28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

haçlılardan kurtaran Selahaddin Eyyübi’ye benzetilir oldu. Bu açıdan bakıldığında, Mısır'ın liberal gazetesi El Vafd, Karma gazetesi ve El Arabi gazetesinin peşpeşe, Nasır ile Nasrallah arasında ilişki kuran başlıkları, dikkat çeken bir başka nokta olarak öne çıkıyor. Hatta, tavizsiz Sünni tavrı ile bilinen El Kaide’nin bile Hizbullah’ın yanında yer alması, çok önemli bir örnek olarak gösteriliyor. Bir anlamda, Latin Amerika için Che Guevera neyse, Ortadoğu için Nasrallah da, o oldu. Yani, Atlantik ötesi yönlendirmelerle bölgede on yıllardır yaratılmak istenen yapay ayrımlar, Arap rejimleri açısından işe yaramıştı. Ancak aynı yönlendirme Arap kamuoyunu hemen hiç etkilememişti. Lübnan Başbakanı Sinyora, batılı devletlerin Lübnan’a yardımcı olmadığını anlatırken gözyaşlarına boğuldu... HİZBULLAH’A HRİSTİYAN DESTEĞİ... Lübnan halkının yaklaşık yüzde 40'ı Şiiler’den oluşuyor. Şiiler Lübnan’da siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan önemli bir etkinliğe sahipler. İsrail’in dünya kamuoyunu inandırmak istediği şeklin aksine, Hizbullah, Lübnan siyasetinde oldukça önemli bir aktör. Toplumsal yaşamda da önemli bir çekim merkezi. Oluşturduğu toplumsal politikalar ile Lübnan’da sadece Şiiler arasında değil, diğer dini gruplar arasında da zemin bulmuş durumda. Kendi yayın organları, yardım kuruluşları ve çeşitli alanlarda faaliyet gösteren yapılanmaları bulunuyor. Bu noktada Dürzilerin efsanevi lideri Velid Canbolat’ın "Askeri durum ne olursa olsun muzaffer olan Hizbullah" yönündeki sözleri yadsınamaz bir gerçeğe işaret ediyor. Hizbullah, İsrail saldırıları karşısında sadece Dürzilerin değil, Hristiyanların da desteğini almış durumda. Hizbullah, İsrail saldırılarına karşı koyarken, Başbakan Fuad Sinyora da, ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice ile görüşmeyi reddederek askeri ve siyasi açıdan ortak bir cephe oluşturmuş oldu. Yani, belki de Lübnan, İsrail saldırıları karşısında kısa tarihinde hiç olmadığı kadar birleşti ve bir bütün durumuna geldi. ABD’nin BM Güvenlik Konseyi’nde veto tehditini kullanarak savaşın ilk bir ayında "acil ateşkes" çağrısını engellerken bu durum ABD yönetiminin İsrail aracılığı ile İran’ın İsrail’e komşu bu önemli kanadını kırıp, Hizbullah’ı ortadan kaldırmak istediğini gösteriyor. ZOR SAVAŞ Gelişmelerin mezhepsel boyutunu ve bu bağlamda Hizbullah’ın konumunu özetle tespit ettikten sonra, önce İran açısından ardından da İsrail açısından ayrıntılara girildiğinde ise bunun hemen her açıdan İsrail için "zor savaş" olduğu açıkça ortaya çıkıyor. İran perspektifinden olaylara bakıldığı zaman, İsrail saldırıları sonucu Tahran yönetiminin iki noktada kazançlı çıktığı hemen göze çarpıyor. Şöyle ki; Hizbullah’ın İsrail askerlerini kaçırmasıyla patlak veren kriz, İran’ın nükleer dosyasının gündemden düşmesini sağladı. Böylece, uluslararası toplumun Tahran yönetimi üzerindeki baskısı ortadan kalkarken, Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad rahat bir nefes almış oldu. Üzerinden baskının kalkmış olmasıyla Tahran yönetimi kendisi için daha geniş bir manevra alanı yarattı ve krizin hemen başında da bu manevra alanını kullanmaya başladı. Krizin sorumlusu olarak Hizbullah’ı gösterdi, ardından Dışişleri Bakanı Manuçehr Muttaki, Şam’a giderek, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile görüştü. Verilen mesaj, kaçırılan askerlerin biran önce serbest bırakılması ve böylece krizin sona beri İran ile İsrail arasında varolan çatışma potansiyelinde ise cephe Lübnan’a taşınmış oldu. Nükleer krizin sıcaklığını koruduğu dönemde, ABD’nin girişimleriyle yapılması olası bir askeri harekatın tartışıldığı dikkate alındığında konunun önemi kendiliğinden ortaya çıkıyor. İsrail’in Hizbullah’ın etkinliğini kırması, bölgede İran’ın etkisinin kırılacağı anlamına geliyor. Aynı şekilde, Hizbullah’ın İsrail karşısında göstereceği direniş, İran’ın kazançlı çıkmasını sağlayacak. İran’ın kazançlı çıkması, Ortadoğu coğrafyasındaki Şii akımların güçlenmesi ve Sünni rejimleri tehdit etmesi anlamına geliyor. Başta Irak olmak üzere Körfez ülkelerinde ve Suudi Arabistan’daki Şii nüfusun güç kazanması ABD’den yana ağır basan dengelerin değişmesi anlamına geleceği için, Washington yönetiminin müttefiki olan Sünni Arap rejimleri de ister istemez İsrail’in yanında yer alıveriyorlar. Bu tablo aslında ABD destekli Sünni Arap rejimlerinin Arap kamuoyunun ciddi baskısına karşın neden sessiz kalmayı tercih ettiğini açıkça ortaya koyuyor. Gelişmelere İsrail açısından bakıldığında ise 2. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’ya Batı tarafından yapılan aşının tutmadığını ya da en azından silah zoruyla tutturulmaya çalışıldığını görmek olası. ABD’nin uluslararası hukuku hiçe sayarak ve BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto hakkını hiç de etik olmayan biçimde kullanarak savaşın ilk bir ayında "acil ateşkes" çağrısı içeren bir karar çıkmamasını sağlaması, Washington erdirilmesiydi. Yani, Tahran yönetimi bir anlamda yönetiminin İsrail’e vermekte olduğu desteğin kendisi arabuluculuğa soyunuyordu. İran’ın, bin yıllık açısından önemini gösteriyor. ABD yönetimi de İsrail diplomasi deneyimi ile yaptığı hamleler, aslında aracılığı ile "tavşana kaç tazıya tut" politikasından başka bir şey İran’ın İsrail’e komşu bu önemli kanadını kırıp, değildi. Tahran yönetimi bir taraftan ortaya koyduğu Hizbullah’ı ortadan kaldırmak istiyor. "yapıcı" bir imaj ile dünya kamuoyunun gündemine İsrail operasyonları ile birlikte Hizbullah’ın savaş taşınırken, Hizbullah aracılığı ile de İsrail’e gözdağı imkan ve kabiliyetini ortadan kaldırmayı, Hizbullah’ı vermeye devam etti. Ancak, İran’ın nükleer dosyası Lübnan’ın kuzey sınırına sürmeyi hedeflemiş olsa da, dünya kamuoyunun gündeminden düşse de BM Hizbullah’ın elindeki İran yapımı füzelerin, İsrail’in Güvenlik Konseyi’nin gündeminden düşmedi. savunma derinliğini ortadan kaldırdı. Kendi Diplomatik çözüm kapısı aralık duruyor ama yaptırım açıklamalarına göre 14 bin, gözlemcilerin raporlarına tehdidi de artık sayılı günlere bağlı şekilde ABD'nin göre ise 12 bin füzesi olan Hizbullah, saldırılar çantasında hazır tutuluyor. karşısında harekete geçinde, İsrail’in bir ucundan diğer Hizbullah’a yönelik operasyonlar ile birlikte öteden ucuna kadar her tarafı vurabileceği ortaya çıktı. Yani, güvenlik konusunda büyük bir Hizbullah lideri hassasiyet gösteren İsrail yönetimi, Nasrallah, İsrail’in saldırılara başlamasıyla birlikte sivil halka yönelik güç kendi halkının güvenliğini de kullanması sonrasında tehlikeye atmış oldu. Hatta bazı halk kahramanı olarak rapoların, Hizbullah’ın elindeki görülmeye başlandı... füzelerden bir bölümüne başlık takılabilecek nitelikle olduğunu göstermesi, İsrail’in karşı karşıya kaldığı tehlikeyi de ortaya koymuş oldu. Ortadoğu yaz sıcağının yanısıra, saldırıların ateşi ile de iyiden iyiye ısınmış durumda. Gerek ABD’nin BOP’u, ve İsrail’in güvenlik kaygıları, gerekse İran’ın rejimini ABD’ye kabul ettirip uluslar arası bir oyuncu olduğunu gösterme çabası, bölgede yeni ve sonu belirsiz bir süreci beraberinde getirdi. Bu sürecin ayrıntıları, Ortadoğu unsanının zakan kanı ile yazılıyor ve ne yazık ki, büyük güçlerin bilinçli tercihleri sonucu bu akan kan da kolay kolay duracak gibi görünmüyor. C S TRATEJİ 7
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear