26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

22 Orhan ERASLAN CHP Niğde Milletvekili Lozan askıya alınıyor, Sevr emareleri ortaya çıkıyor… C S TRATEJİ değildir. Hiçbir üniter devlette hiçbir azınlık tüzel kişiliğe sahip olamaz. Bireylerin mülkiyet hakkıyla da ilgili bir sınırlama yoktur. Raporda bu söylenirken, AB üyesi Yunanistan’da Müslüman Türk Vakıfları valiler tarafından atanan kayyımlarca yönetiliyor, varlıkları yağmalanıyor. Hatta Türk azınlığın Medeni Yasa’ya göre yeni vakıf kurma hakkı da sınırlıdır. Hükümet bu konuyu bir müzakere konusu yapmaktan kaçınarak soydaşlarımızı kaderine terk ettiği gibi, Lozan Barış Antlaşmasının 45.maddesinde Yunanistan Devletine yüklenen karşılıklılığı istemekten tek taraflı olarak kaçınmıştır. Bu noktada Lozan Barış Antlaşması’nın hükümleri askıya alınmıştır. Esasen öteden beri Avrupa devletlerinin çeşitli noktalarda Lozan’ı yok farz etme ve kemirme gibi bir amacının da olmadığını söyleyemeyiz. 1856 tarihli Islahat Fermanı’ndan bu yana Avrupa; Türk Devletlerine karşı Türk topraklarından mülk edinme ve azınlık hakları konusunda ısrarcı bir tutum içerisindedir. Bu konu Sevr’de de önemli bir bölüm teşkil eder. Bu ısrar halen ne yazık ki devam etmektedir, ne yazık ve ne acıdır ki hükümet bu ısrarın haklı olduğu düşüncesini paylaşıyor. Yeni yasal düzenlemeyle; Lozan’da dini, hayri, sosyal ve eğitim amaçlarıyla, sınırları çizilen cemaat vakıflarının mal edinmesinin dört nedeni ortadan kaldırılıyor. Karşılıklılık ile ilgili ilkeye de hükümet, “Türkiye’de yaşayan Rumlar bizim vatandaşlarımızdır, Yunanistan’da yaşaya Türk ve Müslümanlar Yunan vatandaşıdır. Kendi vatandaşımıza haklar vermeyi karşılıklılığa bağlayamayız. Batı Trakya’daki Türkler haklarını isterlerse AİHM’de ileri sürebilirler” anlayışı içerisinde, Lozan’ın Yunanistan’a yüklediği yükümlülükten tek taraflı olarak kurtulmasına olanak tanıyor. T BMM’de yapılan uzun tartışmalar sonucu hükümet tarafından hazırlanan yasa tasarısı, komisyonda yapılan bir takım değişikliklerle yasalaştı. Çok tartışılan ve çok konuşulan yeni Vakıflar Yasası neler getiriyor, neler götürüyor soğukkanlılıkla değerlendirmek gerekiyor. Bilindiği gibi vakıflar bir medeni yasa kurumu olup, esas itibariyle mal topluluğudur. Bir kısım mal ve hakların bir amacın gerçekleşmesi için tahsis edilmesidir. Bu anlamda asla sosyal, siyasal bir örgütlenme modeli de değildir. Medeni Yasanın 101/4 maddesi "Cumhuriyetin Anayasayla belirlenen niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine, hukuka, ahlaka, milli birliğe ve milli menfaatlere aykırı veya belli bir ırk yada cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz" hükmünü taşıyor. AZINLIK VAKIFLARININ KÖKENİ Vakıflar Yasası Anayasaya aykırı Anayasamızın 90. maddesidir. Şöyle ki, Lozan Barış Antlaşması’nın 3745 maddeleri azınlık vakıfları ile ilgili düzenlemelerdir. Burada Türkiye Cumhuriyeti azınlıklara mensup olan vatandaşlara dinsel, sosyal, hayırsal ve eğitsel konularda vakıf kurma istisnası tanımıştır. Bu antlaşma usulüne uygun onaylandığı için Anayasanın 90. maddesine göre, Anayasaya aykırılığı ileri sürülemez. Bu amaçlar dışında cemaat esasına dayalı vakıf kurulamaz, kurulmuş olan vakıflar faaliyet gösteremez, bu amaçlar dışında mal edinemez. Yeni yasayla bu sınırlama kaldırılıyor, Anayasaya aykırı bir düzenleme yapılıyor. Esasen azınlığa mensup yurttaşların Medeni Yasa çerçevesinde yeni vakıf kurmalarının önünde hiçbir engel yoktur. Bu anlamda Anayasanın 33. maddesi ile AİHS’in 11. maddesi açısından hiçbir sorun bulunmuyor. Tam bir eşitlik söz konusu. Cemaat hakları bireysel hak ve özgürlükler içerisinde değildir. Cemaat hakları kolektif hak ve özgürlükler içerisindedir. İnsan haklarının gelişme doğrultusu bireysel hak ve özgürlükler yönündedir. Bu açıdan da Türkiye hiçbir Avrupa ülkesinden daha geride değildir. Medeni Yasa’nın yürürlüğe girmesinden önce de Osmanlı döneminden kalma vakıflar vardı. 2762 sayılı yasayla bu vakıflar da bir hukuksal statüye kavuşturuldu. 1935 tarihinde çıkarılan ve aşağı yukarı tüm hukukçuların bir hukuk abidesi olduğu konusunda görüş birliği bulunan bu yasa ile eski vakıflar işlevlerini bozmadan yeni hukuk sistemi içerisine taşınabilmişti. Bu çerçevede Osmanlı’dan kalan ve genel müdürlükçe yönetilen mazbut vakıflar ile yine Osmanlı döneminden kalan mütevellileri veya seçilmiş heyetleri tarafından yönetilen Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kontrolü ve denetimi altında bulunan mülhak vakıflar, eski vakıflar olarak hukukumuza taşınmıştı. Kamu oyunda cemaat vakıfları olarak bilinen azınlık vakıfları da, mülhak vakıflar kapsamındaydı. Kamuoyunda cemaat vakıfları olarak bilinen azınlık vakıfları, Medeni Yasanın 101/4 maddesine bir istisnadır. Cemaat vakıflarının, vakıflar arasında bir eşitsizlik yarattığı gerçektir. Bu eşitsizliğin Anayasal çerçevesi, AB’ye uyum gerekçesiyle TBMM’den geçirilen yeni Vakıflar Yasası, patrikhanenin ekümenikliğini fiilen tanıyor, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşı olarak kabul edilen Lozan Anlaşması’nın askıya alınmasına neden oluyor. EKÜMENİKLİĞİN TANINMASI Yeni Vakıflar Yasası’nda sorun sadece bu kadardan ibaret değildir. Yürürlükteki mevzuata göre, belli koşullar çerçevesinde yabancı vakıfların Türkiye’de şube açabilmelerine olanak vardı ancak, Türkiye’de vakıf kurmak için Türk vatandaşı olmak esastı. Yeni düzenlemeyle bu zorunluluk kaldırıldığı gibi Türkiye’de yabancılarca kurulan vakıflar, Türk vakfı sayılacaktır. Hatta bunların AB’NİN BAŞLATTIĞI TARTIŞMA Esasen AB’nin bir vakıf ölçütü de yok. Bu açıdan konu siyasi ölçütler çerçevesinde dile getiriliyor. AB 2005 İlerleme Raporunda, "....uygulamada gayrimüslim topluluklar önemli sorunlarla karşılaşmaya devam etmektedirler; bu topluluklar tüzel kişilikten yoksundurlar, sınırlı mülkiyet hakkına sahiptirler, vakıflarının yönetiminde müdahaleyle karşılaşmaktadırlar....." deniliyor. Bu saptama kesinlikle doğru Bartelomeos Mutafyan
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear