28 Eylül 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

ruyor. Son yıllarda Tarım Bakanlığı tarafından uygulanan numaralama ve kayıt sisteminin olumlu gelişmeler sağlamasına karşın, sıkıntıları ortadan kaldırmadığı belirtiliyor. Kontrolsüz hayvan hareketleri ile bulaşıcı hastalıklar yayılırken, özellikle kurban bayramı dönemlerinde yoğun hareketliliğin sistemi tehdit ettiği vurgulanıyor. Belirlemelere göre, hayvan kaçakçılığının en önemli nedeni sınırlarda kontrollerin yetersiz olması, sığırlarda kayıt için küpe sistemi varken küçükbaşlarda beyanın esas alınması, pazarlarda gerekli önlemlerin alınmaması, mezbahalarda gerekli kontrollerin yapılmaması. Önemli bir nedende, ülkemizde üretim maliyetlerinin çok yüksek olması. AB: ‘Et istemiyorsan tahıl alacaksın’ Çetin YİĞENOĞLU ADANA Önce, şu verilere bir bakmalı: ¦ Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB)’nin "Kırmızı Et Hayvancılığı" konusunda hazırladığı raporda göre kırmızı et açığımızın 2010’da 98 bin ton, 2025’de ise 327 bin ton olacağı açıklandı. ¦ 2003 yılında 1990’a göre kesilen sığır ve dana sayısında yüzde 42.65’lik, koyunda yüzde 62.33’lük, keçide yüzde 58.62’lik ve manda da ise yüzde 88.51’lik bir azalma oldu. ¦ Eş dönemde kaba yem açığı 15 milyon tona çıktı. ¦ Yine aynı dönemde, üretim açısından da sığır etinde yüzde 11.73, koyun etinde yüzde 56.11, keçi etinde yüzde 49.03 ve manda etinde yüzde 85.07’lik bir azalma meydana geldi. Dikkat edilirse sözü edilen dönem Türkiye’nin yangın yerine döndürüldüğü dönemdir. Ayrılıkçı ve dinci güçlerin terör eylemleriyle Türkiye’yi kana buladığı, yoğun hayvancılık yapılan kırsal kesimdeki halka korku saldığı bir dönem. Bu rastlantıdır ki, eş dönemde Sovyetler Birliği dağıldı, soğuk savaş sona erdi, radikal İslam bir çığ gibi büyüdü ve terör eylemleri (Türkiye’de PKK ve dinci terör) gündemin başına oturdu. Bir yandan küreselleşme, BOP, AB ve terör hayhuyuyla toplum oyalanırken özelleştirme çapulunda EBK (EtBalık Kurumu) yitirildi. Bugün, AB ülkeleri Türkiye’yi hayvancılıkta üçüncü dünya ülkesi ya da şap ülkesi olarak tanımlıyor. İşin tuhafı komşumuz ve tarihsel bağlarımız olan bir Ürdün bile şap gerekçesiyle Türkiye’den et ithalini yasaklayabiliyor. AB’ye ise et dışsatımında hiç şansımız bulunmuyor. Standartlarına uymadığı gerekçesiyle Türkiye’den zaten et almıyor. Hani, bunu Türkçe’deki uygun bir sözle tanımlamak gerekirse AB kendi gözündeki merteği görmüyor da, bizim gözümüzdeki çöpü sorun ediyor; deli dana sorununu hiç üzerine almıyor. Dahası, işi öyle ‘fütursuzca’ bir noktaya götürüyor ki, Türkiye’yi tam bir trajikomik duruma düşürüyor da kimsenin gıkı bile çıkmıyor. AB ile Türkiye arasında yaşanan olay 1998’de yapılan Ortaklık Konseyi toplantısına dayanıyor. O toplantıda Türkiye’nin AB’den her yıl 3.500 ton besilik büyükbaş hayvanın yanı sıra 19.500 ton (Bu 130 bin canlı hayvan dışalımı anlamına geliyor) kırmızı et alımı yapacağını taahhüt ediliyor. Ancak, AB’nin Türkiye’ye deli danalı et sattığına ilişkin skandal patlayınca Türk diplomatları biraz direnecek gibi oluyorlar. Çünkü, bırakınız deli dana riski olan etleri, AB’nin Türkiye’ye deli danalı kan ürünü bile sattığı ortaya çıkıyor. İşte, bu açık insanlık suçu karşısında başları dikelen diplomatlarımızın direnci öyle pek uzun sürmüyor, ne yazık ki… Sonunda pes eden basiretsiz diplomatların aczi sonucu Türkiye, AB’den 19.5 ton etin yerine tarımsal ürün almayı kabul etmek zorunda kalıyor. Böylece, o politikacının dediği gibi bir kez daha Türkiye "Onlar ortak, biz pazar" ilkesine uygun biçimde ticaret yapmış oluyor. ÖNERİLER Kaçak hayvan girişlerini sadece polisiye önlemlerle değil, fiyat istikrarıyla engelleyebiliriz. Bu nedenle özellikle sınır bölgelerinde hayvancılıkta düşük maliyetli üretimi sağlayacak ve üreticilerin ürünlerini uygun fiyata satabilecekleri politikalar oluşturulmalıdır. Hayvan nakilleri için ziraat odalarından, ‘hayvan nakil belgesi’ almak zorunluluğu getirilmeli, bu konuya yönelik 3285 Sayılı Hayvan Sağlık Zabıtası Kanunu’nda gerekli değişiklikler yapılmalıdır. Kaçak hayvan sevkleriyle ilgili sorunu tek başına Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın çözmesi mümkün değildir. Bunun önlenmesi için mahalli idarelerin ve borsaların yükümlülüğünde olan hayvan pazarlarının ruhsatlandırılması ve hayvan pazarlarına girişin zorunlu hale getirilmesi, mezbahada kaçak hayvan kesimlerinin kesinlikle engellenmesi gerekir. 3285 sayılı Hayvan Sağlık Zabıtası Kanunu’nun 7 nci ve 8 inci maddelerinde " Yurda kaçak sokulan hayvanların ve hayvansal maddelerin bulundukları yerde mahalli mahkeme kararı ile müsadere edilerek hasta hayvanlar hakkında 34 üncü madde hükmüne göre işlem yapılacağı, sağlam olan hayvanların ise usulüne uygun olarak satılmak üzere Maliye ve Gümrük Bakanlığı’nın ilgili mahalli teşkilatına teslim edileceği" hükmü bulunmaktadır. Bu hususun titizlikle uygulanması halinde kaçak girişlerde caydırıcılık oluşturulacağı düşünülmektedir. Ülkemizde küçükbaş hayvanların beyana tabi olarak kayıt altına alınması kaçak hayvan girişlerinin küçükbaş ağırlıklı olmasına neden olmaktadır. Kaçak girişleri minimum düzeye indirebilmek için küçükbaş hayvanlarda da sığırlardaki gibi küpeleme sistemine geçiş sağlanmalıdır." Kaçakçılıkla yasadışı yöntemle birlerce hayvan sınırlardan ülkemize giriş yaparken, zaman zaman da siyasilerin vurdumduymazlıkları nedeniyle kapılar hastalıklı hayvanlara açılıyor. Bundan yaklaşık 15 yıl önce sığırlarda görülen, süngerimsi beyin hastalığı (BSE) nedeniyle bir çok ülke önlem alma yoluna gitti. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı da, hastalık görülen ülkelerden çift tırnaklı canlı hayvan, hayvan maddeleri, hayvansal orijinli yem katkı maddeleri ve bu maddeleri içeren yemlerin ithal edilmesini 25.05.1990 tarihinden itibaren yasakladı. Buna göre, çeşitli tarihler itibariyle, ABD, Almanya, Avusturya, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiye, Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İskoçya, İspanya, İsrail, İsviçre, İtalya, Japonya, Kuzey İrlanda, Kanada, Liechtenstein, Lüxemburg, Polonya, Portekiz, Slovakya, Slovenya ve Yunanistan’dan ithalatın durdurulması öngörüldü. Ancak, 1990 yılında İngiltere’den her türlü hayvan ve hayvansal ürün girişini yasaklamamıza karşın, 1996 yılında 39 bin 154 dolar 21 bin 340 kilogram taze soğutulmuş sığır eti ithalatı yapılmıştır. Yine aynı şekilde 1990 yılında ithalata yasak koyduğumuz İrlanda’dan da 1996 yılında 290 bin 065 dolar değerinde 137 bin 58 kilogram dondurulmuş sığır eti ithalatına izin verildi. Bu arada dikkat çekici bir noktayı da AB’nin ikiyüzlü politikası oluşturuyor. Yapılan karşılıklı anlaşmalar kapsamında, Türkiye’den her yıl vergisiz olarak 200 ton koyun ve keçi ithal etmesi gereken AB, "Türkiye’nin AB sağlık koşullarını yerine getirmediği" gerekçesiyle ithalata yanaşmıyor. Buna karşın, aynı gerekçeyle engellenen 19 bin sığırdana eti ithalatını yapması konusunda Türkiye’ye baskı uyguluyor. ET ÜRETİMİ Türkiye 1995 SığırDana Keçi Tavuk Kaynak: DİE 1996 301.835 98.125 12.280 420.482 1997 379.542 116.104 15.592 471.415 1998 359.273 144.703 23.430 486.682 1999 349.681 132.476 23.694 596.854 2000 354.636 111.138 21.394 643.436 2001 331.590 85.661 16.138 614.726 2002 327.630 75.828 15.454 696.160 292.450 14.125 282.064 KoyunKuzu 102.115 Alavere dalavere derken Türkiye tarımsal üretimin her alanında olduğu gibi et konusunda da kendi kendine yeten bir ülkeyken rekabet gücünü yitirerek dışa bağımlı bir ülke durumuna geldi. Bugün Türkiye’de işletme başına düşen hayvan sayısı dörtken, AB’de kırkdörde çıktı. Et fiyatları ise doğal olarak tam tersine, AB’de 2.5 Euro olan bir kilo et Türkiye’de 6 Euro düzeyine yükseldi. Bu, öyle birdenbire olmadı kuşkusuz. Uzun erimli politikalarla dış güçlerin içerdeki hainlerle işbirliği yaparak tez Uzmanların bildirdiğine göre o girmek için can attığımız AB’ye tam üye olduğumuzda ise AB’den almakta olduğumuz hayvancılık ürünü miktarının 5 milyar doları bulacağına kesin gözüyle bakılıyor. Gidişat o kadar vahim görünüyor ki, bugün et üreticisi kuruluşlar yem girdileriyle hayvancılığın acilen sübvanse edilmesini istiyorlar. "Eğer edilmezse" diyorlar, "şu anda 1996’dan bu yana canlı hayvan ithalatı yasak. Ama 1 Ocak 2006’dan itibaren kotalar kalkacağı için mecburen dışarıdan et alacağız…" AVRUPA BİRLİĞİ (15) ET ÜRETİMİ (Metrik Ton) 1995 Sığır Koyun Keçi Kaynak: FAO 1996 7.949.844 1.100.347 76.756 1997 7.894.806 1.026.519 78.925 1998 7.740.032 1.153.341 88.389 1999 7.754.027 1.126.962 78.140 2000 7.698.474 1.114.255 78.945 2001 7.453.897 952.211 81.492 7.983.006 1.108.985 78.134 EGE’DE DURUM Ege’nin Türkiye’de, hayvancılıkta en fazla verim alınan bölgesi olduğunu belirten Türkiye Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği İkinci Başkanı Halil Tokoğlu, bitkisel üretimden para kazanamayanların hayvancılığa yöneldiklerine dikkat çekiyor. Batı Anadolu’da süt, Doğu Anadolu’da et hayvancılığının geliştirilmesi gerektiğini belirten Tokoğlu, ülkenin önünü görebilmesi için kalıcı hayvancılık politikalarına gereksinim duyduğunu belirtiyor. Ege Bölgesi’nde besicilik, ağırlıklı olarak süt üretimine yönelik. 1995’te kurulan Türkiye Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği, süt verimini artırmaya yönelik çalışıyor. Yine aynı amaçla çalışan Hayvancılık Kooperatifleri İzmir Birliği’ne bağlı 19 kooperatif bulunuyor. Bölgede süt hayvancılığına yönelik besicili yatırımları son yıllarda Torbalı, Ödemiş bölgesinde ağırlık kazandı. Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürü Ertuğ Fırat da , sadece Torbalı’da yapılan hayvancılık çalışmalarının, Doğu Anadolu Bölgesi’nden fazla olduğunu belirterek, yem bitkileri üretimine ağırlık verilmesi gerektiğini söylüyor. gâhladığı operasyonlarla kotarıldı. Gelişmiş Batı’da tarım ve hayvancılık üst düzeyde korunup desteklenirken Türkiye’de serbest Pazar ekonomisine giriyoruz uyutmacasıyla üretici korumasız bırakıldı. Örneğin, büyükbaş hayvan başına AB’de yaklaşık 480.5 Euro destek verilirken Türkiye’de lütfen 53.3 Euro verildi. Türkiye’de küçükbaş hayvana hiç destek verilmezken AB’de bırakınız parasal desteği, gen havuzlarının korunması amacıyla programlar bile uygulamaya konuldu. Bu gelişmeler sonucunda gelinen noktada hayvan sayısı açısından Türkiye, AB ve dünya verileri incelendiğinde envanteri çok yoksul bir düzeye düşürüldü… Bu, aslında halk kırmızı et yemekten biraz daha uzaklaşacak demek. Şu anda et tüketimi AB ortalamasının üçte birinden az. Zaten "Domuz eti satıyorlar" propagandasıyla "fastfood"larda kırmızı et tüketimi yok denecek duruma düşürüldü. İnsanımız domuz eti paranoyasıyla içeriği tahıl bile denilmeyecek türde beyaz et tüketimine yönlendirilmiş durumda. AB de bunun farkında olmalı ki, kırmızı et almıyorsanız tahıl alın diye bastırmış olmalı. AB gibi gelişmiş bir uygarlığın yöneticileri hiç bilmez mi et yiyenle tahıl yiyenin bir olmayacağını… DÜNYA ET ÜRETİMİ (Ton) 1995 Sığır Koyun 7.280.875 Keçi 3.349.770 1996 7.227.519 3.430.939 1997 55.169.041 7.400.352 3.647.272 50.808.750 1998 57.953.196 7.519.342 3.460.884 53.027.836 1999 7.370.906 3.613.552 2000 7.594.255 3.781.784 2001 56.096.074 7.596.935 3.885.320 61.228.725 2002 58.076.248 7.754.771 4.065.428 63.666.369 2003 58.922.239 8.025.027 4.198.885 65.014.504 53.999.706 54.535.025 56.333.981 56.832.210 Tavuk 46.492.359 47.847.030 Kaynak: FOA 55.634.951 58.991.683 5
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear