Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Türkiye, nasıl ki "milliyetçilik" kavramını Batı’dan aldıysa "ulus devlet" kavramını da Batı’dan almış, ancak, bu ulus devletin kuruluşu da kurtuluşu gibi olmuş, Batılı ülkelerin aksine, her hangi bir etnik ve antropolojik kaygı taşımadan, "Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk ,denir" gibi, yalnızca toprak milliyetçiliği yapılmıştır. Öyle ki, Türk milliyetçiliği Avrupa’nın ırkçılığının tersine, savaşlar ve acılardan oluşan bir dayanışmayla içselleştirilmiştir. Zaten, 27 uygarlığa beşiklik etmiş, adeta Haydarpaşa Tren İstasyonu gibi, giren çıkanıyla, yazılı tarihin başlangıcından günümüze değin, dünyanın fiziksel merkezi olarak tüm etnik grupların göçüne sahne olan Anadolu, ancak böyle bir milliyetçilik tanımıyla örtüşebilirdi. MİKRO MİLLİYETÇİLİK O, Kemal denen adamın önderliğindeki hareket karşısında Anadolu’yu parçalayıp KafkaslarOrtadoğu dizgesindeki petrol alanlarını ele geçiremeyen Batılılar, Doğu Bloku’nun yıkılması üzerine sözde post modern çağın gereği olarak 80 yıl sonra dünyaya "mikromilliyetçilik" adı altında yeni bir akım sunmuştur. "Artık siz, Türk değil, Kürt; Türk değil, Çerkes; Türk değil, Arap; Türk değil, Pontus Rumu; Türk değil, Laz; Türk değil, Ermeni; Türk değil, Boşnak’sınızdır. Sizin kökeniniz, Kafkaslara, Balkanlara, Suriye’ye dayanmaktadır. Yani, siz bu topraklara ait değilsiniz", denmek istenmektedir. "Siz bu topraklara ait olmadığınıza göre, bu topraklar da size ait değildir", süreci başlatılmış ve bu akım Türkiye’de sonsal hedefi algılanamadığı halde, son 15 yılda ne yazık ki, bilinçli ya da bilinçsiz taraftar bulmuştur. Ve Türk yerine "Türkiyelilik" söylemi sözde "demokratiklik" olarak başlatılmıştır. Oysa, İngilizce’de "Amerikalılık" ya da "İngilterelilik" yok; onlarca etnik gruptan oluşan bir ulus devlette Amerikan ya da İngiliz olmak; ya da Almancada "Almanyalılık" yok, Alman olmak varsa, Türkçe’de de "Türkiyelilik" gibi bir sıfatın olamayacağı, "li" ekinin ülkenin sonuna değil, illerin sonuna, örneğin Hakkarili, Edirneli, Rizeli biçiminde getirildiği üzerinde durulmamıştır. Sözgelimi, Karl Marx’ın tüm bilimsel literatürde ya Alman Sosyolog, ya da "Yahudi kökenli Alman Sosyolog" olarak adlandırıldığına hiç dikkat çekilmemiştir. Ya da ASALA’nın ünlü Avukatı Patrik Deveciyan, kendisini Ermeni değil, Fransız olarak tanımladığı halde, kimse ona, "kimlik inkarcısı" dememektedir. Nitekim, seçimlerde İstanbul bağımsız adaylarından birisine karşı, etnik milliyetçilikle karşı aday çıkarılması da, "Türkiyelilik" kavramının (!) nasıl içinin boş ve demokratikleşmeyle ilgisi olmadığını göstermiştir. C S TRATEJİ 11 Hikmet gibi,"bu memleket bizim", yani 73 milyonun; ya da Mehmet Akif gibi, "Sahipsiz kalan vatanın batması haktır/Sen sahip çıkarsan bu Vatan batmayacaktır", demesini beklemek, optimist bir "faşist"lik mi olur? Aslında bir akademisyen, pesimist ya da optimist değil, realist olmak durumundadır. Ancak, bir siyaset bilimci olarak, realist yaklaşımla, "yaklaşık 400 milyar dolar duyunu umumiyesi, 100.000 faili meçhul adli vakası olan ve yurttaşlarının 20 milyonu açlık ve yoksulluk sınırında yaşayan bir devletin, ‘ulus devlet’ olma aşamasını tamamlaması, ardından bunu güçlendirmesi ve uluslararası düzeyde bir güce ve siyasal yaptırıma sahip olması mümkün değildir. Tıpkı Fransa, Avusturya, Hollanda vd. gibi ulus devlet olmadan, yani uluslaşmadan uluslararasılaşılamaz", saptamasında bulunmak da "demode bir solculuk" mu, olur? TÜRKİYE ADI Ülkeye "Türkiye" adı verilmesine gelince: Fransa’da "ulus devlet" kurulduğunda Fransızca konuşanların oranı yüzde 28 olmasına karşın, Anadolu’da yaklaşık yüzde 80 oranında ve bin yıllardır yaşayan, böylece çoğunluğu oluşturan Türklerin, bu adın verilmesiyle ırkçı bir bağlantıları yoktur. Anadolu’nun "Turcia" diye adlandırılması, ilk kez, 1095’te Haçlı Seferleri sırasında ve 1303 yılında da Latince kaleme alınmış edebi Avrupa kaynaklarında görülmektedir. Orta Asya’yı pek bilmedikleri için Batı’lılara göre, Anadolu’da yaşayan halk, Türk’tür. Orta Asya’daki halklar, "Turkic", yani Anadolu Türk’üne benzeyenlerdir. İşte bu nedenledir ki, 1930’larda ulus devletin üst yapı kurumları oluşturulurken, Anadolu topraklarına sahip çıkan bir milliyetçilikle "biz Sümerlerin, biz Hititlerin de torunuyuz" anlamında, yeni kurulan bankalara Sümer Bank ve Eti Bank adı verilmiştir. Üye kaydederken ırkçılık yapıyor diye, Türk Ocakları 1931’de kapatılmış, İkinci. Dünya Savaşı’nın ırkçı Avrupa’sından en az etkilenen Türkiye’de "Kürtler, Fırat Nehri’nin doğusunda yaşamalıdır" biçiminde görüş dile getiren Nihal Atsız, hapis cezasına çarptırılmıştır. ULUSLAŞMADAN... "Türkiyelilik" tartışmasına koşut ve eşzamanlı olarak Türkiye’nin doğusunu Pontus Rum Cumhuriyeti, Kürdistan ve Ermenistan olarak gösteren haritalar Batılılarca yayımlanmaktadır. Bu bağlamda, adli soruşturmalar sonucu bilinçli olarak yabancı düşmanlığına yönlendirilen yöre gençlerinin neoemperyalizmin yerli işbirlikçisi bazı tarikatlarca kullanıldığı, böylece dinci bağlantıları olduğu ortaya çıkan olayların Trabzon’da, Mersin’de, Diyarbakır’da, Malatya’da ve İstanbul’da meydana gelmesi, gerçekçi olan sosyolojik ya da ekonomik göstergelerle değil, faşistlikle açıklanmaktadır. Kalkınmada öncelikli illerin yüzde 78’nin bulunduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki yurttaşların büyük bir bölümünün ya batı illerine göçtüğü ya da bu bölgede sefalet içinde yaşadığı göz ardı edilmektedir. Dolayısıyla, işini, sağlığını, eğitim olanaklarını yitiren bölge halkının son tutunumu olarak nitelediği ülkesini de kaybetme korkusunun şiddete dönüşmesi, ırkçılık olarak adlandırılmaktadır. Kısacası, "NeoEmperyalistlerin ihraç ettiği içi boş kavramları ilke edinecektiysek, 196 bin Anadolulu Çanakkale’de niçin öldük, niçin kurşunlandık, niçin Ruslara tutsak edildik, Malta’lara sürüldük", diye sormak, olayları "bizleştiren", "çağdışı", "Avrupa Birliği karşıtı", "derin devletin adamı" mı olmayı gerektirir, yoksa, olayları fazla dramatize, karikatürize ve popülerize eden bir pesimist yaklaşım mı doğurur? Ya da, belki Kemal diye bir adamın Rauf Orbay daha çıkıp, Nazım Türkiye’de Türkçülük akımının aydınları Çerkes kökenli Rauf Bey, Kürt kökenli Ziya Gökalp gibi yurtseverlerdir. Kuvvai Milliye, Anadolu coğrafyasına uygun olan ‘toprak milliyetçiliği’yle, işgalcilerle savaştı. Neoemperyalistler günümüzde ‘mikro milliyetçiliği’ gündeme getiriyor. Ziya Gökalp