28 Eylül 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Ette hüzünlü tablo... İbrahim YETKİN (Türkiye Ziraatçılar Derneği Genel Başkanı) S on yıllarda gazetelerde gıda ve hayvan güvenliği ile ilgili haberler sık sık yer alıyor. Bu haberler, bazen son kuş gribi ya da Ankara’nın hemen yanı başında patlak veren şarbon olayında olduğu gibi hayvan hastalıkları, bazen hormonlu ve bozuk etler, bazen de buffalo operasyonu, canlı hayvan kaçakçılığı gibi adli olaylarla ilgili olabiliyor. Ancak, dışa vuran belirtileri bırakıp da işin köküne indiğinizde, bütün bunların temelinde hep aynı gerçeğin yattığını görebiliyorsunuz: Türkiye’de hayvancılık çöküyor. Bu çöküşün izlerini sürdüğünüzde, karşınıza şöyle bir tablo çıkıyor: ¦ Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren hayvancılığımızda sürekli denilebilecek bir gelişme sağlanmışken, 24 Ocak 1980 kararlarıyla başlayan dönemde hayvancılıktaki tablo sürekli bir gerilemeye dönüşüyor. Bu dönemde hayvan üretimi ve hayvansal ürünler üretimine verilen teşviklere son veriliyor. 1983 yılında 183 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Tarım Bakanlığı Vazife ve Teşkilat Kanunu yürürlükten kaldırılıyor. 1980’lerin ortalarından itibaren uygulanan serbest Pazar politikaları nedeniyle büyük bir ithal et furyası başlıyor. Bunun sonucunda Türk hayvancılığı büyük bir darbe yiyor. ¦ İkinci büyük darbe, EBK, SEK ve Yem Sanayi gibi tarımsal kuruluşların özelleştirilmesiyle geliyor. 1952 yılında kurulan EBK, özelleştirildiği 1995 yılına gelindiğinde bünyesinde 29 kombina barındırıyordu. Bu kombinalar gerek üreticinin yetiştirdiği hayvanların değerlendirilmesinde, gerekse hayvan hastalıklarının denetlenmesinde önemli bir işleve sahipti. Özelleştirme sonrasında bu kombinalardan 10’da 9’u kapatılmış bulunmaktadır. EBK şu anda et piyasasında yüzde 5 paya sahip, kapatılmayı bekleyen bir küçük işletme durumuna düşürülmüştür. SEK ve Yem Sanayi açısından da benzer bir gelişme söz konusudur. ¦ Bunların ardından, 2001 krizi sırasında besicilere verilen kredi faizlerinin yüzde 200’lere ulaşması hayvancılığa bir darbe daha vuruyor. ¦ Hayvancılığın gerilemesinde rol oynayan bir diğer önemli etken de meraların hızla yok edilmesi. 1940 yılında 44 milyon hektar olan çayır mera alanları 2000’li yıllarda 12 milyon hektara kadar düşüyor. Bunun yanı sıra var olan meralardan da yeterince yararlanılamıyor. Bu nedenlerle, ülkemizde hayvan yetiştiricileri ağırlıklı olarak ithal maddelere dayalı konsantre yeme ağırlık vermek zorunda kalıyorlar. Bu yem, kaliteli kaba yem olarak adlandırılan çayır ve mera bitkilerinden elde edilen yeme göre 56 kat daha pahalıdır. ¦ Gelişmiş ülkelerde kaliteli kaba yem tüketim oranı hayvan yemi tüketiminin yüzde 90’ını oluştururken, ülkemizde bu oran yüzde 10 düzeyindedir. Karma yemlerin yapısına giren hammaddede dışa bağımlılık yüzde 50’nin üzerindedir. Hayvancılıktaki girdi maliyetleri gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında 34 kat daha yüksektir. Girdi maliyetlerinin en önemli bölümünü (yüzde 70) yem fiyatları oluşturmaktadır. Bu ölçüde yüksek yem fiyatı ödeyerek hayvancılık yapan üreticinin, yurt dışından gelen sübvansiyonlu ya da kaçak etle rekabet etmesi mümkün değildir. ¦ Bu duruma bağlı olarak, 1980’li yıllarda 40 milyon olan koyun varlığı son yıllarda 25 milyona, sığır varlığı ise 13 milyondan 9 milyona kadar geriliyor. Yapılan hesaplara göre, gerekli önlemlerin alınmaması durumunda bir zamanlar çevre ülkelere et ihraç eden Türkiye’nin 2015 yılındaki et açığı 170 bin ton civarında olacaktır. ¦ Kişi başına tüketim açısından bakıldığında, 1990 yılında kişi başına yılda 9 kg kırmızı et tüketilirken, bu rakam 2005’e gelindiğinde 5 kg’a düşmüş bulunuyor. Bu rakam AB ülkelerinde yıllık 22 kg. ABD’de ise yıllık 45.8 kg.dır. ¦ Bir kişinin yıllık toplam et tüketimine bakarsak, bu rakam AB ülkelerinde yılda 6070 kg iken Türkiye’de 20 kg’ın altındadır. ¦ Devlet Planlama Teşkilatı'nın (DPT) verilerine göre, Türkiye'nin sığır ve koyun eti üretimi artan talep karşısında önemli oranda geriliyor. Sığır eti üretiminin tüketimi karşılama oranı 2000 yılında yüzde 110.4 iken 2004 yılında yüzde 97.4'e geriledi. Böylece ilk kez 2004 yılında Türkiye’de sığır eti açığı oluştu. Bu açık giderek büyümeye devam ediyor. ¦ Koyun eti üretimi de artan talep karşısında gerilerde bulunuyor. 1999 yılında 132 bin ton olan koyun eti üretimi, 2004 yılında 97 bin ton olarak hesaplandı. 2005 yılında koyun eti üretimi talebin ancak yüzde 76.8'ini karşılayabilecek. ¦ Canlı hayvan kaçakçılığı, eskiden Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu sınırlarından komşularımıza yönelik yapılırdı; ancak et üretimindeki düşüş ve hayvancılığın Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde çöküşünün ardından bu hareket ters yöne dönmüştür. Canlı hayvan kaçakçılığı, genellikle şu şekilde işliyor: ¦ Hayvan girişleri için esas olarak İran ve Irak sınırlarında yer alan Şemdinli, Yüksekova, Başkale gibi merkezler kullanılıyor. Bu bölgelerdeki otorite boşluğu ya da şu anda bölgeyi yöneten güçlerin göz yumması nedeniyle, kaçakçılar tarafından İran, Afganistan, Hindistan, Pakistan gibi ülkelerden toplanılan sığır ve koyunlar ülkemize sınırdan sokuluyor. Bu hayvanlar ya o bölgede kesilmiyor, ya da canlı olarak "kaçak" sevk ediliyor. Bazen de, bu hayvanlara menşe şahadetnamesi ve sağlık belgesi temin edilerek "aklandıktan" sonra, yasal yollardan bölge dışına çıkarılıyor. Kaçak hayvan ticareti için özellikle ucuz olması nedeniyle hasta ya da terk edilmiş hayvanlar tercih ediliyor. Kaçakçılığın bir yıl için bütçemize getirdiği yük, 58. Hükümetin Tarım Bakanı’nın ifadesi ve o günün rakamıyla 350 trilyon TL civarındadır. Hayvan sayısı olarak ifade edersek, bu rakam günde 34 bin, yılda 1 milyonun üzerinde tahmin edilmektedir. Yine 58. Hükümet’in Tarım Bakanı’nın ifadesiyle, son birkaç yılda yapılan hayvan kaçakçılığının ülkemize maliyeti 7 milyar doların üzerindedir. ¦ Bu ölçüde kaçak hayvan girişinin doğal bir sonucu, hayvan hastalıkları günden güne yaygınlaşıyor. Genellikle, bu tür hastalıklar konusunda pek söz edilmez, ancak, eski bir Tarım Bakanımız, Hakkari, Van ve çevresindeki hayvanlardan alınan kan örneklerinden yüzde 20’sinde şap hastalığı çıktığını açıklamıştı. Geçenlerde Ankara’nın hemen yanı başında sığırlardan insanlara bulaşan şarbon hastalığı ile ilgili haberler basında yer aldı. Bunların, buzdağının yalnızca görünen ucu olduğu tüm ilgililer tarafından biliniyor. ¦ Gerekli denetim yapılmadan mezbaha ve kombinalar dışında, kesilen kaçak et sorunu ise ülkemizin en önemli sorunlarından biri olmaya devam ediyor. Bu arada mevcut mezbahaların tümünün çalışma ruhsatlı olmaması, ya da yeterli hijyenik koşullara sahip bulunmaması da sorunu daha ciddi bir hale getiriyor. Örneğin İstanbul’daki et kesiminin yüzde 60’ının kontrolsüz olduğu, ruhsatlı mezbaha oranının yüzde 30’u geçmediği biliniyor. Bu durumda kesilen etlerin yarıdan fazlasının denetim dışı kesildiği için imha edilmesi gerekir. Türkiye’de semt pazarları ile ilgili herhangi bir denetim yok. ¦ Türkiye’nin AB üyeliği gerçekleşmeden Gümrük Birliği’ne girmesi ve gıda ürünlerinin bu anlaşma kapsamına alınması Türk hayvancılığına darbe vuran bir diğer gelişme oluyor. Rekabet etmeye çalıştığımız Avrupa ülkelerinde işletme başına ortalama hayvan sayısı 44 iken Türkiye’de işletmelerin yüzde 80’i, 14 arasında hayvana sahip. Avrupa Birliği işletmeleri gelişmiş teknoloji ile donanmışken, Türkiye’de işletmelerin yüzde 90’ı geri ve donanımsız. Kuş gribinden şarbon olaylarına, "Buffalo Operasyonu"ndan, televizyon programlarına konu olan "gıda terörü"ne kadar her gün okuduğumuz, izlediğimiz haberlerin gerçek kaynağını işte bu tablo oluşturuyor. 18
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear