05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 6 ARALIK 1990 Kontrgerilla: Önce$i-Sonra*ı Bu işkenceci ekipleri kimler oluşturuyordu? Işkence yapılan tüm ilericilere işkencecilerin asker oldukları sanısı verilirken kontrgerilla, özal Harp Dairesi, MÎT sözcükleri ile de kavram karışıklıkları yaratılarak dehşet saçılmak isteniyordu. SUPHt KARAMAN Birkaç yıldır toplumun gündemi bir kişi tara- fından saptanmaktadır. Ekonomik, siyasal, top- lumsal tüm olaylar kendi içeriklerindeki dina- miklere ve oluş zamanlanna uygun bir sıralama ile diyalektikJerini sürdüreceklerine çoğu kez bir esasa dayanmayan, şaşırtıcı, sonucu her zaman boş çıkan, yapay dürtülerle hedef saptınyorlar. Bflylelikle toplumun dikkatleri başka yönlere çe- kilirken "atı alan Üsküdar'ı geçiyoıi' Muhalefe- ti, ana muhakfeti ile tûm siyasal partiler, kamu- oyunu oluşturacak olan basın ve tüm öbür ku- ram ve kuruluşlar glindemin sıralamasma hiç- bir katkıda bulunamıyorlar. Tek seçici tarafın- dan oluşturulan "senaryo"da ancak birer flgü- ran gibi kalıyorlar. Işkenceci: "Biz kontrgerillayız!" Son aylar içerisinde ilk kez farklı biçimde bir gündem oluştu. Dışandan yankılanan bir oiay hem de bir yanda savaş olasıhklarının alabildi- ğine yoğunlaştığı, öte yandan AGlK'in silahsız- lanma, banş, insan hakları ve demokrasi vaat eden olumlu sonuçlannın sindirilmeye çahşıldı- ğı bir ortamda tüm gelişmeleri yararak toplumun gündemine çıktı. Sözü edilen konu, dışanda pat- lak veren Gladio'ya dayalı olarak yeniden orta- ya çıkan kontrgerilla olayıdır. Üzerindeki tar- tışmalar günlerdir sürtlyor. Kimileri geçmişte yüklendikleri görev ve sonımluluklannın gereği olarak "yasaldır", "Yurt savunmasının bir gereğidir" diyerek adı geçen kuruluslan koruyor- lar, toz kondurmuyorlar. Ama olayın bir zaman- lar iç politikada ağır işkencelere varan yönünü, topluma mal olan acılannı, birikimlerini görmez- likten geliyorlar. Kimileri de ya olayı küçültme- ye çalışarak saptınyorlar ya da kanıtları yeterli derecede ortaya koymuyorlar, koyamıyorlar. Asıl ile aynntıyı birbirine kanştırıyorlar. Bağcıyı dö- vemiyorlar, üzümü de yiyemiyorlar!.. Yasa içi, yasadışı kontrgerilla diye bir örgüt belki de hiç yoktur. Fakat çeyrek yüzyüdan beri Türkiye'de snreulamalarda, kökü dışanda işken- ce biçimleri sürekli uygulanmaktadır. Bunu bil- meyen yoktur. Seçkin general Celil Gürkan'dan çağın vazan Ünan Selcuk'a, 27 Mayıs'ın MBK üyeleriNunuuıEsin'den Ahmet Yüdız'a, yetenekli kurmay subay Talat Turhan'a varıncaya dek on- binlerce aydın bilim adamı, profesör, gazeteci üniversiteli, siyasetçi, partili, Alevi, Kürt, solcu, sağcı, kadın, erkek, sivil, asker sorgulanmaiann- da işkence ile burun buruna geldiler. 