Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Suriye her ne kadar edilgenleştiyse de, üzerinde İran’ın etkisini daha fazla hissetmektedir. Temmuz sonunda Lübnan’ı ikinci defa ziyaret etmek isteyen ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın Lübnan makamlarınca kabul edilmemesi, yerine İran Dışişleri Bakanı Muttaki’nin sıcak karşılanması, İran’ın Hizbullah üzerinden Lübnan’daki belirleyiciliğini artırdığını göstermektedir. İsrail bölgede ABD’nin koçbaşı olarak varlığını sürdürürken, Hizbullah, İran’ın koçbaşlığını yapma davranışındadır. Bu bağlamda, Lübnan’da adeta ‘gölgeler savaşı’ yaşanmaktadır. ABD, Irak’tan sonra İran’da ikinci bir kara cephesi açmak istemezken, İran da, bölgedeki krizden kendisine bir etki alanı yaratmaya çalışmaktadır. C S TRATEJİ BM’nin Lübnan’da müdahaleden kaçınması, İsrail saldırılarının artmasına neden oluyor... 19 gesi, Doğu Bolu’nun çöküşü ve SSCB’nin tasfiyesiyle sona ermiş, 1990’lardan itibaren ABD’nin hegemonya dönemi başlamıştı. 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra ABD, önleyici vuruş doktriniyle hegemon olma durumunu resmileştirmişti. İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan, güç dengesini kurumsallaştırmayı simgeleyen Birleşmiş Milletler, ABD’nin ikinci Irak işgalindeki konumu, bu günlerde İsrail’in insani açıdan felaketler getiren saldırılarını, bırakalım engellemeyi, ABD vetosu yüzünden kınayamayarak, artık fiili ömrünü tamamlamıştır. Artık, uluslararası dengeleri gözetecek, dünya kamuoyunun tepkilerini dillendirecek uluslararası örgütler işlevlerini yitirmektedir. Yerine ABD’nin Avrupa’yla ortak savunma örgütü NATO, soğuk savaş sonrası Yeni NATO kimliğiyle, ‘alan dışı bölgeler’ olarak adlandırdığı, Ortadoğu, Güneydoğu Asya ve Kafkaslar’a yönelmektedir. Türkiye’nin yer alacağı savlanan Uluslararaı Barış Gücü, terim olarak, kasten yanlış çevrilmekte ya da ele alınmaktadır. Barış Yapma, Barış Zorlama ve Barış Gücü kavramları, NATO çerçevelerinde ayrıntılı olarak yer almaktadır. Barış Gücü, kalıcı barış sağlandıktan sonra gönderilen uluslararası güçtür. Sıcak çatışma sürerken, Barış Yapma, bir ileriki aşamada Barış Zorlama Gücü görevlendirilebilir. Bu güç, Lübnan özelinde, Hizbullah’ı silahsızlandıracak, şiddet, sona erdirecektir. Birleşmiş Milletler, ancak Barış Gücü gönderebilme yetkisine sahiptir. O yüzden Afganistan’da NATO’yu görevlendirmiştir. Türkiye, Barış Yapma ya da Barış Zorlama Gücü’nde aktif olarak yer alırsa, Hizbullah’la çatışmaya girerse, asimetrik savaşı ithal edecek, ülkemizin metropolleri, geniş alışveriş merkezleri, tüm yaşam alanları hedef haline getirilecektir. PKK’nın yanısıra, başka terör odaklarıyla da, üstelik Türkiye’nin dışında gelişen olaylar nedeniyle, mücadele etmek zorunda kalınacaktır. Bu aşamada ABD’nin, Türkiye’ye Irak’ın kuzeyinde göstermelik bir hava operasyonu ödününe kanmamak gerekmektedir. Yeni Ortadoğu’da ABD ve militan devletler Orta Çağı, Türkiye ise Atatürk’ün vizyonu doğrultusunda, modernizmi, ulusal birliği ve mazlum uluslar dayanışmasını simgelemektedir. O yüzden, uluslararası güce katılma ve göstermelik arabuluculuk heveslerine kapılmadan, akıl, sağduyu ve vicdanla, bölgemizdeki yangını sona erdirecek bir iradeyi ortaya koymamız ivedilikle gerekmektedir İRANABD REKABETİ Lübnan’ın ABDİran rekabetinde adeta tatbikat alanı olarak kullanılması, bölgenin geniş açılı fotoğrafına bakıldığında daha iyi anlaşılmaktadır. ABD, Şii hilalinde kendisine rakip olarak gördüğü İran’ı, kendi içinden vurmaya çalışmakta, ülkenin Azeri nüfusu üzerinde etnik milliyetçilik üzerinden karışıklık yaratma girişimleri gerçekleştirmektedir. İran’ın, bağımsız Azerbaycan’a mesafeli durması, Ermenistan’la iyi ilişkiler kurması bu zeminde değerlendirilebilir. Öte yandan, İran’daki Azeri nüfusu, Şiilik bağları zemininde, mollaların içinde önemli bir boyutta yer almakta, ülkeye sadakat göstermektedirler. Ancak, son aylarda, Azeriler ile ilgili bir karikatür dolayısıyla, çeşitli karışıklıklar yaşanmıştır. ABD’nin Ortadoğu’da en yoğun kullandığı Kürt kartının, İran’da da vurgulanması, öte yandan, İran’ın, PKK ve Kürt etnik milliyetçiliğine karşı, Irak’ın kuzeyindeki PKK karargahı Kandil Dağı’nı çeşitli aralıklarla bombalaması, bir yandan kendi ulusal güvenliğini sağlarken, diğer yandan, Türkiye’nin ABD’yle savladığı stratejik ortaklık ilişkisinin geçek olmadığını teşhir etmesi açısından önemlidir. İran, bu noktada 2003’ten itibaren gerilmiş olan TürkiyeABD ilişkilerinin de, özellikle toplumsal bazda sorgulanmasını kolaylaştırmaktadır. İran, toprak bütünlüğü koruma refleksinde, Türkiye’ye daha yakın gözükmekte, ABD Yeni Ortadoğu haritasında, Türkiye, Suriye ve İran topraklarını parçalayacak olası bir ‘özgür Kürdistan’ı tasarlamaktadır. Bununla beraber, Türkiye’nin laik cumhuriyet yapısı, İran’ın köktendinci rejimiyle çelişmektedir. Güney Kafkasya’dan, Basra Körfezi’ne, oradan da Lübnan sahillerine varan İranABD rekabetinin geldiği aşamayı kavradıktan sonra, Ortadoğu’da yeniden biçimlenen dengeleri, genel bir değerlendirmeyle harmanlamaya gereksinim bulunmaktadır. ABD VE MİLİTAN DEVLETLER İsrail, Lübnan’da 1982’de gerçekleştirdiği saldırılarla, bu ülkeye miras olarak Hizbullah’ı bırakmıştı. Bugün Hizbullah, deyim yerindeyse, Lübnan’da İsrail’e karşı ortak bir duruşu simgelemeye başlamıştır. Hizbullah, Hamas gibi yaşam alanlarını bir koza gibi sararak, cenaze, düğün, gıda ve sağlık yardımları, eğitim, maddi yardım ve bunun gibi pek çok toplumsal zeminde kendini hissettirmektedir. İsrail, Lübnan’ı vurdukça, Lübnan Hizbullahlaşmaktadır. Ağustos başı itibarıyla yapılan bazı yorumlarda, Lübnan ordusunun Hizbullah’a katılacağı spekülasyonları yapılmaktadır. Daha önceki değerlendirmelerimizde, Hamas’ı benzer bir eksende ele almıştık. İsrail’in şiddeti, Ortadoğu’da ılımlı unsurları tasfiye ederken, köktenci unsurları ön plana çıkarmaktadır. Hamas daha Ocak 2006 seçimlerini kazanmadan, Gazze şeridi Hamasistan olarak değerlendiriyordu. Yeni Ortadoğu’nun çürüyen zemininde, aktörlerin iki temel yüzeyi belirgin hale gelmektedir. Bir yandan ABD’nin Genişletilmiş Ortadoğusu zemininde, artan işgaller ve şiddet dozunun yükseltilmesi ki bu politika kimi zaman, İsrail saldırganlığıyla, kimi zaman bizzat ABD’nin Irak’takine benzer güç kullanımı ve fiili işgalleriyle söz konusu olmaktadır öte yandan söz konusu saldırılarla fiziki ve toplumsal açıdan bölünen coğrafyalarda, köktenci örgütlerin etkin olmaları ve içinde yaşadıkları devletten daha güçlü hale gelerek, o ülkeyi teslim almalarıdır. ABD’nin bu tür politikaları, Hamas ve Hizbullah’a ülke kazandırmıştır. Bölgemizdeki gelişmeler, yeni bir Orta Çağ’ın kapısının aralanmaya başladığını göstermektedir. ABD, kendisini hegemonik bir güç olarak gördüğünden dolayı, siyasalarında tek yanlılık düsturunu benimsemekte, kısa vadeli perspektife sığınarak, uzun dönemi kaybetmektedir. Aslında her hegemon dönemin ardından, bir güç dengesi süreci başlamaktadır. ABDSSCB rekabeti dönemindeki güç den