Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Bobby Sands’in gerçek hikâyesi Susan için hüzünlü şarkı Kot pantolonlu, kot ceketli, damalı gömlek giyen uzun saçlı bir gencin; Bobby Sands’in hazin öyküsü “Yarım Kalmış Bir Şarkı”. Yaşadığı mahallede kurduğu Muckerboys adındaki çeteyle başlayıp IRA’daki onurlu direnişe dek sığdırılmış kısacık ama yoğun, idealleri uğruna gözünü bile kırpmadan, alabildiğine yoğun yaşanmış bir hayat onunki. Tıpkı öykündüğü Che Guevera’nınki gibi! r Meliha AKAY çlık grevinde yaşamını yitiren Bobby Sands’in yaşamöyküsü, yıllar önce izlediğim bir filmden aklımda kalan “Onur ve ölüm yan yanadır” repliğiyle özdeşleşivermişti. Kısa bir süre önce edindiğim Yarım Kalmış Bir Şarkı, özyaşamöykülerine düşkünlüğümden öte, bireysel tarih olmalarının yanı sıra başka bir gerçeğin altını da çizmiş oldu. Rosa Luxemburg, Che Guevera ve benzerlerinin biyografileri, yaşam öykücüler tarafından bir mirasın üstüne konmuşçasına yazıldı. Hatta bu tür kitapların büyüsüne kapılıp hiç tanınmayan, tarihte iz düşümü olmayan kişilerin bile portreleri çizildi. Olmadı elbette! Oysa bu öykünülen kişilikler prizma gibiydi, çok yönlüydü ve dünyayı değiştiremeseler bile hayatlarını bu ideale adamış kişilerdi; tıpkı Bobby Sands gibi… Bu kitabı yayıncı aşamasına getirene dek yaptığı araştırmalar, topladığı bilgi ve belgeler, baş vurduğu tanıkların anıları ve tarihi gerçekliklerden damıtılmış düşüncelerden ötürü yazarı Dennis O’Hearn kutlamayı hak ediyor. Elbette çeviriyi üstlenen Deniz Gedizlioğlu’na da hakkını teslim etmek gerek. çetelerinden IRA’ya uzanan yaşamının da anahtarıdır aslında. Ne ki Bobby’nin IRA için çalışmasını ailesi tasvip etmez. Bir tartışma sonucu da evini terk eder ve başka bir daireye taşınır. Polis kayıtlarına bu “ailesiyle yaşamayı reddetti” olarak geçer. Hayat tam bu noktada zorlamaya başlar. IRA ancak onu kıt kanaat geçindirecek kadar bir harçlık verir. Yemek ve yatacak yer için başkalarından yardım almak zorunda kalır. Silahlı soygunla suçlanır ve ilk kez cezaevine konur. Bundan sonrasında hayatının büyük bölümünü cezaevlerinde geçeceğini henüz kendisi bile bilemez. Pek çok siyasi suçlu gibi cezaevi onun politik anlamda bilinçlenmesine yardımcı olur. Bu noktada hareketin stratejilerini de sorgulamaya başlar. Gerry Adams genç mahkumları, tartışma ve politik farkındalıklarını teşvik etmek için, politik eğitimlere katılmaları için cesaretlendirmek ister. Radikal siyasi ideolojilerini geliştirmek için onlara güven aşılamıştır. Aynı zamanda da, kamp yönetiminden korumayı başarır. Bobby, bir soruşturmanın ardından battaniye protestosunun başladığı yerde, Kieran Nugent’in yanında bulur kendini. Hapishanedeki aktivitelerin başında yine futbol maçları gelmektedir. Aynı dönemde İrlanda hakkında yazılmış Trinity adındaki romanın kopyasına ulaşır. Romanın karakteri Long Dan ile kendini özdeşleştirmiştir. Karakterin bir konuşmada söylediği cümle belleğine kazınır: “Unutmayın ki İngilizlerin tüm cephanesiyle o ihtişamlı kudretleri bir araya gelse de ezilmeyi reddetmiş bir adamın karşısına çıkaracak hiçbir şey bulamazlar.” Bu alıntıya dayanarak edebiyatın gücünü, insanı değiştirip dönüştürmedeki gücünü bir kez daha vurgulamak, hem okur hem de bir romancı olarak görevim. Edebiyat, yirminci yüzyılın ilk yarısında olduğu gibi ikinci yarısını aşıp yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinin tanıklık ettiği barbarlık, katliamlarla dolu ne yazık ki. Çağının tanığı yazarlar, insanlığı yeniden bulmak ister gibi çabalamayı hep sürdürecek, sürdürmeli. Dennis O’Hearn A emzirirken korkuları bebeğinden önce büyümeye başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı henüz bitmiştir ve İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) ile Kuzey İrlanda hükümeti arasında çatışmalar başlamıştır. Ninni yerine bebeği Bobby’e “Eğer günün birinde savaş çıkarsa güneye ineriz. Orada seni askere de almazlar. Bir gün buralar karışırsa, IRA ortaya çıkarsa seninle güneye gideceğiz” der. Endişelenmekte haklıdır çünkü İrlanda adasının en büyük parçasını teşkil eden Kuzey İrlanda, belirgin biçimde Protestan çoğunluğuna sahiptir. Bu bölümler ve Bobby Sands’in çocukluğunu anlatan kısımlar okuru masalsı bir anlatımın içine çekse de ne yazık ki masal finale doğru yerini isyanlara, haksızlıklara, adaletsizliklere bırakacaktır ve ne tuhaftır ki bu satırları yazarken arkamdaki radyo haberlerinden Ortadoğu’daki mezhep savaşlarında yaşamını yitirenlerin sayısı veriliyor. Çoluk çocuk demeden! Görünen ve korkum o ki; insanlık tarihi sürdükçe Hıristiyan ya da Müslüman ayırmaksızın hangi coğrafyada olursa olsun, dini ve etnik kimlikleri cilalayarak öne çıkartan, kaos yaratan güçler iktidarlara karşın varlığını korumayı ve ölüm üzerinden para kazanmayı hep sürdürecek! Teologların, siyaset bilimcilerin, sosyologların çaba ve çalışmalarını burun kıvırarak bir kenara itercesine! Bu kertede siyasal, dinsel, ulusal bazen açık, bazen gizli göndermeler barındıran kitap, aidiyeti, ideolojisi ne olursa olsun okurların belleklerinde yeni pencereler açacaktır. MASALDAN İSYANA Bobby, Protestan olduğu için Katoliklerden ayrı olarak ve de evrenin merkezi olarak gördüğü Stella Maris adındaki futbol takımıyla kişiliğini ortaya koymak ister. Ancak takım dağılır. Oysa annesi Roseleen Sands Katoliktir. 1920’lerde ve 1930’larda Katoliklere yönelik polis baskısı vardır. Katıksız bir Kuzeyli İskoçolan Rosaleen, sessiz ve sakin duruşuyla komşularının arasına karışmış ve herkes onun Protestan olduğunu sanmıştır. Oğlu Bobby Sands henüz bebekken, kucağında S A Y F A 4 n 2 9 ‘AİLESİYLE YAŞAMAYI REDDETTİ’ Bobby’nin Kelt kalelerinde kuşların türlerini öğrenmekle geçen çocukluğu artık geride kalmıştır. Yeniyetme Protestanlar kot pantolon ve ekoseli atkılar kullanarak “ekoseli çeteler” oluşturmaya başlar. IRA yoldaşlarından biri Bobby için “Yerinde duramayan biriydi, yaptıklarıyla asla yetinmezdi ve her zaman ‘ben yaparım’ diyen ilk kişi olurdu” demiştir. Bu tanımlama onun çocukluktan, mahalle O C A K 2 0 1 5 BATTANİYE ADAMLAR 1970’lerde ve sonrasında İrlanda’nın popüler folk şarkıcısı Christy Moore, Bobby Sands’in pek çok şarkısını seslendirmeyi sürdürür. Fakat Bobby’nin yazdığı Susan İçin Hüzünlü Şarkı’yı hiç seslendiremez. Şarkı o denli acıklıdır ki yüreği el vermez, okuyamaz. Cezaevi günlerinde ziyarete gelenler arasında rahipler de vardır. Öyle ki gördükleri adaletsizlikler karşısında İngiltere’den gelen gardiyanlarla da konuşur. Mezhep ayrımcılığının had safhada olduğunu onlar da görmüştür ve yine bu yazıyı yazarken Ortadoğu’daki mezhep savaşlarında ölen çocukların görüntüleri iç burkmak ve insanlığı sorgulatmakla kalmıyor, yüzyıllardır neden bitirilemediği sorusuna yanıt aratıyor. Bu konu kadar, Dennis O’Hearn’ün araştırmalarında ve paylaştığı belgelerde en sarsıcı olanı, Bobby Sands’in Marcella takma adını kullanarak tuvalet kâğıdına yazdığı ve kaçak olarak H Blokları’ndan çıkarılmış olan “Direniş” adlı makalesiydi. Battaniye adamların amacı, kendilerince ideal, yaşanası bir dünya kurmaktı. Gardiyanlara karşı hep bir direniş içindelerdi. Eylem, özünde hapishane dışındaki silahlı mücadeleyi meşrulaştırmak için yapılıyordu. Siyasal bir ordu oldukları inancıyla hareket ediyor ve toplumsal olarak da tanınması için savaşıyor, adaletsizliklere direniyor, yeni, bilinçli ve daha iyi bir toplum için dövüşüyorlardı. Artık mücadele salt kendi mücadeleleri olmaktan çıkmış, ezilen insanların mücadelesine dönüşmüştü. Bu yüzden, halkın direnme hakkını meşru kılmak için de kazanmak zorundaydılar. Halkın desteğini elde edebilirlerse Cumhuriyetçi mücadeleye destek veren kitleyi genişletmekte araç olarak kullanılabileceklerdi. Bu sebeple battaniye adamlar verdikleri mücadelenin savaşın bir parçası olduğuna inanıyordu. IRA’nın son dönemdeki güçsüzlüğü düşünüldüğünde öncü oldukları bile iddia edilebilirdi. Açlık grevlerini durdurmak amacıyla Thatcher hükümetiyle yapılan müzakerelerin iflas etmesinden sonra Bobby, bireysel olarak yeni belgeler hazırlar ve gönderir. Sonuç almak için grevlerin genişlemesi gerekir. Domino taşı etkisi yapan açlık grevlerinin her blokta yapılması için zaman gelir, hatta geçer bile. Margaret Thatcher halk önünde “teröristlerle asla konuşmayacağını” ilan etmiş olsa da hükümeti IRA’yla eski bir iletişim kanalını yeniden açmıştır. Görüşmeler zamana yayıldıkça ve düzenlemeler geciktikçe umutlar kırılır fakat Bobby ve arkadaşları, H Blokları adındaki cezaevindeki baskıların son bulması ve IRA mahkumlarına siyasi statü tanınması talebinden vazgeçmez; açlık grevinin altmış altıncı gününde, 5 Mayıs 1981’de hayata gözlerini yumar. Onun bu eylemi, hem kendi ülkesindeki hem de başka ülkelerdeki siyasi mahkumlara umut ışığı olur. n Yarım Kalmış Bir Şarkı/ Dennis O’Hearn/ Çeviren: Deniz Gedizlioğlu/ Yordam Kitap/ 464 s. K İ T A P S A Y I 1302 Bobby ve arkadaşları, cezaevindeki baskıların son bulması ve IRA mahkumlarına siyasi statü tanınması talebiyle başladıkları açlık grevinin altmış altıncı gününde, 5 Mayıs 1981’de hayata gözlerini yumar. C U M H U R İ Y E T