12 Mart ve 12 Eyltil dönemlerinin karanlık günlerinde işken- celer daha çok yoğunlaştı. Ziverbey Köşkii'nden yükselen feryatlar, daha sorgulaması başlama- dan, garnizona teslim olduğu ilk on dakikada öl- dürülen tlhan Erdost'un yürekleri parçalayan iniltisi sonraki yıllarda romanlara, şiire, tiyatro- ya, yazına (edebiyata) konu edildiler. Evet, kontrgerilla diye bir örgüt belki de hiç yoktu. Fakat 12 Mart işkencecileri ellerini ve göz- lerini bağlayarak işkence ettikleri kişilere: "Siz gerilla iseniz, biz de kootrgerillayız" diye söyle- niyorlardı. İşkence edilenlerin belki çok azı ge- rilla özentisi idiler. Fakat gözleri kapalı işkence görenlerin hepsinin kafasında "kontrgerilla" söz- cüğü işkenceciliğin bir simgesi olarak yerleşti kal- dı. Daha sonraki yıllarda kimi orgeneraller emek- liüklerinde, Ziverbey Köşkü ve benzeri yerlerde, gözleri bağlanmış bazı kişilerin sorgulamalannı izlediklerini, anılarında açıklamışlardı. Kontrgerillacılar işkence törenlerini (!) sürdü- rürlerken birbirlerine: "komutanım", "Binbaşım, Albayım" diye hitap ediyorlardı. İşkence yapan- lann tümünün asker kişiler oldukları görüntü- sünü veriyorlardı. Böylelikle 27 Mayıs'ta ve 1961 Anayasası'nın oluşmasında aydınlar ve asker ki- şiler arasında doruk noktasına yükselen işbirli- ğini yıkmaya, karşüıklı güven duygularım çökert- meye calışıyorlardı. 12 Mart'm ve 12 Eylül'ün yü- zeysel ve gerid genenüleri işin bu noktasını kav- rayarnadılar. Kültürleri ve zekâlan buna yetme- di. Yirmi yıl geçtikten sonra görülüyor ki tertip- çiler işkence odalannda ve sıkıyönetim uygula- malarmda amaçlanna ulaştılar. Hızlanan sömürii ve yağma 1961 Anayasası'nın özgürlükçü ortamında hal- kın ülke sorunlarına dayalı uyanışı hızlanırken, "Türkiye'nin Düzeni"ne ilişkin iç ve dış sömü- rünün anatomisi siyaset ve bilim arenasmda ir- delenirken, insan haklanna dayab sosyal hukuk devleti ve demokrasi geliştirilmeye çalışüırken Ke- malizme ve 27 Mayıs'a karşıt fesat şer cephesi de cadı kazanlannı kaynatmaya koyuldu. Her yeni ve ileri atılımı "komünistlik" diye suçlayan ge- rici akım, milliyetçUik paravanasnun arkasına saklanınca da düşiin ve ekin derinJigi olmayan yüzeysel yöneticileri uzun yıllar içinde etkisi al- tma aldı. Gerici saldınlar ve karşı koymalar karşıt ikiliğinde ülke terorizme düştü. Yöneticiler elinde 12 Mart ve 12 Eyliil çıkmazlanna ve geri dönüş- lerine girdi. Demokrasi rafa kaldınldı. Sömürii ve yagma hızlandı. 12 Eylül döneminde Atatürk'e bağlılığın kanıtı bir torba çimentoya indirgenir- ken geliştirilen "Rabıta" ilişkileri ile de onur kı- ncı yollara girildi. Sosyalistlerin soluk alışverişlerini dinleme gi- rişimleri kısa bir süre sonra sıkıyönetim soruş- turmalannda emniyet müdü.rlüklerinin "DAL" gruplannda, hücrelerde, Ziverbey Köşkü mah- zenlerinde tüm ilercilere uygulanan işkencelere dönüştü. tşkenceciler 12 Mart ve 12 Eylül rejim- lerinin belirgin niteliklerini tarihe tesdl eden sim- geler oldular. Bu işkenceci ekipleri kimler oluşturuyordu? İş- kence yapılan tüm ilericilere işkencecilerin asker olduklan sanısı verilirken kontrgerilla, özel Harp Dairesi, MİT sözcükleri ile de kavram karışık- lıkları yaratılarak dehşet saçılmak isteniyordu. Şimdi görülüyor ki bu dehşet çemberini, zaman- lannda kimi başbakanlar da aşamamışlar ya da görmezlikten gelmişler, farkında olamamışlar. Kontrgerilla ve özel Harp Dairesi'ne ilişkin yıl- lardır süren tartışmalar son günlerde yeniden yo- ğunlaşmıştır. Şimdi bazı açıklamalarla da ilk kez önemli ipuçları ortaya çıkmıştır. önemsiz ve ya- pay pek çok demecin arasında "kıymet-i harbiyesi" olan açıklamalar da yapılmıştır. Sa- yın Süleyman Genç ve Kemal Anadol'un söyle- diklerinde ipuçları vardır. Işkenceyi bizzat yaşa- yan Saym Talat Turhan bu konudaki bilgilerin odak noktasıdır. Eski Başbakan Saym Bülent Ecevit'in çok ilgj çekici açıkJamaları ise işkence ve kontrgerilla-Ozal Harp Dairesi sorununu si- yaset aJarunda artık örtbas edilemeyecek bir ko- numa getirmiştir. Son çeyrek yüzyıl içinde demokrasimiz işken- cecilerin ve kontrgerillanın saldırısına uğramış- tır. SaJdıranlar vardır, saldırtanlar vardır. İnsan hakları, hukuk ve özgürlükler çiğnenmiş, silahh kuvvetlerimiz ağır suçlama (itham) altında bıra- kılarak yurt savunması ilkelerine zarar verilmiş- tir. Geçmişte bu tür kirli tertiplerin işkenceler- den ayn olarak solda ve sağda provokasyonlar yapmak, fafli meçfaul cinayetleri desteklemek gibi karanlık işlere karıştıklan izlenimleri yaygındır. Kanlı 1 Mayıs, Kahramanmaraş, Çorum olayla- rı, Ecevit'e karşı suikast girişimi, 11 eylül bom- balı pankart tertiplerinin (!) 12 Evjül dönemin- de de dipleri bulunamamış, üzerlenndeki kuşku- lar dağıtılamarruştır. Bu kirli tertiplerin alt ve üst düzeyde sorumlulan vardır. Bu tertiplere alet ol- muş yüzeysel kafalı ve ruhsuz yöneticilerin so- rumluluklan vardır. Zamanlannda bunlan ortaya çıkaramayan, örtbas eden vurdumduymaz ve be- ceriksizlerin de sommluluklan vardır. Sonuç Son bir yıl içinde Çetin Emeç'ten Muammer Aksoy, Türan Dursun ve Bahriye Üçok'a değin sıralanan cinayetlerin karanlıkta kalması ve geç- miş olaylara benzerliklerinin, yeni bir karanlık dönemin hazırhğının yapıldığı kuşkusunu uyan- dırması boşuna değildir. Demokrasimizin yaşamsal varhğına kavuştu- rulması, insan hakları ve özgürlüklerin egemen kılınması, insanhğın yüce onuruna saygı ve Si- lahlı Kuvvetler'in işkence suçlamalarından ann- dınlması, her şeyden önce sorumluların ortaya çıkarılmasına, maskelerinin yırtılmasına bağlı- dır. Işkenceciler bir kez ortaya çıkanlmca her şey açıklığa kavuşturulacak, örgütsel öbür ilişkiler de rahatlıkla çözülecektir. Bundan sonra kontr- gerillanın, özel Harp Dairesi'nin, MlT'in, em- niyet kuvvetlerinin, öteki kurum ve kuruluşların, partilerin ve kişilerin de (varsa) ilişkileri kolay- lıkla bulunacaktır. lktidar ve muhalefeti ile bugünkü TBMM'yi tarihsel bir görev bekliyor. Konu el ve gönül bir- liği ile araştınlmalı ve ortaya çıkanlmalıdır. So- rumluluk burada bitirilmeli ve artık geleceğe ta- şınmamaJıdır. Eğer demokrasiye gerçekten ina- nılıyorsa ve insan haklanna saygı varsa... EVET/HAY1R OKT4YAKBAL Ey Sağduyu Neredesin? "Türkiye çatirdıyor" Dr. Hüsnü Göksel'in geçen gün bu sü- tunda çıkan yazısının başlığı böyleydi. Türkiye çatırdıyor! Ne- reden geliyor bu çatırdı? En başta Çankaya'dan, Atatürk'ün yarattığı doruktan... Her şey yanlış! Her şey tarfışmalı! Her şey bozuk! A'dan Z'ye kadar düzeltilmesi gerekiyor her şeyin... Anayasasın- dan 12 Eylül'cülerin yarattığı korku, baskı havasına kadar... Ülke iki parçaya bölündü böiünecek. Bir yanda Atatürk dev- riminin temel ilkelerine inananlar, bağlı olanlar, Öte yanda şeriatçı kafalar ve onların dümen suyunda gidenler, gitmeyi kendileri için yararlı görenler... Genelkurmay Başkanı Orgeneral Torumtay iki yıldır sürdür- düğü görevden aynldi. Bilindiği gibi Torumtay'ı bu göreve ata- yan o günlerin Başbakan'ı Turgut özal'dı. Orgeneral Özto- nın'du sıradaolan. Orgeneral Üruğ görevini Öztorun'a btrak- mayı planmıştı. Ama Özal bir sivil darbe yaparak Öztorun'u emekli etti, yerine Torumtay'ı getirdi. Böylece Torumtay'ın Özal'a yakın olduğu kanısı uyanmış- tı. iki yıl geçti, Özal'ın hem cumhurbaşkanı, hem başbakan, hem dışişleri, hem savunma bakanı kişiiikleriyfe 'tek adarr^ lığını sürdürmeye kalkışması; siyasal yararı için ülkemizi bir Körfez çıkmazına sokacak gibi görünmesi, sonunda Torum- tay'ı da bir hesaplaşmaya götürdü. 'Haksız' bir savaşı kimse istemiyor ülkemizde... Bush'un özel çıkaıiarı için kalkıştığı sa- vaşcı tavıra ayak uydurmak bize düşmez. Ama gidiş o gidiş, özal, ülkeyi 'haksız' ve 'yanlış' bir savaş batağına sürükle- mek hevesindedir, "Savaşmadan banş olmaz" türünden öz- deyişleıie süslü konuşmalarla kendi açısından yaptığı hesap- larla... "İnandığım prensiplerle ve devlet anlayışımla hizmete de- vamı mümkün görmediğim için istifa ediyorum" diyen bir Ge- nelkurmay Başkanı ile karşı karşıyayız. "İnandıncı olmayan prensıpler ve yanlış devlet anlayışı nedir" diye spranlara ANAP'ın ve özal kafasının tutumunu gösterebiliriz. Ülke ger- çek anlamda bir 'irtica' kalkışması ile karşı karşıyadır. Devlet kademesinin üst yerlerini imam mektebi çıkışlı insanlar dol- durmuştur. Valilerden, emniyet müdürlerine varıncaya kadar devlet görevlileri Arap parasıyla hac yolculuğuna çıkmışlar- dır. Laiklik anlayışı yerle bir edilmek isteniyor. Üniversite oğ- (Arkası 1% Sayfada) Aydmlanmayı Sürdüraıek... Kimse, 1923'ten beri inancından dolayı ne kınanmış ne de bir engele uğramıştır. Eğer kınayanlar ya da engellemeye girişenler olmuşsa bu, sadece o kişilerin yanlış tutum ve yetersiz anlayışları nedeniyle hoşgörüsüz bir davranıştır. Prof. Dr. KEMAL ONEN Dogmatizm ve duygusallıktan düşünce aşamasına yönelen kişi veya toplum, "aydınlanmanın" (1) yoluna girmiş demek- tir. Bir bakıma insanın ve insanhğın geliş- mesinin tarihi, duygusallıktan, dogmatizm ve egoizmden düşünselliğe ve ahlakiliğe yö- nelmenin tarihidir. Bu bakımdan bilimler, serbest düşünce ve ahlaki hedefleri bakı- mından, dinler de insanlığı aydınlatmaya yönelik bir içeriğe sahiptirler. Duygusallık derken, duygulann yaşamındaki temel ni- teliğinin önemsenilmediği anlaşılmasın. Sa- dece ağır basan öiçüyü asanını söylemek is- tiyoram. Gelin görün ki kişiler ve kimi çevrelerin davranış, karar ve yorumlarında gittikçe yo- ğunluk kazanan "bir duygusallık" ağır ba- sıyor ülkemizde. Evlerdeki öfkeli baba ve anne, sinirli, reaksiyoner çocuk, sokaktaki saldırgan şoför, kızgın polis, öğrenciyi dö- ven öğretmen, hastalan azarlayan doktor ya da hemşire, gazinolarda sahneye ya da ha- vaya ateş edenlerden vd tutun da kişilerin düşünsel, çağdas toplumsal davranışlan, ya- şam, çaba ve tahlilleri karşısında hatta ba- zen resmi ve yetkili çevrelerin ve de düzeyli duşünme gücünde olduklannı varsaymamız gerekenlerin çok kez ne denli "duygusal" ya da demagojik yaklaşımlı olduklannı ibret ve bazen hayretle izliyoruz. Laik devlet dü- zenini, çağdaşlık, rasyonellik gibi kavram- ları savunanlara anlayışsız, giderek saldır- gan davrandıklan artık günlük gözlemleri- mizden. Bunun yanında laikliği savunduğu- nu sanan, ama samimi inanca karşı da an- layışsız olan göstericilerin tutumlan da duy- gusallıklar sergiliyor. Bir kısım yazarın sık sık "duygusal fırtınalar" kopardıklan, sapla samanı birbirine karıştınp mesnetsız- ölçüsüz isnatlarda bulundukları, tahrikleri yöntem olarak seçtikleri ortada. Fikir adamlarını, üniversite hocalannı, aydınla- rı ve de sağduyu sahibi çoğunluğu yüzeysel ve harcı âlem tanımlamalara hedef olarak aldıkları, bu yolla çok kez kendi kızgınlık ve komplekslerini tatminden başka bir ya- rar da sağlamadıklarını görüyoruz. Açıklıktan, aydınlıktan ve düşünüden hem çekinen ve hem de belki yoksun bulu- nan ya da "duygusal yapı ve saplantıları" ağır basan bu kişiler ya da grupların çağ- daşlaşma çabasındaki Türkiye'nin sosyal ya- şamında bir yer tuttuklarını izlemek hazin. Toplumlara; bilim, felsefe, sanat ve de di- ni inanç ve uvgarlık alanında çaglar atia- tan gelişimin altında, şüphecilik, araştırma ve ancak rasyonellikle ulaşılabilen "aydınlanmg" ve "duygusal aşamadan" "düşünce aşamasına" gecebilmiş olmak yu- tar. Bir başka yazımızda da belirttiğimiz gibi Türk devriminin ve Atatürk'ün düşünsel ka- rakteristiği, en genel anlamda "aydınlanma- ya yöneiiktir" (2). Batı'nın 200 yıl önce al- gıladığı, ulaştığı ve artık gündeminde olma- yan bu hedefe, Türk ulusu ancak Atatürk ve Türk devrimiyle ciddi şekilde yönelmiş- tir. Bunun ise inanca yönelik ve dolayısıyla "anti-religieux" bir özelliği yoktur. Ancak dogmatizm ve fanatizme karşı, "anti- clerical"dir. Kimse, 1923'ten beri inancın- dan dolayı ne kınanmış ne de bir engele uğ- ramıştır. Eğer kınayanlar ya da engelleme- ye girişenler olmuşsa bu, sadece o kişilerin yanlış tutum ve yetersiz anlayışlan nedeniyle hoşgörüsüz bir davranıştır. Bizim kuşağı- mızda isteyen herkes 30'Iu, 4O'lı, 50'li yıl- larda dini görev ve uygulamaları rahathk, huzur ve sükûnet içinde yapagJmiştir. Do- layısıyla laik düşünceye sahip ve de inançlı büyük kesimin tutum, davranış ve düşün- celerini, "inananlar-inanmayanlar" aynmı şeklinde bir yaklaşımla yorumlatnak yapay ve sadece duygusal ve demagojik bir kan- dırmaca, konuyu yörüngesinden çıkarma- ya çalışmadır. "Laik, demokratik Türkiye Cumhuriye- ti'nin savunucusuyuz" demenin ve sık sık söylendiği şekilde çağdaş olabilmenin söz- den farklı ve fazla olması gereken koşulu "aydınlanma aşamasına" varmış bulunmak ve bunu toplum ve ülke çapında yerleştir- meye, sürdürmeye çahşmaktır. Avrupa par- lamentosunda yer alır, ekonomik toplulu- ğuna girme çabalannı sürdürür, Avrupa Güvenlik ve Işbirliği Konferansı'na katılır' ve imzalarken, böylece Batı uygarlığının ve daha da geniş anlamda; çağdaş kültür, bi-< lim ve teknoloji dunyasının değerlerirü ka- bul ederken bir dünya göttişünü de benim- semiş oluyoruz. Bu görüş, yaşam tarzı ve felsefesi ile esas itibarıyla "aydınlanma çağından" bir miras ve uzantıdır. Unutulmamalıdır ki Avrupa platformun- da yer alabilmemizin önde gelen dayanak- lanndan birisi de laik cumhuriyet ve devlet düzeni ile onun temel nitelikleridir. Sayın Cumburbaşkam'nın sık sık tekrarladıgı: "Düşünce nürriyeti, teşebbüs hürriyeti, din ve vicdan hürriyetinin" temeli, da>*anağı, ne fanatizm ve ne de katı du.vgusallık, dogma- tizm ve saplantı değil, fakat "aydınlanma" olmak gerekir. Türk toplumunun bugünkü en önemli ge- reksinimi de budur. Yoksa yanlış veya ba- zen örtülü mesajlarla devrimlere, laik cum- huriyet ve aydınlanmaya yönelmiş olanlara tariz ve hücumlar ya yanılgı ya da duygu- sallığa düşmektir. (1) Aydınlanma: Aufklarung, Enlightenment, Siecle dcs lumieres. (2) Aydınlanma Felsefesi. Devritnler ve Atatürk Prof.Dr. Macil Gökberk, Çağdaş Düşıincenin Işıjında Atatürk, Eczacıbaşı Vakfı Yayınları, 1983 PENCERE Adam ile Cüdam?.. Adam sözcüğünû herkes bilir, kullanır ama 'cüdam'ın an- lamı ne? Cüdam, adamın tersidir. Söztüklerde tüdam'a. rastlamak güçtür; Başyazanmız Ne- dir Nadi'nin anlattığına göre Yunus Nadi 'cüdam' sözcüğü- nü çok sever, sık sık kullanırmış: —O, adam değil, cüdam!.. Bilmem ki Yunus Nadi Bey zamanımızda yaşasaydı ne dü- şünürdü? Adamların azaldığı, cüdamların çoğaldığı 'zama- ne'de karamsarlığa kapılır mıydı? * Zamane'de cüdam öyiesine bol ki, bir adam çıktığı zaman şaşırıyoruz. torumtay cüdam değil, adam!.. Eski Genelkurmay Başkanını kutlayan kutlayana, telgraf yağıyor. Neden? Çünkü koltuğunu teperek çekilmesi bir örnek olusturdu. Türkiye'yi savaşa, demokrasi dışına, gayri meşru rejime, dikta yönetimine sürüklemeye çabalayan sorumsuz Cumhurbaş- kanı Özal'a gerekli uyarmın gündeme girmesi olumlu değil mi? Şaka maka değil... Savaşa gidiyoruz. Vaşington'un Körfez seferirvde ülkemiz bir Amerikan uçak gemisi g\b\ kullanılacak. Bu işin artık bir inceliği, ustalığı, sı- vası badanası, gizlisi saklısı da kalmadı. En kaba hesaplar- la ortaya konuyor, tek adam eliyle gündeme giriyor, halkın yüzde 80'i savaşa karşıtken gerçekleşiyor. Özal'ın ayakları yerden kesik, sorumsuz Cumhurbaşkanı, uçan halıya binmiş, iki lafının birinde 'Bush' diyor, ikincisinde 'beri... • Süleyman Demirel dedi ki: "Orgeneral Torumtay 'Hükümet, Meclis gitsiri diyeceğine, 'Ben gidiyorum" demek faziletini göstermiştir. Evren gibi 'Hü- kümet çalışmıyor, Meclis çalışmıyor, öyleyse ben de çalışmam, bir "Haydar Komitesi kurarım, bu Haydar Komitesi ile darbe hazırlarım'a gitmiyor. Buna dikkat edin, çok önemli bir şey, dü- rüst bir harekettir." Doğrudur. Ancak bir noktayı da unutmamak gerek. 12 Eylül'de Ev- ren'in darbe hazırlığı Vaşington ve CIA yörüngesinde oluş- tu, desteğinde gerçekleşti. Bugün o koşullar yok!.. Bush, Özal'ın yanındadır; ABD ve CIA, Türkiye'yi Körfez'de kullan- mak isliyor, darbenin niteliği artık 'askeri' değil, 'sivil'dir. İki yakamızı bir araya getirip dernokrasıyi bir türlü yakala- yamıyoruz; bu kez Genelkurmay Başkanı demokrasiyi beninv siyor; ama siviller heyheylendiler; ANAP Meclis Grubu 'de facto' (füli) bir rejimin oldubittisine destek sağlıyor. • özal, tek adam yönetimini uygulamaya dönüştürdü; ama kurumsallaştıramaz. Çankaya kuşatılmıjtır. Halkın yüzde 80'i Ozal yönetimine karşıt; muhalefet parti- leri karşıt; sendikalar, işçiler, aydınlar karşıt; öyle görünüyor ki, yasadışı yönetimin Türkiye'yi savaşa savurmasına ordu karşıt!.. Peki, yüzde 20 ile dikta rejimi kurulur mu? Kurulur, ama ne pahasına? Kimi cüdam, Özal'ın karşısında el bağlayıp boyun eğer- ken, Sayın Torumtay'ın 'izzet-i ikbal' ile çekilmesi onurlu bir. davranıştır. Üstelik bu davranışı, yalnız Türkiye'deki yasadışı ve savaşçı yönetime karşı değil, Türkiye'yi 'Özal'dan ibaref sayarak Kör- fez macerasında istediği gibi kullanacağına inanan Bush'a darbedir Boyutlan Türkiye'nin dışına taşan, Atlantik ötesine uzanan, uluslararası kapsama oturan bir olay yaşanıyor. Kurtuluş Savaşı Çukurova mücabitlerinden Milis Subay NtYAZİ BOZER'in vefatını üzüntüyle bildiririz. Cenazesi 6.12.1990 Perşembe günü Karacaahmet Camisi'nde kılınacak öğle namazını müteakip Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilecektir. AtLESİ ve YAKINLARI İSTANBUL ENTERNASYONAL OTOMOBIL FüARI 8 16 Arahk 1990 TÜYfcJP ISTAN6UL SERGİ SARA T E P E B A Ş I . İ S T A N B U L OTOMOBİL İTHALATÇILARI DERNEĞİ aHdt MOSKVKH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle