23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

12 C S iyasi ve istatistik değerlendirmeler ışığında ürkiyeAB ilişkileri dört ayrı dönemde T değerlendirilebilir. 19591970’li yıllarda güvenlik endişesi Avrupa’nın Türkiye’ye sıcak yaklaştığı dönem olarak düşünülebilir. İkinci dönem 1980’li yıllara denk gelir ve bu dönemde hükümetişveren gümrük birliğine direnir. Üçüncü dönemde Sovyetlerin çökmesiyle insan hakları ve demokrasi ön plana çımaya başladı. 11 Eylül ile başlayan dönemde ise Türkiye ‘köprü’ rolün üstlenmek istiyor. rideki yansıması, gerek 17 Aralık 2004 tarihinde müzakere tarihi alınırken, gerekse 3 Ekim 2005 tarihinde müzakere çerçeve belgesi kabul edilirken; Türkiye’nin birincisi hareket alanı tanımlanmış, ikincisi sürdürülebilirliği konusunda güven vermeyen şartların kabul edilmesine neden olmuştur. Oysa müzakerelerde kazanımlar haklılıklardan değil, masadan kalkma gücünden alınmaktadır. Özellikle 17 Aralık’ın ardından Birlik içinde eleştirilen İsveç Başbakanı’nın "Vereceklerinin Çok Gerisindeki Şartları" hemen kabul ettiğimizi söylemesi müzakerelere başlama sürecindeki başarısızlığın kanıtı sayılabilir. Türkiye, AB için ‘köprü’ olabilir mi? BD, 1970 sonrasında iki dünya savaşında kazandığı altın rezervlerini Vietnam savaşına bağlı olarak eritmiş, buna karşılık dolar arzındaki aşırı artış nedeniyle baş gösteren kriz sonucunda etkin konumunu yitirmeye başlamıştır. Bu arada toparlanan AB ülkeleri İkinci Dünya Savaşı’nda kaybettikleri konumlarını tekrar almak için, üçüncü dünya ülkeleri ile daha yakından ilişki kuracak coğrafi genişleme politikalarına başlamışlardır. AB’nin 1970 sonrasında geliştirdiği üç politika, böyle bir yönelişin izlerini taşımaktadır. Birincisi Lome Anlaşmaları, ikincisi global Akdeniz politikası, üçüncüsü ise İspanya Portekiz ve Yunanistan’ın birliğe katılımıyla gerçekleşen ikinci genişleme sürecidir. Lome anlaşması eski AB sömürgeleri olan üçüncü dünya ülkelerine yardımda bulunarak satın alma güçlerini arttırmak, bazı ürünlerini kolayca birliğe girişini sağlamak gibi ticari yakınlaşmayı içermektedir. (1) ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası, Batı Avrupa ve gelişmekte olan ülkelere Financial Times 5 Ekim TRATEJİ 13 S Yrd. Doç. Dr Kenan GÖÇER Beykent Üniversitesi kgocer@beykent.edu.tr B ile ilişkiler, Dünya’daki ve Türkiye’deki ekonomik ve siyasal gelişmelere paralel olarak değişmiştir. Bu değişimler kısaca dört dönemde ele alınabilir. Birincisi, 1959 katma protokolünden 1970 yılları arasındaki dönemi kapsamaktadır. Soğuk savaşın etkilerinin en fazla olduğu bu dönemde AB ülkeleri güvenlik endişeleri nedeniyle Türkiye’nin stratejik önemine ağırlık vererek ilişkilerin istikrarlı olmasını sağlamıştır. 1980 öncesi ikinci dönemde en fazla dikkat çeken konu, ekonomi ve Gümrük Birliği karşısında Türkiye’deki gerek hükümetlerin gerekse işverenlerin ve çalışanların ortak mutabakatla direnmesi olmuştur. Bugün özellikle sanayi kesimi 1980 öncesinde üyelik fırsatının kaçırılmış olduğunu söylemektedirler. Oysa aynı kesimler korunmuş iç pazarda yüksek kapasitede tekelci yapılarını sürdürmek için Gümrük Birliği’ne karşı çıkmışlardır. Üçüncü olarak 1980 sonrasından başlayan ve 1990’lı yıllarda Doğu Bloku’nun yıkılmasıyla artan siyasi kriterler, insan hakları ve demokrasi gibi konular belirleyici olmuştur. Dördüncü dönem ise medeniyetler çatışması olarak adlandırılan 11 Eylül 2001 olayı ile yeniden gündeme gelen köprü teorisidir. 2003 Irak işgali sürecinde AB içinde yaşanan terör saldırıları Türkiye’nin stratejik öneminin soğuk savaşta olduğu gibi yeniden gündeme getirmiştir. Ancak, AB içindeki kültürel önyargılar medeniyetler çatışması adı altında ilişkilere olumsuz etki yapmaktadır. A Türkiye AB’nin neresinde? uyguladığı politikalara benzer politikaların AB tarafından uygulanması için Latin Amerika Akdeniz ve Orta Doğu ülkeleri hedef alınmıştır. AB komşuları arasında hem ekonomik hem de demokratik olarak çok daha gelişmiş ülkeler varken üçüncü dünya ekonomilerine benzer ve diktatörlüklerden yeni çıkmış ülkelerden İspanya Potekiz ve Yunanistan’ı birliğe almasında köprü teorisinin etkisi olmuştur. Yunanistan, ülkelerinin Batı Avrupa ile Ortadoğu arasında köprü oluşturacağını, böylece birliğin güneye daha kolay açılacağını, İspanyollar Latin Amerika ile köprü oluşturacağını, Portekizliler ise Afrika ülkeleri ve Brezilya ile bağlantı kuracaklarını savunmuşlardır. Türkiye ise 1980 sonrasında Portekiz Yunanistan ve İspanya gibi AB’ye üye olan ülkelerin aksine, hem ABD’ye daha fazla yakınlaşmış hem de demokrasiden uzaklaşmıştır. AB ile ilişkilerini 1996 yılında Gümrük Birliği ile geliştirmek istemiştir. Gümrük Birliği Anlaşması’nda müzakerelere başlarken yaşanan "ya olacak ya olacak" yaklaşımı ön plana çıktığından son derece kötü sonuçları bulunmaktadır. Milyarlarca dolarlık ihracat yapan sanayicilerin ürünleri AB içinde serbest dolaşım hakkına sahipken, sanayicilerin serbest dolaşım hakkının olmaması Gümrük Birliğinin ne kadar eşitsiz şartlarda başladığını ortaya koymaktadır. Karşı tarafın ceza sahasına girmeden yapılan futbol maçına benzemektedir. Bu durum AB’nin özgürlük, serbestlik ilkeleri ile çelişmektedir. 1997 Lüksemburg zirvesinde üyelik başvurusunun reddedilmesi sonrasında, Türkiye’nin rotasını başka alanlara kaydırma politikası izleyeceğine yönelik mesajlar vermesi, aday adaylık başvurusunun 1999 Helsinki zirvesinde alınmasına neden olmuştur. 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında medeniyetler çatışması gibi görüşlerin öne çıkması ise Türkiye’yi soğuk savaşta olduğu gibi yeniden ön plana çıkarmıştır. 3 Ekim 2005 tarihinde müzakerelerin başlamasında eski sömürgeler arasında bağ kuran ikinci genişleme sürecine benzer politikalar bu sefer, medeniyetler arası köprü politikası ile tekrar gündeme gelmiştir. Ancak, 3 Ekim 2005 tarihinde kabul edilen müzakere çerçeve belgesi sürecinde sosyoekonomik göstergelerin tartışmaların merkezinde olması, söz konusu göstergeleri ayrıntılı inceleyip Türkiye’nin yerinin tespit edilmesini gerektirmektedir. Türkiye AB’nin neresinde? üzakere sürecinde Türkiye’nin ekonomik, sosyal, eğitim, sağlık ve demografik göstergeler nedeniyle üyeliğine karşı çıkılmaktadır. Göstergeler aynı zamanda üyeliği destekleyenler tarafından da kullanılmaktadır. oranı ile en yüksek orana sahip olsa da, Türkiye tarihinin en düşük oranıdır ve artış hızı giderek düşmektedir. İkinci Dünya Savaşı’nda bile 1,8 oranında bir nüfus artış hızı görülmüştür. Nüfus artış hızlarına bakıldığında en çarpıcı görüntü 2004 yılında üye olan ülkelerin 0,23 gibi bir ortalama ile katılmış olmalarıdır. Dolayısıyla 21. yüzyılda yeni üyeler, az gelişmiş olmalarına rağmen nüfusları azalmakta ve yeni üyelerin AB’nin nüfus problemini çözecek dinamizmlerinin olmadığını göstermektedir. Üye ülkeler içinde İrlanda dışında bütün ülkelerin nüfus artış hızı 1’in altında yer almaktadır. Türkiye, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından temel gösterge olarak kullanılan doğumda yaşam beklentisinde 69,5 ile en küçük değere sahiptir. Yeni doğan bin bebek içinde ölümler göstergesinde ise Türkiye, üye ülkelerden 6 kat büyüklüğe sahiptir. Türkiye’deki bölgeler arası gelişmişlik farkı dikkate alındığında söz konusu değer doğuda daha kadınların oranı dikkate alındığında Türkiye ile yeni üyeler arasında çok büyük fark görülmemektedir. Hemen hemen bütün ülkelerde kadınların oranı düşüktür. Tablo 3’te üye ve adaylarına göre bazı ekonomik göstergeler yer almaktadır. Türkiye gerek elektrik tüketimi gerekse kişi başına gelirde üye ülkelerin gerisinde yer almaktadır. Tarımın GSMH içindeki payı Türkiye’de yüzde 15, üye ülkeler ve yeni üyeler de ise yüzde 5’lik paya sahip olması tarım nüfusunun fazla olduğunu göstermektedir. Türkiye özellikle vergi dışı gelirde yüzde 25 ile en düşük orana sahiptir. Bu durum özellikle eski üyeler içinde kamunun ekonomideki payının büyük olduğuna işaret etmektedir. Türkiye’nin GSMH’sı, satın alma gücü paritesine göre değerlendirildiğinde büyük ülke kategorisinde yer almaktadır. Türkiye, AB üye ve aday ülkeleri içinde sosyoekonomik gelişmişlik düzeyi açısından oldukça gerilerdedir. Üyeliğe karşı çıkanların önemli gerekçelerinden biri nüfusunun fazla oluşudur. Oysa Türkiye’nin AB adaylığı sürecindeki en önemli avantajı genç nüfusudur. AB üye ve aday ülkeleri içinde eğitimli iş gücü her geçen gün önem kazanmaktadır. Türkiye’nin müzakere sürecinde, ekonomik yönden büyümesinin yanı sıra, başta yaşam standardı ve yenilik göstergelerinde atılım yapması, müzakere sürecine nasıl giderse gitsin önem kazanmaktadır. Bölgeler arası gelişmişlik düzeyini azaltarak, nitelikli iş gücünü arttırmak ve üniversitelerinin potansiyelini değerlendirmek en önemli politikası olmalıdır. (1) Erlap, A. 1991 Avrupa Toplulupu İkinci Genişleme Sürecinin Türk Dış Politikasına Etkileri İktisat Dergisi, sayfa 25 istanbul. ütün değişimlere B karşın Batı’nın ‘oryantalist yaklaşımı’ henüz aşılabilmiş değil. ‘Türkiye, Avrupa ile İslam dünyası arasına köprü olabilir mi?’ sorusunun yanıtını ‘Türkiye AB’nin neresinde?’ sorusuyla başlanabilir. Türkiye’yi destekleyenler ve karşı çıkanlar ekonomik, sosyal, eğitim, sağlık ve demografik göstergeleri kullanıyor. Türkiye’nin nüfus artış hızını olumsuz değerlendirenler, birliğin eğitimli işgücü ihtiyacını karşılayacak projeleri bulunmuyor. AB Üye ve Adalyarına Göre Bilişim ve Eğitim 20002001 Oryantalizm ve Medeniyetler Savaşı vrupa Birliği içinde Türkiye’nin farklı bir coğrafyaya, kültür ve dine sahip olması nedeniyle üyeliğini destekleyenler ile yine aynı nedenlerden dolayı reddedenlerin ortak özelliği oryantalizmi aşamamış olmalarıdır. Oryantalizm, "biz Roma Hukuku, Hristiyan Ahlakı ve Yunan Felsefesi’nden dolayı aydınlandık sanayileştik geliştik" noktasından başlayarak "onlar böyle bir kültüre sahip olamadıkları için geri kaldılar" gibi ırkçı bir noktaya kadar giden bilimsel literatürde artık fazla yer almayan, ancak fiilen hem Avrupa da hem de Türkiye gibi hedef kitlede ortak algılama açısından geniş yer tutan 19 yüzyıl düşüncesidir. Kendi iç dinamiklerimizle hiçbir şey yapamayız, bu yüzden değişim ve dönüşüm için AB’nin çekiciliğini kullanmak zorundayız şeklindeki oryantalizmin içe A A M Tablo 1’de AB üye ve Adaylarına göre demografik ve sağlık göstergeleri görülmektedir. Türkiye özellikle yıllık ortalama nüfus artış hızında 1,6 gibi bir oranla eski üyeler, yeniler ve adaylar içinde belirgin bir artışa sahiptir. AB içinde 1,6 fazla olmaktadır. Özellikle bin kişiye düşen hasta yatak sayısında, yeni katılanların oranı eski doğu bloku ülkeler olması ve sağlık hizmetlerinin kamu hizmeti kapsamında ücretsiz oluşu nedeniyle, üyelerinkinden bile büyüktür. Yönetici Tablo 2’de üye ve adaylarına yönelik bilişim ve eğitim göstergeleri yer almaktadır. Türkiye’nin bilişim sektöründe aday ve yeni üyelere göre üstün yanları bulunmaktadır. Ama tablodaki değerler nüfusa oranlandığı için değerler düşmektedir. Bilim teknik alanındaki makale sayısında Türkiye 2116 gibi yeni üyelerin oldukça üstünde bir değere sahip olmasına rağmen, söz konusu değerlerin patent uygulamalarına yansımadığı görülmektedir. Öyle ki, Türkiye aday ülkelerden Romanya ve Bulgaristan’dan 2,5 kat daha fazla bilim teknik alanında makale üretmesine rağmen, aday ülkeler Türkiye’den yaklaşık 3,5 kat daha fazla patent uygulaması gerçekleştirmiştir. Bu durum Türkiye’de çok güçlü bir üniversite potansiyeli olduğunu, ancak değerlendirilmediğini göstermektedir. The Ekonomist 8 Ekim
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear