Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/6 DİZİ-RÖPORTAJ 6 ŞUBAT 1990
Baltalara, küreklere, kazmalara, balyozlara sapyapmak her babayiğidin harcı değil
Bir baltaya sapolaıılar...Biz de isteriz her işi1
makine yapsın,
elimizle,
ayağımızla,
agaçlann, talaşların
içinde çalışmaktan
zevk mi alıyoruz?
Ama makinenin de
yapamayacağı işler
vardır. Hele hele
kürek sapı tornada
yapılamaz. Kürek
sapı çok emek ister,
insan eliyle
biçimlenmek ister.
- I -
'Aile reisi' çocuğu sıkıştmr:
"Gez bakalım gez... Bir
baltaya bile sap olamadın..."
Kahvede dedikodu koyulaşır:
"Mebmet'in oğlu Abmet hâlâ
bir küreğe sap olamadı..."
Ve kişi kendisinin de bir
baltaya, küreğe sap
olabileceğini kanıtlamak için
'gurbet ellere' düşer; hatta
'Alamanyalara' savrulur.
Hele bir de mirasa konanlar
vardır ki onlar çabucak bajtaya
sap olurlar, yanlarına
kasıntısından yanaşamazsınız.
tşte diğer kişi oğlunu gurbet
ellerine düşuren de bu
'kasıntdardır...'
"Bir baltaya, küreğe sap
olamadın raı kız da vermezler
adama.."
Gurbete gideceksin, para
biriktireceksin... Bir de başlık
parası varsa yanmıştır kişi-u
oğlu...
Yusuf Yılmaz Cideli:
Kastamonu'nun şirin bir ilçesi
Cide... Ne yapabilir bu küçük
yörede; okuyup kapağı devlet
kapısına atmak... Ama olmaz.
Sonra sıkıntılar ba$lar, ilk
gençlik yılları ve bir baltaya
sap olamamarun sıkıntılan...
"Şu işi mi yapsam, bu işi mi
yapsam?" Ve sonunda kendini
kanıtlayacak bir işe başlar:
Baltalara, küreklere,
kazmalara, çekiçlere ve
balyozlara sap yapmaya başlar.
O gunden bu yana 'sapçı'ya
çıkmıştır adı...
'Sapçı' ustasının tezgâhta çalışırken sadece elleri çalışmaz; ayakJan da yardımcıdır kendisine. Eller yontarken ayaklar sıkıştınr, ileri geri iter. (Fotoğraf: Erdal Yazıcı)
Otuz beş yıldır ağaçlan yontar
Yusuf Usta 'ıçkı' adlı
bıçağıyla. Kestane ve fındık
tercihidir. Diğer ağaçlar biraz
uğraştırır ustayı. Yirmi yıldır
da tstanbul Küçükpazar'daki
gözden ırak dükkânında
ormandan gelmiş ham ağaçlara
biçim verir. Tek maharetli aleti
'ıçkı'dır. En büyük maharet
aslında ellerdedir. Ağacı öyle
bir yontar ki kazmayı, küreği,
baltayı tutan eller "yıpranıp su
tutmaz." Tezgâhından çıkan
ağaçların hepsi sanki
'fabrikasyon'dur; aynı boyda
ve aynı kalınlıktadır. Tahta
tezgâhında çalışırken ustanın
sadece elleri çalışmaz; ayaklan
da yardımcıdır kendisine; eller
yontarken ayaklar sıkıştınr,
ileri geri iter...
"Gıiode yaklaşık elli kürek
sapı çıkanr bir kişi. Genelde
kestane ve fındık ağacı işleriz;
bnalann hem yontulması
kolaydır hem de dayanıkb
olurlar. Ağaçlar Beykoz ve
tzmit'ten gelir. Yani Karadeniz
kökenlidir. Agaclan ilk önce
tek boyda keseriz; kürek için
ayn, balta için ayn boyda
keseriz. Sonra yontma işlemi
başlar. Öyle bir yontulmalıdır
ki tutan eller kadifeyi tutuyor
sansın. Budaklar iyi
temizlenmelidir. Yontma işlemi
bittikten sonra kunıtraaya sıra
gelir. Ağaçlar yazın
kendiliginden kurur, ama kışın
sonın olur kurntmak. Diğer
sapçı meslektaşlanmızın
çoğunun fırıru vardır,
tesfiyeden geçen ağaçlar bu
fınnlarda kurutulur. tş
bitmemiştir; sıra düzdtmeye
gelmiştir. 'Baskı' tezgâhımızda
egik ağaçlar düzeltilir ve
bağlanır. Artık saplar
kullanıma bazırdır."
'Içkı'yla uzun uzun
uğraşıjacağına bu iş tornada
makine gucüyle daha rahat
olmaz mı?
"Biz de isteriz her işi maklae
yapsın; elimizle, ayağımızla
agaçlann, talaşlann içinde
çalışmaktan zevk mi alıyomz?
Ama makinenin de
yapamayacağı işler vardır. Hele
hele kürek sapı tornada
yapılamaz. Çekiç, keser ve
kazma sapı yapılabilir, ama
kürek sapı çok emek ister,
insan eliyle biçimlenmek ister."
Yusuf Usta'nın dükkânında iki
tezgâh var. Diğer tezgâhta
Cideli hemşerisi Sabri Ay
çalışıyor...
"Sapçılann çoğu genelde
kastamonulu olur. Ağırbklı
olarak Cideliler bu işi yapar..."
Sabri Usta da her Cideli gibi
bu işi severek yapıyor. Ama iş
"zahmetli ve yıpraücı iş..."
Hele eğri ağaçlan düzeltmek
"ber babayiğidin harcı
değil..." 'Baskı' tezgâhında
"öyle bir yükleneceksiniz ki
eğriler dize gdsin." Ve
sonunda 'baskı'da eğriler
doğnılurken usta da dize
geliyor, bitiyor, tükeniyor... -
Bunca saplar yapılır da nereye
gider? Istanbul'un taşında
toprağında altın kaldı mı ki
kazıla?
"Evet, saplan genellikle şehir
içinde tüketiyoruz; dev
vinçlerin yükselttigi
gökdelenlerde de kazma kürek
kullamlıyor. Ama ban
arkadaşlanmız yurtdışına da
ihraç ediyorlar." Ihraç
edildiğine göre artık sırtımız
yere gelmez; evet sap ihraç
ediyoruz...
Kaça alırur kaça satılır saplar...
"Toptan sattığımızda her
saptan 150-200 lira kalır. Bir
kürek ve kazma sapının saüş
fiyatı 1300 liradır. Dükkân
kirası, işçi parası, vergi vs.
derken bıze de olmeyecek
kadar bir şey kalıyor."
Evet Yusuf Yılmaz Cide'den
göç eyleyip "bir baltaya sap
olmak için" gelmiş
Istanbul'a>.. Başlamış
baltalara, küreklere sap
yapmaya, ama kendisi de
inanmıyor bir baltaya sap
olduğuna... Kanıtı mı? Tezgâh
aynı tezgâh, 'ıçkı'deseniz yine
aynısı, 'baskı' tezgâhı otuz
yıllık... İşler "rölantide..."
Her iş yine kendi bileklerinin
gücüyle... Akan alın teri daha
fazla...
SÜRECEK
HABERLERIN DEVAMI
CÜNEYT ARCAYÜREK yazıyor
(Baştarafı l. Sayfada)
hj sonuç almış olacaklar ki ge-
nel görüşmeye sonunda ya-
naştılar.
21 şubatta parlamentoda dış
sorunlar görüşülecek. Grubu
olan partiler, Doğu Avrupa'daki
gelışmelerden komşu ülkelerle
ilişkilerimize, kuşkusuz Kıbrıs
sorununun aldığı son biçime ka-
dar hemen her konuda konuşa-
caklar. Partılere birer saat süre
verilıyor.
Fakat hâlâ çözûm bekleyen
bir konu var. Ozellikle DYP ve
SHP, dış politika oturumunun
TV'den naklen yayımlanmasını
istiyor. Halkımızın son iki aydır
ızlediği büyük değişimlen ve ge-
lişmeleri Türkiye açısından öğ-
renmeye hakkı olduğunu öne
sürüyor
Düne kadar Meclis Başkanı
Kaya Erdem, halkın parlamen-
to çalışmalanna ilgisini çekmek,
önemlı konularda naklen yayın
aracılığıyla daha ayrmtılı bilgi
edinmesini sağlamak istiyordu.
Bütçe görüşmelerinın ilk ve son
günunde naklen yayın büyük ikji
çekmişti. TRT yöneticiteri "bile"
gerçeği yadsımıyor, bu türden
yayınlann çoğalmasını istiyorlar-
dı.
Bir yıl öncesine oranla hava
da değişmişti. TÖ başbakan ol-
saydı izin vermez, kûrsüde söy-
lediklerini TV'den geniş özetle
yansıtarak halkı tek yanlı bilinç-
lendirmeye çalışırdı. Bugünler
öyle mi? TÖ yukarıya çekilmiş,
gözden ırak, gönüllere yeniden
girmeye çalışıyor. Olaya böyle
bakıyoruz, ama "vaziyet yine
kelleşiyor."
İçeriğl bihnmez telefon ilişki-
lerinde TÖ, 864 rakımlı tepeden
hangi rüzgârları estiriyor ya da
estirecek öğrenilemiyor, sorun
da bu noktadan çıkıyor.
Dış politika Meclis kürsüsüne
gelince, belirli konuların yanı sı-
ra TÖ'nün ABD'ye yaptığı öıel
maskeli resmi gezi mutlaka ele
alınacak. Bush ve De Cuellar
görüşmeteri ve pek tabii gezinin
giderleriyle ABD'deki öteki se-
rüvenler dillenecek. Naklen ya-
yın çekilgenliği acaba bu ne-
denle mi başladı ve sürüyor?
Partiler, Meclis Başkam'ndan
henüz kesin yanıt almadılar. Sa-
yın Erdem'in dış politika yayının-
da kimi duraksamalar geçirdiği
kulise yansıyor. "Dış konuların
halka inmesini sağlayacak bir
gelenek" olmadığından dem
vuruyormuş. Naklen yayın yeri-
ne 21 şubat gecesi "geniş bir
özette" yetinmek gerektiğini öne
sürûyormuş.
Oysa. bir gelenek yaratılabi-
lir. Barış adası olmakla övünen
Türkiye'yi ateş çemberı sarmış.
Sovyetler'le ilişkiler tıkırında gi-
derken, Azeroaycan politikamız-
daki gidip gelmelerden Mosko-
va'nın "gayri memnun" olduğu-
nu buradakı büyükelçılik açıklı-
yor. Bulgaristan, İran, Irak ve
Suriye'yi sormaya gerek yok.
Kıbrıs rahatsız. Davos ruhu öy-
lesıne hortladı ki Batı Trakya'da
korkulu rüyalar gerçekleşiyor.
Hangi sınıra göz atsak bir soru,
bin soruna dönûşmüş.
Tam bu sırada bir fırsat doğ-
muş, halkımızı dış sorunlarla
doğrudan aydınlatma olanağı
çıkmış. Erdem, "geleneklerden"
söz ederek naklen yayinı sürün-
cemeye bırakıyor. Oysa öyle di-
rayetli, yetenekli politikalar izle-
niyor ki TÖ'nün dillere destan
ABD gezisi dahil, hükümetimi-
zin yanıtlayamayacağı soru da
yok, sorun da. Olasıdır ki iç dün-
yamızı bulandıran ABD gezisi-
nin ıçeriği ile giderlerinin kürsü-
ye gelmeyeceği güvencesini al-
salar; TÖ'den bir buyruk, hükü-
metten muhalefete "hodri mey-
dan!"
Üstelik Dışişleri Bakanımızın
böyle bir fırsatı neden kaçırdığını
anlamak zorlaşıyor Halkımız ye-
ni bir başbakanın doğuşuna ta-
nık olabilir. Mesut Bey, ocak ayı-
nın başarılı yöneticileri arasında
bir numaraya bileğinin hakkıy-
la ulaştığını kanıtlayabilir.
ARAT araştırma şirketine gö-
re TÛ'yü sollamış, başarıda ilk
sırada. Kürsûde Batı Trakya'da-
ki dram ile Bulgar göçünün baş-
langıçtan bugüne izlediği ölum-
suzluğu, Azeri konusundaki zik
zaklaria Şii ve Sünni aynmından
ülkemizin içeride dışarıda nasıl
yararlandığını, hele ABD gezisi-
nin kişisel zaferle taçlandığını,
Güney komşulardan beslenen
PKK çetelerıni durdurmak için
nota üstüne nota vererek bu ül-
keleri nasıl hizaya getirdiğimizi
bir güzel anlatabilir ki değil sa-
dece ocak ayında, aylarca ba-
şanlı yönetıciler lıstesinin başın-
da yer alabilir.
Mesut Bey, parti yöneticileri-
ne Meclis Başkanı'nın sığındığı
gerekçeyi söylüyor. Bir başka si-
pere gireceğine, halkın dış po-
fitikadaki başarıları doğrudan.
öğrenmesine yanlı olmalı, hat-
ta Meclis Başkanı'ndan ve TRT
yöneticilerinden naklen yayını
resmen istemeli. Başarının
mantığı bunu gerektirmiyor mu?
Halkımızın "müstakbel baş-
bakanın" başanlarını öğrenme-
ye hakkı yok mu? Devlet adam-
larına fark atan başarı grafiğini,
halktan saklayarak Mesut Bey
kişiliğine haksızlık yapmıyor
mu?
Buna hakkın "suiistimalı"
derler. Olmuyor Mesut Bey, ol-
muyor.
Provokasyon kokuyor
(Baştarafı 1. Sayfada)
nümü nedeniyle verilen resepsi-
yonda gazetecilerin sorusu üzeri-
ne Prof. Muammer Aksoy'un öl-
dürulmesı konusuna değindi ve
olayı "provokasyon" olarak nite-
ledi.
özal, "Son hadise çok profes-
yonel gibi geliyor bana fevkalade.
Hocanın öldürülmesi konusu çok
profesyonel. Beni >uran tabanca-
ya benzer bir tabanca dedi. Ho-
caya sıkılan kurşunla kendisine
ateş edilen silah da 7.65'lik taban-
ca olduğunu belirten Özal bu tür
olaylarda hep bunun kullanıl-
dığım" bildirdi.
Cumhurbaşkanı Özal bir gaze-
tecinin "Bir göriiş daha var Ak-
soy'u vuranla trafik polisini vura-
nın aynı kişi olduğu gonişleri or-
taya aülıyor. Bir provokasyon var-
mış gibi gösteriliyor" şeklindeki
sorusuna şu karşılığı verdi:
"Olabilir yani ben sağ-sol işi ol-
duğunu zannetmiyonım. Türki-
ye'de sağ-sol mucadelesi artık. en
fazla fikir mücadelesine döndüğu-
nü görüyoruz. Ona mani olmak
için yapılmış şeyler."
Bir gazeteci de Özal'a "Dinci
kesimlerin de bugüne kadar eline
silab almadıklarından söz
ediliyor" şeklinde bir soru yönelt-
ti. özal bu soruyu "Olduğunu
zannetmiyonım. Daha ziyade bir
provokasyon kokusu var, profeyo-
nel adam işi var ama" yanıtını ver-
di. Cumhurbaşkanı "Size ulaşan
istihbarat bilgileri de bu yönde
mi" diye sorulunca "tamam ka-
nştırma şimdi onlan" diye karşı-
Iık verdi.
'Son olaylan nasıl karşıladı-
nız?" sorusuna Özal'ın yamtı ise
şöyle oldu:
"Bu sıralarda hadiseler hızb ge-
lişiyor da bizde de biraz süratle-
nivermiş. Ama uzüldüm. Bütün
bunlara ragmen daha az hadise ol-
muş. Daha fazla hadise olmadan
çekiniyordum ben. Polis eskisin-
den daha tecrübeli ama, polis ar-
kadaşlanmn öldürülmesi de bir
parça onlara tesir etmiş."
tstanbul Barosu'nun çağnsı
üzerine dün Baro'nun Gaiatasa-
ray'daki binası önünde toplanan
bine yakın avukat, saat 11.00'de
sessiz yürüyüşe geçti. Kortej
önünde Prof.Dr. Muammer Ak-
soy'un fotoğrafı ve üzerinde "Ho-
ca'nın önünde saygıyla egiliyo-
ruz", "Laik cumhuriyeti demok-
rasi içinde koruyacağız" ve "Hu-
kuk devletini kunıp, koru>acağtz"
yazılı çelenklerin taşındığı yürü-
yüş sırasında Çevik Kuvvet'e bağlı
çok sayıda polisin güvenlik ön-
lemleri aldığı gözlendi. tstiklâl
Caddesi'nden geçerek Taksim
Meydam'ndaki Atatürk heykeli
önünde toplanan cüppeli avukat-
lar, Baro Başkanı Turgut Kazan-
ın daveti üzerine, Prof. Aksoy için
bir dakikalık saygı duruşunda bu-
lundular. Turgut Kazan, burada
yaptığı konuşmada, Aksoy'u yitir-.
mekten büyük acı duyduklarını
belirterek "cinayetteki tertip ko-
kusu" konusundaki kuşkulannı
anlattı. Muammer Aksoy'un laik
cumhuriyetin ödün vermez savu-
nucusu olduğunu söyleyen Kazan,
"Elbel, onu bu özellikleri ve dü-
şunceleri için seçtiler. Ama bu dü-
şünceye karşı. ozellikle laik cum-
huriyete karşı büyüyen irtica teh-
likesini bir mudahaleyle, sözüm
ona onlemek ve bizi bir kez daha
uçurumun kenanndan kurtanp
demokrasiyi tatil etmek için seç-
tiler" dedi.
Istanbul'daki polis cinayeti ile
Muammer Aksoy'un cinayetinin
aynı merkezden yönetildiğinin ve
bir askeri müdahale ortamının ha-
zırlandığı şeklindeki söylentilere
dikkat çeken Kazan şöyle konuş-
tu:
"Evet, bizler laik cumhuriyete
dönük tehlikeleri göriiyor ve bili-
yonız, ama bu tehlikenin demok-
rasi içinde bertaraf edilebilecegi-
nisöylüyoruz. Laikliğin önce 12
Mart. sonra 12 Eylül döneminde
tahrip edildiğine işaret ediyoruz.
Ozellikle 12 Eylul askeri yonetimi-
nin öğrenim birliğini bozarak la-
ik cumhuriyeti deldiğini ve bizi bu'
gunlere getirdiğini hatıriatmak is-
tiyoruz. Laik cumhuriyeti konıma
bahanesiyle askeri bir müdahaie-
yi asla kabul etmeyeceğimizi be-
lirtiyoruz. Bütün siyasi partileri,
bu tertibi bozmak için uyanık ol-
maya çağınyoruz."
Olayın çözülmesi için sağlıklı
bir soruşturma istediklerini de
kaydeden Kazan, bu amaçla so-
ruşturmayı yürüten Ankara DGM
Başsavcısı Nusret Demiral ile kad-
rosunun görevden alınmasının
şart olduğunu söyledi. Demiral'ı,
"Kendisi, demokrasi ve hukuk
devleti açısından tehlike olmaya
başlamış bir insan" olarak tanım-
layan ve Demiral'ın "bu tertibi"
asla çözmeye çalışmayacağını sa-
vunan Turgut Kazan, soruşturma
için özel bir yasa çıkartılması ve
parlamentodaki partilerin ittifa-
kıyla güvenlik güçleri arasında gü-
venilir bir soruşturma ekibi kurul-
ması isteğinde bulundu. Kazan,.
aksi halde soruşturmanın selame-
tine asla inanmayacaklannı ve bu
olayın peşini bırakmayacaklarını
duyurdu.
Türkiye Barolar Birliği Başkan-
lığı'nda önceki gün bir araya ge-
len baro başkanlannın oybirligiyle
aldıkları karar uyarınca dnn ya-
pılan açıklamada, "Demokrasi ve
Atatürk Ukelerinin ödünsüz savaş-
çısı Muammer Aksoy'un oldürül-
mesi, basit bir cinayet olmayıp de-
mokrasi ve hukuk devletine karşı
bir saldındır. Amacı, ulkemizde
demokrasiyi yıkmak ve yerine
otoriter bir rejim getirmektir" de-
nildi.
Prof. Aksoy'un, bir tertip sonu-
cu öldürüldüğü, demokrasinin ge-
leceği için bu teniplerin mutlaka
ortaya çıkarılmasının gerektiği be-
İirtilen açıklamada şu sözlere yer
verildi:
"Ankara DGM Başsavcısı ve
savcılanna güvenimiz yoktur. De-
mokrasimiz ile doğrudan ilgili bu
olayın soruşturulması yetkisi, bu
savcılardan alınmalı, yeni atana-
cak savcılara bırakdmalıdır. Cina-
yet tertibi ortaya çıkarılmadığı
takdirde, bundan leröristlerin ce-
saret alacağı ve demokrasimizin
büyük tehlikelere manız kalacağı,
bu durumun sorumlusunun ise
hüküraet olacağı kabul edilmeli-
dir."
Çankaya Belediye Meclisi Bah-
çelievler 2. Cadde"ye Prof. Dr.
Muammer Aksoy'un adırun veril-
mesini Anakent Belediye Meclisi-
ne önerdi. Murat Karayalçın baş-
kanhğında toplanan Anakent Be-
lediye Meclisi de Aksoy'a yapılan
saldırının insan haklarına, Ata-
türkçulüğe, çağdaş, demokrat, la-
ik, sosyal devlet ve bilime yönelik
olduğunu belirterek "Aksoy'un
adının ve anısının başkentin cad-
de, meydan ve parklannda yaşa-
tılacağııu" bildirdi.
SHP tzmir Milletvekili Ahmet
Ersin. son günlerde tırmanan ir-
tica olaylarıyla ilgili Meclis araş-
tırması önergesi hazırladı. Önü-
müzdeki günlerde SHP Grubu'n-
da görüşülerek Meclise getirilecek
olan araştırma önergesinde, "irti-
ca ve şeriatçı akımlann okullara,
Silahlı Kuvveüer'e ve devlet kuru-
luşlarına sızdıgı" belirtilerek ör-
gütsel güçlerinin Meclisçe araştı-
nlarak ortaya çıkarüması isteni-
yor.
Dayakçı polise eğitimANKARA (Cumhuriyet) —
Prof. Muammer Aksoy'un öldü-
rülüşü birinci haftasıru tamamlar-
ken soruşturmada cinayeti çöze-
bilecek hiçbir "somut" delile ula-
şılamadığı bildirildi. DGM savcı-
larının, bu görgu tanıksız ve "te-
miz silahla profesyonelce işlenmiş
cinayetin" içte sürdürdükleri iz-
lerinin dış bağlantılı ipuçlannı ele
geçirmek için çalıştıklan kaydedi-
liyor. Cenazede, Sıhhiye Köpru-
sü civannda meydana gelen olay-
larla ilgili olarak gözaltma alınan
2-3 kişinin Prof. Aksoy'un öldu-
rülmesiyle bir ilişkilerinin bulun-
madığı açıklandı.
Prof. Aksoy'un cenaze töreniıı-
de polisin gazetecilere saldırması
Başbakan Yıldınm Akbulut tara-
fından da kınandı. Akbulut, "De-
mokrasi basınb ayakta durabttir,
buna inanıyorum" dedi.
Ankara Valisi Saffet Ankan
Bedük de cenazede çıkan olaylar-
da görevli çevik kuvvet ekibinin
genç ve deneyimsiz polislerden
oluştuğunu, bu ekibin eğitime
alındığını soyledi. Gazeteciler Ce-
miyeti Başkanı Nezih Demirkent
ile Türkiye Gazeteciler Sendikası
Genel Başkanı Orhan Erinç, Baş-
bakan Yıldırım Akbulut'a gön-
derdikleri ortak telgrafta, "yetki-
lileri basına karşı tahrik edici be-
yanlardan kaçınmaları için
uyarmasım" istediler.
Başbakan Yıldınm Akbulut,
gazetecilerin soruları üzerine
Prof. Muammer Aksoy'un cena-
ze töreni sırasında polisin gazete-
cilere yönelik tutumu konusunda
şunları söyledi:
"Gazetecilerin o muameleye
maruz kalmalanndan dolayı biz
üzgünüz. Gerekli işlemin yapıla-
cağım da tçişleri Bakanımız söy-
ledi. Soruşturmayı o yapacak. Ba-
sına karşı değil böyle fıili hareket-
leri, sair hareketleri de tasvip et-
mediğimizi beiirtmek istiyorum."
Aksoy'un cenazesinde gazeteci-
lerin polisler tarafından dövülme-
si olayına lçişleri Bakanlığı'mn el
koyduğu bildirildi.
Saldınların ardından polis-
adliye muhabirleri örgütlenme ka-
ran aldı. "Güvenlik ve Yargı Mu-
habirieri Demeği" adındaki yeni
kuruluş tttzel kişilik kazanmak*
için cuma günü başvuruda bulu-
nacak.
tstanbul Universitesi Edebiyat
ve Hukuk Fakültesi'nde öğrenci-
ler Prof. Aksoy'un katledilmesi-
ni kınamak için dersleri boykot
ederken tstanbul'un çeşitli yerle-
rinde de cinayeti protesto eden
pankartlar asıldı.
Ozal
(Baştarafı l. Sayfada)
hurbaşkanı Mitterand 'la da bir gö-
rüşme yapacağı öğrenildi.
Görüşmede Doğu Avrupa'da
gelişmeler, Batı Almanya'nın bir-
leşmesi sorunu, Türkiye'nin AT
üyeliği ile NATO'daki gelişmeler
değerlendirilecek.
Mitterand'la geçen yıl NATO
zirvesi sırasında başbakanken gö-
ruşmüş ve kendisini cumhurbaşka-
nı Evren adına Türkiye'ye davet
etmişti.
Bu Kurşun Kinıe?..
(Baştarafı Z Sayfada)
dınlanma alevi değil, yangın ale-
vi. Yobazlık yahuz dinde değil her
sahada aldı yürüdü. Her aşınlık
bir tepki olarak diğer aşınlığı da-
vet eder. Bununla mucadele, uzun
vadede, kültürle, aydınlatma ile ve
bir dereceye kadar müsamaha ile
olur.
Bugun çoğunluğun sığındığı
Atatürk, ciddi bir devlet adanıı
olarak her sahada kaliteye önem
verirdi. Onun için üniversitede,
yargıda, eğitimde ve tüm hür de-
mokraside kalite önemli idi. Ka-
liteli insanların çoğu devlete çalı-
şırdı. Bugün ise kantite ön plan-
da, ona rağmen, herkes yaptığı
işin Atatürkçülük olduğu iddia-
sında.
Sonuç
Son 40 yılda memlcket nüfusu
uç misli arttı, büyük şehirlerrn nü-
fusu ise on misli arttı. Bu artış,
teşkilatsız ve plansız bir artış. 1957
yıllanndaki tstanbul'un kalabalık
bir merkezinin emniyet amirinin
sozlerı haia kulaklarımda: "Şişli-
nin etrafı nereden geldiği, hangi
suç eğiliminde bulunduğunu bil-
mediğim insanlarla.dolu, bunlar
bir gün içinde Şişli'yi yağma ede-
bilirler. Buna rağmen oy çıkan pe-
şinde olan milletvekilleri bu gece-
kondulaşmayı teşvik edip yol, su
ve elektrik getirme vaadinde bu-
lunmaktadırlar. Bir kargaşahk ha-
linde ben bunlara hâkim olamam,
suç odaklannı tespit edemem" de-
mişti. Köye hayat ve hizmet geti-
receğimize biz hâlâ Ortak Pazar
ülkeleri dışından sebze ve meyve
ithal ederek düzensiz göçü teşvik
etmekteyiz. Yetersiz güvenlik ve
emniyet kuvvetleriyle büyük şehir-
lerdeki suç odaklannı tespitte ye-
tersiz kalmaktayız. Umanz bun-
dan sonra kendi günlük ve' parti
çıkarlannı ve gelecek seçimleri ön
plana almaktan vazgeçen ve bir
devlet adamı gibi gelecek nesli dü-
şünen parti ve sıyaset adamlan bir
araya gelir, bizi ümitsizlikten kur-
tarır, şu kısır gecelerde sökecek
günduzleri görmemize yardımcı
olur.
HESAPLAŞMA
BURHANARPAD
(Baştarafı 2. Sayfada)
mıştı bu şarkı. Yalılarda, konaklarda, köşklerde, kahvelerde plak-
ları çalmırdı.
Muhlis Sebahattin operetleri de uzun süre begenildi. Ayse, Ça-
resaz, Aşk Mektebi operetleri uzun yıllar oynandı. Türk sesli film-
lerine konu oldular. Hazım ve Muammer'in okuduğu "Aldattur-
sa beni Karun. Ben ona bir iş ederum bugün bile unutulmadı!"
"Dünyada izler bırakmak istiyorum..." diyen Muhlis Sebahat-
tin 13 Şubat 1947'de,öldü. Oysa sağlığında her yerde onun şar-
kıları duyulur, çoğu sahnelerde onun operetleri oynardı. Öldü-
ğü gün istanbul'da kış yoktu. ilkbaharın ilk güzellikleri vardı İs-
tanbul'da.
"Dünyada izler bırakmak istiyorum" diyen Muhlis Sebahattin'in
tabutu eller üstünde taşınarak Taksim'de arabaya götürülürken
Şehir Bandosu yabancıların cenaze marşı yerine Muhlis Seba-
hattin'in Ayse operetınden 'sopranonun yakınması'nı, dramatik
bir yorumla çalıyordu. istiklâl Caddesi, güneşi, masmavi gök-
yüzünü aylardır özlemiş insanlarla doluydu. Ama yüzter sevinçli
değil, hûzünlüydü. Pencerelerde, kakjırımiarda, dükkân önlerinde
insanlar durmuş, yaşlı gözlerle bakıyoriardı. Yaşlılar, orta yaşlı-
lar, gençler ağlıyordu. Caminin karşısındaki yapılarından birin-
de bir kadın hıçkırıyordu.
Turnelerden döndüğünde nargilesini fokurdattığı EGE Kıraat-
hanesi kapalıydı. Şehir Bandosu derinliklerden duyuluyormuş
gibi ürpertiyordu Havada Fikriye'nin, Nuvart'ın, Hikmet'in ses-
leri dolaşır gibiydi:
"Gel sev sen okşa beni... Çok sev sen tyşe'ni..."
Sürgünlerde başlayan; politika çekişmeleriyie sürüp giden, so-
nu gelmeyen Anadolu turnelerinde geçen bu yorucu, çetinlerin
çetini ve yıpratıcı yaşam... Tepebaşı'nda ucuz bir otel odasında
tükenmişti.
57 yaşındaydı.
1890 yılında doğdu.
1917'de ilk opereti Çaresaz'ı yazdı.
1942'de son opereti Çingene Aşkı'nı besteledi.
1947"de Ayşe'nin yakınmast ezgileri son yolculuğunda uğurtar*.
Muhlis Sebahattin'in mezarını uzun süre aradım. Anıt özen-
tisi mermerlerin hiçbirinde Muhlis Sebahattin yazılı değıldi. Yağ-
murlu bir gündü. Mermer raezar taşları buz gibi, ıslak ıslaktı.
Osmanlı Imparatorluğu'nda çoksesli sahne müziği çok geç
başladı. Sultan Mecit döneminde ve Donizetti Paşa eliyle! İlk Os-
manlı besteci Dikran Çuhacıyan Efendi. Dünya radyolarında ara-
da bir çalınır.
Rey kardeşlerm Lüküs Hayat'ı başanyla sunuluyor. Muhlis Se-
bahattin konusu ele alınamaz mı? Doğumunun yüzüncû yılın-
da anlamlı olurdu.