24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

16 Arapİsrail çatışmaları ve Filistin Sorunu karşısında… C S TRATEJİ Türkiye’nin tutumu Em. Büyükelçi Turhan Fırat Geçen haftaki yazımızda Ortadoğu’da Arapİsrail çatışmalarının başlangıcı ve 1956, 1967 savaşları üzerinde durulmuştu. M Yasası’na göre dünya barışının korunması görevi esas itibariyle Güvenlik Konseyi’ne verilmiştir. Fakat savaşın önemi, Doğu ve Batı bloklarını karşı karşıya getirebilecek bir ortam yaratması nedeniyle BM Genel Kurulu da özel olarak 1967 haziranında toplanmıştı. Böylece Güvenlik Konseyinin sınırlı sayıdaki üyeleri dışında, BM üyesi her ülke tutumunu dünya kamuoyuna açıklamak olanağı buldu. Türkiye, Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in başkanlığında bir heyetle toplantılara katıldı. Çağlayangil 22 haziran 1967 tarihinde yaptığı konuşmada tutumumuzun esaslarını özetle şu şekilde açıkladı: "Son 20 yılda Ortadoğu’yu üçüncü defa sarsan trajik bir savaştan sonra Genel Kurul toplandı…. Sorunlar karmaşıktır. Yasadaki ilkelere uymazsak bunları çözemeyiz. Yasanın 2. maddesinin 3. ve 4. paragrafları önemlidir. Buna göre, ülkelerin anlaşmazlıklarını barışçı yollardan çözmeleri, bir ülkenin toprak bütünlüğüne ya da bağımsızlığına karşı tehditte bulunmaktan kaçınılması gerekir. BM’nin amaçlarına uygun olmayan davranışlarda da bulunulamaz. Bu ilkelere uygun olarak Türk Hükümeti kuvvet kullanma yoluyla elde edilen toprak kazanımlarını kabul etmediğini açıklamıştır. Sorunların çözümünde, toprak kazanımı veya B Türkiye’nin Filistin politikasına ilişkin ilk açıklamalardan birini yapan Çağlayangil müzakerelerde avantajlı bir durum elde etmek için kuvvet kullanılmasını kabul edemeyiz. Oldu bittiler de kabul edilemez. İlkelere saygı duyulmazsa BM temelinden sarsılır. Bu, BM’nin geleceği ve dünya barışı için de önemlidir. …Bu bakımdan, İsrail kuvvetlerinin işgal ettikleri topraklardan çekilmeleri için Genel Kurul ısrarlı olmalıdır… İsrail Hükümeti’nin ağır sorumluluğu vardır. İsrail, özellikle Kudüs’te yeni oldu bittilere girişmemelidir… Güvenlik Konseyi’nin ateşkes kararlarına uyulmalıdır…." BM Genel Kurulu özel toplantıya çağrılmış, üye devletler tutumlarını açıklamışlardı ama sonuçta Genel Kurul’da bir karar kabul etmek mümkün olmadı. Güvenlik Konseyi de 242 sayılı kararını ancak 22 kasımda alabildi. Diğer taraftan İsrail, işgal etmiş olduğu topraklardaki askeri kontrolünü giderek artırıyor, eski mültecilere yenileri ekleniyor ve nihayet Kudüs’ün durumu belirsizliğini koruyordu. Sonbahar geldiğinde BM 22. Genel Kurul toplantıları başladı. Bu toplantılar sırasında Dışişleri Bakanı Çağlayangil 3 ekim 1967 tarihinde yaptığı ve Türkiye’nin dış siyasetini genel hatlarıyla açıklayan konuşmasında Ortadoğu sorununa da yer verdi. Türkiye’nin bir bölge ülkesi olarak Ortadoğu’nun güvenlik ve barışına önem verdiğini….bölge ülkelerinin bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne yöneltilen tehditlerin ve anlaşmazlıkların çözümü için kuvvet kullanılmasının ne Ortadoğu’nun ne de dünya barışının yararına olacağını ifade etti. Çağlayangil ayrıca Kudüs’ün durumunun endişe verici olduğunu, ve Arap mültecilerin insani sorunlarına ilgisiz kalınamayacağını belirtti. Kudüs’ün statüsünün Arapİsrail ihtilafının çok ötesinde boyutları olduğunu vurguladı. 30 haziran 1969’da yani savaştan iki yıl sonra Kudüs sorunu ile ilgili olarak gazetecilerin sordukları sorulara cevaben Çağlayangil, Kudüs’ün statüsünü değiştirmek yolunda İsrail’in aldığı tedbirlerin geçersiz olduğunu belirten bir kararın 1967 haziranında Genel Kurul’da alınmış olduğunu, bu karar tasarısına Türkiye’nin de ortak sunucu olduğunu hatırlattı. 19671973 devresinde Ortadoğu sorunu ile ilgili olarak Türk Hükümeti’nin tutumu esas itibariyle Dışişleri Bakanı Çağlayangil’in yukarıda kısaca değindiğim açıklamaları çerçevesinde sürdürüldü. Temel olarak 242 sayılı Güvenlik Konseyi kararı esas alınıyor ve ayrıca mülteciler sorunu ile Kudüs’ün statüsüne verdiğimiz önem özellikle belirtiliyordu. Askeri bakımdan kuvvetli durumda olan İsrail ise ABD’nin desteğinin de etkisiyle ne işgal ettiği topraklardan çıkmaya ne de Kudüs’ün statüsü ve mültecilerin durumu hakkında ciddi adımlar atmaya niyetliydi. BM Genel Sekreterinin Ortadoğu Özel Temsilcisi İsveçli diplomat Gunnar Jarring de bu durum dolayısıyla çabalarında hiçbir ilerleme kaydedemiyordu. Ortadoğu ihtilafı bütün boyutlarıyla devam ederken, aynı zamanda Soğuk Savaşın en önemli konularından birini de oluşturuyordu. Türkiye, İsrail’in uzlaşmaz tutumu dolayısıyla Ortadoğu’nun barut fıçısına dönmesinden rahatsızdı. Arap ülkeleri de Türkiye’nin tutumundan memnun değillerdi. Türkiye’den köklü ve içerikli girişimler bekliyorlardı. O tarihlerde bizim Kıbrıs sorunuyla da ciddi şekilde uğraştığımızı belirtmek gerekir. Diğer taraftan Arap ülkelerinin ne BM’de ne de başka uluslararası ortamlarda Türkiye’yi desteklediklerini söylemek zordur. Hatta Kıbrıslı Rumlar 3. Dünya ve Doğu Bloku aracılığıyla zaman zaman Türkiye aleyhine siyasi başarılar da elde ediyorlardı. ABD VE ORTADOĞU Yine Ortadoğu meselesine dönecek olursak, iki süper güçten örneğin ABD’nin 1970’lerde Ortadoğu sorununa nasıl baktığını görmek yararlı olabilir. Başkan Nixon’un 3 mayıs 1973’de, yani 1973 ekim savaşından beş ay önce Amerikan Kongresine sunduğu "1970’lerde Amerikan Dış Politikası" raporunda özetle aşağıdaki değerlendirmeler yer alıyor(1). ……İki dünya savaşı ve yükselen milliyetçilik akımları Ortadoğu’da 1914 öncesi düzenini bozdu, fakat istikrar kurulamadı. Bölgenin stratejik önemi dolayısıyla bölge dışı ülkeler bu anlaşmazlıklara karıştılar. Çoğu zaman da birbirlerine rakip oldular. İkinci Dünya Savaşından sonra da Ortadoğu birkaç defa büyük buhranlara sahne oldu…..Ortadoğu ülkeleri siyasi çözümler ve birlikte yaşamak için kararlar almalıdır. Bölgede çıkarları olan bölge dışı devletler de ılımlı olmak sorumluluğunu kabul etmeli ve gerginliklerden kendi çıkarları için yararlanmak yerine bunları yatıştırmaya yardımcı olmalıdırlar… İsrail bakımından, 1967 savaşında işgal ettiği toprakların sağladığı fiziki güvenlik, öyle anlaşılıyor ki bu toprakların geri verilmesi karşılığında barış içinde yaşanacağına dair Arapların yükümlülük almalarından daha güvenilir görülüyor. Araplar ise, toprak işgali devam ettiği ve Filistinlilerin hakları geri verilmediği sürece İsrail ile yeni sınırları görüşmenin adalete ve hükümranlık haklarına aykırı olduğunu söylüyorlar. Taraflar arasındaki karşılıklı korku ve güvensizlik yenilmelidir. Bu yapılmadan uzlaşmaya dayalı bir çözümü taraflar kabul etmiyorlar… Ortadoğu’da derhal sağlanacak bir barış hayaldir… Güvenlik Konseyi’nin o dönemki dört üyesi (ABD, İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği), 242 sayılı Güvenlik Konseyi kararına dayalı bir çözüm çerçevesi oluşturmak için 1969’da görüşmelere başladılar. 1970 başlarına kadar görüşmeleri sürdürdüler. Görüşler farklıydı ama herkesin görüşü belli oldu… Jarring misyonu 1971’de önemini yitirdi. Arkasından, barışa "adım adım" yaklaşma olanağı denendi. 1972’de ABD ile Sovyetler Birliği’nin Moskova’da yaptıkları Zirve görüşmelerinde iki ülkenin Ortadoğu yüzünden birbirleriyle çatışmaları tehlikesi azaltıldı… Bu yıllarda ABD Ortadoğu’da askeri dengeyi koruma siyasetini devam ettirdi… Ateşkese ve siyasi çözüm umutlarına ciddi tehdit terörizmden gelmeye başladı. Terörist saldırılar yeni ve korkunç boyutlar kazandı… Ortadoğu sorununa topyekun bir çözüm bulma görüşmelerini kolaylaştırmak üzere bir "ara anlaşma" yapmak için ABD görüşmelere başlanmasını önermektedir….ama bir çıkmaz var. İsrail sınırların görüşülmesini ve 1967 savaş öncesi sınırlarında esaslı değişiklikler istemektedir. Mısır ise görüşmelerden önce İsrail’in 1967 savaş öncesi sınırlarına çekilmeyi kabul
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear