Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Days
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Yücel ÇAĞLAR Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği Üyesi K imseyi, özellikle de meslek tarihlerini unutmak, unutturmak isteyen, öğrenmemekte direnen eski yeni ormancı çalışanlar ile onların meslek kuruluşlarını, orman fakültelerini ve fakültelilerini ilgilendirmeyeceğini biliyorum. Geçmişte de kimseleri pek ilgilendirmemişti çünkü. Ancak, Cumhuriyeti kurarken dönemin son derece kısıtlı ve olumsuz iç ve dış koşullarına karşın akıl almaz çabalara girip özverilere katlananları her zaman saygıyla anma ödevimiz var. Üstelik, şimdi, böylesi bir ödevleri yerine getirmenin tam da zamanı: Kimbilir, bakarsınız, Cumhuriyetin tüm kazanımlarının bir bir yok edilmesine destek olanların, bu süreci yalnızca izleyip en fazla yazıklanmakla yetinenlerin, kalmışsa eğer, yüreklerinin derinliklerindeki erdemlilik tohumlarının gövermesine de bir katkısı olur. Olur mu dersiniz ? 2007, ülkemizde, devlet orman işletmeciliği düzenine geçilmesinin yetmişinci yılıdır: 1924 yılından beri yaşama geçirilmesine çalışılan "devlet ormanlarının devlet tarafından işletilmesi" ilkesi, 1937 yılında çıkarılan 3116 sayılı yasayla hukuksallaştırılmış ve giderek de kurumsallaştırılabilmiştir. Ne var ki, çalışmalarını Türkiye’de devletçilik uygulamaları üzerinde yoğunlaştırmış iktisat tarihçilerimizin bile çoğunluğu, gerçekten de devrimsel nitelikteki bu köklü dönüşümü dikkate almamakta neredeyse direnmekteler. Oysa; bu düzenlemenin, 1924 Anayasasında devletçilik ilkesine yer verilmesine yönelik 3115 sayılı yasanın hemen ardından, hem de devletçilik uygulamalarının görece olarak tavsadığı söylenebilecek bir dönemde gerçekleştirilmesi, Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkeye çağrılan Prusyalı ormancılık uzmanı Bernhard başta olmak üzere dönemin ormancı yöneticileri ve çalışanlarının bu doğrultudaki akıl almaz uğraşıları, hükümetlerin destekleyici çabaları, Bernhard’ın ülkeden ayrılırken sert sayılabilecek bir biçemle mektup yazarak Türkiye’de devlet ormanlarının devlet tarafından işletilmesinin "olmazsa olmaz…" bir koşul olduğunu Mustafa Kemal ATATÜRK’e bildirmesi, az sayıdaki orman ağasının direnişleri, tarihsel yönden de anlamlı gelişmeler olsa gerek. Ne var ki, "devlet ormanlarında devlet işletmeciliği" düzenine geçilmesi yalnızca tarihsel olarak önem taşımıyor: Ormanlarımızın bugünlere kalabilmesine yönelik uğraşlar da, bir bakıma bu düzenin sağladığı dayanaklarla sürdürülebilmiştir çünkü. Çok öğretici ve bir o denli de düşündürücü bir ormancılık tarihi… Ormanların "işletilmeye" açılması, 19. Yüzyılın ortalarında ülkeye çağrılan Fransız ormancı uzmanların yönlendirmesi ve tümüyle İmparatorluğun parasal kaynak sıkıntısının aşılması amacıyla gündeme getirilmiştir. Bu doğrultuda yapılan hukuksal, yönetsel ve teknik düzenlemelerle ülkemizin en verimli devlet ormanları kısa ve/veya uzun dönemli sözleşmelerle, yerli ve çoğunluğu Fransız yabancı müteahhit kişi ve kuruluşlara bırakılmıştır. Ülkedeki kapitalistleşme sürecine yeni ve çok daha etkili boyutlar kazandıran bu uygulama, Cumhuriyetin ilk onbeş yılında da sürdürülmüştür. Ancak, henüz 1920’li yılların başında iken bu düzenin orman yıkımlarına yol açtığının ayırdına varılmış ve değiştirilmesine yönelik arayışlara girilmiştir: Henüz 1924 yılında iken "Orman Meclisi lisii"nin oluşturulması ve BoluKaradere Devlet Ormanİşletmesi’nin kurulması girişimi, 484 sayılı Devlet Ormanlarından Köylülerin İntifa Hakkına Dair Kanun çıkarılarak ormanların yıkımına yol açan Baltalık Kanunu’nun yürürlükten kaldırılması, ormanların ormancılık tekniğinin gerekleri doğrultusunda yönetilmesi amacıyla 504 sayılı Türkiye’de Mevcut Bilumum Ormanların Fenni Usulü İdare ve İşletilmeleri Hakkına Dair Kanun’un çıkarılması, ormanların korunmasına yönelik çalışmalar yapmak Ormanlarımızda devlet işletmeciliği 70. yılında üzere "Orman Jandarma" örgütünün kurulması; 1930 yılında dönemin İktisat Bakanı Şakir Kesebir’in adıyla da anılan İktisadi Vaziyetimize Dair Rapor’da; "Kısa zamanda en fazla çıkar sağlamak hırsıyla hareket eden müteahhitlerin orman yıkımına neden oldukları ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, öncelikle, ormanların sözleşmelerle müteahhitlere bırakılması yoluyla işletilmesi yöntemine son vermek zorundayız." görüşlerine yer verilmesi bu arayışların ürünü sayılabilecek gelişmelerdir. Ne var ki, orman ağaları, yerli ve yabancı orman müteahhitleri de güçlüdür. Bu nedenle de, en azından devlet ormanlarının devlet tarafından işletilmesine yönelik savaşım ancak 1937 yılında sonuç verebilmiş ve 3116 sayılı Orman Kanunu çıkarılabilmiştir. 21. Yüzyılda da geçerli olabilecek bir düzenleme: 3116 Sayılı Orman Kanunu Gerçekte Bernhard’ın 1924 yılında hazırladığı Orman ve Mera Kanunu taslağındaki yaptırımların neredeyse tümünü içeren 3116 sayılı yasayla; ¦ ormanlardan yana bir "orman" tanımının yapılması; ¦ ülkedeki ormanların mülkiyet biçimi yönünden sınıflandırılması, ¦ "devlet ormanı" sayılan ormanların tüzel kişiliğe sahip katma bütçeli Orman Genel Müdürlüğü tarafından işletilmesi düzenine geçilmesi, içinde elli dönüm orman yetiştirme yükümlülüğünün getirilmesi. vb çok sayıda köktenci düzenlemeler yapılmıştır. 1945 yılında, tüm ormanların devlet mülkiyetine geçirilmesini sağlayan 4785 sayılı yasanın çıkarılmasıyla pekiştirilen "devlet orman işletmeciliği" düzeniyle ilgili ilk ödünler, 1950’li yılların başında verilmeye başlanmıştır. 1956 yılında çıkarılan ve 3116 sayılı yasayı yürürlükten kaldıran, onlarca kez değiştirilmesine karşın şimdilerde de yürürlükte bulunan 6831 sayılı Orman Kanunu’yla sürdürülmeye çalışılan bu süreç 1961 Anayasası’nın 131. maddesiyle durdurulmak istenmişse de günümüze değin yeni boyutlar kazanarak sürmüştür. Gelinen aşamada ormanlarımızın ve ormancılığımızın içinde bulunduğu durum içler acısıdır, tamam. Ancak, eğer bugün bu düzeninin günümüzdeki yöneticileri bile kalkıp da; "Türkiye’de 212 milyon dönüm orman var ve verimgücü artmış, alanları da genişlemiştir" diyebiliyorsa eğer, bu, "devlet orman işletmeciliği düzeninin" ve bu düzende özveriyle emek veren onbinlerce insanımızın başarılarıyla gerçekleştirilebilmiş, övünç duyulması gereken bir kazanımdır. Dahası, hemen hemen tüm siyasal iktidarların baskı ve engellemelerine karşın "devlet orman işletmeciliği düzeni" içinde bine yakın araştırma sonuçlandırılabilmiş, kırk milyon dönüme yakın alanda yeni ormanlar yetiştirilebilmiş, alt yapı yatırımlar yapılabilmiş, binlerce orman yangının daha büyük zararlar vermesi önlenebilmiş, çeşitli sektörlerdeki gelişmeler göz ardı edilemeyecek nitelik ve nicelikte olumlu dışsalıklar sağlanabilmiş, ormanların içinde ve bitişiğinde yaşayan milyonlarca köylünün orman ürünü gereksinmesi karşılanabilmiş ve kalkındırılmasına yönelik özgün yaklaşımlar geliştirilip kaynak aktarılabilmiştir… Üstelik, bu yaşamsal önemde kazanımlar hemen hemen tümüyle yine bu düzende başarılan etkinliklerin sağladığı kaynaklarla gerçekleştirilebilmiştir. Kısacası, Türkiye’de ormancılığın temelleri "devlet orman işletmeciliği" düzeniyle atılmış ve her türlü donanımı da yine bu düzen içinde sağlanabilmiştir. Peki, şimdi ne yapılıyor? Çok açık; "devlet orman işletmeciliği düzeninin" tüm kazanımları bir bir ortadan kaldırılıyor: En teknik ormancılık çalışmaları bile özel kişi ve kuruluşlara yaptırılıyor, "devlet ormanı" sayılan alanlar bir yandan turizm, madencilik, enerji, eğitim öğretim vb amaçlı yatırımlara tahsis ediliyor bir yandan da "orman vasfını yitirmiştir" yahut "orman olarak muhafazasında yarar yoktur" gerekçeleriyle önce ormancılık düzeni dışına çıkarılıyor ve sonra da buraları işgal edenlere öncelikle satılmaya çalışılıyor, bu uygulamaları daha da pekiştirip yaygınlaştırabilecek bir anayasal düzenleme hazırlanıyor Ne yazık ki, "devlet orman işletmeciliği" düzeninin kazanımlarına çeşitli düzeyde katkıda bulunmuşların bile çoğunluğu ise artık bu düzene sahip çıkmıyor, çıkamıyor; çıkmak bir yana, özel yerli ve yabancı sermayenin ormanlarımızda cirit atması için elinden gelen desteği sağlıyor, dahası, bu gidişten pay kapmaya çalışıyor. Ne denli hüzün verici bir durum !.. Bu duruma yazıklanmamak olası değil kuşkusuz; ancak yalnızca yazıklanmak da yetmiyor ki… ¦ devletin mülkiyetinde olmayan ormanların yanı sıra "orman" tanımına uymayan yerlerdeki ağaçların da kesilmesinin devlet denetiminde yapılmasının zorunlu tutulması, ¦ devlet ormanlarında tarım yapılmasının, yerleşilmesinin, her hangi bir tesis kurulmasının yasaklanması, ¦ her yıl en az 2,5 milyon dönüm üzerinde çalışılarak ormanlarının sınırlarının belirlenmesine yönelik çalışmaların sonuçlandırılması hedefinin konulması, ¦ Orman Genel Müdürlüğü’ne ağaçlandırma yapmak, selleri ve erozyonu önlemek vb ekolojik görevlerin de verilmesi, ¦ ormanların içinde ve bitişiğinde yaşayan köylülere ayrıcalıklı kimi hakların sağlanması; ormanların ve bu halkın geleceği yönünde gerekli görüldüğünde başka yerlere taşınmasının olanaklı kılınması, ¦ köy muhtarlıkları ve belediyelere kendi sınırları 21