Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
8 ST R A T E J İ c Cumhuriyet Strateji 22 Aralık 2008/234 Bir ‘önder’ aranıyor Jose Marti, Küba’nın bağımsızlık felsefesinin önderidir. Fidel, bu temel üzerine Küba’yı bugünlere taşıyan yapıyı kurdu. Türkiye’de Marti’nin karşılığı Atatürk olarak kabul edilirse, Fidel’in karşılığı henüz yok. ider kimdir? Lider sözcüğünün, TDK’ya göre birinci anlamı “önder, şef”, ikinci anlamıysa “bir partinin ya da bir kuruluşun en üst düzeyde yönetimiyle görevli kimse”. Bu iki açıklama biraz kafa karıştırıcı gibi. Bir partinin, kurumun ya da ülkenin yöneticisi her zaman önder midir? Bu tanıma göre, seçilen, atanan ya da bir şekilde bir kurum ya da kuruluşun yönetimine gelebilenler “önder” mi sayılacaktır. Yönetici=önder midir? Küba Cumhuriyet’inin, 50 yıllık devrim tarihine yakından bakıldığında, Jose Marti'nin çok önemli bir yeri olduğu görülür. 19. yüzyılda yaşayan Jose Marti Küba'nın ulusal kahramanı ve simgesidir. O bir siyasetçi, bir devrimci ve bir ozandı. Bu edebiyat insanı, ömrünü Küba'nın özgürlüğüne adamakla kalmamış, 1895’de başlayıp, İspanyol’lara karşı yürütülen Bağımsızlık Savaşı’ndan önce Devrim’in ilk tohumlarını atmış, düşün üretmiş, sonra da savaşmış. Jose Marti hayatı boyunca siyaseti hiç bırakmadı. 1892’de kurulan Küba Devrimci Partisi’nin önderliğine seçildi. Ulusal kurtuluş savaşına çağrı niteliğinde olan Monte Kristo bildirisi kendi imzasıyla yayınlandı. 1895 yılında gizlice Küba’ya girerek Antonio Maceo’nun başlattığı kurtuluş savaşına katıldı. 18 Mayıs 1895 tarihinde bir çatışmada at sırtında yaşamını yitirdi. Öldürüldüğünde henüz 42 yaşındaydı. Marti’den Atatürk’e ve Fidel’e… L Cüneyt GÖKSU cuneyt.goksu@gmail.com alınacak her türlü yardım, ekonomik ve politik olarak, ileride kurulacak bir ülkenin tam bağımsız olmasına engeldir” sözü, Atatürk’ün “Bağımsızlık benim karakterimdir” Sözüyle neredeyse özdeştir. Birbirinden habersiz bu iki liderin söyledikleri özdeyişlerin söyleniş zamanları arasında yaklaşık 25 yıl bulunuyor. Jose Marti’den yıllar sonra, 1959’da Küba Devrimini gerçekleştiren Fidel’in de idolüdür Marti. Küba Devrimi’nin tohumunu atan Marti, onu büyüten ve günümüze taşıyansa Fidel’dir. 1895’e, 1923’e ve 1959’a bakıldığında, yaptıklarıyla, ürettikleri düşünceleriyle, savaşlarıyla Marti, ülkemizin kurucu lideri Atatürk’tür, Atatürk’te bir Marti. Tartışmasız dönüşümün, tam bağımsızlığın, ilericiliğin ve aydınlanmanın bütün izleri, bu liderlerin yarattığı ve yazdıkları tarihlerin hepsinde görülür. Her ikisi de ülkelerinin unutulmaz, ilerici önderleridir. 1959’da devrimin üç komutanından bir olan Fidel’de bir önderdir. Devrim mücadelesini ve onu yaşatma uğraşını kesintisiz sürdürmüş, zaman zaman olumsuzlaşan koşullara karşın, her durumda günümüze getirmeyi başarmıştır. Fidel, Marti’den devraldığı devrimci geleneği, çevresinde ki ülküdaşlarıyla birlikte, günümüze taşımıştır. Türkler özür diledi’ izlenimi yaratılmaya çalışılıyor… ‘İçerden’ kurulan tuzak YENİ LİDER Söz konusu dönemler ve liderler karşılaştırıldığında bir fark göze çarpar: 1938’de, Atatürk’ün ölümünün hemen ertesinde Türkiye’de bir dönüşüm başlar; devrim kan kaybeder. İstikrar denen olgu, “Devrim”de değil, başka yerlerde aranır. Günümüze gelene değin, bir çok “yönetici” çıkartan bu topraklar, 1923’de atılan “Devrim” tohumlarını yeşertecek, kökleştirecek, devrimciliği yeni nesillere ve günümüze, kayıtsız ve şartsız taşıyacak, Fidel gibi Marti’nin mirasını devralan, yeni “etkileyici bir lider” çıkartamamıştır. Fidel'in çevresinde, başından beri onu bütünüyle anlayan, aynı ülküyü eksiksiz paylaşan bir küme insan olmasına karşılık, Atatürk tek ve yalnızdı; buna bir de devrim karşıtlarını, batı özentilerini, destekçilerini ekleyince, sonuç bu oldu. Ama Atatürk’ün ilerici değerlendirmesi, attığı tohumlar o kadar doğrudur ki, 1939'dan beri sürdürülen beyin yıkamaya karşın, hâlâ bu topraklarda Cumhuriyetçiler var ve hep olacaktır. Hemen, şimdi bir “Fidel” gerekli! Mustafa Kemal MARTİ, ATATÜRK, FİDEL Jose Marti yaşamını, Küba'daki İspanyol koloni yönetiminin sona erdirilmesi ve Küba'nın ABD dâhil başka ülkelerin egemenliği altına girmemesi için savaşıma adamıştır. Bütün öğretisi kişi özgürlüklerine saygılı olmayan ve yalnızca zenginliklerini büyütmeyi gözeten yönetimleri uyarmaya dayanmaktadır. Yapıtlarında bütün despot yönetim düzenlerini ve insan haklarına karşı uygulamaları kınamıştır. Onun yazıları demokratik gelişmeye yol göstericidir. Jose Marti’nin savaş sırasında, dışarıdan, özellikle ABD’den destek alınmasını savunanlara karşılık o dönemde söylediği “Bağımsızlık savaşında, dışarıdan Marti Fidel T Cavid VELİEV TUSAM Kafkasya ve Yakındoğu Masası cveliev@tusam.net ürkiye Ermenistan’la ilişkileri geliştirmek adına güven yaratıcı ve ılımlı mesajlar vermeye çalışırken karşı tarafın saldırılarına maruz kalmaktadır. Türkiye’nin bu yaklaşımı Ermenistan’da ve Ermeni diasporasında “Türkiye’yi tavize zorluyoruz” düşüncesinin hakim olmasına neden olmaktadır. Ermenistan’la yakınlaşmak adına Türkiye bir adım daha atmayı planlarken Ermenistan Türkiye’ye baskılarını artırmaktadır. Bir taraftan Türkiye ile normal ilişkiler kurmadan Türkiye’ye baskı yapmaya çalışan Ermenistan diğer taraftan Türkiye’deki bağlantıları aracılığıyla içten baskı yapmaya çalışan Ermeni diasporası Türk yetkililerin bu iyi niyetinden kendi lehlerinde faydalanmaya çalışmaktadırlar. ERMENİSTAN BASKI YAPIYOR Kasım 2008’de Türkiye’yi ziyaret eden Ermenistan Dışişleri Bakanı Eduard Nalbandyan’ın İstanbul’daki Ermeni kilisesinde basına kapalı yaptığı toplantı ve Türkiye’deki Ermeni kiliselerinin durumuyla ilgili görüşlerini açıklaması baskıların başladığını göstermektedir. Bu bölgede çevre ülkelerindeki azınlıkları dış politika aracı haline getiren iki ülke var. Biri İran diğeri ise Ermenistan’dır. Çevre ülkelerdeki azınlıkların Ermenistan dış politikası açısından önemli bir baskı aracı olduğunu dikkate aldığımız zaman önümüzdeki süreçte Ermenistan’ın Türkiye’deki Ermeni azınlıkla daha iyi ilişkiler geliştireceği ve bunu dış politika aracı olarak kullanacağı tahmin edilmektedir. Zaten Ermenistan’da yeni kurulan diaspora bakanlığının ana amaçlarından biri de budur. Mevcut aşamada Türkiye’deki Ermeni cemaati üzerinden “önkoşulsuz” sınırların açılması çalışmaları yürütülmektedir. Fakat sınırların açılmasından sonra daha farklı teklifler gündeme gelebilir. Ermenistan çevre ülkelerdeki (Türkiye, Azerbaycan, İran ve Gürcistan) Ermeni eserlerinin korunmasına karşı