22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

K ehmet Zaman Saçlıoğlu, kendine özgü damar oluşturmuş yazarlarımızdan biri. Verimlediği metinlerde, biçemsel uçlar arasındaki gezintisi, düşünsel açılımı, yurt coğrafyasıyla tarihsel olana, zamana yönelik uygarlık eşiği temelindeki yaklaşımı, onda çoksesli bir kıvrımlanışa, dalgalanışa yol açıyor sürekli. Geçen on beş yıla kuşbakışı göz atıldığında, Saçlıoğlu’nun düzyazıda Yaz Evi’yle (1994) başlayan serüveninin, Beş Ada (1997) ile katmerli bir buluşmaya dönüştüğünü söylemek olası. Onun düşünsel açıdan öykülerine giydirdiği göreli yapılandırma da dikkati çekiyor ayrıca. Bu tutumuyla yazar, katlanıp yoğunlaşan düşünsel bir açılım sergilemekle yetinmedi, yanı sıra Rüzgâr Geri Getirirse (2002) adlı öykü kitabında karşımıza çıkan “eşikli metin” kavrayışıyla, diyelim metin çözümlemesine yönelik farklı yaklaşımların ipuçlarıyla örülü uygulayımlar, deneyimler aktarmış oldu bize. Adına “yazgı” denen olgunun “bilinemez”le örtüşüp kendi kıyılarında gezintiye çıktığı Sur ve Gölge (2009), önceki yapıtlarında olduğu gibi yine içkin metinler halinde geldi önümüze. Derken İki ve Keçi (İş Kültür, 2010) çıkageldi. Yapıt karıştırıldığında, yazarın bu kez bir öyküyle gelmediği, öte yandan yapıtın açık biçimde, doğrudan roman tanımıyla örtüşecek bir verim de olmadığı görebiliyor. itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA M Saçlıoğlu anlatısında öyküyle romanın çalımı... tık bunun adını teknik olarak da koyabiliriz, felsefesel bütünlük, üçüncüsü söylensel bütünlük, dördüncüsü ise yazarın ketlenmeler yaratarak gerçekleştirdiği katlanmalı biçemsel bütünlük biçiminde özetlenebilir sanıyorum. Saçlıoğlu metinlerindeki som bütünlüğün ana taşıyıcısı bu dörtgeni bir geometrik yapı biçiminde görmek olanaklı o halde. ANLATIDA ÖYKÜROMAN KOLKOLALIĞI... Saçlıoğlu metinlerindeki bütünlüklü bu dörtgen yapı, tıpkı tabla oyunlarındaki zar gibi tüm değme noktalarında destekleyici bir başka yumuşak öğe tarafından karşılanıyor. O zaman söz konusu küp, her değme noktasında bir biçimde dramatik akslar tarafından bir sonraki istasyona taşınıyor hemen. Anlatı ister öykü isterse roman çalımıyla gelişsin, yazar bunları süreğen biçimde, birbirinin içinde halkalandırıp öyle yoğunlaştırıyor denebilir. Bir salyangoz, gövdesini kaydırırken kasılıp iteklemeyle kavkısını nasıl öne çekiyorsa geometrik küp konumundaki bu metinler de, bu yolla yani dramatik aksların kaydırıcı etkisiyle hep bir sonraki aşamaya, hemen ardından sonraki aşamaya taşınıyor… Bir örnekleme bağlamında İki ve Keçi’nin ilk bölümdeki “yaşı hayli ilerlemiş” anlatıcısını alabiliriz. Anlatıcı, bir antik metnin içinden sesleniyorcasına “daha geç olmadan” bir yolculuğa çıkmak ister. Oysa çok bildik bir durumdur bu… Ne var ki, düşsel anlamda kimi düşünürleri de yanına aldığı yolculuğunda bir kaza geçirir; bindiği kamyonun devrilmesiyle taşıdığı çok sayıda keçi birbirine karışır kazada: “Bulmaya çalıştığım kendim, keçilerde miydim yoksa çok uzakta mı? (…)…Her köşesi keşfedilmiş bir dünyada kendini bulmak için bir yere gitmek…” (3, 6) Yüz yüze gelip konuştuğu keçi, sorularıyla âdeta bir yol işareti gibi anlatıcıyı yönlendirir. Kendini “belki de yitirdiği yerde bulmaya çalışacak” (18); matematiğin ya da verili evrenin ışığında düşünmeye koyulacaktır anlatıcı: “Birken aynı, ikiyken karşıt” (16) olmak ne anlama gelecektir onun için? Anlatı, sonraki bölümde birden bir mavi yolculuk gezisiyle başlar. Bir ıssız adanın kayalıklarında görünen yeni bir keçinin, akkara ikiliğitekliği temelinde yeni sorular üreterek gelişir. Yazar, anlatının bu orta bölümünde, elinde denge sırığı bir ip cambazı gibi keçiyi “Pan”laştırırken, kendi yarattığı kültürler yönünden insanı sorgulamaya yönelir. Bir ile ikinin, tek