23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

10 Prof. Dr. Nurşen MAZICI Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Milliyetçilik, mikro milliyetçilik ve ulus devlet tartışmaları… C S TRATEJİ olmaktan ve yabancı yönetiminden kurtulma savaşımına dönüşecektir. TÜRKİYE’DE MİLLİYETÇİLİK illiyetçilik kavramı, genel olarak ulus olma bilincine dayanan bir program ya da ideoloji olarak tanımlanır. Bu tanımlamanın ögeleri, dil, din, ortak kültür olabileceği gibi, ortak bir tarih ve gelecek için ortak beklentiler, ya da yazgıların ortak olduğu yolunda beliren inanç da olabilir. Örneğin din, dil ve etnik kökenleri farklı olan Belçika, Kanada ve İsviçre’nin "ulus" olmaları bu ögelerle açıklanabilir. Kardeşlik idealine dayanan Yeniçağ ve Yakınçağ milliyetçiliğiyle beslenen ve aynı dil ve dine sahip olanlara karşı duygusal bir bağlılıktan ve yabancı baskısından kurtulmak amacını taşıyan Fransız Devrimi’nin getirdiği "milliyetçilik" ise, 18. yüzyıla damgasını vurmuştur. Böylece bu devrimle başlayan milliyetçilik hareketiyle Fransız monarşisi yıkılarak cumhuriyet kurulmuştur. Ne var ki, "cumhuriyeti" ve "ulus devleti" ideolojisini yok edercesine kendini imparator ilan eden Napolyon, 1799’da monarşi kalıplarıyla hem Kuzey Afrika’da işgallere başlamasının yanında, örneğin Mısır’da Fransız işgaline karşı direnen yurtseverleri katletmiş, hem de Osmanlı devletine karşı yerli halkın ayaklanması sürecini başlatmıştır. Aynı yöntemle 19. yüzyıl ortalarında, bu kez İngiltere, Süveyş Kanalı’nı ele geçirerek yayılmacı politikasını sürdürmek için Mehmet Ali Paşa’yı Osmanlı’ya karşı "bağımsızlık" yönünde ayaklandırmıştır. Yüzyılın sonunda da benzeri yöntemle, tüm Araplara Osmanlı karşıtlığı aşılanmıştır. Kuzeyde ise Rusya, kendi ülkesindeki etnik grupları baskı altında tutmasına ve onların alt kimliklerini yadsımasına karşın, PanSlavizm akımıyla 19. yüzyılda artık yükselen değer olarak siyasi söyleme egemen olan milliyetçiliği, Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak için kullanmıştır. 1829’da Yunanistan, ardından Sırbistan, Karadağ gibi Osmanlı’nın Balkan, ya da o dönemin deyimiyle Rumeli’sinde bu akım, etkili olmuştur. Benzeri söylem, doğudaki Ermenilere de uygulayacak, ancak Slav kökenli olmayan Ermenilere sadece Osmanlı’ya karşı ayaklanma sürecinde destek verilecektir. Böylece, 18. yüzyıl Avrupasında bir burjuva ideolojisi olan ve edebiyatta, tiyatro, resim ve müzik Mustafa Kemal birlikleri denetliyor... M Anadolu’da ‘toprak milliyetçiliği’ Milliyetçilik farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda değişik anlamlar kazandı. Fransa’da monarşinin yıkılması anlamındaydı. Rusya’da etnik grupların baskı altında tutulması olarak kendini Osmanlı’ya karşı Balkanlarda ve Ermeniler üzerinde gösterdi… gibi sanatın tüm alanlarında kendini gösteren "milliyetçilik" akımı, 19. yüzyılda, Asya ve Afrika devletlerini parçalamak ve sömürmek, bu ülke halklarını ait oldukları devletlere karşı kışkırtmak amacıyla kullanılacak; 20. yüzyılda da Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere ve Fransa tarafından fazlasıyla ezilen İtalya ve Almanya’da milliyetçilik anlayışı, milliyetçiliğin en aşırı biçimi olarak tanımlanan şovenizme ya da Ksenofobiye (yabancı düşmanlığı, yabancı korkusu) dönüşecektir. Asya ve Afrika kıtalarında ise "milliyetçilik", Avrupa’da hem 18, hem 19, hem de 20. yüzyılda anlaşıldığından farklı bir biçim alacaktır. Daha önce bağımsız olan ancak Birinci Dünya Savaşı sırasında emperyalistlerin işgaline karşı savaşım veren Türkiye, İran ve Çin’de milliyetçilik, ülke topraklarını yabancı saldırılarına karşı koruma biçiminde algılanacaktır. 20. yüzyılın ikinci yarısında ise milliyetçilik, Hindistan, Suriye, Endonezya, Lübnan, Cezayir gibi ülkelerde ulusal bağımsızlığa ulaşmak için sömürge Bu genel tanımlamalardan sonra Türkiye özeline dönecek olursak, gerek 1908’de kapsamlı bir biçimde örgütlenmeye başlanan "Türkçülük" akımının oluşumunun, gerekse bunun uygulamaya dönüşümünün yukarıdaki tanımlamayla örtüştüğünü görürüz. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Türkçülük akımının etrafında örgütlenen aydınlardan Çerkes kökenli Rauf Bey, Kürt kökenli Ziya Gökalp gibi yurtseverler, işgal yıllarında İngilizlerce ya tutuklanmış, ya da hapis cezasına çarptırılmak üzere Malta’ya sürgün edilmişlerdir. Bu bağlamda, şiirinden romanına değin Türk edebiyatına, marşından şarkı ve türkülerine, resimden heykeline değin tüm Türk sanat yapıtlarında kendini gösteren "milliyetçilik" anlayışı, Avrupa milliyetçiliğinden farklı biçimde savaşta ölümlerle, savaş sırasında göçlerle, hastalık ve kıtlıklarla, kısacası savaş yıllarında ülkedeki "acılarla" kurgulanmıştır. Dolayısıyla, emperyalist Batı’ya karşın, akılcı Batı’nın doğruluğuna inanan Kuvvai Milliye, Anadolu coğrafyasına uygun olan bu "toprak milliyetçiliği"yle, yaşamını ortaya koyarak işgalcilere karşı savaşmıştır. Öyle ki, işgal sırasında, 1919’da Wilson İlkeleri’nin ve Anadolu’nun paylaşım planlarının uygulanabilirliğini ölçmek için ülkemize gelen Amerikan Generali Harbord, şaşkınlık ve hayranlık içinde Başkan Wilson’a şunları yazmıştır: "… Avrupalıların işgal ve paylaşım planlarına karşı çıkan ve ülkesini işgalcilerden kurtaracağını, tam bağımsız bir Türk devleti kuracağını söyleyen, arkasında 2022 bin kişilik bir milliyetçi grup olan ve dikkate almamız gereken Kemal adında bir adam var Anadolu’da…". Türkü, Kürdü, Çerkesi, Ermenisi, Musevisiyle Anadolu halkı,General Harbord’un deyimiyle, Kemal adındaki adamın önderliğinde Çanakkale’de emperyalistlere karşı ülkelerini savunmuşlardır. Bu önder kişi, 1916’da, Rus işgalinde olan Bitlis ve Muş’u kurtarmak için Anadolu’nun diğer ucuna gidecektir. Bitlis Anadolu ve Müdafaai Hukuk Cemiyeti kurucularından olan ve Ruslarca tutsak alınan, 1923’te de Halk Partisi’nden Musul milletvekili adayı gösterilen Saidi Nursi de, M. Kemal’e omuz verecek ve Büyük Taarruz’la da Anadolu’nun emperyalist işgalden kurtuluşu ve ulus devlet kurma süreci başlayacaktır. Son zamanlarda bazı çevrelerce yanlış ya da kasıtlı bir biçimde "faşist devlet"le eş anlamlı olarak kullanılan ulus devletin oluşum sürecine gelince: Bunun da, her ne denli 1648 Vestfalya Antlaşması’yla kuramsal çerçevesi çizilmişse de 18. yüzyılın başından itibaren Batı Avrupa’da biçimlenen bir ekonomik ve siyasal yapılanmanın adı olarak karşımıza çıktığını görürüz. Varlığını laikliğe dayandıran, ulusal egemenlik ve bağımsızlık anlayışıyla yönetilen, siyasal ve kültürel sınırları tanımlanmış, ulusal bir dil, eğitim ve pazarı olan, ekonominin ulusal alanda oluştuğu, örneğin kendi merkez bankasının, dışalım ve dışsatım ile gümrük yasalarının, para birimin bulunduğu, kültürün, kimliğin, eğitimin ulusal kurumlarca şekillendirildiği, karar verme yetkisinin ve gücünün ulusal aktörlere ait olduğu, siyasal, ekonomik ve kültürel entegrasyonun ulusal düzeyde gerçekleştiği ve böylece ağırlıklı olarak ekonomik içerikli bir tanımlamadır.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear