26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 Mart 1937 CUMHURİYET AnkaraHalkevinin ikinci resim ve heykel sergisi Görülen eserler, genclerimizin günden giine daha mütekâmil, daha olgun seviyeye yükseldiklerini isbat ediyordu Kibar misafir! Malatya meb'usunun evini soyarken yakayı ele verdi Meşhur sabıkahlardan Paşazade Mehmed Said, dün saat 15 te Suadiyede Malatya meb'usu Mahmud Nedimin köş küne gitmiş ve kendisine kapıyı açan Emine adındaki hizmetçiye büyük bir nezaketle: Meb'us Mahmud Nedim Beye fendi evdeler mi? demiştir. Emine, Mahmud Nedimin evde olmadıgmı söyleyince sabıkak ayni nezaketle: Ben Malatyadan geliyorum. Mebusumuza verilmek üzere bir kart yaza yım da kendilerine verirsiniz. Diyerek kapıdan içeri girmiştir. Emine, $af bir kadın oldugundan sabıkalıdan şüphelenmemiş ve kendisini misafir odasına almıştır. Kadıncağız bu kibar (!) misafiri odada yalnız bırakarak köşkün alt katında meşgul bulunurken Mehmed Said odalardaki dolabları açarak bulduğu krymetli eşyalan topla mağa başlamıştır. Mehmed Said, kaçmak üzere iken Emine yukan kata çıkmış ve vaziyeti görünce pencereleri açarak feryada başlamıştır. Sokakta devriye gezen bîr polis, bu acı feryadm geldiği tarafa doğru koş muş, ve kaçmak üzere olan Paşazade hırsızı yakalamıştır. tesbite muvaffak olmuş bir mükemmel eserdi, Elinin, çenenin ve dudaklann bütün bir dünyayı hayran eden ve bir dehanm azmini teressüm ettiren çizgilerini keşfe benzer bir seziş ve görüşle madende tesbite muvaffak olmuştu. Serbest fikirler Istanbulda nakliyat Medenî âlemdeki göreneğe göre nasıl bir sekle sokulabilir? Muhterem Cumhuriyet'te okudum... Şehir dahilinde eşekler sırtmda münakalâtın men'ini, Belediye, meclisine teklif etmiş. Bu teklif karara iktiran ederse... Katırlar, atlar ve develer gibi hayvanatı (bu karardan müstefid olmıyacak, rahatsız edegelmekte olduklan halkın şütu mundan kurtulmıyacaklar diye) hüzne ve siteme hakları olacak demek! A Aralannda eşeklerin eksikliğini •görerek müteessir olacaklar. B Kendilerini eşekler kadar himayeye mazhar olmuş görmedikleri için, muğber olacaklar. Bir mahzur daha var. O da şehrin hududu henüz mahdud ve muayyen ol madığı için Belediyenin meclise vaki teklifınde (araba ve otomobil geçmiyen mahallerde eşeklerle münakalâta müsaade edılebilecektir) denildiği için; şehrin sokaklannın ancak yüzde yirmi, yirmi beşinden maadası hatta keçilerin bile münır ve uburuna elverişli olmadığı için, olabilir ki bu işle meşgul olanlar... Meselâ arabalann geçememekte olduklan birçok bozuk yollarda hayvan sırtında münakaIe memnu değildir: Müsabaka bile memnu değildir diyebilirler ve bu suitelâkki ve tefehhüm emri verenlerin verdikleri emri takib etmek hususundaki ihmalleri misalile tetevvüc ediverirse bu maksad da husule ermez ve şehir sokakları bir atpazarı halinden kurtulmaz. Binaenaleyh herkes benim gibi bu da bir kararı bika rar imiş, der, yan çizer geçer. süratini idare ederler... Aşağı yukan bir (ahzü ita) muvazenesi husule gelir. Zannediyorum bu şekil, Belediyemizin daha vukuflu surette tersim edeceği böyle bir şekil; kamyonlarla, arabalarla, bisikletlerle, el arabalarile münakalâtın teminine ve tevessüüne kadar, ve hatta sonra maksadı tatmin edecektir. Elverir ki şehrin ciddiyeti ve güzelliği için bu işe başlamalı ve arkasını bırakmamah. Hamallar... meselesi hakkmda da bir iki maruzatta bulunmak istiyorum. Geçenlerde gene muhterem Cumhuriyette okudum. Sırtlarında yük taşıyanların adedi haddini hayli taşmış. Hamallar Cemiyetinin defterinde 2,500 küsur mükayyed hamal varmış. Halbuki piyasadaki hamallann adedi on beş bini geçmiş! ... Eğer mukayyed olan 2,500 hamal şehrin ihtiyacına kâfi ise üst tarafınm kayıd olunmadığma değil biline biline boş bıraktınldıklarına itiraz etmeli. Veyahud nekadar hamala ihtiyac varsa o aded doldurulmah ve binaenaleyh bilâkaydüşart mukayyed olmıyan hamâllara sureti katiyede müsaade etmemeli. Mukayyed olanların kollanna birer numara talik ettirerek bunlan hatta tahmin olunacak ihtiyaca göre mahallelere taksim etmeli, yerleri malum olmalı, adresleri bilinmeli. Müfteri fırçalar 5 ngilterede kurufasulyaya bu yıl rağ II bet fazla olacak ki haftalık mecmu alarda ve son moda kadın kostümlerinin resimleri arasında reklâmları yapı lıyor. Fasulya, malum olduğu üzere, kılığını ve admı en çok değiştiren sebze lerdendir. Zaten yaradılışında da deği şikliğe mahkumiyet vardır. Çiçek halinde iken uzaktan kelebeğe benzer, sonra sarmaşıklaşır, hanımeli gibi kıvraklaşır. Bu devirlerinde bile boylarından umulmaz ve cüceliklerine yakışmaz bir yayılma hırsı göze çarpar. Fakat onun mutfağa girdikten sonra tahammül veya temsil ettiği değişikliklerin haddi yoktur, hesabı yoktur. En mahir ahçı da, zannetmem ki, fasulya yemeği çeşidlerini bir çırpıda sayabilsin? Onun için Ingilizlerin fasulyaya ve hele onun kurusuna gösterdikleri rağbeti tabiî buldum. Bu mübarek sebzenin etlisini, pilâkisini, ezmesini, soğanlısmı, cevizlisini, alaca garnitürlü salatasını öğ rensinler. Eminim ki kendisini lord sofralarına baş yemek yaparlar. Fakat Ingiliz ressamlan, Türk fasulyasmı reklâm ederken çuvalın başına, tezgâhın önüne, tabaklann karşısma hep uçar püsküllü ve kırmızı fesli birer çocuk koyuyorlar. Işte benim buna, bu kayid sizliğe canım sıkıldı. Müfteri fırçalar tabiri de o sıkmtı ile kalemimden döküldü. Bugün Türkiyede fes ve püskül olmadı ğına göre Türk kurufasulyası reklâmlarına o yurddan matrud nesnelerin sokulması düpedüz iftira değil de nedir?.. Solda Refik Epikmamn, sağda Nureddinin birer portrelerl Halkevlerinin yıldönümünü Ankara Halkevinde Ar şubesindeki ressam ve heykeltraş üyeleri ve yetiştirilmekte olan amatörler de bir resim sergisile kutlula mışlardı. Sergiyi büyüklerden, münev verlerden, genclerden ve halktan birçok kimseler tekrar tekrar dolaşmak ve onlarm noktai nazarlarını öğrenmek fırsatına kavuştuk. Sergiyi gezmelerine şahid olduğumuz birçok ziyaretçilerin birçok yerine bütün de kullansak gene yerinde olur geçen sergiden daha ileri, daha şuurlu, daha düzgün bir san'at görmekte ittifak ettiklerini kaydedebiliriz. Portreler, bilhassa heykeller, geçen seferkilerden daha mütekâmil, daha manalı, daha işlenmiştiler. Halkevinin sanatkâr üyeleri, bu ülkü mabedinin içinde san'atlannı daha çok saydıracak ve sevdirecek bir olgunluğa yükselmiş bulunu yorlardı. Sergiye iştirak eden ressam ve heykel traşlann isimleri, evvelce, bu sütunlarda bile kaydedılmiş olsa, kendini güzel san'at sevgisine feragat ve şuurla veren bu yurd kıymetlerini tekrar an makla zevk duyarız: Sergiye Hâmid Gürel 6, thsan Karaburçak 3, Kerim Bıçakçı 6, Mahmud Akok 4, Mahir 5, Nusrat Suman 7, Nurettin Ergüven 2, Osman Ural 3, Refik Epikman 3, Refet Başokçu 4, Rıza, 3, Sabri Fettah Berkel 10, Salih Uralh 1, Seyfi Turay 5, Sadık Göktuna 9, Saib 6, Sami Karabatı 6, Şerif Rentgörür 6 parçasile iştirak etmişlerdi. Yozgadda resim muallimi Ahmedin de Ankarada tatil günlerinde açmış olduğu bir sergisinden kalan birkaç tablosu göze çarpıyordu. Gene son günde, Halkevinin ön cep hesindeki mermer salonun bir kenannda tahta ayaklar üstüne sıralanmış tablolardan başladık. Bu sıradan ilk resimler «Saib» inkilerdi. Portrelerine bu sefer biraz daha itina ve canhlık koymıya muvaffak olduğunu memnuniyetle gördük; «Hacıbayram» dan bir köşeyi gösteren tablo biraz fazla fotoğraf sadakatine sapmasa ve «hirfet» e kaçmasa pek çok muvaffak olmuş bir tablo sayılabilirdi. Yamnda Hâmid Gürelin poşatlarını seyrediyorduk. İstanbul melânkolisini anlatan bir tabloda İngilteredeki resim sergilerinde hayran olduğum mütekâmil küçük tablolardan birini seyrediyorum sandım; o kadar san'at vardı ve ayni zamanda yerli ve orijinal olmasını becer Bu sergi bize Hâlkevi atölyesinde çalışan amatörlerden Sadık, Refet, Rıfkı Ressam Saib tarafmdan yaptlan, Başvekü ve Kerimin bir olgunluğa gidişin kat'î İsmet İnönünün kızı Ozden müjdecileri olan değerli denemelerini de mişti; daha pentür, daha toprak olan yer yer zevkle ve ümidle seyretmek im«Ankaradan bir köşe» tablocuğunu her kânını da veriyordu. kes takdirle seyrediyordu; bulutlar, çaMahmud ve Şerif, Ankara Halkevinin hlar ve toprak parça parça ayni maddeemekli üyeleri muvaffakiyetli portreleri nin muhtelif tezahürleri halinde, birbirive tablolarile bizi ikinci salona girer girne yakm katılıkta gibi duruyor ve tabii mez kapıda, birer ev sahibi halile selâmliklerinden hiç birşey kaybetmeden bir lıyorlar gibiydi. Refik Epikmamn Srvas mükemmel renk arrnpnisi gösteriyorlardı. kongresinin ilk toplanacağı günde salo Biraz ötede, bu sergiyi meydana getirnun halini bütün sadakatile tecessüm etmek ve san'atkâr arkadaşlannı Halkevitiren tablosunda Halkevlerinin inkılâb nin çatısı altında birleştirmek için gay müzelerine istediğimiz tablolarin bir örretlerin en güzelini ve en feragatlisini gösneği olmak hassası vardı. teren Refik Epikmamn bir kadın portresi Seyfinin bütün mimarî hususiyetlerini, göze çarpıyordu. Çok muvaffak bir portre. Kumaş ve yüz renklerinde yeknesak rengini ve hatta tozlarını koyarak res lığa benziyen, fakat yalnız canlı ve can mettiği bir «İç Ankara» tablosu vardı sız görünüşile ayrılan bir renk birliği. ki; uzun uzun, ürpere ürpere seyredili Fırçanın vuruluşundan ayni rengin nere yordu. Nurettin Ergüvenin bir kadın sinde deri başladığını başka hiçbir fark portresinde duyulmuş, sezılmiş ve içte olmasa ve aza kısımlarını kapasanız ge humması yaşanmış bir esere başlangıcının izleri vardı. Hâmid Gürelin Atatürkü ne farkedebileceksiniz. ecnebi heykeltraşlann tecessüm ettirdiği Nusratın bir kırmızı kadın tablosu da mahdud cephelerden görmeyi geride bı beğenilmiyecek şey değildi; resimde yarım gibi zihinde tamamlanmış bir taslak. rakarak, ayni milletten olmanin verdiği Salih Urallının «Çıplak kadın» tablosun insiyakî bir salâhiyetle daha başka cepda ince örgülü, ahenkli ve içimi, baktıkça helerine nüfuz eden, asker Atatürk kadar şehevî duygulardan çok başka ve yük siyasî, entelektüel Atatürkü de resmet sek şeylere götüren bir mana vardı. Sab meğe çahşan heykelinde enginliğe çalan ri Fettahın Üskübde bir sokak tablosu, orijinal çizgiler vardı. Bu sergi, bize san'atkârlar topluluğukendinin ve bir ihtiyann tablosu mükemmel, orijinal san'at eserleriydi. Hâmid nun verdiği feyizli neticeyi ve uyandırdıGürelin renkleri kadar bunun da çizgile ğı semereli gayreti göstermekle, Halkevri bütün arkadaşlarından ayrılan bir lerindeki san'at hareketlerinin lüzum ve adamakıllı hususiyet gösteriyordu. Nus faydasını bir daha meydana koymuş olrat Sumanın Atatürk büstü, en sevdiği du. miz yüzü yeni hatlan ve hususiyetlerile Behçet Kemal Çağlar geriye kaçmıştı. Çocuğu tekrar elinden tutarak aydmllğa çeken Orhan, onun yaşlı gözlerini kırpıştıran büyük korkuyu gjdermek için soruyordu: Burada ne duruyorsun? Ne oldu? Biri sana fena birşey mi söyledi? Çocuk başını arkaya doğru sallıyarak Orhanm bu zannını reddetti. Gündüzkü hâdisenin mes'uliyet korkusuna binen utanclar ve azablarla, yemek salonunda arkadaşlarına, belki daha ziyade hocalarına görünmemek için buraya kaçtığı anlaşılıyordu. Orhan sırtını okşıyarak onu musluk lardan birine doğru götürdü: Haydi, ağlama, gel yüzünü yıka! dedi, ben senin hem hocan, hem amca nım. Ben varken korkma. Sessiz ağlıyan çocuk hıçkırmağa başlamıştı. Korkma! Dedi Orhan; ve Tahsini tutarak musluğa doğru götürürken, avcunun içinde titriyen incecik bir kol, ona, yeryüzünde tekbaşına kalmış bir çocuğun, karşısındaki büyük tehdidler önünde, kendini müdafaa için sahib olduğu küçük ve ehemmiyetsiz çarelerin ne hazin bir hulâsası gibi gelmişti. Çocuk yıkandıktan sonra Orhan ona yüzünü kurulaması için kendi mendilini vermeğe mecbur oldu.. (Çünkü buralar ...Mesele basitleşir. Kime hamal lâzımsa hamalı kolaylıkla bulur, işini gö rür; malumya, Avrupada yalnız hamal Iar için değil, şasörler için bile malum adresler, yerler vardır. Unutmadan şunu da söyliyeyim ki.. * * * Cadde pazarlarında ve alelumum pazarFüfteri fırçalar, ötedenberi Avrupada Çaresi... Elbet var. Bilâkayul ve şart larda bulunmaları zarurî gibi olan küfevardır. Geçenlerde Parise giden dostlaşehir dahilinde hayvanat sırtmda ticaret ciler dahi bu kayid ile ve numaralarla rımdan biri de o fırçalann yarattığı ifti » ve münakalât memnudur demek; bu mukayyed olmahdır. rah vesikalardan kartpostal haline konulmemnuu zail etmemekte ısrar etmek, ve Mukayyed demek mükeffel demek ol muş üç beş örnek getirdi ve tarihe taal pek şiddetli hareket etmek. duğu için bu şeklin halka va zabıtai be luku vardır diye bir tanesini de bana arFakat bu şiddetin mukabilinde, bu lediyeye kolayhk olacağını dahi tahmin mağan etti. Bu, meşhur Gıraud'nun esir kârın arkasma takılan binlerce kimseyi etmekteyim. pazan adım taşıyan ve san'at bakımın birdenbire lokmalarından etmemek için Semih Mümtaz S. dan nefis olduğuna da iman edilmek lâbunlara malum ve muayyen bir meşgale zım gelen tablosunun kopyesiydi. Ne yaihdası keyfiyetini derpiş ederek!. zık ki rengi, ziyayı, tenasübü, zarafeti Meselâ... Hayvanlar sırtında münakakendine ram eden ressam, hünerver fır Iâtm ve satışın bir zaman ve bir mekân çasmı müfteri veya şaşı olmaktan kurtaiçinde hududunu ta,yin etmek gibi. ramamış. Tabloda esirleri, bir top ku C Hayvan sırtmda münakalât samaş gibi, aça aça teşhir eden satıcının bah alrıda başlar, onda biter, derneli ve Türklükle münasebeti yok. Giyiniş başbunu öyle bir sarahatle söylemeli ki hayka, tip başka, eda başka. Buna memnun vanatm saat onda ahırlarına girmeğe olmadım değil. Lâkin bir Türk zengini mecbur olduklarını eshabı sarahaten anDün Üsküdar hapisanesinde bazı mah olarak tersim olunan müşteride de yabanlasın. kumlar arasmda bir arbede olmuştur. c! ırkların şekli ve şemaili var. Bütün D Satışın mahalle mahalle ve ba Bunlardan beş seneye mahkum Elâzizli şarkı dolaşan Giraud gibi üstad bir resğıra bağıra insan veya hayvan sırtında Yusufla 7,5 seneye mahkum MalatyaJı sam nasıl olur da Türkü, gayri Türk bir Battal hapisanenin bahçesine çıkmışlar tip halinde tasvir eder. Bunun da sırrı, ifasını dahi sureti kat'iyede menederek ve oradan da gene hapisaneye aid imabunlara, bu satıcılara (Avrupada olduğu lâthaneye girerek çalışmakta olan mah müfteri fırçalıktadır!.. gibi) birer sabah pazan yeri göstererek kumlardan İzmirli Karabıyık ismindeki Biz, kendimizi belki Avrupaya Iâyı bunun da, gene Avrupada olduğu gibi, şahsa evvelce besledikleri bir kin yü kile tanıtamıyoruz. Fakat onların da yeeabahlan saat dokuzdan itibaren saat on zünden hücum etmişlerdir. Ellerinde on ni Türkü, bütün hakikatile tanımak isteiki buçuğa kadar devamına müsaade ve santim uzunluğunda demir çividen ya mediklerine şüphe yok!.. İşte benim, şu pılmış bir şiş bulunan bu şerirler za kurufasulya hatta nezaret etmek. reklâmlanndan aldığım vallı adamı muhtelif yerlerinden yara ders!.. Biraz izah edeyim: Belediye... Maç lamışlardır. kada, Nişantaşında, Şişlide, Harbiye ciM. TURHAN TAN Keyfiyet etraftan haber alınmış ve varında, Taksimde, Cihangirde, İstanbul yetişen jandarmalar bu adamı muhak H: Gultekin imzasile Yalvaçtan mektub yoltarafınm münasib olan şu veya bu yerin kak bir ölümden kurtarmışlardır. Yade, sabah pazarlan için bir sokak ayıra ralı Haydarpaşa Nümune hastanesine lıyan okujTicuya: Ziya Paşanın babası Ferdeddin Efendi bilir ve hayvan sırtında mal satanlan bu kaldınlmıştır. dir, Galata gümrüğünde kâtibdi. Bu adın, ralarda toplıyarak kontrolunu kolaylıkla Gene evvelki gece Üsküdar hapisa Hayat AnsiklopedLsmde gene benim taratemin eder, bir taraftan da mahalle hal nesinde bir yangın hâdisesi olmuştur. fımdan yazılan hal tercümesi sırasında kını, mahallesindeki pazar yerinden ha Gece saat dört buçukta hapisanenin ba Ferrettin diye çıkması tertib hatasıdır. M. T. T. berdar ederek muntazam alışverişe alış casından kıvılcım ve alevler çıktığı görülerek Üsküdar İtfaiyesine malumat hrır. Pencerelerden, balkonlardan satıcı verilmiş, yetişen İtfaiye yangını sön 23 Nisan çağırılması gibi çirkinliği giderir, herkes dürmeğe muvaffak olmuştur. Bu su Çocuk Bayramı haftasının ilk te ne yapacağını bilir. Bu sayede de retle büyük bir vak'anm önüne geçil günüdür. Yavrularınızm baydükkâncılar, mahallesine göre ve kendi miştir. Yangının neden çıktığı malum ramı için hazırlanmız. kendilerine yükselttikleri fiat balonunun değildir. Kanlı bir arbede Üsküdar hepisanesinde mahkumlar birbirlerine Cumhuriyetin edebî tefrikası: 15 BİZ ÎNSANLAR Yazan: Peyami Safa ikişer büyüklerin bahçesindeki beyaz köşke yürüdüler. Tahsin yemekhanede de yoktu. Çocuklardan biri onu ayakyoîu nun önünde gördüğünü haber vermişti. Orhan tekrar küçüklerin teneffüsha nesine gitti. Uzun koridorun sonunda, halâlardan evvel gelen, bir sıra muslukların bulunduğu büyük taf odadan içeriye bir göz attı. Orası karanlıktı. Yalnız, koridordan gelen ışık, kapıdan içeri sızarak müselles şeklinde bir yer parçasmı hafifçe aydınlatıyordu. Orhan iki adım atarak bir kibrit çaktı. Tahsin, kapmın arkasmda, omuzlan nı yukan kaldırmış ve bir kolunu gözlerinin üstüne kapatmış, hareketsiz duruyordu. Orhan onu bir elinden tutarak aydınlığa çekti ve kolunu indirdi: Tepesinden ağır bir el bastırıyormuş gibi, çocuğun başı, korku ile gittikçe yukan kalkan omuzlan arasına kaçıyor, kızarmış gözlerinden yaşlar akıyordu. Karşısmda Orhanı görünce, bir tokat bekliyormuş gibi kolunu yüzünün hizasına kadar sıçratan bir refleksle iki adım da havlu denilen şeyden eser yoktu ve Orhan, Cemilin annesi tarafmdan Türk mekteblerine yapılan tarizi hatırlamaktan kendini alamamıştı.) Çocuğun tekrar sırtını sıvadı: Haydi! Yemeğini ye, ye de kuvvetlen, bak nekadar zayıfsın! dedi. Çocuk hâlâ omuzlan yukarıya kalkık ve boynu kısılmış, burnunu çekerek ve ayaklarını sürterek Orhanm önünden yüriimeğe başlamıştı. Besbelli ona başka biri tarafından verilen ve ince bacaklanna çok bol, çok uzun gelen pantalonunun paçalan yeri süpürüyordu. Cemilin anasında görünen gaynta biî öfkenin bir yandan kocasını genc yaşında kaybetmiş bir dul kadın hüs ranlarile, bir yandan da Tahsinin ba basına karşı kinile karışarak şiddet kazandığını anladı. Bu çocuğun attığı taşta da babadan oğla intikal eden bir kinin sjddetinden başka, kozmopolit bir aileye karşı millî vicdanm, hem de müreffeh bir sınıfa karşı halkın öfkesi vardı. Orhan etrafına bakmdı ve gözlerile Tahsini aradı. Muid İhsan da ye mekhanede sofraların hazırlanmasma nezaret etmek için ayrılmıştı. Orhan etrafına bakmırken, bakkaldan öteberi alan çocukları görünce yürüdü; bakkala, yemekten evvel teneffüslerde çocuklara karamelâ ve macun gibi iştahlarmı tıkayıcı şeyler satmasınm doğru olmadığını bir kere daha hatırlattıktan sonra koridora döndü. Merdiven altına doğru gitti, deniz tarafındaki büyük sofaya bakn, biraz dolaştı, çocuklara sordu, fakat Tahsini bulamadı. Yemek çanı çalıyordu. Küçükler birer O gece, Orhan yatağında birdenbire gözlerini açtı. Onu uyandıran şey, gü rültü ve kâbus gibi, dışandan veya içeriden gelen dik bir tesir değildi. Ne yüreğinde bir sıkmtı, ne şuurunda bir karıncalanma, ne de başında, yastıktaki ye rinden kaymış olmak gibi ense ve boyun adalelerini sızlatan bir kan toplantısı. Yatakta itiyadından fazla kalmış ve uykusunu çok iyi almış gibi, vücudünü sıçrama istidadlarile geren bir çeviklik içinde uyanmıştı. Oda sıcak olmadığı halde yorganı fırlatıp atmak, yahud da sebebsiz yataktan atlamak gibi, mafsallarında bereketini ve dolgunluğunu hissettiği bir hareket ihtiyacile doğrulup oturdu. Oda karanlık olmasaydı lüzumundan fazla uyuyup kaldığmdan şüphe edecekti. Pencerelere baktı: Ne perdenin altındaki aralıkta, ne de ortasındaki büyük yırtıkta sabahın yaklaştığını haber veren bir aydınlık vardı. Elinin altında bulundurduğu kibriti çakarak başucundaki dolabın üstünden saatini aldı: On biri yirmi geçiyor. Yatah iki saat bile olmamış. Bir kibrit daha çakh ve bir sigara yakarak arkasma yaslandı. İki üç nefes çektikten sonra, içinde parlıyan manadan anladı ki, onu uyandıran şey, tekâmülünün bir dönemeç noktasmda duran ve sabırsızlıktan şiştikçe şişirerek zekâsmdan yol soran bahtıdır. Bunu tecrübe ile biliyordu. Büyük endişe günlerinde, bazan kararsızlıkla yatağa girdiği zamanlar, kendilerine bir vahdet ve istikamet arıyan dağılmış ve şaşkın kuvvetleri, ağır tesirlerle onu uyanmağa ve kendini toparlamağa davet ederlerdi. Sanki bu bahtının dakikası dakikasına uyandıran çalar saatidir. muavini savarak onun maaşmdan bir kısmım kendininkine zammettirmek ve iki işi birden idare etmek niyerinde. Orhana karşı kinine gelince; bir ay kadar evvel, muallim odasında yaphkları bir münakaşada, onun Celâle: «Kurunu ulâda bir çocuk senden daha iyi düşünürdü!» diyerek bütün muallimleri güldürmeseydi. Celâl istiklâlin terakki amili olmadığını iddia etmiş ve Mısırı misal göstermişti. Münakaşa yaran saatten fazla sürdü. O günden sonra müdürün de Orhana karşı rengi değişmişti. Muid İhsan, iki defa ona: «Celâl seni müdüre gammazhyor, haberin olsun!» dedi. Orhan sabırlı bir tabiye ile düşmanının haddini tecavüz edecek kadar ilerlemesini beklemişti. Bu manevrasma, belki de rakibinin seviyesine karşı tenezzülsüzlükten gelen bir ihmal de kanştı ve müdürün yalnız kaldığı zamanları avlıyabilmek için, vazife itibarile, onunla sık temasından dolayı daha müsaid vaziyette bulunan Celâle karşı iyice uyanık ve hazırlıkh davranmasına Zihni o kadar berraktı ki vaziyeti he mâni oldu. Bu gaflet, o gün Tahsinin men kavradı: Bu sene küçüklerden leylî Cemile taşı attığı ana kadar devam et talebe azdı. İkinci muavin Sabri, iptidaî mişti. kısmının muallımler kadrosunda müdürün Orhan iyice anladı ki iş işten geçmişbazı tadilât yapmak istediğini söylemiş: tir. Müdür tasarruf etmek için, Celâl de «Galiba sen ve ben fazlayız; bir biçimine kurunu ulâda bir çocuktan daha iyi dügetirip ikimizi de ellemek istiyorlar!» de şündüğünü ispat için aradıklan fırsatı mişti. Bunu en çok istiyen, Celâl. İkinci bulmuşlardı. Urkast var}
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle