24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

unun r eygözİstanadlı Seyada ırsak, nenlerafınğu gibi cil edil üğünü, nu mleetvet, mgeözün rıntılalamausier. rçalan rufark ır. içinde psiko ölyeharfkunu, lkesi sanat n üşgüher ni donatçı unur. diği çizetanıştızanne bağakımıentirir. esimO hayk bir yakın er ve ne’dır. busier en büecekgibi etkile” dermazsa ğı yerdan nda rtışan, içinde doğue gözede guste a ulaşlkışır. ki aranya. torluunca, esPomimlerimeyi ? Doğu seyahatiyle ilgili izlenimlerini Chauxde Fonds’daki La Feuille d’Avis tarafından (yazı dizisi olarak) yayımlanır. Bu notları 1914 yılında kitaplaştırmak ister. Birinci Dünya Savaşı’nın çıkması nedeniyle kitaplaştırma işlemi olmaz. Elli dört yıl sonra Le Voyage d’ Orient(1965) adıyla yayımlanır. Kitabın yeni basımı, Le Corbusier üzerine çalışan uzman akademisyen Ivan Zaknic’in hazırladığı notlar ve sunuşla birleştirilir. Türk toprağına Edirne’den giren Le Corbusier, “Sultan Selim Camii kente takılmış son derece muhteşem bir taca benziyor. Türklerin yaşlı başkenti asaletinden hiçbir şey yitirmemiş” der. Türklerin konukseverliğinden söz açan Corbusier, “Türkler bize birer azizmiş gibi geliyor. El üstünde tutulduk yani herkes selam verdi bize, herkes hüsnü kabul gösterdi.” Kostantiniye onu doğasıyla, tarihi dokusuyla, mimari siluetiyle büyüler sanki…” Pera, İstanbul, Üsküdar: bir teslis. ( “Bu dönemde İstanbul’a gelen Batılı gezginlerin çoğu gibi Jeanneret de İstanbul terimiyle günümüzdeki Suriçi İstanbul’unu, Kostantiniye terimiyle ise İstanbul, Beyoğlu ve Üsküdar’dan oluşan metropoliten alanı kastetmiştir.”) Bu kelimeyi seviyorum, mukaddes bir yanı var” der. Pera’da konaklar. Balkondan gördüğü manzara özellikle evlerin dizilişlerini şöyle tasvir eder: “Taş evler birbirinin üstüne tırmanır, üstlerinden aşar, dikine konulmuş domino taşları gibi dururlar.” “Türk ruhu konusunda bir şeyler söylemeyi isterdim ama beceremem! Ucu bucağı olmayan bir sükunet var bunda. Aşağılamak için kadercilik diyoruz bunagelin şimdi “iman”diyelim.(…) Allah’ın karşısında, yürek paralayan mistitizmleri içinde gördüm onları, umut! (…) Bilinmez’e yakarışlarına ve güzel dualarındaki dokunaklı amentüye hayran kaldım.” Bir ressamın firçasından çıkmış nefis panoramik bir manzarıyı şöyle betimler: “İstanbul sıkışık bir yerleşme; fanilerin evleri ahşaptan, Allah’ın bütün evleriyse taştan. Bu büyük tepenin yamacında, zümrüt tonlarıyla çevrelenmiş mor yünlerden bir halı oluşturuyor; tepenin sırtında yer alan camilerde bu halıya takılı değerli bir kopça. İki tür mimari var yalnız: oluklu kiremitle kaplı büyük, basık çatılar ve de camilerin, yerden fışkırır gibi duran minareli soğanları. Bunların arasında da mezarlıklar alıyor.” ? Yirminci yüzyıl mimarlığına ve sanatına büyük iz bırakanların başında gelen, İsviçre doğumlu, Fransız vatandaşı Le Corbusier (asıl adıyla CharlesEdouard Jeanneret 18871965). BAŞKALARININ GÖRMEDİĞİ AYRINTILAR Le Corbusier için resim ile mimarlık bir bütündür. Ona göre, serbest bir mimarlık, doğayla uyum içinde olan bir tasarımdır. Estetik çerçeve içinde kalan değerlendirmelerine devam edelim: “Marmara’nın parıltıları geliyordu gözüme. Arka planda, bir yükseltinin tepesinde, bir “sfenks” gibi belirdi Süleymaniye; sayılmayacak kadar çok kervansarayla, yüz kadar da cami yapmış olan o adamın (Metindeki “adamın” sözcüğünü uygun bulmadım. Sinan’ın denmesi gerekirdi. Ş.Ö.) elinden çıkmış bu heybetli camide. O günlerde yaşanan toplumsal hayatı eleştirel gözle ne güzel tespit ediyor, Türk’ün hayatı, cami ile başlar, konuşmadan tütün içilen kahvelere uğrayıp mezarlıkta son bulur” diyor. “Le Corbusier” adlı biyografik kitabında Stephen Gardiner, mimar hakkında önemli bir tespiti de şudur: “Le Corbusier tıpkı bir ozanın sözcükleri gördüğü gibi, bir araya getirildiklerinde yetkin bir bütün oluşturarak görsel imgeleri, biçimleri algılamaktadır.” Bir örnek vermek gerekirse: “Üsküdar toz ve unutulmuşlukla örtülü eski bir kabristan. Eyüp mukaddes bir semt. İnsanın, saygı duyulan bu kabirlere yüksekten bakan bu dik yamaçlı tepede son uykusuna yatması hoş olur herhalde. Buradan Kâğıthane mesiresi, Haliç’in tamamı ve uzaklarda Asya yakası görülüyor (…) burada o kadar çok türbe ve mukaddes kabir var ki kadınlar bitmek bilmez dualarının terennümüyle ve huşu içinde gün boyu ziyaret halindeler. Sonra da hayır olsun diye, orada bulunan birkaç köre, kubbeyi kanatlarının bulutuyla kaplayan sayısız güvercine birkaç ölçek darı serptiriyorlar.” Sözü Süleymaniye’ye getirerek şunları dile getirir: “Süleymaniye’yi hiç bu kadar büyük görmedimdi; bir dağın tepesine yerleşmiş gibiydi, bir gece inanılmayacak kadar büyümüştü sanki. Arkama döndüm; mercan rengi ve mavi bir anafor içinde Cenevizlilerin kulesini gördüm. Hayal âlemindeydim sanki. Eğilmiş, bir omzuyla, bacaları diken diken dikilen yüksek evlere dayanıyordu; üstüvane biçimindeydi, tek bir penceresi bile yoktu, makine parçasını andıran, dışarı taşmış, kapalı, küt ve sert bir tacı vardı. Le Corbusier bu seyahatle birlikte “biçimlerin ışık altında oluşturduğu muhteşem bütünü başka deyişle dayanışık zihinsel bir dizge olan mimarlığı keşfeder.” İzlenim ve gözlemleri, duyguları, deneyimleri, düşünceleriyle “şimdiki kuşakların ‘Eski İstanbul’unu pek çok yönüyle görebilmiş son gezginlerindendi. Bir mimar ve çok yönlü kimliği ile “yetişmesini belirleyen yıla ilişkin anlamlı ve önemli bir belge saydığı Şark Seyahati İstanbul 1911, İstanbul’un tarih ve “doğasının tükenmez muhteşem arazisinde” toplumsal hayatı görsel imgelerle yaptığı bir geziyi de tamamlamıştır. “Başkalarının görmediği kimi ayrıntıları gözlemiş, onlarda o güne kadar görülmeyen yeni anlamlar bulmuştur. ? Şark Seyahatiİstanbul 1911/ Le Corbusier/Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları/186s. 23 AĞUSTOS 2012 ? SAYFA 13 1175 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1175
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear