25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Juan José Millas’tan ‘Dünya ve Ben’ Dünyaya soyunan adam Eserleri pek çok dile çevrilen ve bundan önce Sakın Yatağın Altına Bakma isimli romanı dilimizde yayımlanan Juan José Millas, otobiyografik öğeler taşıyan ve bir bakıma psikanalitik yöntemle kendini ölçüp biçerek geçmişine eğildiği Dünya ve Ben isimli romanıyla karşımızda. Ë Ali BULUNMAZ “Bazen beni aynı anda batıran ve yükselten bir yazının hayalini kurarım, beni hasta eden ve iyileştiren, beni öldüren ve yeniden canlandıran bir yazının.” Juan José Millas uan José Millas, buralarda kenarda köşede kalmış bir isim. Daha önce Türkçede yayımlanan Sakın Yatağın Altına Bakma adlı romanı, bu coğrafyayı Millas’la tanıştırmıştı. 1946 Valencia doğumlu yazar, Sésamo Ödülü kazanan ilk romanı Cerbero son las sombras’ı 1975’te okura sunmuştu. Romanları İngilizce, Fransızca, Almanca, Portekizce, İtalyanca, İsveççe, Danca, Norveççe ve Flemenkçe başta olmak üzere 23 dile çevrildi. El Pais ve başka gazetelerdeki yazılarıyla, İspanya ve Avrupa’da bilinen Millas, otobiyografik özellikler barındıran Dünya ve Ben isimli romanıyla 2007’de Planeta Ödülü’nü, 2008’de ise İspanya’da Ulusal Öykü Ödülü’nü kazandı. PSİKANALİZ Dünya ve Ben, otobiyografik bir roman olmasının yanında, var oluşu yazarın kendi var oluşunu sorgulayan bir kimliğe de sahip. Bu niteliğine bakıp da “Olamaz, bir tane daha mı?” dememek gerek. Bugüne kadar böyle birçok roman yazıldı, doğru. Ancak bu tür sorgulamaları olabildiğince farklı coğrafyadan yazardan görmek, ufku genişleten ve hiç yabana atılmaması gereken bir şey. Üstelik az tanıdığımız bir yazarla karşı karşıya olduğumuz da unutulmamalı. Millas’ın sorgulamaları, otobiyografik öğelerle beslenirken, bizi sarıp sarmalayan eskiye dönüşler ve hatıralar sayfalardaki yerini alıyor. Anne, baba, sokaklar, arkadaşlar, okul, mahalle… Hızla büyüyen bir çocuk ve çarpıcı biçimde değişen hayat da: “Büyümeye başladığımda, her şey çoktan çürümüştü: Annemle babamın hayatları bozulmuştu, bu apaçık ortadaydı ve bizimki de; ait olduğumuz sosyal sınıftan ve yerden zorla koparılıp alınmıştık. Yaz geçip bittikten sonra, evin de çürüdüğünü fark ettik. Yağmur yağınca duvarın çatlakları belirirdi; çatlakların altına ikide bir boşaltılacak kovalar koyup yatakların yerini değiştirmemiz gerekirdi.” Millas’ın anlatımında öne çıkan, kenSAYFA 14 J SAHNELENEN OYUN Tanrı’nın her dakika karşısında beliriverdiği bir dünyada “yaşamını süründürmekten” rahatsız bir Millas da var karşımızda. İstavroz çıkarmalar, din adamlarının ellerini öpmeler, dualar okumalar, cehennem, Tanrı’yı memnun etme ya da öfkesini uyandırmama… Ama Millas’a göre neyse ki günah çıkarma vardır da böylece “sayaç kolayca sıfırlanır.” Sağ elini kullananlara göre düzenlenen dünyada, pek çok şeyin eğri büğrü olduğunu düşünür Millas. Solakların penceresinden baktığında, hayatın tuhaf çilelerle örüldüğünün farkına varır. Bir şeyler ters ya da yanlış işler; Millas için “günahı tutan” sol el haksızlığa uğrar her zaman. Dünya ve Ben, okuru uzun yılları kapsayan bir zaman tünelinden geçiriyor. Bir insanın var oluşunun izlerini takip ederken ülke de değiştiriyorsunuz. İspanya’dan ABD’ye bir yolculuk başladığında, Millas da kaybettiklerinin parçalarını hatta bütünüyle kendilerini arıyor. O sırada oltanıza Millas’la ilgili; onun, yazarlığa adım atışına ilişkin bir cümle takılıyor: “Yazar oldun, çünkü gerçekliği değişikliğe uğratarak anlatmak için kaynaklar icat ettin.” Anlattığı her ne olursa olsun, istikrarlı biçimde süregelen bir aşk var. Millas’ın Maria José’ye tutkunluğu; onu tanıyışı ve sonra kaybedişi, peşine düşüşü ve Amerika’da onu tekrar buluşu. Maria José, her bölümde bir şekilde karşımızda. Onun aracılığıyla Millas bir Romanları 23 dile çevrilen Juan José Millas, El Pais ve başka gazeteözeleştiriye de girişiyor: lerdeki yazılarıyla, İspanya ve Avrupa’da tanınıyor. disiyle okurlar adına gerçekleştirdiği söyleşi; soruyor, yanıtlıyor, eşeliyor ve ortaya bir roman çıkıyor. Bir bakıma kendini ayrıştırıyor, psikanalitik yöntemle, olanı biteni gün yüzüne çıkarmaya, hayatından kesitleri kurguyla harmanlayıp okurla paylaşmaya yöneliyor. Onun yaptığı bir şey daha var: Uzun uzun annesinden, bazen babasından bazen de kardeşlerinden söz ettiği metinde, kendisinin hangi koşullarda ve nerelerden beslenerek kalemi eline aldığını anlatıyor. Gerçekliğe nasıl neşter attığını ya da sözlüklere nasıl gömüldüğünü de açık ediyor bu satırlar. Kitapta hızla bir kareden ötekine geçiyorsunuz. Millas’ın rahatsızlık duyduğu ki sorgulamaya, duyumsadığı bu rahatsızlıktan dolayı başladığı izlenimi uyanıyor pek çok şeyi sıraladığına tanıklık ediyorsunuz: Çocukluğunun hastalıkları, ilk gençlik yıllarının bunaltıları, yeni deneyimlerin ruhuna saldığı tuhaf huzursuzluk… Millas aracılığıyla, her şeyi ve her yeri dikkatlice süzen bir göze dönüşüyorsunuz bu sırada; kimi zaman bir davette kimi zaman da bir taksinin içinde. Her ayrıntı, zihninizi bulamaca çeviren bir nitelikle karşınıza çıksa da, belirli işlevlere sahip. Çünkü Millas kendini açarken, o ayrıntıları son derece ustaca kullanarak yoluna devam ediyor. Dört nala koşan bir atın üzerinde dengede durmaya çalışırken delirecek gibi oluyorsunuz ve o anda Millas imdada yetişiyor: “Delilik hayatın içinde bir yanlış yerleştirilmeden, bizim de bir parçasını oluşturduğumuz gizemli mantığın bir tür tezahüründen başka bir şey değildi. Hatalı olan, bunu bir sorun gibi içselleştirmekti.” Tutulduğu psikanalitik çözümleme, Millas’ın sokağından geçmemizi sağlar ken, aynı zamanda hem dünyasını görmemize hem de onun dünyayı görmesine olanak veriyor; geçmişteki sokağa, çocukluğunu, ilk gençliğinin kaldırımlarına: Annesinin henüz hayatta olduğu, babasının alet edevatlarla uğraşıp icatlar peşinde koştuğu evin bulunduğu sokağın hemen başına geliyoruz. “Maria José’nin gözüyle bakınca (…) belki de yanılgılar içinde bir romancıydım, tali meselelerde haklı ama işin özünü kaçıran bir romancı. İyi niyetli bir adam, solcu olduğu muhakkak ama gevşek bir soldan, yol arkadaşı cinsinden, faydalı bir budala; devrim arifesinde basamak yapılacak, lakin iktidara gelindiğinin ertesinde vurulması vacip biri.” “İşin özünü kaçıran romancı” olduğunu hissetse de Millas, kendini kar fırtınasının ortasında kalan ve boranın en cafcaflı yerinde bir eve sığınmayı başaran öykü kahramanı biçiminde de kurgular. Onu evine alan kişi ise Maria José’den başkası değildir elbette. Millas, metinde savruluş ve sürükleniş gibi temalar etrafında şekillendiriyor her şeyi. Ailesinin iç işlerini dışa aktarıp, adeta okurdan görüş istiyor. Dokuz çocuklu bir ailede kendisinin “hayaletlere özgü bir var oluş” sürdürdüğünü de bir kenara not ediyor. Bu “hayaletlik”, belki de Millas’ın kimlikten kimliğe girmesini, kişiliğinin bölünmesini ve kendisini bile şaşırtan bir hızla farklılaşmasını sağlıyor. Bazen cellat bazen de kurban gibi görüyor kendini. Geçmişini kaplayan ve bir labirente benzettiği mahallesi, onun için kimi zaman kör bir sıçan gibi dolaştığı iç avluya dönüşüyor, okulu ise yediği dayaklardan dolayı kaçmak için can attığı bir hapishaneye. Romanlarını oluşturduğu dönemlere tanıklık ettiğimiz Dünya ve Ben’de, özellikle yazar kimliğini dikkate alarak Millas’ı kurguyla gerçek, var olanla hayal ettikleri arasında geçişler yaşayan biri biçiminde nitelemek yanlış olmaz. Kendisine uyguladığı psikanaliz ve benliğiyle yaptığı söyleşi bunu açıkça gösteriyor. Sanki bir sahnede, yazıp yönettiği, zaman zaman da doğaçlama ve yorum kattığı bir oyun hissi uyandırıyor Dünya ve Ben. Belki de bu his, Millas’ı kovalayan bunaltıyı anlamamız yolunda bir kapı aralıyor bize. Millas, o bunaltıyı, anne ve babasının küllerini taşır gibi yanından ayırmıyor. Romanı neden ve hangi yöntemle yazdığını; niçin geriden başa doğru gittiğini en sonda açık eden Millas, yine yazma eylemi ve kendisine dair ipuçları veriyor: “İyi yazmak demek, diğer kısmınız geri kalanlarla iletişime geçip hayatını kazanmak üzere sanrının dışına çıkarken sanrının içindeki size ait olan o kısmı aynen okunduğu gibi kâğıda geçirmek demekti.” Millas, adı, soyadı ve yaşadıklarından yola çıkarak ya da dönüş yolunda, artık ne derseniz deyin, yazdığı Dünya ve Ben’de tüm yaşamının hayata geçen bir sahne olduğunu vurguluyor. Öyle ki Millas’a göre orada “kedere ya da düşlere, hastalığa ve hüsrana maruz kalan özneler değil, onların sahnesi bulunuyor.” Dolayısıyla ismi de “bedeniyle kaynaşan bir doku nakli ve protez”i çağrıştırıyor. Anne ve babasının küllerini savurması, ismini de rüzgâra emanet etmesi ve tabii bir de romana son noktayı koyması anlamına geliyor. Usul usul anlatıyor Millas; geçtiği tüm yolları, tanıdığı bütün insanları, geride kalan, onda iz bırakan herkes ve her şeyi. Okunan her satırda çocukluğunu, gençliğini, ailesini, aşklarını ve kendisini kuşatanların toplamını yansıtan Millas, otobiyografik romanıyla, kat kat giydiği elbiselerini atıyor üzerinden; adeta dünyaya soyunuyor. ? bulunmazali@hotmail.com http://bulunmazali81.blogspot.com Dünya ve Ben/ Juan José Millas/ Çeviren: Saliha Nilüfer/ Hayykitap/ 216 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1071
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear