25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

2 EVET/ HAYIR C Halkımız Askerinin Yanında... olaylar ve görüşler 4 MAYIS 2007 CUMA OKTAY AKBAL ABD’de Sivil ve Asker İ nsanlığın gelişmesinde geri dönüşü olmayan akılcı bir aşama olan laiklik, Türk Devrimi’nin de demokrasinin de temelidir. Kökleri tarihsel gelişimde olan bu gerçeği Genelkurmayımızın içtenlikle paylaşması doğaldır. Silahlı Kuvvetlerimizin bu konudaki duyarlılığı, iç siyasetimizde de uluslararası sahnede de iyi bilinir. Son yıllarda yalnız dikkat değil, sabır da göstermiş olan Genelkurmayımız, devlet ağı içindeki iletişim yollarıyla ve özel olarak bir dizi uyarıda bulunduktan sonra, bu kararlı inancını kendi halkıyla da çağımıza ters düşen son örnekleri sıralayarak, açıkça paylaşmıştır. Bu anımsatma nedeniyle hafiften “demokrasi dersi” verenlere demokrasinin tüm kurallarının ve onun içinde laikliğin ayrılmaz yerinin altını çizmeyi şimdilik bir yana koyalım. Yalnız şu noktaya eğilmek istiyorum. Öğüt verenler arasında kimi Amerikan üst düzey yetkilileri de var. Özellikle demokrasinin sivil yönetim biçimi olduğunu söylüyorlar. Bu nedenle, Amerikan askerinin siyasetin içinde, hem de ortasında yer aldığı gerçeği bu yazıyı zorunlu kılıyor. Amerika’nın bugünkü küresel varlığı kendi cumhuriyeti ve demokrasisiyle de ters düşmüş ve bir imparatorluğa dönüşmüştür. Bu “imparatorluk” deyimini Amerikan medyası ve bilim PENCERE ‘Patron’dan Haber Var... rbakan Hoca’nın fotoğrafını ‘Milli Gazete’de gördüm.. Hoca bir ara hastaydı.. Toparlamış.. Allah sağlık versin!.. Çok badire atlattı Necmettin Hoca, yetiştirdiği yeniyetmelerinden büyük kazık yemesi de cabası... Hele şu ‘Üçlü’ yok mu?.. “TayyipGülArınç” üçlemesi, Hoca’yı satıp Amerika’ya bağlanınca iktidara tırmandı... Amerika “Yürü ya kulum” dedi mi işler değişir, kullar yürür... Eski Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın lafı unutulmadı: “ Donumuza kadar Amerika veriyor...” ? Amerika bir “Büyük Ortadoğu Projesi” hazırlamıştı; tasarımın Türkiye ayağı neydi: “Ilımlı İslam Devleti Projesi!..” AKP bu ayağın gereği olarak kurulmuş; kurulur kurulmaz da iktidara geçivermişti... Ama ilk tökezleme Meclis’te yaşanan ünlü ‘tezkere’ olayında yaşandı; AKP Amerika’ya istenilen biçimde hizmet veremedi... Buna karşın ülkede bir iktidar ‘alternatif’i de yoktu... Başbakan RTE’nin yakını, danışmanı, sırdaşı AKP’nin ünlüsü Cüneyd Zapsu Amerika’da bu konuyu ele alırken ne demişti: “ Bu adamı (RTE’yi) deliğe süpürmeyin, kullanın!..” ? Amerika’nın BOP’u (Büyük Ortadoğu Projesi) önce Irak’ta batağa saplandı... Irak artık kimsenin yâri olamayacak bir cehennem... Peki, BOP’un Türkiye’deki ahvali ne?.. Türkiye kuzu kuzu “Ilımlı İslam Devleti Modeli”ne razı mı olacak?.. Amerika’nın hesabı, yalnız Irak’ta değil, Anadolu’da da yanlış çıkıyor... Dün Tandoğan.. Bugün Çağlayan.. Yarın Manisa, İzmir, derken ABD ile AB şaşırdı kaldılar... Bir de üstüne asker laik mi?.. Al başına belayı... ? Cumhuriyet bir okuldur... Bizler 12 Mart’ta hapisten çıktıktan sonra Cumhuriyet’e 68’li gençleri almıştık; meğer bu ‘hızlı devrimci’ kardeşlerimizi ‘Doğan Grubu’ için yetiştiriyormuşuz... Şimdi eski hızlı sosyalist devrimci kardeşlerin neredeyse tümü ‘Doğan Grubu’nun çeşitli gazetelerinde çalışıyor... Ankara Büromuzda yetişen arkadaşımız Yasemin Çongar da Milliyet’in Amerika muhabiri... Yasemin,Vaşington’dan aldığı duyumlarla Amerikan yönetimi aleyhine zehir zemberek bir yazı yazdı... Meğer Amerikan yönetimi Türkiye’deki son asker açıklaması karşısında tarafsız kalmış... Çongar ateş püskürerek diyor ki: “ Bu Amerika omurgasız!..” Yine Milliyet’te Sami Kohen bu yazıya karşı tecrübesini konuşturdu: “ABD için öncelik kendi stratejik çıkarlarıdır. Washington Türkiye’deki gelişmeler karşısında (AB’den) daha ihtiyatlı davranmak gereğini duymaktadır.” Yani?.. Gereğinde ABD “adamı deliğe süpürebilir”. ? Son günlerin en önemli haberi budur!.. Hele ABD elini AKP’nin üstünden bir çeksin... Bu iktidar paldır küldür yıkılır gider... Şimdi bizim ‘Üçlü’nün gözü ve kulağı Amerika’da; ama, sanırım ‘Patron’dan yeterli bir destek gelmeyecek... Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV lık bir kış günüydü. Beyoğlu’nun ünlü pasaj meyhanesindeydik. Recep Bilginer, Mücap Ofluoğlu, Sami Karaören, Hıfzı Topuz söyleşiyorduk. Topuz, Paris’ten yeni gelmişti. Melih Cevdet’le Çetin Altan’la ilgili bir olayı anlatıyordu. Yazarlar arasında zaman zaman yaşanan dostça çekişmeler?.. Söyleşinin canlı bir anında meyhanenin radyosundan bir haber okundu! Silahlı Kuvvetler, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’le dört kuvvet komutanı, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e bir muhtıra vermişler: “Ülkede durum iyi değil, kan gövdeyi götürüyor, solcu sağcı çekişmeler düzeni sarsmakta, politikacılar akıllarını başlarına toplasın” anlamında... Hepimiz, daha önceleri 27 Mayıs, 12 Mart darbelerini görmüştük. Bir kez daha mı politikaya el koyma olayı yaşayacaktık. Şiir, Paris, edebiyat, aşk meşk konuşmaları sona erdi. Ülkenin yeni bir çıkmaza girmekte olduğunu düşünmeye başladık... ??? Cumhurbaşkanı, Süleyman Demirel’e, Ecevit’e muhtırayı ulaştırmıştı. Ama iki ünlü politikacıdan bir ses çıkmıyordu? Biri “Bu bana verilmedi” , öteki de “Bana da verilmedi” diyordu. Kamuoyuna açıklanan “muhtıra” boşlukta kalmıştı. Sonra olanlar oldu? Bir eylül sabahı Orgeneral Kenan Evren’in başını çektiği Silahlı Kuvvetler yönetime el koydu, Meclis’i kapattı, iki eski başbakanı, Demirel ile Ecevit’i gözaltına alıp Çanakkale’ye sürdü... Bir iki ay önce askerlerin verdiği uyarıyı umursamamışlar, sonunda kabak başlarına patlamıştı. Yalnız onlar mı, hepimizin başı derde girmişti. Gün geçmeden baskılar, gözaltına almalar, tutuklamalar birbirini izledi... Partilerin kapatılması, milletvekillerine beş yıllık siyaset yasağı getirilmesi, hapislikler, idamlar, daha neler neler!.. ??? Gelelim günümüze, yeni cumhurbaşkanını AKP seçecek! Dışişleri Bakanı Gül, Çankaya’ya çıkacak! Kişilikleri, nitelikleri, özlemleri belli olan bir cumhurbaşkanı, bir başbakan, bir meclis başkanıyla ülkemiz geriliklerin ağına düşürülmek isteniyor... Ama meydanları dolduran milyonlar böyle bir duruma karşı, dolayısıyla Silahlı Kuvvetler de karşı!.. 27 Nisan muhtırası, 29 Nisan halk gösterisi geçmişten ders almayan iktidara yeni bir uyarma, yeni bir uyandırma... ??? Asker çok konuşmaz! Durup dururken ortaya çıkmaz. Ama Atatürk’ün askeri olduğunu da, hiç mi hiç unutmaz! 27 Nisan muhtırası bir kez daha Türk askerinin Cumhuriyet ilkelerinin en güçlü koruyucusu, daha da ötesi, savunucusu olduğunu göstermiştir. I Amerikan devletinin küre üstündeki nüfuzuyla birlikte askerî imparatorluğu öylesine büyüdü ki, oluşumdaki her öneri, karar ve uygulamada sivil ve asker arasında görüş ayrılığı ve tartışma çıkmadığı mı sanılıyor? Amerikan Silahlı Kuvvetleri hiç tercih bildirmeden hükümetten yalnız buyruk almakla mı yetiniyor? adamları da artık açıkça kullanıyorlar. Amerikan imparatorluğu Kongre’de temsil edilen her iki siyasi parti ve silahlı kuvvetler en başta yer almak koşuluyla, federal yönetimin her türlü dayanağı tarafından denetlenen bir varlıktır. Söz konusu olan küresel bir imparatorluktur ve asker onun ayrılmaz parçasıdır. ABD art arda silahlı müdahaleler yapmakta, giderek savaşlar çıkarmakta, güce dayalı gizli eylemler yürütmekte, dışarıdaki ulusalcı akımları tehdit etmekte ve yabancı yönetimleri kendi dümen suyunda tutmaya çalışmaktadır. Bütün bunlar için küreyi 120 kadar askerî üsle sarmıştır. Tümünün tasarlanmasında ve yürütülmesinde Amerikan Silahlı Kuvvetleri ve onun üst düzey komutanları karşılıklı değerlendirme, kararlaştırma ve uygulama içinde yer alır. ABD (ve AB) tekelci sermayesinin, büyük or taklıklar olarak, kendi yapıları içinde silahlı askeri yoktur. Amerika için bu işi federal devletin kara, hava ve deniz güçleri yapar. Bu vurucu gücün, iç ve dış siyasetin dışında kalması düşünülemez. Bu ilişki daha çok uyum niteliğindeyse de askerin Kore (195053) ve Vietnam savaşlarıyla (196475), Başkan Reagan döneminde (198189) farklı düşündüğü de olmuştur. Günümüz Irak Savaşı’nda da sivillerle askerlerin ayrıldıklarına ilişkin yeterince belirti var. Asker bunu açıkça söylüyor da. Üstelik, askerin savaşın içinde bu denli oluşumdan ve harcamaların çoğunu kendine çektiğinden ötürü, kendi halkıyla ters düşmesi de söz konusudur. Her savaş o harcamaların halkın sağlık ve eğitim gibi yaşamsal haklarından büyük eksilmeleri de içeriyor. Amerikan devletinin küre üstündeki nüfuzuyla birlikte askerî imparatorluğu öylesine büyüdü ki, oluşumdaki her öneri, karar ve uygulamada sivil ve asker arasında görüş ayrılığı ve tartışma çıkmadığı mı sanılıyor? Amerikan Silahlı Kuvvetleri hiç tercih bildirmeden hükümetten yalnız buyruk almakla mı yetiniyorlar? Son Irak Savaşı’ndaki farklı yaklaşımları izlemek bile bizi doğru yanıta, kısaca ikisi arasında zaman zaman görüş ayrılıkları olduğu gerçeğine götürür. Türkiye’ye kimse, hele çevremizi kana boyamış olanlar, demokrasi dersi vermeye kalkmasın. Ayrıca, laikliğin ilk uygulaması Amerika’da Rhode Island devletindeydi. Bu uygulamayı yapan da Roger Williams adlı bir siyaset adamıdır. Laiklikten asıl uzaklaşan da günümüz Beyaz Saray yönetimidir. Kendine “Hıristiyan Sağ” diyenler orada da tüm ülkeyi kendi çizgilerine çekme çabasındadırlar. Amerikan toplumu, kilise ile devleti birbirinden ayıran çizgiyi ve kendiyle anlaşmayan herkesi bir anlama ortadan kaldırmak isteyen din sahtekârlarının tehdidi altındadır. Herkes kendine baksın. Türk halkı da, Genelkurmay da görevlerini yapıyorlar. E OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com Türkiye’nin Dramı ve 14 29 Nisan Umudu üyük Atatürk ’ün öncülük ettiği devrimler çok sürmedi. İkinci Dünya Savaşı’nı kazasız kayıpsız atlatabildik. Zor bir dönemdi. Yatılı okulda bir gün 150, bir gün 300 gram ekmek hakkımız vardı. İnönü’nün çok ustalıklı bir politika ile bizi savaşın dışında tutmayı başardığı teslim edilir. Savaşın ardından Sovyetler’in, talihsiz KarsArdahan iddiaları ortaya çıkar. Bu olay bizi Batı teslimiyetçiliğine sürükleyen bir dönüm noktası gibidir. Komünizm ve sol düşmanlığı için iyi bir fırsat yakalanmıştır, bu yıllar boyu sürdürülür. Bunun ardından Türk devrimine ilk büyük darbe gelir. Büyük eğitimci, Türk yazınına 500 büyük eser kazandıran Köy Enstitüleri’nin kurucusu Hasan Âli Yücel solculukla suçlanır. Kenan Öner isimli bir avukat bütün hünerini gösterir ve onun devrilmesini sağlar. Milli şef İsmet İnönü bu darbeyi önleyemez. Yücel’in koltuğuna oturan Reşat Şemsettin Sirer, İnönü ile Köy Enstitüleri’ni ziyaretten dönüşte ona dönerek “Paşam bu çocuklar böyle yetişirse biz onları idare edemeyiz” demişti. Çok partili düzene adım attığımız aynı yıllarda, Doğu’nun ünlü ağalarından Kinyas Kartal da İnönü’ye başvurup “Paşam bu okulları kapatmazsanız size oy yok” diyebilmiş, böylece bu güzelim aydınlanma odaklarının idam fermanı imzalanmıştır. TATÜRK DEVRİMLERİNE İHANET Çok partili düzenle birlikte hiç zaman kaybedilmeden Atatürk devrimlerine ihanet başlamıştır. Partiler köy ağalarına gitmişler ve onları, köleleri saydıkları köylülerin oylarına el koyabilmek için milletvekili yapmışlardır. Bu arada yine solculuk suçlamaları ile Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ne bir saldırı gerçekleştirilmiş B Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR 29 Nisan’da milyonlarca insanın Çağlayan’da savunduğu yine uygarlıktır, aydınlanmadır, antiemperyalizmdir, bağımsızlıktır, eğitim ve sağlık haklarında eşitliktir, halkçılıktır. 14 Nisan için haksız suçlamalar yapan, yurtseverliğinden kuşku duymadığım insanların önemli bir bölümü bu defa aynı yanlışlığa düşmemişler ve bu muhteşem mitinge katılmışlardır. A ve orada öğretim üyeliği yapan Türkiye’nin en aydınlık insanları darmadağın edilmiştir. Milli Şef bu darbeyi de önleyememiştir. 1950 seçimi ile Demokrat Parti iktidara gelir. Bu partinin demokrasi inancı taşımadığı hemen anlaşılmıştır. İlk icraatları ezanı Arapçaya çevirmektir. Bunun ardından laikliğe, aydınlanmaya aykırı eylemler iktidarın desteğinde birbirini izlemiştir. Urfa’ya atadıkları belediye başkanının bir sofrada “Orucunu yiyenin katli vaciptir” deyişini daha önce yazmıştım. Demokrasi adı altında her şey koltuk ve iktidar uğruna! Atatürk’ün yakınında yer almış politikacıların ondan hiçbir ilham almadıkları kanısını taşımışımdır. O büyük insan, “Asıl düşman memleketimin üstünü örten ortaçağ karanlığıdır, aklımızın süngüleri ile yurdumuzun üstünden kaldırılacaktır” demiştir. “Ben size hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş fikir değil, aklı ve bilimi miras bırakıyorum” demiş ve ilave etmiştir: “Değişen bir dünyada değişmeyecek fikirler ileri sürmek, gelişmeye ve bilime karşı çıkmak demektir.” Sandık demokrasisinin iktidara getirdiği politikacılar bu mirası benimsemediler, tersine onu reddettiler demek daha doğru olur. Halkevleri’ni ve Köy Enstitüleri’ni yıkarak devrime ihanet ettiler. Öğretim Birliği’ni kaldırarak Cumhuriyetin 84’üncü yılında Türk halkını ortalama 4 yıldan ibaret eğitime mahkum ettiler. Onların dogmalardan bağımsız laşmalarına engel oldular. Halkın aydınlanmaya kavuşmasına olanak vermediler. Böylece halkın milli egemenlik hakkını kullanmalarını da engellemişlerdir. Kendilerini demokratlar olarak tanımlayan bazı aydın kişiler bu açık gerçeği göremiyorlar. Teslimiyetçi bir dış politika benimsediler, bağımsızlıktan uzaklaştırdılar ülkeyi. SOLSUZ DEMOKRASİ Türkiye’ye yapılan en büyük kötülüklerden biri sola vurulan darbelerdir, dış güçlerin desteği ile solsuz bir demokrasi planlamasıdır. 12 Eylül bu açıdan öncü rol oynamıştır. İktidarlar milli gelirin artmasını sağlayamadılar, üretimin arttırılarak adil bir milli gelir dağılımını öngörmediler, ekonomiyi de dışa bağımlı hale getirdiler, globalizme ve IMF’ye teslim oldular. Politikacının yarattığı elverişsiz ve demokrasiden iyice uzak ortamlarda bu göstermelik demokrasi, askeri müdahalelerle yeni darbelere maruz kalmıştır. Bugün açıkça demokrasiye, Cumhuriyet ideallerine içtenlikle bağlı olmayan bir iktidarla baş başayız. 60 yıllık çoğunlukla kötü, gerici, muhafazakâr, sola ve halka karşı yönetimlerin doğal bir sonucudur bu. Türkiye’nin yurtsever sağduyu sahibi aydınlanmaya, devrimlere bağlı, eğitim yoksunluğu içinde kalmamış insanlarından yüzde 1 oy alamayacak bir parti iktidardadır. Atatürk’ün Çankaya’daki koltuğu na oturacak kişi için o partinin liderinin ağzına bakıyor olmamız Türkiye’nin ciddi bir talihsizliğidir. Bu ülkemiz için gerçek bir dram sayılsa yeridir. 14 Nisan mitingine karşı duran, hele çok yersiz ve haksız ve bence bilinçsiz bir şekilde bunu darbe yandaşlarının eylemi olarak yorumlayan ve Meclis Başkanı ile aynı paralele düşenlerin, bu yukarıda sıraladığım gerçekleri bilmediklerini ya da görmezden geldiklerini düşünüyorum. Bence bir darbe ve milliyetçilik takıntısı içindedirler. Türkiye Cumhuriyeti’ni Türkiye’nin bağımsızlığını, Türk aydınlanmasını asıl zaafa uğratanlar sivil politikacılardır. Askeri darbeler onların yarattığı elverişli ortamlarda meydana gelmiştir. Bu ortamı göz ardı edip darbe diye tutturmak, cehaletin, bilinçsizliğin doğal sonucu saçmalıkları, ilkellikleri ve vahşeti ulusalcılık olarak niteleyip suçlamak aymazlıktır, gerçeği görememektir. 29 Nisan’da milyonlarca insanın Çağlayan’da savunduğu yine uygarlıktır, aydınlanmadır, antiemperyalizmdir, bağımsızlıktır, eğitim ve sağlık haklarında eşitliktir, halkçılıktır. 14 Nisan için haksız suçlamalar yapan, yurtseverliğinden kuşku duymadığım insanların önemli bir bölümü bu defa aynı yanlışlığa düşmemişler ve bu muhteşem mitinge katılmışlardır. Bunu memnunlukla karşılıyorum. 29 Nisan mitingi Türk halkının kolay kolay karanlığa teslim olmayacağını göstermiştir. CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear