Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Dr. C. Akça ATAÇ TUSAM Avrupa Araştırmaları Masası caatac@tusam.net Katılım müzakerelerinin geleceği… C S TRATEJİ 9 gelmediğini söylediler. Sonuçta, Genel İşler Konseyi’nden çıkan Hollanda Dışişleri Bakanı Bernard Bot, kendisine Türkiye’nin "altın golünü niye saymadıkları" sorulduğunda "Ben Ankara’nın teklifinin ne olduğunu şu ana kadar anlayabilmiş değilim" diye yanıt verdi. Gerçekten de Türkiye’nin "1 yıl için bir hava bir deniz limanı açarım" teklifi, AB’yi karıştırdı. Ancak bu karışıklığın çok kısa sürdüğü, bu ortamda AB’nin Genel İşler ve Dış İlişkiler adına genişlemeden ve Türkiye’den başka konu konuşamamış olduğu ve sonucunda üye ülkelerde Türkiye ile ilgili gözle görünür bir bıkkınlık yaşandığı da ortada… Nitekim dışişleri bakanlarının 11 Aralık’ta bir uzlaşmaya vardığını Olli Rehn, "14–15 Aralık’taki zirvenin ABTürkiye Zirvesi olmayacağından dolayı devlet ve hükümet başkanlarının bize minnettar olduklarını tahmin ediyoruz" sözleri ile muştuladı. Türkiye’yi daha fazla konuşmak istemeyen üye ülkeler, kendilerinden beklendiği gibi Komisyon’un, Almanya Dışişleri Bakanı FrankWalter Steinmeier’in deyimiyle, "mükemmel" tavsiye kararını uygulamaya sokmak üzere anlaştı. Bu da bir kere daha gösterdi ki, Türkiye’nin umutlarını Konsey toplantılarına bırakmakla ve müzakerelerin teknik ayağını oluşturan Komisyon tartışmalarını ihmal etmekle yaptığı, önemli bir taktik hatası idi. A B’ye katılım müzakereleri sürecinde Türkiye, etkisi azımsanamayacak bir darbe aldı. Müzakereler, dış basının kullandığı ifade ile kısmî olarak dondu; Gümrük Birliği ile ilişkilendirilen 8 başlık açılmayacak. Açılabilecek olan başlıklar ise kapanamayacak. Müzakere sürecinin tamamı Kıbrıs sorununa endekslenirken Kıbrıs sorunu da izolasyonların kaldırılmasına indirgendi. Ek Protokol’deki imzanın verdiği "limanları açma" sözü, Türkiye’nin 40 yıllık AB macerasındaki kazanımlarının önemli bir kısmına ipotek koydu. Artık limanlar açılmadıkça, müzakere süreci normale dönmeyecek. Aksak işleyen bir müzakere süreci de, Türkiye’yi Avrupa’nın tali (yan) yollarından birine sürükleyecek. SİYASİLEŞEN SÜREÇ Türkiye tam üyelikten uzaklaşıyor Her ne kadar başlangıçta aksi için çalışıldığı söylense de Türkiye’nin katılım sürecini, politikacılar esir aldı. Dışarıda Sarkozy, Merkel veya Schüssel, müzakerelerin teknik yönünü gözardı ederek, Türkiye’nin tam üyelik için uygun olmadığını binbir şekilde dile getirirken içeride de müzakere yönetimini tek elden Başbakan ve Dışişleri Bakanı üstlendi. Avrupa Komisyonu’nun tüm telkinlerine rağmen Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’ne eleman takviyesi yapılmadı; mevcut personelin iş yükü hafifletilmedi. Teknik ekibimiz, taramaların başında zaman zaman Hırvatlara sunumlarında yardımcı olmuş, onlara yol göstermişken bugün Ankara’dan gereken desteği görmediğinden belki deonların gölgesinde kaldı. Geçen yaz boyunca başmüzakerecimizin nerede olduğu ile ilgili Brüksel fıkraları anlatıldı. Sonuçta teknik tartışmalar, politikacıların gövde gösterisi haline dönen müzakerelerde gerçek önemini yitirdi. Böylesi bir ortamda, sürecin henüz durmamış bölümlerinde teknik gelişme gösterme iradesi de kaçınılmaz olarak zayıfladı. AB ile ilişkilerde bugün gelinen nokta gösteriyor ki Türkiye, Ek Protokol’ü imzalayarak alternatif maliyeti çok yüksek bir karar aldı. Politika yapıcıların bu maliyetin ne kadar ağır olduğunu o zaman görmemiş olması veya görüp de "günü gelince bir yolunu buluruz nasıl olsa" diyerek görmezlikten gelmiş olması, zaten 11 Aralık sonrası müzakerelerin çıkmaza girmesinin en önemli nedeni olarak artık tescil edildi. Peki, acaba Türkiye Ek Protokol’ü imzalayarak değil de "Gümrük Birliği’nin bütün gereklerini [ancak] tam üyeliğinin gerçekleşeceği anda eksiksiz olarak yerine getireceği" vaadinde bulunarak açtıramaz mıydı katılım müzakerelerini? En azından "limanların açılımının" bir ön şart, bir başlangıç değil de bir sonuç olmasını sağlayamaz mıydı? Ya da Avrupa Komisyonu’nun tavsiye kararını yayımlamasından önce, teknik heyet, Komisyon yetkilileri ile askıya alınması düşünülen 8 başlığın Gümrük Birliği ile olan ilişki derecesi üzerine sıkı bir pazarlığa girişemez miydi? Dondurulacak başlıkların 8’den 7’ye inmesi, pazarlık gücü adına küçük ama somut bir başarı olmaz mıydı? Bunu bizim yerimize, zaten teamül olarak Komisyon’un tavsiye kararını olduğu gibi kabul etmesi beklenen AB Konseyi’nin yapacağını düşünmek anlamsız değil miydi? Son dakika girişimimizin AB’nin kafasını birkaç günlüğüne karıştırmak üzerine kurulmuş olması, Türkiye’ye gerçekten söylendiği gibi uluslararası itibar getirdi mi peki? Türkiye, AB’ye tam üyelik hedefi ciddi darbe aldı. 8 müzakere başlığının açılmayacak olması Türkiye’yi tam üyelik perspektifinden uzaklaştırıyor. LAİR’DEN GELEN DESTEK Birçok olumsuzluğun ilk kez Türkiye B Bütünüyle politikleşmesine izin verilen sürecindeki gelişmeler, ne yazık için gündeme geldiği süreç tamamen müzakere ki politikacıların politikacılara vereceği destek ile ölçülür olduğundan, geçtiğimiz ay siyasileşmiş durumda boyunca ülke gündeminde müthiş bir demeç kirliliği yaşandı. Bu toz bulutu içerisinde fark edilen, TÜRKİYE GÜNDEMİN ALT İngiltere, İspanya, İsveç ve İtalya’nın Türkiye’yi SIRALARINDA Ankara’nın belli koşullar altında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne (GKRY) bir deniz ve bir hava limanı açabileceğini Brüksel’e bildirmesi, AB içinde kesinlikle büyük yankı buldu. Ancak dışişleri bakanlarının, Komisyon’un tavsiye kararını benimsediği toplantısında dikkate alınmadı. AB devlet ve hükümet başkanları ile bakanlarına göre, teklifin çok geç gelmesi, son dakika adımı olarak yetersiz kalması ve teklifin içeriğinin kolaylıkla anlaşılamaması, hükümetin bu girişimini geçersiz kılıyordu.Teklifin komisyon’un tavsiye kararını bildirmesinden önce gelmemiş olması, Türkiye’nin "çok geç" kaldığı anlamına geliyordu. Ayrıca Finlandiya dönem başkanlığının açıkladığı üzere "Türkiye’den Ek Protokol’ün tam olarak uygulaması bekleniyordu" ve bundan daha azı ne olursa olsun "çok az" olacaktı. Fransa’nın Avrupa İşleri Bakanı Catherine Colonna, Türkiye ile müzakerelerde gelinen bu son aşamada "somut eylemler" beklendiğini, Türkiye’nin teklifinin olsa olsa "iyi niyet göstergesi" bir jest olduğunu ama 7 Aralık itibariyle jestlerin yetersiz kaldığını belirtiyordu. Teklifin nihai Konsey kararının çıkmasında etkisiz kalmasının diğer bir nedeni de, hiç şüphesiz, ön şartlara bağlı olduğu için "çok karmaşık" olması idi. GKRY’ye "liman açılabileceğinin" Brüksel’e iletilmesi sonrasında AB büyükelçileri ve bakanları, çok uzun bir süre Ankara’dan bir açıklama beklediklerini ama bu açıklamanın desteklediği oldu. En sağlam destek de şüphesiz İngiltere Başbakanı Tony Blair’den geldi. İngiliz gazetesi Guardian’a göre, Türkiye’nin son dakika teklifinin fikir babası Blair’di. Hatta İngiliz Başbakan, liderler zirvesinden sonra Ankara’ya uğrayarak desteğini, bizzat Türk topraklarında bir kere daha dile getirdi. Ancak Türkiye’nin en büyük Barosso ve Merkel...