Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
kazındığında bu sözlerin altında yatan ‘küresel güçlere hizmet etme amacı’ görülecektir. Dünyanın ilk 20 büyük ekonomisi içinde yer alan ülkelerin hangisinde acaba Merkez Bankası böylesine garip, acayip ve siyasi kaygılar taşıyan tasarruflara konu oluyor? Böyle bir şey olmadığına göre geriye kalan tek seçenek, siyasi iktidarın Ankara’dan duyduğu alerjidir. Ankara Milli Kurtuluş Savaşı’mızın simgesidir, sembolüdür. Lozan Anlaşması sonrasında ülkemizin güçlenme ve gelişmesine kaynak olacak, iç ve dış güvenlik kaygılarına karşı durabilecek bir siyasi ve askeri insiyatife ‘üs’ olabilecek nokta Anadolu’nun bağrında olmalıydı. Bunun yanı sıra Milli Kurtuluş Savaşı’mızda haysiyetle mücadele eden Anadolu’ya olan borcun da bir şekilde ödenmesi gerekiyordu. Ulu Önder, bu sorulara cevap olacak tek adres olduğunu düşündüğü için Ankara’yı başkent yaptı. Atatürk, Ankara’yı Başkent yapma kararını daha sonra şöyle açıklıyor: "Umumi kaide şudur ki genel durumu yönetme ve yürütme sorumluluğunu üzerine alanlar en önemli hedefe ve en yakın tehlikeye mümkün olduğu kadar yakın bulunurlar. Ankara bu koşulları toplayan bir noktada idi" (Nazmi Kal Atatürk’le Yaşayanlar… Ziraat Bankası Kültür yayını) Amerikan Başkanı Bush’un, Başbakan’la birlikte Topkapı Sarayı’nı gezerken, "Ben senin yerinde olsaydım, burada otururdum" dediğini duymayan kalmadı. Başbakan’a Amerikan Başkanı destek verebilir. Ama tek kalemde Ankara’yı silip İstanbul’u başkent yapmaya kimsenin gücü yetmez. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası buna izin vermez. Anayasa’dan önce buna Ankara’yı ‘milli mücadelenin merkezi’ yapıp, ‘devlet’ olarak gören Anadolu insanı izin vermez. Gelelim İstanbul'un finans merkezi olacağı yolundaki iddialara... Türkiye'nin borçları da Cumhuriyetimizi tehdit etmektedir. Borçların karşılığında Türkiye Cumhuriyeti’ni 'yeni diyetler' ödemeye mahkum etmek isteyenler şimdi de Türkiye'nin başkentini değiştirme telaşındadır. 'İstanbul'un finans merkezi olması' gibi hem kuru hem de gülünç bir gerekçeye sırtını dayayan siyasi iktidar bu açıklamalarıyla küresel güçlerin 'Türkiye Cumhuriyetini tasfiye etme' amacına da hizmet etmektedir. Türkiye'nin 14 bankası yabancılara satıldı... Bankacılık sisteminin yüzde 42'si, sigorta şirketlerinin yüzde 40'ı yabancıların elinde... Borsa'da işlem gören hisse senetlerinin yüzde 70'i, hisse ve bono tahvillerinin yüzde 23'ü yine yabancılarda... Türkiye’de toplam ihracatın yüzde 49'unu yabancı sermayeli şirketler yapıyor. Yine Türkiye'nin 500 büyük sanayi kuruluşunun toplam satışlarının yüzde 42'5 u yabancı sermayeli şirketlerin kontrolünde... Böyle bir finansal dram söz konusu ve ortada iken, üstelik finansınız uyruk değiştirme tehlikesini yaşıyor iken acaba Merkez Bankası'nın İstanbul'a taşınması halinde, İstanbul hangi finans çevrelerine başkentlik edecek? Bu tartışmaların bizi götürdüğü noktada "Türkiye nereye gidiyor?" sorusu karşımıza çıkıyor. Söylediğimiz gibi siyasi iktidar tehlikeli bir şekilde ateşle oynuyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasası demokratikleşme, çoğulculuk ve sivil anayasa gibi içi boş kavramlarla yozlaşmakta, bu yozlaşmanın çürüme ve kokuşma boyutuna taşınmasıyla Atatürk Türkiye’si tasfiye sürecine sürüklenmektedir. İşin dikkate değer yanı, bu adımların sahiplerinin yüzlerini saklamak için siyasi iktidarın demokrasi ve insan hakları maskelerini halen kullanmaya devam etmesidir. Türkiye Cumhuriyeti'nin yönetimini yaklaşık yüzde 47'lik bir oyla elde eden/ele geçiren bugünkü siyasi C S TRATEJİ 5 iktidar, milli değerlerimizin yok edilmesi, hassasiyetlerimizin hırpalanması ve yozlaşması yolundaki girişimleri acaba ortalığı boş mu bulmasından kaynaklanıyor? Türkiye'de 3 Kasım 2002’de başlayan ve 22 Temmuz 2007'de tekrarlanan süreçte, siyasi iktidarın ve yakın çevrelerinin, iktidar imkânlarını şahsi çıkarları için kullananların katıldığı bir maskeli balo oynanıyor. Bu maskeli baloya katılanların kimler olduğunu herkesin bilmesine rağmen, maskeliler kendi gerçek yüzlerinin görülmediğini düşünüyor... Balodakiler kendileri için bir 'cennet' yaratmaya çalışırken, halkın cehennem azabı çekmesine kayıtsız kalmaya devam ediyor... İktidarın kendi ‘cennetini yaratma’ amacına ulaşma yolunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Anayasası’nı, kurumlarını, yüksek mahkemelerini, milli değerlerini ve hassasiyetlerini karşısına alıp kavga etmeye kararlı olduğu görülüyor… Türkiye, adım adım sosyal bir kaosa yaklaşıyor. İşte Türkiye'nin gerçek sorunu burada karşımıza çıkıyor… Artık Türkiye'yi yönetenlerin yüzlerindeki maskeyi çıkarması ve milletimizle yüzleşmesi gerekiyor... Çünkü Millet, "Madem bugün bunları yaşayacaktık, biz niye emperyalizme karşı Milli Kurtuluş Savaşı’nı yaptık?" diye soruyor. Çünkü artık millet, milli hassasiyetlerinin, değerlerinin bu kadar ayaklar altına alınmasına, aşağılanmasına tahammül edemiyor… Çünkü millet, fikri ile zikri arasında çelişki olanların ikiyüzlülüğünü görüyor… Artık maskeler de bu yüzlere tahammül edemiyor, birer birer düşüyor.