
daki siyasi cinayetlerine Uişkin
dosyalann Adalet Sarayı'nın çek-
mecelerinde kjlitli durduğunu"
söylüyor. Sicilya yerel hükümeti
başkanı Hıristiyan Demokrat
Mattarella (1980), gene bir başka
yerel hükümet başkanı komünist
Pio la Torre (1982), jandarma ge-
nerali Carlo della Chiesa'nin,
(1982) katillerinden hesap sorul-
madığını öne sürüyor Orlando.
"Sicilya'da" diyor herkesle mü-
cadele eden başkan, "mafya artık
kurumlann da çehresini kulla-
nıyor.'
Cannes'dan
Cannes'da
hasta olmakHer şeyin son derece parlak ve şık göründüğü
Cannes'da mide kanaması geçirip de kentin biricik
devlet hastanesine düşerseniz, yaşam deneyinize ilginç
ve yararlı eklemeler yapabilirsiniz.
Budapeste'nin köprüleri eski Buda'yla yeni Peşte'yi birbirine baglıyor.
TUna'dan
Valsten türkülereİmparatorluktan cumhuriyete iki uygarlığın;
biri dingin, biri sürekli tedirgin iki kenti
Viyana ve İstanbul. Ya Budapeşte? O da aynı"
feleğin çemberinden geçmemiş mi, geçmiyor
mu? Düşüncelerimiz dünle gün arasında lodos
balığı gibi.
SALİM ALPASLAN
VİYAflA/BUDAPEŞTE —
Kentleri tek başına güzel düşün-
mek zor. Onlan albenili yapan bi-
raz da sanatçılar. Strauss'un
"Mavi Tuna"sı olmasa, nehrine
kim bakar? Çamurlu bir akıntıyı
yüreklere mavi diye işleyen, mü-
ziğin gücü değil mi?
Şairimizin dediği gibi "Uluslar,
büyük eviatlarıyla soluk alır".
Mozart'ın soluğu mutlaka her flü-
tün üfleyişinde var. Onun varlı-
ğını duyumsuyorsunuz; içtiğiniz
kahveye onun bir konçertosu eş-
lik ediyor... Yediginiz çikolatada
onun resmi var...
Viyana ve Salzburg... Nereye
gitseniz, bu iki besteci peşinizde;
gündüz gözünüzün önünde, gece
hayalinizde.
Ve Kertner..."Şıklık gösteriş
değildir" diyen binlerce dükkâıı-
la cıvıl cıvıl ünlü cadde. tmpara-
torluklann, yükselişlerin, çöküş-
lerin tarihi izleriyle hâlâ cap can-
lı. Kaç politikacı Çin ipeğinden
safarisi içinde terzisine buyruklar
verdi, nice kral, tebasının ahvali-
ni unuttu kimbilir? Devrilen şah-
lann, sürgüne gönderilen kraJla-
nn beden ölçüleri belki de arşiv-
lerdedir hâlâ. Viyana'nın dükkân-
ları, tarihi anlatıyor, tıpkı kated-
ralleri, kiliseleri, müzeleri, saray-
ları gibi.
Savaşlar, yeşillikler, ormanlar,
valsler Viyanası. Fethin sınır ta-
nımaz isterisinin dayandığı, Mer-
zifonlu Paşa'dan kelle alan kapı-
lar.
Viyana çok acılar yaşanuş, çok
çekmiş bir kent. İstanbul gibi.
İmparatorluktan cumhuriyete iki
uygarlığın; biri dingin, biri sürekli
tedirgin iki kenti Viyana ve tstan-
bul...
Ya Budapeşte? O da feleğin
çemberinden geçmemiş mi? Hâ-
lâ geçmiyor mu? Düşüncelerimiz
dünle gün arasında lodos balığı
gibi.
'Mozart' Tuna'nın boz bularuk
suyunda notalar mınldanarak Bu-
dapeşte'ye doğru nazlı nazlı süzü-
lüyor. Geçtiğimiz köprüler, sev-
gililerin birbirine uzanmış kolla-
rı gibi... Eski Buda'yla yeni Peş-
te sarmaş dolaş. Sayıları 10'a ya-
kın köprünün şehre kattığı görsel
zengınlik bir yana, trafiğin haya-
ta açılan hava borusu.
Ve buniardan biri de sizi en te-
"pelerdeki ünlu Özgürlük Amtı'na
götürüyor. Dünya savaşlarının
ikincisinde, gözü doymaz işgalci-
lere bu tepeden unutuimaz ders-
Ipr verilmU. vaimıır tfibi inen
bombaların cehenneme çevirdiği
günlerde aç kurtlar, Tuna'nın be-
risinde durdurulmuş.
Macar'ın kaderi pek değişmi-
yor galiba: Önce Osmanlılar,
Avusturyahlar, sonra 1940'lar,
1956'lar... lşgaller, direnişler...
Budapeşte'de eski mimariye ve-
rilen değeri görünce, ama daha da
beteri hoyrat ellerin Istanbul'u ne
hale getirdiğini düşününce, öfke-
ye kapılıyorsunuz. tki kıyıyı züm-
rüt gibi süsleyen binalar Budapeş-
telinin el bebeği, gül bebeği. Mil-
Ta'mn Tuna turunda şehri gezer-
ken görüyorsunuz ki yeşile saygı,
eskiye saygı insana saygıyla özdeş
tutulmuş.
Macaristan'ın neredeyse tü-
münde aynı denge var. Yunanlı
göçmenlerin, kendi kilisesini, keıı-
di gelenek-göreneğini koruduğu
küçük St. Andreas kasabasında
da 'bizdm' Estergon'da da. Anı
bohçalarımızdan çıkardığımız
türküyJe elbette artık hiç ilgjsi yok
yeni Estergon'un. Kalesi gitmiş
yalnız duvan kalmış. Macarların
en büyük katedrallerinden biri de
bu kale kalıntısının üzerinde diki-
!i. Bir Hazine Dairesi var; Hıris-
tiyan dünyası yağdırmış da yağ-
dırmış. "Kilisedeki resimlerde
yüzlerin tahrif edilmesıne, bura-
ları benden sorulur diye kasılan
bir Türk kalesine karşı tepki
bu..." Böyle anlatıyorlar. "Artık
Türkler yok, Müslümanlar yok
'Biz vanz'ın bir simgesi."
Viyana önlerinde valsten Estcr-
gon türkülerine...
Sahi, 'Tuna'dan kafilelerle' ne
zaman geçtiydik biz?
ATİLLÂ DORSAY
CANNES — Bir kentin kaç yü-
zü vardır? Palmiyeli geniş sahil
yolunu, tüm dünyada kazanılmış
"karapara"larıtı aklandığı lüks
otellerin teraslannı, ince kumlu
plajları dolduran "pengueıT'lerin
(yani smokinlerini neredeyse gece-
gündüz sırtlarından çıkarmayan
erkeklerin), onlara eşlik eden bir-
birinden çekici ve yosma kılıklı
kadınlann, Palais'deki akşara gös-
terilerine gündüz kumda yanmış
yüzleri ve omuzlarını çerçeveleyen
birbirinden eksantrik giysilerle
akın eden "festival koşlan"nın,
saydam Akdeniz gecelerinin daha
ileri saatlerinde yan sokaklardan
Croisette'e taşan, birbirinden kış-
kırtıcı bedenlerini oldukça paha-
lıya satan lüks fahişelerin ve par-
lak oğlanlann Cannes'ı acaba ger-
çek Cannes mıdır?
Bu lüks Riviera kasabasında iş-
sizlik yok mudur, yoksulluk yok
mudur, serseriler buraya uğrama-
mış mıdjr, berduşlar acaba nere-
ye saklanmıştır? Bu denli temiz-
lik, lüks ve görkem, bir Beande-
bire şiirini somutlaştırmak için mi
özeüikle, özenle, inatla sağlanmış-
tır? Cannes'm başka yüzleri nere-
dedir?
Sonra birden o yüzleri de tanı-
maya baslarsınız. Yalnızca belki
festival süresince polis önlemleriy-
le arka sokaklara itilmiş 'cloc-
hard'ların (Fransız usulü serseri-
ler) zaman zaman ortaya çıkan ve
daha iyice uzaklardan kokularıy-
la kendini haber veren varlığıyia
değil. Birden, günlerdir süren hal-
sizliğinizin, sapsarı benzınizin hiç
de "iyiye alâmct" olmadığını fark
eder, aniden hastaneyi boylamak
zorunda kalır ve orada, üstelik
günlerdir süren bir mide kanaması
geçirmekte olduğunuzu öğrenirsi-
niz. Hemoglobininiz, olması gere-
ken 12-13'lerden 8 buçuğa; eritro-
sitiniz, olması gereken 4-5 milyon-
lardan 3 milyona düşmüş, kolunu-
zu kaldıracak haliniz kalmamıştır.
Kaldırıldığınız yer, lüks Cannes
kentınin tek devlet hastanesi olan
Broussailles Hastanesi'dir: Gün-
deliğı yine de 1600 franktan aşa-
ğı olmayan... Sizi önce kan mua-
yenesine, sonıa radyoskopi ve kar-
diyoskopiye alırlar. Sonra mideni-
ze bir boru sokmaya dayanan, hep
işittiğiniz, ama sizin başınıza gel-
meyeceğine etnin olduğunuz fıb-
roskopi olayı yaşanır: Nefes ala-
madığınızı, boğulacağınızı sanır
ve bu arada, doktorun gözü/sesiy-
le, kendi midenizin içinde bir ge-
zinti yapmak gibi tuhaf bir du-
rumla karşılaşırsınız.
Sonra sizi, gastrolojide yer ol-
madığı için kardiyoloji bölümüne,
ikisi de ölümun eşiğinde gibi du-
ran, biri sürekli sayıklayan, diğe-
ri yakınan, herhalde 80'ine yakın
(veya aşkın) iki hastanın yanına
alırlar.
Yanınıza neden sonra uğrayan
doktor, niye burada olduğunuzu
hayretle karşılar, hemşireler şaş-
kındır, size diğer kalp hastalany-
la birlikte verilen (ve yorgunluk-
tan afiyetle yuttuğunuz) yemek ise
aslında sizin durumunuzda kesin-
likle yenmemesi gereken şeyleri
(örneğin taze çilek dolu bir taba-
ğı) içermektedir.
Neden sonra yukarı kattaki
gastroloji bölümünde yer açılır
(bu kez, şansımza, tek kişilik bir
odadır bu), oraya nakledilirsiniz.
Kolunuza takılı serumla birlikte.
Onun dışında, karşınızda her-
gün başka bir doktor ve sizinle
pek az ilgili hemşireler bulursu-
nuz, doktorlardan farklı teşhis ve
tavsiyeler alırsınız. Serumunuzun
bitmek üzere olduğu veya gözle
görülur biçimde yanlış ayarlandığı
olur. Başınızdaki "iradat" züine
boşuna basarsımz, ortalarda kim-
se gözükmez.
Gerçekten bir kriz geçirseniz,
ölüm halinde olsanız, olasılıkla
kimse gelmeyecek ve yazgınızla
baş başa kalacaksınızdır. tşte o za-
man, Cannes'm festivalden, pen-
guenlerden, her türden sinemacı-
lardan, yosma ve metreslerden
oluşan parlak cilasımn öbür yü-
zünü de tanımaya başlar, bu lüks
kasabada da sorunlann, dertlerin,
iyi yürümeyen şeylerin varlığını
keşfedersiniz. Bedeli biraz yüksek
de olsa, ilginç ve yararlı bir dene-
yimdir bu.
Ve yatakta yatmaktan ve ilgisiz
hemşirelerle uğraşmaktan iyice sı-
kıldığınızda, doktorların karşı
koymasına karşın, "ölüra tehükesi
halinde sonımluluğun size ait
olduğunu" kabul eden bir kâğıt
imzalayıp kendinizi dışan ve he-
men Fellini fılmine atarsınız. Ar-
tık serumun ve ne de olsa "tam
teşkiladr bir hastanede yatmanın
güvencest yoktur. Ama özgürlü-
ğünüz ve de sinema vardır.
Yatırımcılar, tasarruf sahipleri! VESTEL
5.Y I L
Vestel
Türk elektronik
sanayiinin
en buyugüdur.
Bugün Türkiye'de üretilen her üç televizyondan,
her üç videodan. her iki müzik setinden biri
Vestel'dir. Türkiye'nin tek bilgisayar monitörü
üreticisi yine Vestel'dir... Vestel, 1,5 milyon
üniteye yakın üretim kapasitesi ile Türkiye'nin en
büvük elektronik cihaz üreticisidir.
Türk elektronik pazarının üçte birine Vestel
hâkimdir.
Türk Elektronik
Cihaz İhracatında
Vestel'in Payı
Vestel, Türkiye'nin elektronik
cihaz ihracatının vaklasık % 60'ını
tek başına gerçekleştirmektedir.
Kurulduğu günden bu yana en ileri
teknoloji ürünü yüz binlerce
televizyon, video, müzik seti ve
bilgisayar monitörü üreten Vestel,
gerek üretimi, gerek pazarpayı, gerekse ihracatıyla
Türkiye'nin en büyük elektronik kuruluşudur.
•VESTEL
POLLY PECK
INTERNAnONAL PLC
VESTEL bir A Polly Peck Inlernational PLC kuruluşudur.
VestePe hissedar
olabilirsiniz!
Yann!
Vestel Elektronik Sanayi ve Ticaret A.Ş.,
dünya üzerinde önemli bir sınai ve ticari güç
olarak öne çıkmaya başlayan Polly Peck Şirketler
Topluluğu'nun en büyük kuruluşlarından
biridir.
Vestel, teknolojide, üretimde, satışta,
ihracatta Türk elektronik sanayiinin en büyüğüdür.
Vestel'e şimdi siz de hissedar olabilirsiniz.
Vestel Elektronik Sanayi ve Ticaret A.Ş.'nin
hisse senetleri Finansbank, Garanti Bankası,
Impexbank, Manufacturers Hanover Finans,
Osmanlı Bankası ve Yatırım Finansman'ın genel
müdürlük ve tüm şubelerinde satışa sunulmaktadır.
Hisse senetleri, satıştan sonra İstanbul Menkul
Kıymetler Borsası'nda işlem görmeye başlayacaktır.
Vestel Elektronik Sanayi ve Ticaret A.Ş.'nin
imtiyazlı hisse senedi yoktur. Tüm hisseler eşit
hakka sahiptir.
Vestel'in hisse senedini alın, doğru ve verimli
bir yatırım yapın.
Vesterin hisse senedini almakla, Türk elektronik sanayiinin en büyüğüne hissedar oluyorsunuz,M