ile ikideki bütünün bir araya gelip önümüzden resmigeçit yapması, çelişkiyle bireşimin, olumlamanın da önünü açacaktır kuşkusuz. Artık söylenin, bu yönde geçmişte kurulan söylen evreninin yeniden kurulmasına gelmiştir sıra. O halde üçüncü bölümde söz konusu küpün açılımı gerekecektir belki, bir küp köke gereksinim doğacaktır kendiliğinden. “Keçi insan ya da insan keçi olarak yaşama”nın serüveni olabilir bu. (92) “Bütün anlamına gelen” Pan’ın da önü açılır böylece. (98) Nitekim “keçiler, özgürlük sembolleri, hayvanların en başına buyruk, başıbozuk, başı dumanlı şeytanları” değil midir? (103) Zeus, “Sen doğanın ta kendisisin” der Pan’a, onu oğlak takımyıldızı yapıp ekler: “Cennete gidecek ruhların geçtiği kapı sen olacaksın. Onlara neşenle, coşkunla kendilerini sonsuz mutluluğun beklediğini anlatacaksın, yolu göstereceksin.”(150) Sonrasında başa dönen anlatı yerli yerine oturacaktır: “Ben… Büyük Pan… Tanrıların oğlu, tanrıların torunu, gökyüzü sonsuzluğundaki oğlak takımyıldızı, küçük adadaki keçiydim. İki renktim, iki ruhtum, ama bütündüm.” (157) On beş yılda verimlenen beş farklı kitap bir araya getirildiğinde, bunların bir başlangıcı, sonu olacak biçimde halka oluşturan metin durakları biçiminde algılanabileceğinin olanaklı olduğu seziliyor. Öyküden romana genişleyip daralmış ya da romandan öyküye sızdırılmış bir metnin, birbirine geçmiş yılankavi uçları, çatalları arasında parlayıp sönen, olmadık çakımlarla bizi silkeleyip düşünsel açıdan uçurduğu uçkunlarla durmadan dürten niteliğiyle bir anlatı bütünü bu. Bu metin buluşmalarını geniş bir yelpazede üst metin halinde toplayan bir kare ya da küp, karekök denklemi halinde geometrik, matematik, felsefi dönüşümleri yapılmış bir biçemden söz edilebilir burada… Yazarın bu anlatı serüvenini sürdüreceği, daha ileri noktalara taşıyacağı kestirilebilir. Ne var ki bu aşamada beş kitap üzerine gitmenin, bunların yapılarıyla ilgili düşünce üretmeye girişmenin, yalnız okur açısından değil, yazarın sonraki açılımları bağlamında da gerekli olduğu kanısındayım. SAÇLIOĞLU METİNLERİNDE SOM BÜTÜNLÜK Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nun yukarıda andığım beş kitabı özellikle dört açıdan som bir bütünlük taşıyor denebilir. Nedir bu dört yan biraz bunun üzerinde durmak gerek. Gerçekten de gerek dört kitaba dağılmış öykü toplamı gerekse İki ve Keçi anlatısında ancak felsefecilerin girişebileceği bütüncül bir evren kurmaya giriştiğini gözlüyoruz yazarın. Bu doğrultuda çoklu şaşırtmalarla nice biçemsel açılımlar sergilemesinin, bunları değişik yansımalara uzanan izleksel bir bütünlükle kotarmasının ötesinde, onda bu somluğu, ilk birkaç sayfada, ilk bölümcelerde, hatta ilk satırlarda algılamak olası geliyor bana. Bunu, yalnızca izleksel bütünlük sağlıyor değil. Böyle olsa kunt bir somluktan söz etmek güçleşebilir belki. Bunun yalnız izleksel bütünlük yansıttığı söylenebilir o zaman. Oysa bunu aşan bir durum söz konusu olmalı burada. Düşünsel arka alan yaratıp bu doğrultuda anlatıyı katman desteğiyle sıkılaştıran bir yoğunlaştırma eylemi de değil bu yalnızca. Çünkü yazar, tek tek öykülerinde, ama genelde bütün metinleriyle İki ve Keçi’de anlatısını, böyle bir dip arayışına bağlı yorumlamayla örüntülüyor denebilir. Bundan farklı olarak yazar tarihsel düzlemde veya uzamda, bunların destekleyicisi anlamında evrensel bir açılımın uzantısı halinde dünya coğrafyasına yönelik bir söylen birliği yaratmaya girişmiş görünüyor… Tarihsel zaman eşiğine bağlı bir uzamın, bu uzama yayılmış olayların analojik koşutluğu değil burada karşımıza çıkan. Günümüzü, o günün yaşanmış gerçekliği açısından yorumlama algısı denebilir herhalde buna. Demek izlek bütünlüğü, arka alanda yaratılan düşünce kazısı kadar söylene bağlı bir yapılandırma, som bütünselliğin ana taşıyıcıları olarak çıkıyor öne. Bu ana omurga yapılanmasına, son olarak biçemsel uğraklar da eklendiğinde enikonu bir kareyle ya da dörtgenle yüz yüze geliyoruz. Örneğin anlatıda “düşünce ketlenmeleri”yle öykü eşiği yaratmaya girişmek, art alan derinliği oluştururken gizemle enikonu ilişki kurmaya çabalamak, antikçağa özgü bir Delos problemi sunarcasına okuru böylesi bir evre buyur etmek vb. türünden biçemsel açılımlar bunlar arasında sayılabilir. Demek ki Saçlıoğlu anlatısında önümüze çıkan som bütünlük için, her biri kendi içinde küçük bütünlüklerden oluşan dört köşeden söz etmek daha akılcı olacak. Bunların altını yeniden çizersek ilki izleksel bütünlük, ikincisi düşünsel, burada ar Desen: Başak Oğuztaş Saçlıoğlu SAÇLIOĞLU’DA YURT PAYDASININ YERİ... Görüldüğü gibi Saçlıoğlu, küpü, tablada bir zar halinde sürekli çevirirken, zar, değme noktalarında dramatik aksların taşıyıcılığında bir sonraya, bir sonraya devriliyor hep. Ne var ki her kezinde birbirinden üreyen halkalar gibi bu sırada bizi yeni düşüncelerin çarkından geçirerek sorgulayıcı bir anlatı düzlemi getirip bırakıyor önümüze. Şimdi yeniden başa dönerek bir sağlama yapabiliriz kolayca. Ne demiştik bu dörtgenin köşeleriyle ilgili olarak yukarıda: izleksel bütünlük, düşünselfelsefesel bütünlük, söylensel bütünlük, çeşitli geçiş eşikleri içeren katlamalı biçemsel bütünlük… Sonra bunların kaydırıcı, taşıyıcı aksları olarak dramatik dolantı. Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nun bütün metinleri, anlatı bağlamında böyle somutlanıyor denebilir. Öykü ya da roman evrenlerinin veya anlatı uçlarının dönüp dolaşıp birbirine ulanışı bu verimleyişle olağan hale geliyor böylece. Yazarın, andığım beş yapıtı arasından hangisini alırsak alalım, tümünün de bu genel yapılandırmaya uyduğu söylenebilir bana göre. Bunların yanına, Saçlıoğlu metinlerinin düşlemci niteliği, getirilen evrenlerin ucu açık serüvenlerle örülü olduğu, kahramanların içlek bir gizemle yapılandırıldığı, hep bir “şey”in peşinde olduğu, bütün bu çıkarsamaların ahlaksal değerlerle örtüştüğü olgusu da eklenebilir ayrıca. Ne var ki bu yazıda Saçlıoğlu metinlerinin nasıl yapılandırıldığı üzerinde duruyorum daha çok. Bu noktada, onun İki ve Keçi adlı anlatısı bu yapılandırma biçiminin bire bir örneği bağlamında alınabilir. Yer yer öyküyle roman uçlarının, birer dolantı halinde önümüze gelmesi, dörtgenin yine dramatik aksların taşıyıcılığında ilerlemesi, ama sonunda bizi bambaşka soruların önüne sürükleyip bir bütünle yüzleştirmesi… Bu yakınlarda izlediğim Rodi Yüzbaşı’nın Miraz/ Umut (2010, 49’) adlı belgeselinde Ağrılı kahraman, yansıttığı halk anlatısında iki keçiden söz ediyor. Biri ak, öteki kara. Bunlar bir tepede buluşup tartışıyorlar, sonrasında ak olan karaya, kara olan da aka dönüşüyor. Nitekim keçi adına Anadolu yollarında rastlamak her zaman olanaklı. Sarıkeçililer, Karakeçililer, sonra bunların türevlerini anımsayalım. Ağrı’dan Afyon’a, Teke Yarımadası’na dağlara taşlara kazınmış bir “keçi kültürü”nü görmemek için kör olmak gerek. Şimdi Mehmet Zaman, kendi coğrafyamızda yeniden harmanlarken bambaşka bireşimler, dönüştürümlerle bunları önümüze getiriyor. Başak Oğuztaş Saçlıoğlu’nun buna eklemlenen keçi resimleri ise bir şölene dönüştürüyor anlatıyı. Bugün 26 Ağustos… Bu coğrafyada yanımıza keçilerimizi de alarak, hayvan bitki tüm yaban yaşamımızla birlikte, emperyalizme karşı toplumca ayağa kalktığımız gün. İşte Mehmet Zaman Saçlıoğlu, yurdumuza böylesine çoklu bir bakışla yaklaşmamız gerektiğinin de ipuçlarını döşüyor anlatısına. Gelin İki ve Keçi okumalarına dayanarak, biraz da böyle bakmaya çabalayalım yurdumuza… ? SAYFA 21 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1071
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear