25 Nisan 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET 25 İkincikânun 1937 Dün yapılan kır koşusu Kar ve tipiye rağmen dün yapıldı. Kuleli lisesinde de askerî güreş şampiyonasına başlandı Av demek, köpek demek Genclerimiz nefis eserler Veliefendide koşular Bir Amerika tayyarecisinin verdiği malumat Ispanyol tayyarecilerinin ne şekilde harbettiklerini görmek maksadile kızıl lara bir ay kadar hizmet ettikten sonra Parise dönen Amerika ordusu ihtiyat zabitlerinden Frederic Lord, bir Fransız gazetesine yazdığı bir makalede, İspanya hükumet kollarına mensub tayyare ler ve hava muharebelerinin tarzı hakkmda şu malumatı veriyor: «îspanyadan avdet ediyorum. Orada, millicilerle marksistler arasında cereyan eden mücadelenin haricinde, gerçekten beynelmilel bir hava harbi vuku bul maktadır. Ispanyada hakikî beynelmilel hava harbi oluyor Elâzizde kuyumcııluk san'ati çok terakkiye başladı meydana getiriyorlar Zavaîîı hayvanlar, lisanı hallerile sanki: «Aman halecandan bayılacağız, çabuk emret te şu avın üzerine atılalım!» Dünkü kır koşusuna iştirak îstanbul Atletizm Ajanlığı tarafın dan tertib edilen kır koşularınm üçüncüsü dünkü karlı havaya rağmen, Veliefendi hipodromunda yapılmıştır. Takım koşusu olan bu yarışlara yalnız Halkevi, Galatasaray ve Gencler birliği ekipleri iştirak etmişlerdir. En kuvvetli elemanlara malik olan Güneş kulübün den bir tek atlet yarışmadığı gibi Fenerbahçe atletleri de takım çıkaramamak yüzünden ferdî, ve müsabaka harici koşmuşlardır. Üç bin ve beş bin metro olmak üzere iki seri üzerine yapılan dünkü müsabakalarm birincisinde Halkevi takimı 6 pu vanla birinci, Galatasaray takimı 19 puvanla ikinci, Halkevinin diğer takimı da 26 puvanla üçüncü olmuşlardır. Ferd itibarile Leopulos 10.38.4 dakikada birinci, Hakkı ikinci gelmişlerdir. 5000 metroluk müsabakada Halkevi nin iki takimı birinci ve ikinci geldiler. Ferd itibarile İbrahim 19.31.6 dakika ile birinci, Artin ikinci, Gabris üçüncü ol dular. » Askerî liseler güreş şampiyonası Askerî Liselerimiz arasındaki güreş birinciliklerine dün Kuleli Lisesinin bin kişiden fazla seyirci alabilen kapalı salonunda başlanmış ve büyük bir intizam dahilinde cereyan etmiştir. Bu müsabakalar, Federasyon Umu mî Kâtibi Seyfi Cenab, güreş antrenörü Pellinen ve millî takımdan Saim ve Yaşardan mürekkeb kıymetli bir hakem heyeti tarafından idare edilmiştir. Teknik neticeler şunlardır. 56 kiloda: Kuleliden Turgud puvan hesabile Gedikli Kemale galib, Denizden Sungur tuşla Maltepeden Hüseyne galib. 61 kiloda: Maltepeden Haydar kaburga kemiğinden sakatlanan Denizden Rızaya hükmen galib, Kuleliden Kemal tuşla Ge dikliden İhsana galib. 66 kiloda: Maltepeden Hikmet tuşla Kuleliden Cihada galib, Denizden Şükrü tuşla Gedikli Mustafaya galib. 72 kiloda: Denizden Necmi tuşla Maltepeden Fethiye galib, Kuleliden Cihad tuşla Gedikli Şerefeddine galib. 79 kiloda: Gedikliden Mustafa kolu ağrıdığından mindere çıkmıyan Maltepeden Mehmede hükmen galib, Kuleliden Yusuf sayı hesabile Denizden Ercümende galib. 87 kiloda: Kuleliden Hulusi tuşla Gedikli Hali Bu muharebe, benim dahil bulundu ğum taraf için cidden çetindir. Çünkü, orada, hava bombardıman müfrezelerine kumanda ettığım o Bilbao cephesine, biz eden koşuculardan baztlart Amerikalılara, Fransızlara ve îngilizlere de galib, Maltepeden Sami tuşla Fethiverilen tayyareler çürük çarık şeylerdi. ye galib. Ve biz, bu çürük vesaitle, Almanların Gelecek hafta devam edilecek olan mükemmel tayyarelerine karşı koymağa bu müsabakalarda Kuleliler şimdilik 15 mecburduk. puvanla başta gelmekte, bunu Deniz ve Arkamızda, muazzam hava ordularile Maltepe Liseleri dokuzar puvanla takib Ruslar bulunmasa, bu işin içinden çıka etmektedirler. Gedikli mektebinin 3 pumıyacağımıza hiç şüphe yoktur. vanı vardır. Rusların, bombardıman tayyareleri, Müsabakalardan sonra sporcular, mektebin şeref salonunda hazırlanan büfede tam manasile «uçan kale» lerdir. Öyle mekteb cazının çaldığı güzel havalar ara süratli ve öyle peşlerinden yetişilmesi zor sında samimî bir kardeşlik havası içinde tayyareler ki, refakatlerinde avcı tayyaresi olmadan keşif kolu halinde uçuşlar izaz ve ikram edilmişlerdir. avcı tayyarelerine Galatasaray lokalinde bas yapıyorlar. Ruslannbütün diğer devletlegelince, bunlar da, ketbol ve iddialı boks maçları rin gönderdiği avcı tayyarelerinin fev Dün akşam, Istanbulun en iyi iki bas kindedir. ketbol takimı olan Galatasarayla BarkoRus zabitlerinin bu hususta söyledikva Galatasaray kulübü lokalinde hususî lerine bakılırsa, bu vaziyetin sebebi, Sovmahiyette bir maç yapmışlardır. Çok ha yetlerin, Fransada, İngilterede veya Araretli ve heyecanlı bir şekilde cereyan merikada vücude getirilen yeni tipleri eden bu maçı Barkova'lılar 3039 ka derhal öğrenip bu memleketlerden daha zanmışlardır. evvel seri halinde imale başlamalandır. Basketbol maçmdan evvel iddialı bir Rus pilotlarının hepsi, Sovyet Rusyanın boks maçı yapılmış, Haldun ve Kemali cihanşümul bir vazife ifa etmesi mukaçjadındaki iki genc karşılaşmışlardır. Dör der olduğu kanaatini besliyorlar ve bu düncü ravunda kadar berabere cereyan kanaatle, hava harbinde şimdiye kadar eden maçın beşinci devresinde Kemali görülmemiş bir vahşetle çarpışıyorlar. hasmına üstün bir vazıyet almağa mu Bizim hava filotillâsına gelince, bu vaffak olmuş ve maçı kazanmışhr. filotillâ yalnız ecnebi pilotlardan mürek Bursa Dağcılık kulübünde faaliyet Bursa Dağcılık Kulübü idare heyeti, son toplantısında dağcılığın yayılması ve inkişafı bakımından kulübün şahsiyeti maneviyesini temsilen lâzım gelen her türlü temaslarda bulunmak üzere idare heyetinden tahrir arkadaşrmız Musa Ataşı kulübün mümessilliğine seçmiştir. Avusturyalılar Fransızları 2 1 yendiler Paris 24 (Hususî) Haftalardanberi beklenen Avusturya Fransa beynelmilel futbol maçı bugün yapıldı. Oyunun birinci golünü Avusturyalılar penaltıdan yaptılar. Bu gole Fransızlar devre ortasında mukabele edip beraber liği temin ettilerse de daha güzel ve daha teknik oynıyan Avusturyalılar haftayme birkaç dakika kala bir gol daha yapmağa muvaffak oldular. İkinci devre her iki tarafın neticesiz kalan çalışmaları arasında geçti, fakat gol yapılamadı ve maç birinci devredeki vaziyetini muhafaza ederek 21 Fransızlann mağlubiyetile neticelendi. Akından Akına Edib tarihçimiz M. Turhan Tan'm bu çok güzel eseri kitab halinde çıktı kebdi. Bunun sebebi basit. Muharebe nin bidayetindenberi Franko tarafma geçmiyen Ispanyol zabitanı, hemen kâ milen kurşuna dizilmişlerdir. Hali hazırda, hükumet kuvvetlerinde hizmet eden pilotlar Ruslardan sonra, Fransız, în giliz ve Amerikalıdır. Ezcümle Akdeniz sahilleri müdafaa kuv\retlerine kumanda eden zabit bir Fransızdır. Kızıllann bombardıman tayyarelerine kumanda eöen de gene Fransız tayyare zabitidir. Bilbao'da, çok feci şerait içinde ça lışıyoruz. Bir gün, kötü, eski bir tek satıhlı tayyare ile bir tecrübe uçuşu yap maklığım emredildi. İki yüz metroya yükselmiştim ki tayyarenin sağ kanadı mesnedlerinden çıktı ve tayyareden ayrıldı. Yanımdaki kumandan deli gibi bağın yor, yükselmemi emrediyordu. Maksa dı paraşütle atlamaktı. Fakat ben din lemedim, derhal yere indim ve nasıl olduğunu anlamadan, tayyareyi, hiç sar sıntısız toprağa temas ettirdim. Kumandandan tebrik bekliyordum. Buna mukabil, bir sürü küfür ve hakaret işittim, kurşuna dizilme tehdidile karşılaş tım. Filotillâ halinde uçuşlarımızdaki ga rib manzarayı hâlâ unufcamıyacağım. Altımızdaki tayyareler o kadar başka başka, o kadar köhne ve o kadar bozuktu ki, içimizden bir kısmı düşman siper leri üzerine bombasmı atıp avdet eder ken, yan yolda, nefes nefese o tarafa seğirtenlerle karşılaşıyordu. Birdenbire, yaptığım imza yüzünden düştüğüm vaziyeti düşünmeğe başladım. Ben şimdi bir mücrimdim. Bir maktulün hüviyetini çalmıştım. Yarın başka bir Azmi ortadan kaldınlacak ve onun yerine geçirilecektim... Sonum ne olacak?.. İşte bunun için hergün başımdan geçenleri notetmeğe lüzum gördüm. Bu suretle kendi hüviyetimi kaybetmiyecek, muhakemeye ve vaziyetimi daha iyi idrake muvaffak olacağım. Yazmak, düşünmek demektir. Düşünmek te belki hakikî hüviyetimi muhafazaya yanyacak.. Ben hakikî hüviyetimi ona ve bütün dünyaya rağmen muhafaza etmek istiyorum. Çünkü seviyorum ve çünkü... seviliyorum... *'* * Yunan toprağında ilk günümüz pek karanlık geçti. Şehir yağmurlu idi. Jan Diyamandi ismindeki herif ki muhakkak Samoilofun cürüm ortağıdır mel'un suratı, Hasretin sessizliği, hazin hali, durgunluğu... Sonra benim biraz evvel bir cinayet sahnesine şahi dolmam... Bütün bunlar bende yeis uyandırıyordu. Der ken gazetelerden bize bir haber aksetti: İstanbulda Vali Fikret Bey ölmüş... Jan Diyamandi, hemen bana: Sizin pek aziz dostunuzdu o... Vakit, artık geceyarısına yaklaşıyor du. Her şeyden, hâlâ kendimizden ev vel, köpeklerimizin istirahatini düşünmek lâzım gelirken her nedense bunu ihmal etmiştik. Gerçi o gün vurduğu muz tavşanlardan birini köylüler soy dular, temizlediler, parçaladılar ve bol su ile büyükçe bir tencere içinde kay natarak köpeklerin önüne ekmekle karışık papara halinde koyup hepsini güzelce doyurdularsa da bu, kâfi değildi. Yatacakları yerleri de ihzar ve temin etmek iktıza ediyordu. Ancak, bizim yatacağımız yerler taayyün etmedıkçe, her köpek, sahibinin yanmda ve emniyeti altmda bulunması icab ettiğinden bundan evvel köpekle rin barınacak mahalleri tabiî biline mezdi. Halbuki çok nazik, misafirper ver köylüler, bizi bir türlü paylaşamı yor, hepsi ayn ayrı karşımıza dikile rek: Ben de... diyordu. Ben de bir odaya iki yatak serdirdim. Evim, sizindir. Gelmezseniz... Diye mütemadiyen ısrar edip duru yorlardı. Bir türlü karar veremiyorduk. Ne yapmalı idik? Nihayet piyango tertib ettiler, çektik. Benimle bizim mutemed Sabri Çömelmeze köyün eşrafm dan Bay Recebin evi isabet etti. Sekiz avcı, dört evin birer odasma taksim edildik. En güzel, mefruş, möble ola nını da Bayan Yıldızla eşi Doğana tah sis ettik. Köpeklerimizi de yatacağımız evlerin münasib taraflarma bağlıyarak altlarına birer çuval sermek, önlerine birer kab su koymak suretile bu işimizi de ikmal etmiş olduk. Köpeklerinin istirahatini düşünmek, bununla meşgul olmak kaydinden va reste kalan içimizde iki kişi vardı: Yıldız ve Sami. Yıldızm köpeklerile Doğan uğraşıyor, Sami ise zaten köpeksiz bulunuyordu. Ben, Samiyi tanıdım tanı yalı hiçbir yerde, bir evde onu köpekli görmedım. Onun, yavru köpek elde ederek istediği gibi büyütmek, terbiye etmek, yetiştirmek külfetine tahammülü yoktur. Filhakika bir yavru köpeği de büyütmek, hastalıklarını geçirtmek, terbiye etmek, cidden bir meseledir, bir külfettir. Bunu, ve av köpeklerinin büyütülmesi, terbiye edilmesi usul ve kaidesini, gelecek yazılarımın birinde bildiğim ve tecrübe ettiğim kadar anlatmıya çalışacağım. Bizim Sami, köpek beslemek, köpekle avlanmak keyfiyetinde şu düsturdan ayrılamaz: «Ya hep, ya hiç!>. Yani, av köpeği, ya fevkalâde cins, kokulu, fermalı, aportlu, terbiyeli olmalı, yahut hiç olmamalı. Bu nazariye, tatbikı kabil olmak şartile zaten her avcı için bir gayedir. Bence, av demek, köpek demektir. Kendi telâkki ve içtihadıma, hislerime göre av ve avcılığın en büyük zevki, eğlencesi, av vurmaktan ziyade, avcı önünde gezen köpeklerden birinin, ta uzaklardan, en aşağı on beş, yirmi adımdan bir koku alınca, vaziyetini, reviş ve seyrini birdenbire değiştirerek burnu nu havaya dıktikten sonra mütecessis, mütereddid, sakin, korkulu adımlarla bulduğu avın üzerine giderken onu gören diğer köpeklerin de, ilk koku ve ferma vaziyeti alan arkadaşlarının bulduğu avı ürkütmemeleri, fermayı bozmamaları için hepsinin bir anda ve buundukları noktalarda mıhlanıp kalmaları, bir adım ileri atamamalarıdır. Bu, öyle nazarfirib, bediî bir tablo dur ki bence bir avcı için bundan daha zevkaver manzara olamaz. Böyle vaiyet hâdis olunca ben, kendimden ge Dedi ve muhakkak beni haberdar et mek için ilâve etti: Sizden ayrılır ayrılmaz ölmüş... Olur şey değil... Gazetelere bakılırsa siz onunla beraber başbaşa yemek yemişsi niz; değil mi Azmi Bey?.. Birdenbire gırtlağımı bir kemend sıkar gibi oldu. Boğuluyorum, sandım. Güç halle kendimi topladım. Artık kendi menfaatim ve hayatım mevzuubahisti. Doğru, dedim. Çok sevişirdik. Ne facia!.. Facia benim içimde geçiyordu ve Sa moilofun gözleri benden ayrılmıyordu. İsmail de orada, yanıbaşımda beni teskin ve idareye hazırdı: Otomobiliniz bekliyo rbeyefendi! Yeni hayatım başlamıştı. Garsonlar, memurlar, müdürler önümde iğiliyorlar, koca bir otomobil emrime amade bekli yor, şoför ve yanındaki muavini yüzü me bakmağa cesaret edemiyor... Hulâsa ben müthiş bir şahsiyet olmuştum. Otelin holünde, yerlere kadar igilen otel memurlan malî mehafilin en kuvvetli sahsiyetine lâzım gelen hürmeti gösteri yorlardı. Beni odalarıma kadar otelin direktörü götürdü. Oturacak odamda, salonum çerim. Bu tablo karşısmda ruhumun duyduğu zevk ve neş'eyi biraz daha temdid ve idame kasdile ilk ferma eden köpeği bir emirle, kuşu bulduğu noktada bekletirim. Onun yanına yavaş ya vaş gider, diğer köpekleri de çağırırım. Titriyerek, korkarak adım adım sokulurlar. Bunlar da kokuyu alınca hepsi muhtelif noktalar tutarak avı, bloka ettikten sonra, bulundukları yerlerde zangır zangır titremiye başlarlar. Zavallı hayvanlar, bu lerzeler altında nefes nefese puflıyarak gözleri, avın bulunduğu nokta ile benim gözlerim arasında mekık dokumıya başlar. Bir ava, bir de bana bakarak lisanı hallerile sanki: Aman... Halimizi görüyorsun. Halecandan bayılacağız. Çabuk emret te şunun üzerine atılalım.. Der gibi yalvarırlar. <Aport!> emrini fazlaca tehir edersem bazısı bu intizar ve halecana tahammül edemiyerek yere çöker. Çenesini, ön ayakları üzerine koyarak artık gözlerini bana dıker. Seyrine bir türlü doyamadığım bu tablo karşısmda bazan gaddarlığım tutar, köpekleri bu halde bir iki dakika bekletirim. Bazan da acıyarak hemen: Aport! Kumandasile bunları, avın üzerine saldırırım. Ne yazık ki bugün, bu na dide köpeklerimden bende de bir tane bile kalmamıştır. Av köpekleri böyle cins, hassas, terbiyeli olursa av ve av cılığın da zevkine, neş'esine payan olamaz. Fakat, bunun bir de aksi tasavvur edilsin... Maazallah! Meselâ, öyle bir köpek ki kokusu, ferması olmadığı halde sahibinden otuz, kırk metro uzakta gezer. Ezkaza rasgeldığı avın üzerine birden atılarak kaldırır ve arkasından yetişip tutacakmış gibi kovalamıya başlar. Buna, tabıî tüfek atamazsımz, o, gider. Yanınızdan, önünüzden kalkan keklik, veya bir çulluğu vurup düşürdüğünüz anda, o kâfir köpek tüfek sesini eşitince sizden evvel koşup yetişerek bir hamlede avı yakalar, didıkler, yemeğe başlar. Av ise bu yüzden barsakları fırlamış, tüyleri yolunmuş bir halde kalır. Bunlara köpek denmez. Böyle köpoğlu köpeklerin hakkı, nasibi bir fışektır. Beynine havale edeceğiniz bir sıkı ile artık onu orada bırakmalıdır. İşte ben de Samiyi, bu bakıştan haklı bulurum. Ya, hep; ya, hiç! Bununla beraber bizim Sami, her avda köpeksiz, çantacısız gezdiği halde gene hepimizden ziyade av vuran odur. Bıldırcm avlarında, keklikte, çullukta, tarla ve ormanlar içinde yıldırım ivi cacile hep zıkzak gezer. Her çalıyı, her çukuru, mutlak bir defa yoklamadan geçemez. Üşenmez ve yorulmaz. Zaten ben onun hiçbir avda oturup dinlendi ğini görmedim. Hele dağları, yarlan, ormanları, kayaları, dik yukarı tırmanırken öyle sürat peyda eder ki yokuş aşağı koşarak iniyor zannedersiniz. Fotoğrafında gördüğünüz veçhile, ne kadar ağır olursa olsun her tüfek onun elinde adeta bir baston, bir oyuncak şekli alır. Bizim mutemedimiz Sabri Çömel mez ise bunun tamamile makusudur. Avda puflıyarak gerez. Beline doladığı fişekliğile, ta, ortasmdan çemberlenmiş bir fıçı toparlaklığıle avda gezerken uzaktan onu yürümiye bedel, yuvarla nıyor gibi görürsünüz. Hele yokuş inerken, çıkarken, karnınm ta ortasına oturan göbek dedikleri çıkmtıdan önünü da çiçekler doluydu. Kabul salonu, yazı odrişı, yatak odası ve bir de banyo... Bu otelin günde en aşağı elli liraya tutula bileceğini hesab ederek gayriihtiyarî elim cüzdanıma gitti. Bu cüzdan bomboştu. Buna mukabil bizim uşağın cüzdanı kimbilir nekadar doluydu... Otelin salonunda yemek yemek ümi dindeydim. Bu suretle Hasretle belki bir kaç kere göz göze geleceğiz, belki de bir kaç kelime teati edeceğiz... Fakat İsmail bu ümidimin de boş olduğunu haber verdi: Beyefendi seyahatten yorulmuş oIacaktır. Aşağıda salonda, yemektense burada yemeği tercih etseniz gerektir. Bilâkis, İsmail... Hiç te... Tabiî biraz istirahate ihriyacınız var. Yemeğiniz buraya gelecektir, efendim. Bunu söylerken bu hınzır casus bana büyük bir küme evrak uzattı. Bunların bana gönderildiğini söyledi: Nedir bunlar? diye sordum. Bilmem efendim... cevabını verdi. Büyük bir yazı masasının başına oturdum. Geniş bir zarfı açtım, içinden çıkan kalın kâğıdları açtım. Bu sırada îsmail içeriki odaya çekil Elâziz (Hususî) Şehrimizde altm ve gümüş üzerinde yapılan kuyumculuk çok müterakki bir hale gelmiştir. Bilhassa Eğinli olup Elâzizde geniş bir atel ye meydana getiren Zihni kardeşler kuyumculuk san'atını, altm ve gümüş üzerinde nakış tekniğini en yüksek mertebeye çıkarmışlardır. Bu atelyede vücude getirilen mücevherat ve altm bileziklerin envaı hemen denebilir ki bugünkü müterakki vaziyetle Romayı, Yunatıı, Mısır ve Asuru geçmiş ve Sümer usulile kanşık ve daha ziyade Ural ve Kırgız kuyumculuğunun en zarif ve san'atkârane bir halini almışhr. Üç müteşebbis Türk gencinin vücude getirdikleri bu nefis altm eserler için her taraftan siparişler alınmaktadır. Son zamanlarda Anadolu kibar kadmIarının kollarında ve gerdanlarında gü zel san'atlann bütün bediî ve karakteristik zarafet ve inceliklerini gözle görülmiyecek kadar ince olan altm tellerile gösteren tek veya çift bilezikler ve gerdan lıklar, Avrupalılar tarafından bile çok rağbet'gören âltın kol düğmeleri görülmektedir. Göncierdiğim fotoğraf altından vücutte •getiriferi çok ince ve san'atkârane işçilıkli bir takım eserleri göstermektedir. göremiyerek anafora tutulmuş limon kabuğu gibi iki tarafına sallana sallana yalpalı gider. Şimdi, Türkiyemizdeki cins köpek sahibi avcılarımızın, alelhusus iktısad mahfillerimizin dikkat nazarlanna, bizim Saminin bundan bir hafta evvel başma gelen, hüsran ve mahrumiyetle neticelenen bir vak'asından istitraden bahsedeceğim. Sami, Sofyada bir dindaşımızın sahib olduğu <Seter Gordon> cinsinden bir köpeğe talib olur. Bilmuhabere, bunu, iki yüz liraya satm alır. Biz de, hiçten hepe kavuşan bu arkadaşımızı sevincle alkışlarız. Köpek, Sofyadan trene bin dirilip buraya gönderilirken, Bulgaris « tan gümrük memurları, cinsıyetınden ve böyle bir damızlığm Bulgar hudud ları haricine çıkamıyacağından bahisle sevkine mümanaat ederler. Zavallı bizem Sami de gene aslına, hiçliğe rücu eder. Şu vaziyet, bize, av köpeklerindeki kıymet ve meziyet derecesini anlatmıya kifayet eder sanıyorum. Bedri Ziya AKTUNA I Köşe minderinin esrarı I Zabıta romanı : 34 Benim de öteki tayyare ile ayni za manda Yunan topraklarına çıkarılmamın sebebi İstanbuldan hareket ettiği bilinen Hasan Azmi Beyin Yunan topraklarına vardığını ispat içindir; bu suretle hiçbir şüphe uyandırmamak içindir. Hiç kimse tayyareye binen bir adamın yolda kaybolacağma ihtimal vermez. Hasan Azmi benim şahsımda Atinaya varmış, demektir. Samoilofun dediği gibi herşey yolunda!.. Fakat yolda Hasretin öldürüldüğünü sandığım sırada bendeki inkisar ne müt hişti. Hele onu, Yunan topraklarında o korkunc maskesi altında gördüğüm za manki sevincimi hayatımın sonuna kadar unutamıyacağım. Bu korkunc, bu menfur maske artık benim gözüme görünmüyor, ben yalnız onun altındaki sevimlı, cazıb, güzel simayı görüyorum. Gözler ayni. Fakat o gözlerdeki yalvarış, şefkat ve mazlumiyet hiç değismiyor. Tayyareden iner inmez elini sıktığım zaman onun titrediğini, heyecandan gözlerinin karardığını hisset tim. Birbirimize karşı kimizin de sahte ve yalancı hüviyetler altında başkalanna olduğundan fazla kendimize karşı lekeli ve menfur görünmemiz bizi harab edi yordu. Ayni otele yerleşmiştik. Onun odası, Samoilofun odasmın yanmda idı. Onlar benden bir kat daha yukarıda idiler ve bu otel meşhur Tütün şirketinin müdürü Hasan Azmiye lâyık bir oteldi. Bütün ko laylıklarına, konforuna, salonlanna rağmen ben ona yaklaşmak imkâmnı bulamıyordum. Çünkü Samoilof onun yanında idi ve ondan ayrılmıyordu. Sonra vaziyet icabı Samoilofun Hasan Azmi Beyle tanışıklığı pek uzaktı, adeta selâmdan ibaretti. Samoilof orada, bir adım ötede idi. Beni mütemadiyen kontrol ediyordu. Emirlerini benim uşağım İsmail vasıtasile bliğ ettiriyordu. Bu casusun getirdiği emirleri münakaşasız kabul ve tatbik etmek mecburiyetinde idim. miş, benim bavullarımı açıp içindekileri yerleştirmeğe hazırlanıyordu. Müthiş şey!.. Bunlar büyük bir malî müessesenin, yahud hatta bir nezaretin en yüksek memuruna verdiği talimatnamelere benziyordu. Gizli bir komitanm bana verdiği talimattan ibaretti. Hepsini bir dakikada okumağa imkân olmadığı için, yazı masasının başında bir taraftan ye meğimi yerken bir taraftan bunlan oku dum ve esaslı noktalarını buraya hulâsa ettim. Baş taraf ta şu satırlar vardı: «Bütün mensublarımız tarafından kabul edilen esaslar.» «Cemiyetimiz resmî ve gayriresmî bütün müesseseleri, şirketleri kontrol etmekle mükelleftir. Mensublarımız kendi daireleri içinde bu gayeye hizmet için şahsiyetlerinden, menfaatlerinden, hatta hayatlarından feragate hazırdırlar... Memur, muharrir, syiaset adamı, hacı, hoca, tüccar, sanayi erbabı, san'atkâr, maliyeci... Hulâsa herkes, bizim mensublarımız için istifadebahşhr. Bunlarla konuşup anlaşmak, onlardan istifade olunacak malumatı idare erkânına bildirmekle mükellefsiniz. lArkası vari
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle