Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Kemal Ateş’ten ‘Bir Başka Şehir’ ‘Hayalimdeki roman ortaya çıktı’ Kemal Ateş’in, yirmi bir yıl aradan sonra yayımlanan romanı Bir Başka Şehir, geçen günlerde ikinci baskısını yaptı. Edebiyatseverlerin Toprak Kovgunları adlı romanıyla tanıdığı Kemal Ateş ile yeni romanı üzerine söyleştik. Ë Kadir İNCESU omanınızın bu kadar hızlı tüketilmesini nasıl açıklarsınız? Sanırım öncelikle benden roman bekleyen bir okur grubu var. Onları çok beklettiğimi biliyorum. Kitabım için verilen bir iki reklam ve bir iki yazarın yazısı inanın beni mutlu etmek için yetiyor. Gerçek reklamın da ben çalışmak ve üretmek olduğuna inanıyorum. Eleştirmenlere gelince, Rauf Mutluay benim çok önemsediğim bir eleştirmendi, o gittikten sonra eleştiri çok şey kaybetti ve edebiyat magazincilere teslim oldu. Mutluay’ı sevmeyen bir yayıncı, onun için “edebiyat memuru” derdi. “Memur Kemal” diyen zatın anlayışıyla söylenmiş bir laf. Eleştirmen edebiyatın memuru olmalı, yayınevinin değil. Öylesi yayıncılar, eleştirmen diye kendilerine memur arıyor. “YAZARIN ÇOK YAZMASINA KARŞI DEĞİLİM...” İlk romanınız Toprak Kovgunları ile 1981 Mehmet Ali Yalçın Roman Ödülü’nü, ilk öykü kitabınız Çürük Kapı ile de 1979 Lions Jüri Ödülü’nü aldınız. Bu ödüller yazın yaşamınızı nasıl etkiledi? Sözünü ettiğiniz ödüllerin seçici kurullarında çok saygın edebiyatçılar vardı, Behçet Necatigil, Necati Cumalı, Şükran Kurdakul, Asım Bezirci, H. İ. Dinamo, Burhan Arpad gibi. Bir kere bu yazarların dikkatini çekmek, ilgisini görmek çok onur verici bir şey, onların yazdıklarımı beğenmesi bana elbette güç verdi. O yıllarda bugünkü kadar ödül bolluğu yoktu. Seçici kurullar önemli adlardan oluşuyordu. Ödül töreninde Burhan Arpad, ödül gerekçesini de açıkladı bana, “Toprak Kovgunları’nı gecekonduları içerden gösteren ilk roman” saydığı için oy verdiğini söyledi. Bir Başka Şehir ile önceki romanınız arasında yirmi bir yıllık bir süre var. Bu kadar zamanda neler yaptınız? Bu süre içinde roman yazmasam da, iki öykü kitabı (Küskün Fotoğraflar ve Bir Şarkıyı Dinlerken’i) yayımladım, ayrıca dille ilgili kitaplarım çıktı. Doktoramı da bu zaman dilimi içinde bitirdim. Ancak romana gelince, romanı ben değil de zaman yazıyor sanki bu yüzden geciktiriyorum. Roman benim hiçbir za uzak, ilgisiz gibi görünen mekânlar ve kişiler aynı romanda yer bulabilmiş. Bir romanda bu ancak iyi bir kurguyla olabilir. Romanımın kurgusu üzerinde çok düşündüm, beni en çok bu oyaladı. Yazarken sürekli kurguyla da oynadım. Sonunda bütün bunları bir araya getirecek kurguyu bulabildim. “HAYATIN HER ALANINDA BİR İKTİDAR KAVGASI VAR” Yeniden ilk romanınız Toprak Kovgunları’na dönersek… “Toprak Kovgunları’nın öteki gecekondu romanlarından ayrılan yanı sorunu sağlıklı bir yaklaşımla ele almasıdır” diyor Burhan Arpad… Gerek Toprak Kovgunları gerekse Bir Başka Şehir’de köy, gecekondu ve şehir yaşamını çok iyi harmanladığınız görülüyor. Bütün bunları, olayların içinde olmayan birisinin bu kadar başarılı anlatması biraz zor gibi görünüyor… Elbette yaşanmışlığın yeri büyük benim romanlarımda, ancak roman sonuçta düşlerimizin ürünü. İnandıramayacağım şeyi yazmam ben, yazamam. Elbette Bir Başka Şehir’de kurmaca, düşsel öğeler de var. Neden bilmiyorum ama Bir Başka Şehir’i okurken aklım hep Toprak Kovgunları’na gidiyordu… Toprak Kovgunları’nda Hıdır’ın söylediği “Zayıf olan, arkasız olan, yoksul olan hiç adalet beklemesin bu dünyadan” sözü yankılandı durdu, roman bitene kadar… Adalet tartışması Bir Başka Şehir’de de var, benim, hayatı yorumlayışım böyle galiba. Zayıf olanların adaleti bulabilmeleri çok zor. İnsanoğlu’nun bunalımlarının kaynağında da büyük ölçüde bu adaletsizliklerin yattığına inanırım. Hayatın her alanında bir iktidar kavgası var, iktidar kavgasının olduğu yerde de adaleti bulmak, beklemek zor. Üniversiteler, 1402’likler, darbe R man kopamayacağım bir tür. Bu yirmi bir yıl hep romanı düşündüm. Dostoyevski, bir eseri düşünmek, hayalini kurmak, yazmaktan daha çok zevk veriyor, gibi bir söz söyler. Galiba benim de böyle bir yanım var. Ortaya çıkan yapıtın, düşündüğümüz, hayalini kurduğumuz yapıta ulaşamaması bizi üzer, sanatçıyı üzer. Sanırım ben de bu üzüntüyü yaşamamak için düşünme, hayal kurma süresini uzatıyorum. Bu zevkli süreci uzatıyorum, tadını çıkarıyorum. Nurullah Ataç, bu konuda yazarın doğasını zorlamamasını söyler: “Yavaş yazıyorsanız hızlı yazmaya, hızlı yazıyorsanız yavaş yazmaya çalışmayın” der. Bu söz bana da çok doğru geliyor. Yazarın çok yazmasına karşı değilim, ancak bir yazarın her yapıtı kendi kokusunu taşısa bile, başka bir yazarın elinden çıkmış gibi olmalı. Huzur ile Saatleri Ayarlama Enstitüsü arasındaki fark gibi ya da Aylak Adam’la Anayurt Oteli arasındaki fark gibi. Bir Başka Şehir, hayalini kurduğunuz romanla aynı mı? Hemen hemen aynı, belki bu hemen hemen bile fazla. Yirmi bir yıl sonra gerçekten düşündüğüm roman ortaya çıktı. Hayalimdeki roman ortaya çıktı. Çok az sevinç benim yürüyüşümü değiştirir. Sevinçlerim çabuk geçer, davranışlarıma kolay yansımaz, doğal halime çok çabuk dönerim. Bu romanı bitirince, yürüyüşümün bile değiştiğini fark ettim. Vaktiyle değerli dostum, ağabeyim rahmetli Mehmet Seyda bana, “Sen köyü, gecekonduları, üniversiteyi, küçük burjuvayı iyi biliyorsun, bu şansını edebiyatta kullan!” demişti. Galiba M. Seyda’nın bu öğüdünü en iyi Bir Başka Şehir’de değerlendirdim. Köy, gecekondu, varoş, üniversite, sanat çevreleri… Hepsinin yer aldığı bir roman Bir Başka Şehir. Bir bakıma Türkiye’nin romanı. Köyde yaşayan bir meddah da var romanımda, profesörler de var, Ziya’ül Hak gibi bir diktatör de var. Evet, romanınızın belki de şaşırtıcı yanlarından biri bu. Birbirine bu kadar ler… Romanınızın arka planı gibi görünse de, bütün ağırlığıyla öne çıkıyor… Tıpkı aile içi şiddet, yokluk, yoksulluk gibi… Bir Başka Şehir’deki olaylar üniversitede biri 1948 yıllarında, öteki 1980’den sonra yaşanan iki tasfiye döneminde geçiyor. Bu iki dönem arasındaki ilişkiyi kurabilmek için her iki dönemde de mağdur olmuş bir aileyi kattım romanıma. Böyle yaparak romanın tarihsel arka planını güçlendirdim, geçmişe göndermeler yaparak, bazı şeylerin ülkede nasıl kronikleştiğini anlatmaya çalıştım. Bir Başka Şehir’i anlatan tümcelerden birisi de “Cebeci bakkallarında boş koli kalmamış, üniversitelerden atılan, istifa eden hocalar, odalarını boşaltırlarken kitap koymak için toplamışlar.” O yılları anlatan gözlemler bunlar, okurun bu verdiğiniz örnek gibi, daha ilginç, şaşırtıcı bulacağı başka gözlemler de var romanda. Bir Başka Şehir’de geçen “Şaşı kültür” kavramını biraz açar mısınız? Bu kültür, göç olayının getirdiği, kaçınılmaz bir sonuç. Bu şaşılık giderilmedikçe, gerçek anlamda kaynaşmış, birbirini anlayan insanlardan oluşan bir toplum yaratmamız zor. Dil konusundaki tutumunuzdan söz edelim biraz da... Kıyıda köşe kalmış, unutulmuş sözcükleri arayıp buluyorsunuz... Gecekondulardaki bakkal dükkânımız sayesinde ben yoksul halkı iyi tanıdım. Dil konusunda da halkta şunu gördüm: Kendi diliyle kavrulmak, diyeceğim bir tutumu var halkın, hani kendi yağıyla kavrulmak gibi. Ben de roman dilini kurarken, kendi dilimle kavrulmaya çalışıyorum, unutulmuş, ihmal edilmiş sözcükleri, deyimleri kullanıyorum. Aslında satır aralarında yozlaşan ve amaçlarına(!) ulaşmak için sanatı araç olarak seçenler de var romanınızın kahramanları arasında… Edebiyatımız bu yozlaşmadan nasıl kurtulur? Toplumdaki yozlaşma bir bütündür, her kesim, sanatçılar da, aydınlar da bu yozlaşmadan payını alıyor yazık ki. Toprak Kovgunları, Amerika’da da yayımlanmış… Nasıl tepkiler aldınız? Kitabın durumunu daha çok çevirmenim aracılığıyla öğreniyordum. Kitabı çeviren arkadaş önemli bir sağlık sorunuyla uğraşıyor, bir yakınının sorunu bu. Hani insanlar can derdindeyken, pek bir şey sormuyorum. Aldığım paraya gelince, küçük de olsa bir şeyler geliyor. Bir Başka Şehir ağırlıklı olarak üniversiteyi anlatıyor. Üniversite bizde başka romanlarda da anlatıldı mı? Bu soruyu romanı bitirince ben de düşündüm. Benim Bir Başka Şehir’de anlattığım üniversite başka romanlarda nasıl anlatılıyor? Ben çok sayıda roman bulacağımı umuyordum, bildiğim kadarıyla, ikiüç romanı geçmiyor. Dehen Altıner’in Sevgili Üniversite, Feyza Hepçilingirler’in Kırmızı Karanfil Ne Renk Solar adını verdiği romanı. Başka bilmiyorum ne var ? Hadi Oğuz Atay’ın Bir Bilim Adamının Romanı’nı da ekleyin bunlara. Oysa Ahmet Hamdi Tanpınar’dan başlayarak, üniversiteden yetişmiş pek çok romancı sayabiliriz. Bunlar neden doğrudan doğruya üniversiteyi yazmadı, bilemiyorum. Belki de yazacakları romanın anı olmasından çekindi. Üniversiteden yetişen bunca yazar olduğuna göre, romanımızda daha çok anlatılmalıydı bu kurumlar. Bir Başka Şehir/ Kemal Ateş/ İmge Kitabevi/ 245 s. AĞUSTOS 2011 SAYFA 5 Kemal Ateş’in ikinci romanı ‘Bir Başka Şehir’le ilk romanı arasında yirmi bir yıllık bir süre var. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1123 25