Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Pınar Öğünç'ten "Aksi Gibi” Pınar Öğünç ilk öykü toplamı “Aksi Gibi” ile okurların karşısında. Öğünç’ün öykülerinde sıradan hayatlardan öylesine seçilmiş gibi duran kesitler aktardığı söylenebilir, ama bu saptamaya bir ek yapmak lazım: Sıradan hayatları, içerdiği sıra dışı, aklın almakta zorlanacağı, akılla tartıldığında saçma denilebilecek yanlarıyla birlikte anlatıyor yazar. r Behçet ÇELİK çten içe olan her şeyden korkuyorum. İçten içe gerinen fay hatlarından, sessizce köpürmeyi bekleyen yanardağlardan, gizli yerlerinden çatlayan duvarlardan, belli etmeden çürüyen asırlık kavaklardan, aslında ne zamandır bitmekte olan ilişkilerden ve bunların hiçbirini zamanında göremiyor olmaktan korkuyorum.” “Evde Yokum” başlıklı öyküde anlatıcının korkularından söz ettiği bu satırlarda Pınar Öğünç’ün öykü anlayışına dair bir şeylerin de saklı olduğu söylenebilir ama bunun nedeni öykülerde “içten içe olan” ve göremediğimiz bir şeylerin üstlerindeki türlü çeşit örtünün sıyrılıp görünür kılınması değil. Gerçi bir anlamda, görünür kılıyor ama derinde olanın üzerindeki örtüyü sıyırdığı pek söylenemez Öğünç’ün; belki sadece örtüye çekidüzen vererek, “burada bir örtü var” demeye getiriyor. Sadece bu kadar değil; ötesi de var: Pınar Öğünç, öykünün salt okumakta olduğumuz metinden ibaret olmadığını hissettiren öykücülerden – öykülerin, bize anlatılmamış olsa da, anlatılanlar sayesinde haklarında bir şeyler sezdiğimiz öncesi ve sonrası da var. İşte, çok zaman oralarda, öykünün yazılmamış öncesinde ya da sonrasında, “içten içe olan şey”i görS A Y F A 8 n 5 mek, alttan alta kaynayanın, titreşenin, köpürenin ne olabileceğini öğrenmek mümkün. “İ ANLATICI HİSLERİ ÇİNLİLERİN BEDDUASINA “Evde Yokum”un ilk cümlesi mese“LEVEL” ATLATMAK la: “Fark ettim ki uzun zaman olmuş kapıyı anahtarla açmayalı. Hep kapı Pınar Öğünç’ün öykülerinde sıradan açılan olmuşum bir süredir.” Öykünün hayatlardan öylesine seçilmiş gibi duran devamında girişteki bu iki cümleyle ima kesitler aktardığı söylenebilir ama bu ettiklerine tekrar dönmez anlatıcı, evde saptamaya bir ek yapmak lazım: Sıraolmadığımız saatlerde evin ne durumda dan hayatları, içerdiği sıra dışı, aklın olduğundan, bir evin boş ya da eşya almakta zorlanacağı, akılla tartıldığında yerleşmiş hali arasındaki farklardan, saçma denilebilecek yanlarıyla birlikte eşyanın durduğu yere insanın zamanla anlatıyor Öğünç. Birbirine taban tabana alışmasından ve alışamamasından söz karşıt iki durumdan, ‘sıradan’la ‘sıra eder. Evin içinde dolaşırken aklından dışı’ndan söz ettiğimin farkındayım. geçenleri şöyle özetler bir yerde: “O Öğünç’ün öyküleri böylesi karşıtlık gün karanlıkta odaları dolaşırken aklımhallerine ışık tutuyor. Her şeyin hem dan bunlar geçiyordu. Nelere alıştığımı kendisi hem karşıtı olabildiği bir çağda bilmek istiyordum. Neyi görmemeye yaşıyoruz. Bir şeyleri tanımlamanın, başladığımı, neyin aslında bana uymadıadlandırmanın, sonrasını öngörmenin ğını, nereden çürümeye başladığımı…” giderek zorlaştığı bir zaman diliminde Onu böyle bir muhasebeye itenin ne yaşadığımızı hatırlatıyor Öğünç’ün öyolduğu hakkında da hemen hemen küleri. Şu meşhur Çin bedduasındaki hiçbir şey söylenmez; her zamankinden gibi, “tuhaf zamanlarda” yaşıyoruz, ama farklı bir saatte evde olmak gibidir buşunun da altını çiziyor Pınar Öğünç. nun nedeni – görünürdeki yanıt budur Çinlilerin bedduasına “level” atlatmış ama ya gerçek yanıt, içten içe olanlar? durumdayız. Sanki birileri, “Tuhaf zaBunun yanıtı öykünün öncesindedir. manlarda yaşayasın ve buna alışasın!” Kendisine kapı açılan değil, boş eve demiş gibi halimiz. kapı açarak giren biridir artık öyküBöyle bir bedduanın gündelik hanün anlatıcısı. Böyle başlamıştı öykü. yatlarımızı ne hale getirdiğine dair Nedenleri, nasılları bizim için öykü örnekler var Öğünç’ün öykülerinde. Bir boyunca meçhul kalsa da öykü boyunca şeyler karşıtlarına dönüşmüş durumda anlatıcının yaşadığı dönüşümün etkisini, kendileri olmaktan çıkmadan üstelik. sonucunu derinden hissederiz. “Kapı İki gülüş mesela, hem farklı hem de açılan” olmaktan çıkmanın ya da buna benzer dönüşümlerin insanın iç dünyasında neleri altüst ettiğinin (ya da yerine oturttuğunun), “içten içe olanlar[ın]” görünürlük değilse de sezilirlik kazanmaya başlamasıyla odağın kayıp perspektifin nasıl değiştiğinin anlatıldığı öyküler yazmayı seviyor Pınar Öğünç. Bu tarzdaki öykülerde olayların geçtiği anda anlatıcının neler hissedip düşündüğünün yanı sıra Gündelik hayatta “laf kıymeti” olmayan ayrıntılarla örüyor anlatı zamanının öncesini, o Pınar Öğünç öykülerinin kozasını. M A R T 2 0 1 5 âna kadar birikenleri, biriktikçe köpürmeye başlayanları da sezmek mümkün oluyor. Fotoğraflar: Muhsin AKGÜN Tuhaf zamanlarda laf kıymeti olmayanlar anlamadığımız halde bir şeyleri benzer gibidir. Ya da bir “dolmuşun ön tarafı aslında hiçbir yerine benzememesine rağmen bir evi çağrıştırıyordu[r.]” Parkta spor yapan kadınlar misafirlikte gibidirler ama “ev sahibi yoktu[r], hepsi ev sahibi[dir], hepsi misafirdi[r.]” Bir genç kadının söz ettiği erkekten delicesine nefret mi ettiği, yoksa aşkından geberdiği mi anlaşılamamaktadır. Bunlar öykü anlatıcılarının tespitleri, benzetmeleri, mecazları ama sadece bunlar değil, öykülerde bahsi geçen olaylar, durumlar da az saçma değil – üstelik bunlara gündelik hayatlarımızda da sıkça tanık olmaktayız. Yoksul, kredi kartının ancak asgarisini yatırabilen bir satış görevlisinin çalıştığı mağazada satılan ürünleri alamayacağını sezdiği birini hor görmesi; doğada yaşaması gerekirken evlere kapatılan hayvanları gezdirmeleri için birilerine ücret ödenmesi; yıkılan binaların molozlarıyla deniz karaya dönüştürülürken o binaların tıraşlanmış tepelerden getirilenlerle inşa edilmesi; stresten uzak durmalıyım düşüncesinin insanda stres yaratması… ALIŞKANLIĞIN PERDESİ Saçmanın yoğunluğu giderek hayatın, var oluşun anlamsızlığına, bunalıma götürebilir insanı. Ne var ki zamanımızın saçmalıkları bu kertede bunaltıcı değil. Belki de dikkat etmediğimizden, Pınar Öğünç dirseğiyle dürtüp kaş göz oynatarak göstermese farkına bile varmayacağımızdan. Ya da yaygınlaştıkça yaygınlaşıp sıradanlaşmış, bir anlamda saçmalığını yitirmiş olmasından. Sıradanlaştıkça alışmış durumdayız bunlara, alışkanlığın perdesi var gözlerimizde, saçma olan normalleşiyor. “Evde Yokum”un anlatıcısının taşınma ertesinde insanın yeni mekânına alışmasından söz ederken vurguladığı gibi: “İki ay geçtikten sonra başka bir perde çekiliyor insanın gözüne. Her şeyin yeri durduğu yerde normalleşiyor. Görmemeye başlıyorsunuz. Alışıyorsunuz. Hayat gibi.” Gündelik hayatta “laf kıymeti” olmayan ayrıntılarla örüyor Pınar Öğünç öykülerinin kozasını. “Düşünürken omuzlarının bir güvercin gibi düşebildiğini, yanaklarının içini ısırabilmek için dudaklarını uzattıklarını hiç kimse onlara söylememiştir. Laf kıymeti yoktur bunların.” Laf kıymeti yoksa da, hikâye kıymeti vardır. Ayrıntılara sadece laf (hikâye) kıymeti biçmiyor Öğünç, o ayrıntıların bir araya geldiğinde içten içe fokurdayan nelerin resmini verebileceğine dikkat kesilmemizi öneriyor. İçten içe olanları sezmek kolay değil, kabul, ama gözümüzün önünde kopan irili ufaklı, kişisel ya da toplumsal kıyametleri de mi görmeyelim? Ayrıntılarda saklı hikâyeleriyle içteki ve dıştaki kıyametlerin birbirleriyle olan bağını, gevşek, uçucu, koptu kopacak… Her şeyi bilmemiz, anlamamız gerekmiyor, yaşayıp gidiyoruz, demek de mümkün; ama cehaletimiz alışkanlıklarımızın, konforumuzun, meraksızlığımızın, kayıtsızlığımızın, kof kibrimizin, bencilliğimizin bir sonucu. Saçmalıklar normalleşmiyor, biz bakar körlüğümüzle parçası oluyoruz onun. Aksi Gibi ayna tutuyor yüzümüze, görmezden gelemiyoruz. n Aksi Gibi/ Pınar Öğünç/ İletişim Yayınları/ 120 s. K İ T A P S A Y I 1307 C U M H U R İ Y E T