Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Milena Busquets’ten “Bu da Geçecek” Annenin ardından Geçtiğimiz günlerde Seda Ersavcı çevirisiyle yayımlanan “Bu da Geçecek”, Blanca’nın annesinin ölümünden sonraki ilk birkaç ayda yaptıklarına ve hissettiklerine ilişkin, geçmişle hesaplaşmalarını, annesine sağlığında söyleyemediklerini de içeren otobiyografik bir roman. r Gökçe GÜNDÜÇ Bu tutkulu ilişkiyi daha zorlu kılan ise aradaki güçlü sevgi bağıdır ve taraflardan biri hayatını kaybettiğinde geride kalan kişi o bağı, aralarındaki mücadeleden arınarak en saf haliyle hisseder. Annenin ölümü üzerine düşündüren kitaplar, bu imkânsız denklemi masaya yatırmamıza yol açtığı için dokunaklıdır işte, yetişkinliğe erememiş bir kız çocuğu için anneyle yaşamak zorsa, annenin ölümüyle baş etmek çok daha zordur çünkü: “Sanıyorum bir şekilde hayatımın aşkının sen olduğunu ve hiçbir fırtınalı ilişkinin bunun yerini alamayacağını biliyordun. Ne de olsa çocukluğumuzda sevildiğimiz gibi severiz başkalarını da ve sonradan gelen her aşk ilk aşkın reprodüksiyonlarıdır sadece. Dolayısıyla senden sonraki tüm sevdalarımı, hatta çocuklarıma duyduğum o vahşi ve gözü kör sevgiyi de sana borçluyum (...) Fena sayılmaz; kırk yaşıma kadar bir kız çocuğu olarak kalmayı başardım, iki çocuk, iki evlilik, çeşitli evler, çeşitli işler bıraktım ardımda ve şimdi doğrudan yaşlılığa geçmemeyi, önce yetişkinliğe adım atabilmeyi umuyorum.” OTOBİYOGRAFİK BİR ROMAN Geçtiğimiz günlerde Seda Ersavcı çevirisiyle yayımlanan Bu da Geçecek, Blanca’nın annesinin ölümünden sonraki ilk birkaç ayda yaptıklarına ve hissettiklerine ilişkin, geçmişle hesaplaşmalarını, annesine sağlığında söyleyemediklerini de içeren otobiyografik bir roman. Blanca annesini toprağa verdikten sonra iki eski eşi, iki oğlu ve iki yakın arkadaşıyla birlikte annesinin Cadaqués’teki yazlık evine gidiyor. Roman, okuru da bu eve davet ediyor, diyebiliriz. Romanın otobiyografik oluşu bir eni doğmuş bir insan yavrusu için anne referans noktasıdır. Neyin iyi ya da kötü, neyin doğru ya da yanlış olduğuna annesine bakarak karar verir. Anne gülümsüyorsa iyidir, doğrudur; kaşlarını çatıyorsa kötüdür, yanlıştır. Kendisini de yine annesine bakarak tanımlar çocuk; annesinin mimiklerinden, sözlerinden, temasından kim olduğuna ilişkin anlamlar çıkarır, kendisini tanımlayacağı ya da ömrünün sonuna dek reddedeceği sıfatları ona annesi verir. Çocuk yaşlandıkça bu tabloda pek az şey değişir. Şimdi o, aldığı kararlarla annesini memnun etmeye ya da ondan intikam almaya, onu kızdırmaya çalışan kişidir. Bu durum yetişkin olana dek sürer; yetişkin kişi onu yetiştirenlerden bağımsız olarak, yani bu kişileri referans noktası bellemeden, bizzat kendisini referans noktası alarak hareket edebilen kişidir ve insanın ne zaman yetişkin mertebesine ulaşacağı hiç belli olmaz, bazı ergenlik dönemleri sonsuza dek bile sürebilir. Ergenliği geride bırakmak, öyle kolay değildir. Öte yandan, söz konusu annekız ilişkisiyse bu tablo çok daha tutkulu bir şekilde cereyan edebilir çünkü kız çocuğu kendisini annesi gibi olmamaya ya da “ondan daha muhteşem” olmaya adayacaktır (Oğlan çocukları da babalarıyla benzer bir döngüye girecektir şüphesiz). Zaten bugüne dek yetişkinliğe erememiş pek çok kız çocuğu, yukarıdaki çerçeveye hapsolmamak için çareyi annesinden kaçmakta bulmuştur, ki aslında bu da başka türlü bir hapis biçimidir. Yaşayan kişilerle aranıza mesafe koymak tanıdık ve kolaydır yine de... Öldüklerinde ise insan kendisini bu kişilerden nasıl koruyacağını şaşırır. Bu da Geçecek’te annesinin ölümüyle baş etmeye çalışan roman kişisi Blanca’nın ağzından şöyle yazıyor Milena Busquets de: “Eşyalarından, hele de sevdiğini bildiklerimden, kurtulmak çok zor oldu. Kimi günler her şeyi atmaya yelteniyor, beş dakika sonra pişman oluyor ve en ufak bir kibrit çöpüne kadar her şeyi saklamaya karar veriyordum. Aradan üç saat geçiyor, bu kez her şeyi birilerine hediye edesim geliyordu. Galiba seninle arama ne kadar mesafe koyacağıma karar vermeye başlıyordum. Zor bir denklem bu; hayatta olan insanlarla arana mesafe koymak daha kolaymış meğer.” S A Y F A 1 4 n 1 5 Y bir alan olduğu içindi. Kıyafetleri sevmeyi o benim sayemde öğrendi.” Ester Tusquets, 2012’de yaşamını yitirdiğinde Milena Busquets’in hayatı yerle bir oluyor. Sonraki yılını pek bir şey düşünmeden, kendisini evin dışında tutarak geçiriyor; ikinci yıl gelip çattığında ise masanın başına geçip yazmaya başlıyor ve kendi deyimiyle tamamen kayboluyor. Kitabın 33 dile çevrilip tüm dünyada ilgiyle karşılanmasına da epey şaşırıyor Busquets, “Yaşadıklarımın bu kadar evrensel olduğunu düşünmemiştim. Aslında herhangi bir şey düşünmemiştim; sadece bunları söylemeye ihtiyacım vardı” diyor. Yayınlamasa mı, çöpe mi atsa bilemediği bu kitabın adı ise babasının ölümünün ardından annesinin onu teselli etmek için anlattığı bir hikayeden geliyor: “Bir varmış bir yokmuş, çok uzak diyarlarda, mesela Çin’de yaşayan güçlü mü güçlü, zeki mi zeki, şefkatli mi şefkatli bir imparator varmış. Bir gün imparatorluğundaki tüm bilginleri, tüm filozofları, tüm matematikçileri, tüm bilim insanlarını ve şairleri toplamış ve onlara, ‘Her zaman her durumda geçerli olabilecek kısa bir cümle istiyorum’ demiş. Bilginler kendi köşelerine çekilip aylar ve aylar boyu düşünmüşler. Sonunda imparatorun yanına gitmişler. ‘Artık bir cümlemiz var’ demişler. ‘Cümlemiz şu: Bu da geçecek.’” Fakat kitabı kaleme aldığı dönemde Busquets’e hiç de her şey geçermiş gelmiyor: “Artık bunun doğru olmadığını biliyorum. Ölünceye dek sensiz yaşayacağım.” ÖLÜMÜN ZIDDI YAŞAM MI? Öte yandan, bu romanın sadece ölüm ve sevgi hakkında yazıldığını söyleyemeyiz. Yazarın sekse (ve flörte) ilişkin yorumları da ölümün ardından hissettikleri ve annesiyle paylaştıkları sevgi kadar yer tutuyor çünkü yazar tıpkı Irvin D. Yalom gibi ölümün zıddının yaşam değil, seks olduğunu düşünüyor. Seksin insanı şimdiki zamana mıhlayan yönünün altını çizerek şöyle yazıyor: “Senin hastalığının sana karşı git gide daha gaddarlaşıp insafsızlaştığı ölçüde seks hayatım da sanki dünyanın tüm yataklarında sadece tek bir savaş, senin savaşın veriliyormuşçasına gaddarlaşıp insafsızlaştı.” Üstelik Blanca için burası da annesinin kontrolünden uzak tutabildiği, kendisine ait bir alan. “İnsan katıldığı her cenazede aslında kendi ölümünü düşünüp kendi ölümüne ağlar” diye çok söylenen bir cümle var. Blanca ise kitabın henüz başında, buna alternatif üretir nitelikte, çok güçlü bir ifade kullanarak annesine hitaben, “Sanıyorum bundan sonra katılacağım her cenaze seninki olacak” diyor. Katıldığımız cenazelerde yüzleştiğimiz bizi hazırlıksız yakalayan veya yakalayacak ölümlerdir belki de. Bu insanın annesinin ölümü de olabilir kendi ölümü de... Yine de Blanca şanslı sayılabilir çünkü annesiyle ilişkisi Kevin Hakkında Konuşmalıyız’daki kadar fırtınalı değil. Girişte çizdiğim tablonun insana yaptırabileceklerine, insanın sırf annesini üzmek için neleri göze alabileceğine dair cüretkâr bir kurgu arıyorsanız Lionel Shriver’in romanını ya da romandan aynı adla uyarlanan, başrolünü Tilda Swinton’ın üstlendiği filmi mutlaka izleyin. n Bu da Geçecek/ Milena Busquets/ Çeviren: Seda Ersavcı/ Domingo Yayınevi/ 200 s. tahmin değil, Milena Busquets bunu Publishing Perspectives’e verdiği bir demeçte, “Blanca benim” diyerek açıkça ortaya koyuyor. İspanya’daki (Yoksa Katalonya’daki mi demeli?) en saygın bağımsız yayınevlerinden birinin Lumen’in kurucusu, ayrıca ülke çapında tanınmış bir yazar olan Esther Tusquets’in öldüğü güne dek kızı Milena Busquets’in referans noktası olarak kaldığını söylemek de pek yanlış olmaz sanırım. Busquets, Londra’da eğitimini tamamlayıp İspanya’ya döndüğünde annesiyle birlikte çalışmak istiyor, yayınevi satıldıktan sonra yine annesiyle birlikte iş kuruyor, annesinin inancı ve desteği onu kitap yazmaya teşvik ediyor, yazdığı moda blogunun annesi tarafından pek hoş karşılanmadığını anlattıktan sonra ise şöyle diyor: “Ben her zaman iyi giyinmeyi sevmişimdir, belki de bu, onunla yarışmak zorunda kalmadığım “Ester Tusquets, 2012’de yaşamını yitirdiğinde Milena Busquets’in hayatı yerle bir oluyor. Sonraki yılını pek bir şey düşünmeden, kendisini evin dışında tutarak geçiriyor; ikinci yıl gelip çattığında ise masanın başına geçip yazmaya başlıyor ve kendi deyimiyle tamamen kayboluyor.” E K İ M 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1339