23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Cumhuriyet Strateji 22 Aralık 2008/234 ST R A T E J İ c 7 olduğu bir ortamda, sağlam bir devlet ve toplum yapısı olamaz. Olamayacağı için de, çok ciddi savunma ve güvenlik zaafı baş gösterir. Bu zaaf, Batılı büyük güçlerin ve onların sözcüsü konumundaki uluslararası mali örgütlerin, iktisadi, siyasi, hukuki, askeri, idari, kültürel baskı ve dayatmalarını da kolaylaştırır. Ticaretin serbestleştirilmesini, koruma duvarlarının, gümrük tarifelerinin indirilmesini, özelleştirmelerin hızlandırılmasını isteyenler, yabancılara toprak satışını da, BM İkiz Sözleşmeleri’nin kabulünü de, Mehmetçiğin Afganistan’a, Lübnan’a gönderilmesini de isterler ve ne yazık ki istediklerini de alırlar. IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi kuruluşlar ve çokuluslu şirketler, sadece ekonomiyi değil, siyaseti ve toplumu da yönlendirirler. “Hantal devletin tasfiyesi”, “hakim değil, hakem devlet” gibi söylemlerin arkasına sığınılarak, sosyal devlet ortadan kaldırılır. “Yönetişim, yerelleşme, paydaş yurttaş, sivil toplum, bölgeselleşme, özerklik, yerindenlik, liberalleşme, demokratikleşme” gibi cilalı sözcükler en acımasız özelleştirmelerin ve yurttaşın müşteriye dönüştürülmesinin altyapısını oluşturur. Demokratik kitle örgütleri zayıflatılır, sendikalar güçsüzleştirilir, sosyal haklar ve kazanımlar budanırken, toplumsal ve toplumcu olan tasfiye edilir. Muhalefetin “etnik kimlik, alt kimlik, cinsel kimlik” sözcülüğü ile oyalanması, feodal değerleri “insan hakları, özgürlük, sivil toplum, demokrasi ve hukuk devleti” adına savunması sağlanır. Kısacası “her kriz, yeni bir fırsat yaratır” diye düşünen kapitalist büyük güçlere yenilmemek için, Türkiye’nin küresel ekonomik bunalımdan gerekli siyasi, iktisadi, toplumsal ve kültürel dersleri çıkarması gerekir. “Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” diyen Atatürk’ü anarken anlamak, özlerken öğrenmek şarttır. O’nun izinden gitmek, büyük önderin bütüncül kalkınma stratejisini, halkçıdevletçi ekonomi modelini günümüz koşullarında yaşama geçirmekle mümkün olur. Dipnot: 1 Timaş Yayınları, İstanbul, 2008. varlıkların yok pahasına elden çıkarılmasını gelişmekte olan ülkelere dayatan Batılı merkez ülkeler ve onların çıkarlarının temsilcisi, aracı, aracısı olan IMF ve Dünya Bankası gibi ekonomikpolitik aktörler ise “yeni reçetelerden” bahsetmeye başlamışlardır. Unutmamak gerekir ki, küreselleşme sürecinde bölgeselleşme çabaları sadece Avrupa’ya özgü değildir. Avrasya, Kuzey Amerika, AsyaPasifik’te de aynı çabalar vardır. Bölgeselleşme yönündeki adımlar ve bölgesel ittifakların güçlenmesi, çok kutupluluğu hızlandıracaktır ki, bu yöneliş Türkiye gibi ülkeler için son derece yararlıdır. BAŞKASININ GEÇTİĞİ KÖPRÜ Türkiye, jeopolitik konumu ile ulusal hedefleri, siyasi gücü ile ekonomik gücü arasında uyum sağlamak zorundadır. Türkiye’nin köprü konumunda olmasıyla övünen, bu konumun avantajlarını dilinden düşürmeyen çevreler, artık köprü olmaktan daha iyisini, daha sağlamını, daha güçlüsünü düşünmek zamanının geldiğini görmelidirler. Çünkü köprünün üzerinden başkaları geçer, köprüde olanı da, bir an önce bir tarafa geçmesi için sıkıştırırlar. Zayıf bir köprü olmak, başkalarınca kullanılmayı, başkalarının müdahalelerine açık olmayı da beraberinde getirir. Türkiye artık “köprü olarak tarihe geçen Turgut Özal’dan bu yana numaracı cumhuriyetçilerin, Kürtçülerin ve İslamcıların ilham kaynaklarından, akıl hocalarından biri olan Fuller’in tespit ve temennileri bellidir. ABD’nin isteği doğrultusunda kurgulanan “yeni cumhuriyet”, Büyük Ortadoğu Projesi içinde yeniden tanımlanmakta, projenin eş başkanlığını da “yeni cumhuriyetin” başbakanı yapmaktadır. Bölgesel krizlere müdahale gücü olması istenen “yeni cumhuriyet”, Kafkasya, Orta Asya, Hazar Havzası, Karadeniz bölgesinde kendinden istenilenleri yapacak, Ortadoğu ve Balkanlar’da, genel olarak Avrasya BAĞIMLILIK VE TÜRKİYE Türkiye bölge gücü olma çabasında, orta büyüklükte bir devlettir ve gerek bölgesel, gerek küresel etkilere, özellikle kırılgan ve dışa bağımlı ekonomik yapısı nedeniyle oldukça açıktır. ABD ve müttefiklerinin Kosova’yı tanıması sonrasında da, Rusya ve müttefiklerinin Güney Osetya ve Abazya’yı tanıması sonrasında da KKTC’nin bağımsızlığını gündeme dahi getiremeyen bir dış politika anlayışı, bu dış etkilere açıklığın somut kanıtıdır. Dünyanın 17, Avrupa’nın 6. büyük ekonomisi olan Türkiye’nin siyasi yönelimi ile ekonomik gerçekleri arasında ise büyük kopukluk vardır. Örneğin Rusya, dış ticarette bir numaralı ortağımızdır ve Rusya’nın ihracatında Türkiye 5. sıradadır. Türkiye, petrolde yüzde 40, doğalgazda ise yüzde 60’tan fazla bir oranda Rusya’ya bağımlıdır. Doğalgazın yüzde 17’sini İran’dan, kalanın da büyük bölümünü Azerbaycan’dan alan Türkiye, enerji başta olmak üzere pek çok alanda bölge ülkeleriyle işbirliği yapmasına karşın, siyasi olarak ABDAB bağımlısı bir görünüm vermektedir. Bu durum, İngiltere’nin Milli Mücadele sürerken Rusya ile Türkiye arasına örmeye çalıştığı Kafkas Seddi’ni, ABD’nin günümüzde Karadeniz üzerinden örmeye çalışmasına da olanak vermektedir. Rusya, Çin, AB, kendilerini gerçeklere göre konumlandırmaya çalışıyorlar. Bölgeselleşme arayışları bu üç merkezde de sürüyor. Bu Türkiye’nin yararına olabilir ancak, Batılı belletmenlerin ezberleri değil, üretim, istihdam ve güvenlik konularına yoğunlaşılmalı… edebiyatını” bırakmalı ve kuruluş felsefesiyle uyumlu, Cumhuriyetçi ve ulusal sentezine uygun, bütüncül bir strateji benimsemelidir. Türkiye’nin, sadece güçlü bir ekonomi için değil, aynı zamanda güçlü bir siyasi ve askeri yapı için de, bilgi ve teknoloji üretmesi, bu amaçla devlet, özel sektör, üniversite arasında uyumlu bir seferberlik başlatması gerekir. İlk kez, henüz Cumhuriyet ilan edilmeden ve Lozan Antlaşması imzalanmadan önce, İzmir İktisat Kongresi’nde bir araya gelen tarım, sanayi, ticaret ve emek kesimi arasında, günümüzde mümkün olan en üst uyumu yaşama geçirmek, toplumsal dayanışma ve ulusal yön duygusunu pekiştirmek devletin öncelikli görevi olmalıdır. coğrafyasında koçbaşı olarak kullanılacak bir cumhuriyettir. Bu “yeni cumhuriyet”in partisi 2002’den beri iktidardadır, “yeni” rejimi ılımlı İslam’dır, başkanlık sistemine geçiş yönünde ise hazırlıklar sürmektedir. Süreç kaçınılmaz olarak federasyon ve hilafet tartışmalarının gündeme gelmesiyle devam edecektir. ÜRETİM, İHRACAT, GÜVENLİK… Küreselleşmenin ağababalarının küreselleşmeyi sorguladıkları, ABD’nin krizden kısa süre sonra, ilk adımda 850 milyar dolarlık ulusal kurtarma fonu kurduğu, Fransa’nın ulusal stratejik varlıkları kurtarmak adına 200 milyar euroluk fon ayırdığı bir ortamda, Türkiye hem Soğuk Savaş’a, hem küreselleşmeye, hem de ABD ve AB bağımlılığına ilişkin ezberlerini bozmak zorundadır. Çünkü üretim, yatırım, ihracat, istihdam olmadan güvenlik, savunma, büyüme ve kalkınma da olmamaktadır. İç ve dış borç toplamının 500 milyar doları geçtiği, cari açığın arttığı, özel sektörün dış borcunun 191 milyar doları bulduğu, bankacılık sisteminin yarıya yakınının yabancıların elinde ‘YENİ’ DEĞİL ATATÜRK TÜRKİYESİ Türkiye, CIA Türkiye Masası Eski Şefi Graham Fuller’in kitabına koyduğu adla, yani “Yeni Türkiye Cumhuriyeti”(1) adıyla uyum gösteren bir yapıya doğru evrilmeyi içine sindirecek midir? Yıllardır “tarihimizle barışmak, Kemalizm’i sorgulamak ve aşmak, İslam’la barışmak, ılımlı laiklik” gibi sözlerin sahibi olan, cumhurbaşkanı olduğu cumhuriyetin adından memnun olmayan tek politikacı Medvedev Hu Jintao
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear