23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 MAYIS 2007 CUMA müzik YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY Fatih Erkoç, yeni albümü ‘Kör Randevu’da dillerden düşmeyen şarkılarını ‘estetik olmuş halleri’yle söylüyor C Suskunluk sonucudur. Ama bu cehalet çemberinin bir viraja doğru yaklaştığını da görmek durumundayız. Sonuçta Almanca konuşulan dünyadan sermaye ve bilgi, bu arada dış pazar olanakları falan gelmezse, Türkiye’nin bir vida bile üretemeyeceği açıktır. Almanya’nın, Türk dış ticaretinde rakipsiz en büyük partner olması, tesadüf değildir. Ayrıca, Türkçeyi ilk ve gelişkin bir dünya dili olarak kullanan en az 2.8 milyon Türkiye bağlantılı insan yaşıyor bu ülkede. Dünyanın başka hangi Batı ülkesinde bu kadar insanımız var? Bırakın Almanya’yı, Türkiye’de başka hangi Batı dili, üstelik çok iyi ölçülerde, bu denli yaygın? Türk siyaseti, Amerika’dan önce Almanya ile ilişkilerine bakar. Bunlar hiç söylenmez, açıkça dile getirilmez. İşin açığı, Türkiye, ABD nezdinde de, en azından 30 yıldır tümüyle Almanya’nın uhdesine bırakılmıştır. Buna rağmen Berlin suskunluğu seçiyor. Böyle bir tavrın zaman içinde tercümesi gerekecektir. Bir kenarda tutulmasında yarar var. ??? Türkiye hızla ve bambaşka bir yola girmek üzeredir. Ya bütün kurumlarıyla ve bir anda tel tel dökülecek ya da bir başka dünyanın kurulmasına öncülük edecek, bu sayede de varlığını koruyabilecek. Bu haliyle ve aynen devamı mümkün değil. Peki, nasıl bir halle devam edecek? İşte bu konu, Berlin’i “ters köşeye” bırakmış olabilir. Türk gericiliğini, şeriatçısından her tür liberal ve hatta sosyal demokrat versiyonlarına kadar hep beslemiş böyle büyük bir ülkenin siyaseti, Türkiye’yi çözme hesaplarında tepkisiz kalacak ve payına düşeni istemeyecek... Öyle mi? Hiç olur mu? Galiba bir endişe var: Ya Almanya’nın şu sıralarda en çok Oskar Lafontaine’li Sol Parti’nin temsil ettiği sol aklı siyaset sahnesine iyice el koyarsa?.. Türkiye’yle böylesine oynarken, başka ve sözde korunaklı yerlerde bu büyük siyasal birimin acılarından kâr devşirmek, tarihsel çözülmelerden hiç etkilenmemek, mümkün değil. Belki birileri de bunu düşünüyordur. Bu nedenle gelişmeleri yorumlamaktan bile kaçınıyor olabilirler. Suskunluk, yine de, tercüme edilmeyi bekliyor. cutsay@cumhuriyethafta.eu 7 Tek başına her telden orkestra Hatice TUNCER Bazdan popa uzanan yelpazede besteler yapan, şarkı söyleyen Fatih Erkoç, piyanodan uda, gitardan kontrbasa çaldığı enstrümanlarıyla müzikle bütünleşmiş bir sanatçı. Fatih Erkoç gibi birçok tarzda müzik yapan ve çok sayıda enstrüman çalabilen başka bir müzisyene Türkiye’de olduğu gibi dünyada da çok az rastlanır herhalde. Erkoç, 1987 yılından bu yana şarkılarından seçkileri, yeni düzenlemelerle, kendi deyişiyle “estetik ameliyattan” geçirerek “Kör Randevu” adlı bir albümde topladı. Fatih Erkoç’la, caz müzisyeni Kerem Görsev’in ortağı olduğu Ortaköy’deki İstanbul Jazz Center’daki konserinden önce yaptığımız söyleşide, Erkoç’un müzikal çeşitliliğinin geçmiş yıllardaki kaynaklarını öğrendik. Babasının bestesi ? Erkoç, Kör Randevu’da yeni bir şarkısına yer veriyor. Türk sanat müziği etkisindeki “Canevinden” duygulu ve ağır bir parça. Babası Hasan Erkoç’un 1950’li yıllarda yazdığı “Elveda Gençlik” gibi bir Türk sanat müziği eserinde trombonla “taksim’’ yapıyor. Fatih Erkoç’un albüm kapağındaki pembe göz bandıyla görüldüğü fotoğraflarını ise albümün adını da koyan Okan Bayülgen çekmiş. ORKESTRALAR Fatih Erkoç için müzisyenlik, aslında müzikle iç içe ailesinde kader gibi belirlenmiş. Henüz 4 yaşındayken udi olan babası Hasan Erkoç’un aldığı kemanı çalmaya başlayan Erkoç, saz eserlerinin peşrevlerini öğrenmeye çalışarak, babasıyla karşılıklı çalarak Türk sanat müziğiyle yoğrulmuş. Günümüzde İstanbul Üniversitesi (İÜ) Devlet Konservatuvarı olan Belediye Konservatuvarı’na yazdırılan Erkoç, trombon ve piyanonun yanı sıra kontrbas dersleri aldı. Konservatuvarda yatılı okuduğu dönemlerde bir arkadaşının etkisiyle, 1516 yaşlarında, zaman zaman geceleri okuldan kaçıp bir orkestrada çalarak pop müziğe adımını attı; ama sonraki yıllarda Devlet Senfoni Orkestrası’nda trombon çaldı. Kısa bir süre Özdemir Erdoğan Orkestrası’nda çalan Erkoç, caz sevgisinin temelini o dönemlere kadar uzatıyor. Ankara’da askerlik yaptığı 1973 yılında Erol Pekcan Orkestrası’na giren Erkoç, 1.5 yıl süreyle haftada 6 gün Büyük Otel’de sahne aldı. Erol Pekcan’ın 3 binden fazla plağını dinleme fırsatı bulan Erkoç’un deyişiyle: “Caz Erol Pekcan’la kanına girmiş.” Emmoğlu... ör Randevu albümünün en dikkat çeK kici ve şaşırtıcı parçası olan “Mi AmorHabibiMy Love” aslında Arabesk müzisyen Ferdi Tayfur’un “Emmoğlu” adıyla bilinen ünlü şarkısı. Erkoç, cazla başlayıp oryantal havaya girerek, rock’n roll’a uzanarak bütün müzikal eğilimlerini “Mi Amor” şarkısına yüklemiş. Şarkının çok popüler olduğu dönemlerde, 1992 yılında, Bostancı Gösteri Merkezi’nde kardeşi Sinan Erkoç’la “Erkoç Biraderler” adıyla yaptığı şovda prodüktör Dikran Masis’in önerisiyle “Emmoğlu’’nu programlarına almışlar. Fatih Erkoç’un geçen yıl bir televizyon kanalında yayımlanan “Beyaz Show’’da seslendirdiği “Emmoğlu’’ büyük ilgi toplayınca albüme almaya karar vermiş. Ancak söz yazarının vârisleriyle yapımcı firma arasındaki anlaşmazlık nedeniyle yabancı dillerde ve farklı içeriklerde sözler yazılmış. NORVEÇ’TE ZOR YILLAR Askerliğini tamamladıktan sonra Türkiye’de cazın ünlü isimleri Emin Fındıkoğlu, Neşet ve Nüket Ruacan’ın teklifiyle Norveç’e giden Erkoç, orada hayallerini gerçekleştirebildiği gibi, 11 yıl zor koşullarda çalışarak yaşamış, evlendiği için dönememiş: “Norveç’te caz çalarak geçinebilseydim dönmem zor olurdu. Geçinmek için orkestralarda çalışmak zorundaydım. Şehirden şehire sürekli yolculuk yapıyordum. Günün hit olmuş pop müzik parçalarını, en dans edilebilenleri çalıyorduk. Niye bu kadar çok enstrüman çalıyorum? Çocukluğumdan beri karşıma çıkan şartlar nedeniyle. İstanbul Gelişim Orkestrası’ndayken flüt çalmak zorunda kaldım. Norveç’te çalıştığım orkestrada gitarcısolist ayrılınca onun yerini aldım. Bir haftada gitar çalarak 45 şarkı öğrendim. Ama hiçbir genç müzisyene bu kadar farklı tarz yorumlamalarını ve bu kadar çok enstrüman çalmalarını önermiyorum. Keşke biriyle uğraşıp dünya çapında virtüöz olsaydım. Müzisyenin kafasındaki hedef bu olmalı ve bunun için çalışma saatlerinin tümünü enstrümanına ayırmalı.” GENÇLER DUYSUN DİYE Eski albümlerimi artık piyasada bulma imkânı yok. Özellikle Ellerim Bomboş çok soruluyor. Aradan 15 yıl geçti, gençler bilmiyor, bilenler de nostalji yaşamış olacak. Müzik sektöründe her dakika bir şeyler değişiyor. Dolayısıyla o zamanki soundlar artık tedavülden kalktı. ‘ELLERİM BOMBOŞ’ 1986’da Türkiye’ye dönen Erkoç, Süheyl Denizci’nin kurduğu TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası’na girdi ve Kuşadası Altıngüvercin Şarkı Yarışması’na “Yol Verin A Dostlar” şarkısıyla katılarak birinci oldu. 1992 yılında ise hâlâ dillerden düşmeyen “Ellerim Bomboş” şarkısıyla müzik çalışmalarını daha rahat sürdürebileceği bir noktaya geldi: “Eğer iyi bir müzisyensem misyonum olmalıydı. Benim ‘Bir pop albümüyle insanlara kendimi sevdireyim, sonra yavaş yavaş insanların müzik kulaklarını biraz daha yukarı çekeyim’ diye düşüncem vardı. Bunu yüzde yüz gerçekleştirdiğimi söyleyemem, ama yüzde 5060 yapabildiğimi düşünüyorum. Bugün birçok insan o pop albümlerini yaptığım için beni tanıyor, ama cazcı olarak kabul ediyor.” Grammy düşü rkoç, Ercan Saatçi’nin prodüktörlüğünde yürüteceği “Miras” adını verdiği proE jede, her biri farklı bir müzik tarzını içeren albümler çıkarmayı planlıyor. Türk sanat müziği, halk müziği, eski caz parçaları, Türk pop şarkıları gibi bir dizi albümde şarkıları senfonik orkestrayla yorumlamayı düşünüyor. Ve günün birinde müzik sektörünün en önemli ödülü sayılan Grammy Ödülü almayı hayal ediyor: “Grammy’yi popla alamam, yaşım o iş için geçti. Otantik müziğimizle cazın karışımı bir çalışma olabilir. Belki udumu virtüözite çizgisine getirip eserlerimi uygulayabilirim. ‘Bugününüz düne benzemesin’ diye bir söz vardır. ‘Yarınlara daha iyi şeyler yapalım’ diye sağlığım yerinde oldukça amaçlarımı arkadaşlarımla gerçekleştirmeye çalışacağım.” eden sustu? Türkiye’nin dış âlemle ilk ve en büyük temas merkezi Almanya, hadi başka türlü söylememek için böyle yazalım, Genelkurmay’dan gelen “laiklikte tarafız” açıklamasından bu satırların ekrana düştüğü ana kadar geçen 5 gün boyunca neden bu “açıklamaya” ve onu izleyen 1.5 milyonluk İstanbulÇağlayan gösterisi türünden çıkışlara bir tepki göstermedi? Berlin, Türkiye’yle ilgilenmiyor mu? Yoksa, Ankara’daki bir gelişmenin, Berlin merkezli Avrupa yürüyüşünü etkilemesinin zaten mümkün olmadığı mı düşünülüyor? Herhalde ikinci şık doğrudur. Berlin’in suskunluğu anlamlıdır. ??? Anlamlıdır, çünkü biz bundan sonuçlar çıkarmak zorundayız. Türk gericiliğinin palazlanmasında Almanya her zaman önemli rol oynadı. En az 25 milyar avro olduğu tahmin edilen “İslamcı hortumun” merkezi bu ülkedir ve elbette gericilikle ilişkiler bu tür “halkı söğüşleme” pratiklerinin sınırlarında kalmaz. İş çok derin. Bonn ve Berlin, Türk siyasetinde her zaman “çok ciddi” işlevler üstlendiler. Bu, “eşyanın naturasına” uygundur. Başka türlü olması beklenmezdi. Ancak ilginç olan, bu rolün ve ağırlığın, Washington’unkinden çok daha büyük olduğu halde ısrarla göz ve kulak ardı edilmesidir. Belki bu da, eskilerin tabirini yeniden kullanmamız gerekirse, “eşyanın naturası” gereğidir. Öyledir. Türkiye’nin reel ekonomisi, ABD’nin veya başka bir Avrupa ülkesinin falan değil, öncelikle Almanya’nın damgasını taşıyor. Hiç bunun sonuçları olmaz mı? Etkisiz nasıl kalır böyle bir ağırlık? Bunlar var ve pek de önemli değil. Önemli olan yerleşik Türk medyasının “hali pür melali”dir. Türkiye’nin dış dünya içindeki bu en önemli partnerini ve onun tepkilerini, yaşama kudretini, izlerini vs yerleşik medyamız tanımaz. Tanıtmaz da. Bu ülkede iyi paralar kazanmasına rağmen böyle bir cehalet çemberini Türkiye’deki okurlarına ve izleyenlerine adeta dayatır. Almanya ve Alman siyasetinin, Türk medyasında tam anlamıyla “pas geçilmesi”, belki İngilizce veya Fransızca yarım yamalak kekeleyebilen memur gazetecilerin elinde bir medya olmanın 50’lik öğrenci onservatuvar eğitimini tamamlamadan lisenin K ilk yılında eğitimini bırakması Erkoç’un içinde hep bir ukde olarak kalmış. Lise öğrenimini 2000 yılında dışarıdan sınavlara girerek tamamlayan Erkoç, İÜ Devlet Konservatuvarı’ndan, öğretim görevlilerinin teşvikiyle mezun oldu: “Aklım bir karış havadayken kızgınlıkla okulu bıraktım. Sonra içim cız etti, çok pişman oldum. 50 yaşında haftada 34 gün hiç devamsızlık etmeden okula gittim, gençlere de örnek oldum.” (Fotoğraflar: UĞUR DEMİR) N ‘Kör Randevu’ atih Erkoç, Rec by Saatchi Yapım Şirketi tarafından yayımlanan “Kör Randevu” albümünde 1987 yılından bugüne kadar sevilen şarkılarını toplamış. “Ellerim Bomboş”, “Anı”, “Yol Verin A Dostlar”, “Elveda Tatlım” gibi eski ama sevilen şarkılarını “estetik olmuş halleri”yle sunuyor. Şarkıların yeni düzenlemelerini Ercan Saatçi’nin yanı sıra Ufuk Yıldırım, Can Bener, Firuz İsmailov ve Tolga Kılıç gerçekleştirmiş. F Cumhuriyet gazetesi yazarlarına yoğun ilgi İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Gazetemiz yazarı Hikmet Çetinkaya, Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay ve Ege Bölge Temsilcisi Serdar Kızık, 12. TÜYAP İzmir Kitap Fuarı kapsamında kitaplarını imzaladılar, okurlarla söyleştiler. Kültürpark’ta yapılan fuarda okurlarla buluşan Cumhuriyet yazarlarına yurttaşlar yoğun ilgi gösterirken Cumhuriyet Kitapları Standı önünde de uzun kuyruklar oluştu. Balbay, imza öncesi “Cumhurbaşkanlığı Seçimi Sürecinde Türkiye” konulu söyleşiye de katıldı. 3 No’lu salonda yapılan ve çok sayıda yurttaşın izlediği söyleşide Balbay, “14 Nisan’da başlayan yeni süreçte daha umutluyum. Miting, halkın gücünü kanıtladı. Medya mitinge ilgi göstermedi. Zaten medyanın gücü yok. Çağlayan mitinginin ateşli geçmesini diliyorum” dedi. Balbay, “Genelkurmay’ın açıklamasının ardından ilk yanıt AKP’nin ABD kanadından geldi. Daha sonra AB açıklama yaptı. Bunlardan da ‘Türkiye çok kötü, AKP çok iyi’ anlamı çıkıyor. Ülkemizde yasamayürütmeyargı organlarının olduğunu sanıyorduk, şimdi ArınçErdoğanGül var. İlk kez bir başbakan, cumhurbaşkanı atadı. Türkiye için en önemli tehlike nedir, bu sorgulanmalıdır. Hiç kimse halkı karşısına alamaz. Alırsa hak ettiği karşılığı alır” diye konuştu. nayasa Mahkemesi’nin kararını, CNN Türk’te Gürkan Zengin’in programından ayrıldıktan on dakika sonra ve otomobilin radyosundan öğrendim. O programda, bana yöneltilen sorular arasında mahkeme kararının ne olabileceği hakkındaki görüşümü açıklamam da vardı. Hukuka ve Yüksek Mahkeme’ye saygımın gereği, bu konuda varsayım yürütemeyeceğimi; ama 367 oy konusunda, daha ilk tartışma gününden bu yana, Sayın Kanadoğlu’nun görüşlerini savunduğumu söyledim. Yine aynı programda, bazı “meslektaşlarımın” Anayasa Mahkemesi’nin TBMM’nin Cuma günkü oylamasını iptal istemini kabul etmesi halinde, siyasal bir karar alacağına yönelik yazıları da ekrana geldi. Anayasa Mahkemesi’ne, Cumhuriyetin 38’inci yılında kavuşmuş bir ülkenin yurttaşı olarak, kurumların kararlarına sadece bağlayıcılığı açısından değil, hukuka saygının gereği de olumlu bakmamızı düşündüğümü yineledim. Bu girişi, verilen ve sanırım son oluşumlar karşısında; hem Cumhuriyetin kazanımlarını, hem de demokrasinin arızasız işlemesinin önünü açan Anayasa A DÜZ YAZI ORHAN BİRGİT Mahkemesi’nin 2’ye karşı 9 oy ile aldığı karar sonrasındaki tartışmaların kesilmesini isteyen birisi olarak yaptım. Bu bakımdan Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’in mahkeme kararından sonra yaptığı kısa açıklama, bence kutlanmaya değerdir. Adalet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü, “hukuka bağlı her hükümet gibi; kararı saygı ile karşıladıklarını” söylüyor. Hükümetin bu vurgulamadaki samimiliği, seçim alanlarında ya da kahve söyleşilerinde de tekrarlanacak olursa, içtenlik kazanacaktır. Aksi takdirde, Abdullah Gül’ün adaylığına karşı tepkilerin büyümesinden beri, kimi iktidar yanlılarının, o tepkileri yönelten çevrelere sanki samimi bir uyarı yapmak istercesine, “AKP seçimlerde mağduru oynayacaktır” derken bir propaganda merkezinin istemini yerine getirdikleri ortaya çıkacaktır. Her kurum şu ya da bu nedenlerle, Kazanan Demokrasidir zaman zaman yanlış kararlar alır. Eylemler yapar. TBMM’deki iktidar çoğunluğu da, on birinci Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecine baştan yanlış başladı. 2002 seçimlerinde kendisine verilen oylardan daha çok, seçim sisteminin ve o günkü konjonktürün gereği olarak tek parti halinde TBMM’nin kaptan köprüsünde bulunmayı ve özellikle dört buçuk yıl süre ile kendi hükümetinden gelen her yasa teklifini yasalaştırmayı yeterli görmedi. Cumhurbaşkanlığı kurumunu da ele geçirerek kendi siyasal düşüncelerini, Cumhuriyetin kazanımları üstüne yeşil bir şal olarak örtmek ihtirasının ateşi AKP milletvekillerinin yüreklerine düştü. Öylece, ülke gerçekten tehlikeli bir yolun kavşağındaydı. Anayasa Mahkemesi kararı, o kavşak için bir kırmızı ışık yakmıştır. Bundan sonrası, belki bir yıldır, dene yimlerimin verdiği birikimlerle ısrarla üstünde durduğum erken seçimin, derhal seçim haline dönüşmesi dönemidir. AKP’nin de beklentisinin bu doğrultuda olduğu görülüyor. Tandoğan ve Çağlayan alanlarını dolduran seçmenler, seçim günü yağmur yağıyordu da ya da hava çok güzel olduğu için... gibi bahanelere sığınmayı artık terk ederek sandıkların önünde kuyruklar oluşturmayı da eylemlerinin başına almalıdırlar. Özellikle Cumhuriyetin kazanımlarını sözde değil; aynı zamanda özde de savunan siyasal partiler, seçmenlere, kendi ihtiraslarını geriye atarak oy kullanma süreci için destek olmalıdırlar. Yani çok sayıda liste ile değil, hiç değilse bu önümüzdeki seçim için adaylarını bir listede sunma özverisini başarmalıdırlar. Parlamento, hızlı bir geçici anayasa değişikliği ile 25 yaşındaki yurttaşların milletvekili olabileceğini öngören hükmünün bu seçimde de uygulanabilmesinin önünü açmalıdır. Cumhuriyetçi Partileri yönetenler. Önlerine gelen bu olanağı değerlendirmeyecek olurlarsa, bu ülkenin yurttaşlarının önüne bir daha çıkamayacaklarını anlamalıdırlar.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear