23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 MAYIS 2007 CUMA tarihçe BRÜKSEL GÜNLÜĞÜ ELÇİN POYRAZLAR Çanakkale’de uyuyan kahramanlar Erdoğan AYDIN Müttefik çıkarmasının asıl muradının donanmayı boğazdan geçirmek olduğunu, bunun için de en kısa yoldan Kilitbahir’i hedeflediğini kavrayan Mustafa Kemal’in öngörüsü, savaşın sonraki aşamalarını da aydınlatan bir işlev görecekti. Bu öngörüyle Arıburnu çıkarmasının ne pahasına olursa olsun göğüslenmesine işaret edecek, ne ki komutanların yanlış öngörüsüyle yapılan mevzilendirme, buranın korunmasını olanaksızlaştıracaktı. Nitekim çıkarmayı müteakip ciddi bir direnişle karşılaşmadan tepeleri ele geçiren Anzaklar, Conkbayırı ve Kocaçimentepe’ye yöneleceklerdi. Buradaki güç yetersizliği yanında hem bölgeyi savunan farklı birliklerin kendi aralarında hem de tümünün komutanlıkla bağlantı eksikliğinin ortaya çıkardığı savunma zaafiyetini gideren irade ise Mustafa Kemal olacaktı. İşte bu öngörü ve yetkisini aşan müdahaledir ki gidişatı değiştirecekti. Hızla cepheye kaydırdığı 57. Alayla Conkbayırı’ndaki boşluğu doldurma sürecindeki bir anekdot, önemi nedeniyle özellikle anımsanmalı: Yorulan birliğini dinlenmek üzere bırakıp yaverleriyle birlikte Conkbayırı’na yöneldiğinde, mermileri bittiği için 261 rakımlı tepeden aşağıya doğru kaçan askerlerle karşılaşacak ve onları durdurup; “düşmandan kaçılmaz (...) cephaneniz yoksa süngünüz var!” diyerek yeniden mevzilendirecekti; “Bu efrat süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yattı. Kazandığımız an bu andır” diye kaydedecekti. Düşmanı bu şekilde yere yatırıp durduran Mustafa Kemal, Alayının yetişmesiyle saat 10.00’da, karşı taarruza geçerek Anzakları püskürtecekti. Göğüs göğüse çarpışmalar sürerken, “yine yetki alanına girmediği halde Arap askerlerinden kurulu ikinci bir alayı birincisini takviye için ateş hattına” (Lord Kinross, Atatürk, s.103) sürecek, böylece Müttefiklerin ilerlemesini durduracaktı. Öyle ki bu karşı saldırı öncesi için İngiliz resmi kayıtları şöyle diyecektir: “Şurada burada tek tük silah sesinden başka ikinci sırt silsilesindeki direnme de tamamen durmuştu. Avustralyalılar ilk tepeleri işgal etmiş bulunuyordu, birkaç küçük müfreze de doğu sıra tepelerinin batı kısmına kadar varmıştı. Teğmen Lutit, Boğaz’ın sakin sularını görecek denli ileri gitmişti.” (İ. Artuç, Çanakkale Savaşı, s.173) C rışıyor. 13 Aksak Ritim DURUMU KAVRAMAK Ancak bu beklenmedik karşı saldırı, müttefiklerin görüş alanına giren Boğaz sularına ulaşmasını olanaksızlaştıracaktı. Böylece Conkbayırı ve Kocaçimen yükseklikleri kurtulmuştu. İngiliz Harp tarihini kaleme alan General Oglander: “19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’in 25 Nisan 1915’te Arıburnu’ndaki durumu derhal kavramış olması ve inisiyatif kullanarak 57. Alayla yapmış olduğu taarruz, Çanakkale savaşının sonunu tayin etmiştir” diye yazacaktır. (İ. Artuç, Çanakkale Savaşı, s.175) Saat 11.00’de hala Sanders’le bağlantı kurulamamakta, çıkarılan asker sayısı ise artmaktadır. Bunun üzerine Mustafa Kemal, tümeninin geride kalan birliklerine de Kocaçimen’e doğru hareket emri verecek, özetle 5. Ordunun tüm ihtiyatını, komutanından habersiz kullanacaktı. 12.30’da geriye giderken karşılaştığı 77. Alayı da 27. Alayın açıkta kalmış sol kanadına yönlendirecekti. Saat 13’te Maltepe’de karşılaşacağı Esat Paşa, onun bu kararlarını onaylamakla yetinmeyip, 27. Alayı da onun emrine vererek durumun sorumluluğunu üstlenecekti. Böylece fiilen Arıburnu Kuvvetleri Komutanı haline gelen Mustafa Kemal, bundan 2,5 saat sonra 77, 72, 57 ve 27 Alayları taarruza sokacaktı. Bu an Müttefik Kuvvetler Komutanı General Hamilton’un kayıtlarına; “gebe dağlar Türk doğurmaya devam ediyor. (...) mevziimizin en yüksek ve en merkezi yerine birbirini kovalayan dalgalar halinde yükleniyorlar” şeklinde yansıyacaktı. Bu durumda Anzak komutanı General Birdwood, yenilgiyi kabul ederek tahliye isteyecek, ancak Sir Hamilton, bu talebi kabul etmeyecek, ek kuvvetlerin karaya çıkarılması ve yoğunlaştırılan donanma bombardımanı ile durumu değiştirmeye çalışacaktı. Savaşın gelişimine müdahale ve katkıları giderek daha da belirginleşecek olan Mustafa Kemal, Müttefiklerin sonraki kritik atılımlarında da, ilginç bir şekilde karşılarına çıkan insan olacaktı. Çanakkale savaşları aynı zamanda onun kişisel tarihini de değiştiren bir işlev görecek, sıradışı yararlılıkları nedeniyle, üstelik Enver’in rezervine rağmen hızla rütbe ve prestij elde edecekti. 25 Şubat 1915’te, binbaşılıkla başlayan bu süreç, Onu generalliğe ve tabii işgal sonrası önder misyonuna sıçratan tramplen olacaktı. ısrarla belirtmesine, dahası götürüp arazi üzerinden bizzat göstermesine karşın Esat Paşa’yı ikna edemeyeceği gibi Von Sanders ve Enver Paşa’nın Saros Körfezi saplantısına uygun güç mevzilendirmesini de değiştiremeyecekti. Öyle ki Enver, Saros’a saldırıdan öylesi emindi ki, buraya 50 bin kişi daha güç yığılmasını önerecekti. Kendilerini düşmanın yerine koyarak düşünme becerisi gösteremeyeceklerinden, asıl amacın, müttefik donanmasının yolunu açmak olduğunu, bu nedenle asıl saldırının Kilitbahir’i ele geçirmek olduğunu bir türlü anlayamıyorlardı. Bir kez daha ve ciddi kayıplar pahasına M. Kemal’in görüşü doğru, komutanlarınki ise yanlış çıkacaktı. Bu komuta zaafiyetinden faydalanan İngilizler, 6 Ağustosta beş tümenle Suvla Koyuna çıkacaklardı. Burayı korumaya çalışan Binbaşı Wilmer, elindeki güçler çok yetersiz olduğundan çıkarmayı engelleyemeyecek, ama büyük bir başarıyla yüksek noktaları elinde tutacaktı. Aynı gün düşman, Mustafa Kemal’in tam da Esat Paşa’ya göstermiş olduğu çizgi üzerinden ikinci saldırıya geçecekti. 7 Ağustos sabahı Conkbayırı’nı cansiperane bir şekilde korumaya çalışan Kannengiesser de göğsünden vurulacak ve 9. Tümen komutansız kalırken, İngilizler ciddi zayiatlar verdirerek yeni bir ilerleme alanı elde edeceklerdi. 8 Ağustos sabaha karşı Conkbayırı İngilizlere geçecekti. Bu yeni gelişme, uyarılmış olmalarına karşın Enver, Sanders ve Esat Paşa’nın, ciddi öngörü eksikliklerinin faturasıdır. Bununla birlikte Suvla çıkarmasıyla Saros takıntısından kurtulan Sanders, bölgeyi hızla güçlendirecek tedbirler alma konusunda iyi bir performans sergileyecekti. Bu hızlı tahkimat ve güç kaydırmalarla birlikte Sanders, Anafartalar Grubu Komutanı Fevzi Beyden, durumu kurtarmaya yönelik karşı saldırı isteyecekti. Askerlerin yorgun ve yetersiz olduğu gerekçesiyle saldırıya itiraz etmesi üzerine de, Fevzi Beyi görevden alıp, İngilizleri göğüslemek üzere kurulan Anafartalar Grup Komutanlığına Mustafa Kemal’i getirecekti. Osmanlı kuvvetleri gerçekten de olağanüstü yorgundu, ama Müttefikler de çıkarma alanını sağlamlaştırıp genişletmekteydi. İşte bu çok kritik noktada Çanakkale savaşlarının en önemli saldırı karar larından birinin gecikmeksizin uygulanması ve savaşın bütünü açısından mutlaka kazanılması gerekmekteydi. YA HEMEN YA DA HİÇBİR ZAMAN M. Kemal, tümen komutanlarının, olağanüstü yorgunluk, topçu desteği yokluğu, düşmanın teknik üstünlüğü gibi anlaşılır nedenlerle sergiledikleri itirazlarına rağmen 10 Ağustos sabahı saldırı başlatma kararlılığından geri adım atmayacaktı. Ona göre en temel sorun bu kritik aşamada düşmana konumunu sağlamlaştırma olanağı sağlanmamasıydı; aksi taktirde yorgunluk ve silah desteği sonrasında başarı daha da olanaksızlaşacaktı. İngilizler de çok yorgundu ve kaybedilecek her saat çok daha üstün tahkimat olanakları nedeniyle onların lehine çalışıyordu. Bu ortamda M. Kemal ya hemen ya da hiçbir zaman diyen bir muhakemeyle kararını uygulatacak ve Çanakkale savaşının en başarılı ve en işlevsel saldırılarından birini gerçekleştirecekti. Sanders, cepheden saldırı planına ilişkin itiraz belirtecek, ancak Mustafa Kemal’in ısrarı üzerine; “Bu harekâtın sorumluluğunu siz üzerinize aldınız. Planlarınıza karışmak istemem, sadece aklımdan geçeni, bir düşünce olarak iletmek istedim” diyecekti. (Lord Kinross, Atatürk, s.119) Sabaha karşı dörtte başlayan beklenmeyen saldırı, ateş üstünlüğüne karşın müttefikleri dağıtacaktı. Öylesi beklenmedik ve başarılı bir saldırıydı ki bu, General Cayley, Cooper ve Baldwin’in ölümü dahil İngilizler çok ağır bir zayiat vereceklerdi. İngilizlerin son bir umutla 21 Ağustos’ta gerçekleştirdiği ikinci saldırı da (II.Anafartalar) akamete uğrayacaktı. Böylece üçüncü cephe de tıkanmış ve savaşın kaderi belirlenmişti. Bütün bu üstünlüğüne karşın ilerleyemeyen müttefikler İngiltere’deki ağır kamuoyu bakısıyla birlikte demoralize olmaya başlayacaktı. Bu arada Bulgaristan İttifak saflarına katılacak ve böylece Almanlar’ın Çanakkale’ye subay, top ve cephane aktarmasının önü açılacaktı. Artık Çanakkale’nin geçilmesi iyice olanaksızlaşacak ve İngilizler çekilmeye karar vereceklerdi. vrupa’nın gözü yine Türkiye’ye döndü. Siyasetin sıkışan çarklarından gelen ses Brüksel’in koridorlarında yankı yapıyor. Kimi endişeleniyor, kimi bıyık altından gülüyor, kimi elini ovuşturuyor…Ama söze gelince beylik geçiştirmelerden başka laf yok ortada. Kimisi “bizi ilgilendirmez Türkiye’nin iç meselesi” diyor kimiyse “demokrasi olmadan üye olamazsınız”… Avrupa işine geleni açıklıyor, köstek mesajları destek mesajlarını geçiyor. ??? Türkiye zor günler yaşıyor. Avrupa Birliği üyelik sürecinin başlangıcına neden olan, devamını sağlayan ve belki de tamamlanmasını getirecek olan laik demokratik sisteme şaşı bakan parti, devletin en tepesine çıkmak için tırnaklarını biliyor. Sonunda cumhurbaşkanı adaylarını altın tepsiye koyup getiriyorlar halkın önüne.. Avrupa “aman ne kadar hoş, ne iyi bir seçim” diyerek şakşakçılık yapıyor. Adayın “ılımlı” kimliğinden AB yandaşı olmasından, güleryüzlülüğünden dem vuruyorlar. Bu adayın İslamcı çizgisinden, bu profille ülkeye uzlaşı getirip getirmeyeceğinden, özde bir demokrat olup olmadığından söz edilmiyor. “Brüksel yörüngesinde nasılsa” deniyor, yeterli geliyor onlara. AB iktidar partisine koşulsuz desteğini bir kez daha ortaya koyuyor. ??? Ülke gergin, bu partiyle kendisinin temsil edilmediğini düşünenler endişeli. Siyasi İslam kültürünün ülkeyi sarma korkusu yerleşiyor yavaş yavaş. Uzlaşı dışı bir adayın seçilmiş olması tuz, biber, ekiyor Ankara çorbasına. İlk tur seçimleri ortaokul karmaşasıyla yapılıyor. Partinin adayı ilk turda seçiliyor. Muhalefet, seçimi iptal edilmesi talebiyle Anayasa Mahkemesi’ne götürüyor. Aradan kısa bir zaman sonra Türk ordusu bir gece geç saatte bir bildiri yayınlıyor. “Laikliğe tarafız” diyor. Darbe edebiyatçıları ortalığı velveleye veriyor. AB yine açıyor bayramlık ağzını; “Türk ordusu siyasete karışmasın. Demokrasi demokratik yöntemlerle seçilmiş hükümete bırakılsın. Bu ordu için bir sınavdır” diyor. Anayasa Mahkemesi’nin kararının da bağımsız alınması gerektiğini ekliyor. AB Türkiye’deki siyasete bal gibi ka A ??? Sonra sokaklar şenleniyor. Çok önceden hazırlanmış bir miting yapılıyor İstanbul’da. Kadınlar önde, kadınlar çoğunlukta, güle oynaya, el ele, kol kola bir Cumhuriyet Miting’i çağlıyor kentin ortasında. İstanbul kızıl güzel bir kadına dönüşüyor. Halk “ne darbe ne şeriat” diye bağırıyor. Dağılmış, parçalanmış diğer partilere birleşme çağrısı yapıyor. Türkiye’nin aydınlık, demokratik yüzü uyanıyor. Bir kişinin burnu bile kanamadan, akrabalarından ayrılır gibi sarıla sarıla bitiriyorlar mitingi. Fesatlar, bu yüze ve bu Türkiye’ye inanmayanlar, ümidini yitirmiş çaresizler, ezilmiş depresifler hep bir ağızdan göstericiler için “askeri rejimi isteyen kıtalar” yorumunu yapıyor. Batı basını iktidar güdümlü Türk medyasından daha büyük bir heyecan ve dikkatle yansıtıyor mitingi. Batı kamuoyu Türkiye’deki kıpırdanışı tarafsız bir biçimde görüyor. AB bu demokrasi gösterisine ne diyor? HİÇ.. Koca bir HİÇ! Komisyon gazetecilerin ısrarlı soruları karşısında “insanların gösteri yapma hakkı vardır” gibi cılız bir açıklamayla yetiniyor. Sonra da ekliyor “gösteriler üzerinde daha fazla yorum yapmak istemiyoruz”. ??? Neden? Neden AB bu gösterilere yönelik yorum yapmaktan kaçıyor? Demokrasi ruhunun uyandığı bir Türkiye değil mi AB’nin talebi? Ülkede polislerin dayak attığı, insanların tutuklandığı başarısız gösterilerde Ankara’nın başında parmak sallayan AB, neden bir kez olsun kutlamıyor Türkiye’yi? Neden böylesi bir halk hareketine kayıtsız kalıyor? Cumhurbaşkanlığı adayına övgüler, Türk ordusuna uyarılar düzen AB’nin, Türk halkındaki bu değişim rüzgarına tepkisizliği kuşku doğruyor. İktidara can simidi gibi yapışan AB, işte tam da bu kayıtsızlığı nedeniyle Türkiye’de giderek halktan kopuyor. Demokrasiyi sadece “sandık rejimiyle” özdeşleştiren Avrupa, yanlış zamanda demokrasi dersi veriyor. AB’nin bu aksak ritmiyle hiçbir dans mümkün olmuyor! elcpoy?yahoo.fr Gencer’e Devlet Üstün Hizmet Madalyası verildi MİLANO (AA) Türkiye, dünyada önde gelen sopranolardan biri olan Devlet Sanatçısı Leyla Gencer’i Devlet Üstün Hizmet Madalyası’yla ödüllendirdi. Ödül, Gencer için Milano’da düzenlenen törenle, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer adına Türkiye’nin Milano Başkonsolosu Vefik Fenmen tarafından verildi. Gencer’in halen ders vermekte olduğu Scala Operası Akademisi salonunda düzenlenen törene, Milano Belediyesi temsilcilerinin yanı sıra sanatçının hayranları ve öğrencileri de katıldı. Başkonsolos Fenmen, davetlilerin huzurunda İtalyanca olarak yaptığı konuşmada, “Cumhurbaşkanımız, hükümetimizin önerisi üzerine, Sayın Leyla Gencer’e özellikle kültürel alanda kazandığı başarılarıyla ülkemizin uluslararası arenadaki tanıtımına katkılarına istinaden, Türkiye Cumhuriyeti’ne yüksek hizmetinden dolayı bu madalyanın sunulmasını kararlaştırmıştır” dedi. Huzur içinde uyumak Ç anakkale’de Mustafa Kemal misyonunu anlamaya çalışırken unutulmaması gereken çok önemli bir belirleme de, Onun, düşman askerlerinin de kahramanlığını bize hatırlatan dünya görüşüdür. Nitekim sonradan Anzaklara seslenirken, “Bu memleket toprakları üstünde kan döken kahramanlar!.. Burada, bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçik ile yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar!.. Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içinde uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık evlatlarımız olmuşlardır” diyecek, kendi askerleri gibi, Anzaklardan da ‘kahraman’ diye sözedecektir. Emperyalist bir iradenin elinde işgalci bir araç olmak gibi bütünüyle olumsuz misyonlarına karşın, anı ve savaşın gelişiminden de bilip teslim edeceğimiz gibi Anzaklar da bu süreçte olağanüstü bir irade sergilediler. Mustafa Kemal, Anzakların sergilediği kahramanlığın altını çizmekten çekinmeyecek denli büyük bir kadirşinaslık ve bunu ifade edebilecek denli büyük bir özgüven örneği sergileyerek bizim için çarpıcı bir ders verecektir. Savaş sırasında yapması gereken işi, yani gözünü kırpmadan saldırganı ezme iradesi sergilerken, barış zamanında da her çağdaş insanın yapması gereken işi, yani karşı tarafın kahramanlığını da kabul etme ve savaşları bir barış iradesine çevirme özgüveni sergileyecektir. Bu niteliğiyle O, kendi halklarını kontrol altında tutmak ve gütmek için milletler ve inançlar arası düşmanlık geliştiren zihniyetlerden temel ayrımla, barış ve hakşinaslık bilinci sergilemiştir. Benzer bir yönelimi, yendiği Venizelos’a karşı sergilemesi de, Onun, arkasına sığınarak ‘Anzak’, ‘Ermeni’, ‘Rum’ kelimelerinden düşmanlık üreten faşizan zihniyetlerden nitelik farkını göstermiştir. Rahip Santoro ve Hrant’ın ardından son olarak Malatya’daki o korkunç vahşette yansıyan öteki düşmanlığı ve geliştirilen misyonerlik paranoyası karşısında, Mustafa Kemal’i bu yanıyla da anmanın özel bir anlamı olduğu açık. AB, Kültürel Miras Büyük Ödülü’nü Türkiye’ye verdi Kültür Servisi Vasco Turizm tarafından restore edilerek 2002 yılında kültür turizmine kazandırılan Sarıca Kilise, “Avrupa Birliği ve TümAvrupa Kültür Mirası Federasyonu Europa Nostra” tarafından verilen “Kültürel Miras Büyük Ödülü”nün sahibi oldu. Sarıca Kilise restorasyonu projesi, Avrupa genelinde 32 ülkeden kültürel mirası korumayı amaçlayan 158 proje arasından seçilerek “Mimari Mirasın Korunması” dalında büyük ödül aldı. Türkiye, İtalya, Almanya, Belçika, Birleşik Krallık, Fransa ve Romanya’dan 5 projenin kazandığı ödülün diğer kategorileri “Kültürel Peyzajın Korunması, Sanat Yapıtlarının Korunması, Kayda Değer Araştırma ve Özverili Hizmet” olarak sıralandı. Kültürel Miras Ödülleri, 8 Haziran 2007’de İsveç’teki Stockholm Belediye Binası’nda yapılacak olan ve İsveç Kral ve Kraliçesi’nin katılımıyla yapılacak yıllık Avrupa Mirası Ödülleri Töreni’nde sahiplerine sunulacak. ÖNGÖRÜ VE İRADE Yinelenen saldırılar Osmanlı ordusunu sürekli olarak öğütüyordu. Ancak bu arada Seddülbahir ve Arıburnu’ndan boğazın ele geçirilmesinin imkansızlığı da belirginleşmişti. Bu durum karşısında İngilizler, Conkbayırı ve Kocaçimentepe’yi ele geçirerek bu tıkanmayı aşmak amacıyla biraz daha kuzeyden, Sazlıdere vadisi ve Suvla Koyu üzerinden saldırıyı deneyeceklerdi. Yine ilginçtir, koruması oldukça zayıf ve düşmanın Kilitbahir hedefi açısından kritik olan bu hatlara saldırının gerçekleşeceğine işaret eden de yine Mustafa Kemal olacaktı. Buranın saldırıya açık olduğunu, güçlendirilmemesi halinde yeni bir büyük felaketin alanı olacağını
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear