Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Nihat Ziyalan’la ‘Attım Kapağı Yurtdışına’ üzerine ‘Lise öğretmenim için kurmacamın gerçeğini yazdım’ Günışığı Kitaplığı’nın “Köprü Kitaplar” dizisinin onuncu kitabı Nihat Ziyalan’ın Attım Kapağı Yurtdışına adlı romanı. Ziyalan, İstanbul’dan Sidney’e uzanan bir öyküyü anlatıyor. İstanbul’da ilk aşkı, aile bağlarını, gelecek endişesini ele alırken Sidney’de gurbetçilerin iki farklı kültür arasında kalmışlığına, sığınılan değerlere ve yabancılık duygusuna tanıklık ediyor. Ziyalan’la kitabını konuştuk. Ë Adil İZCİ ir ilk gençlik kitabı Attım Kapağı Yurtdışına. Belli ki otobiyografik esintiler de taşıyor. Romandaki Altan sanki biraz da sizsiniz. Anne, anneniz ve baba, babanız, kız kardeş de kız kardeşiniz gibi duruyor. İlk kent Adana değil ama İstanbul. Doğru mu bu saptamalar? Kesinlikle otobiyografik değil. Annem, babam, kız kardeşim hiç değil. Salt kurmacamın gerçeğini yazdım romanımda. Tohumunu Günışığı Kitaplığı’ndaki arkadaşlar attı: Müren Beykan, Mine Soysal ve Hande Demirtaş. “Köprü Kitaplar” dizisinin başında Semih Gümüş’ün de olması benim için çok önemli. 2009 yılında Çukurova Ödülü’nü almak için Türkiye’ye geldiğimde bu hanımlar bana daha önce hiçbir yayınevinden görmediğim bir ilgi gösterdi. Oysa seçkilerinde salt bir öyküm çıkmıştı. Üç kez buluştuk. İki kültür arasında kalmış gençleri işleyen bir roman istediklerini söylediklerinde kafamda notlar aldım. Rahmetli lise öğretmenimin bana verdiği emek için yazmalıydım. O tuttuğum notlarla daha İstanbul’dayken çalışmaya başladım. Yazmak istediklerimi hayalimde yaşatarak kendi gerçeğimi yarattım. Kurmacamın gerçeği bu. Bu hayatı salt hayalimde yaşadım. Aslında bana bu romanı yazdıran editörüm Müren Beykan’dır. “ZAMK OLABİLECEK BİR HAYAT KESİMİ HAYAL ETTİM” Bunu biraz açar mısınız? Otuz yıldır yaşadığım Sydney’de çeşitli İngilizce dergilerde işlerim yayınlandı. Burada editörün ne olduğunu anladım. Şiirlerimin çevirisi için evime gelen Heat dergisinin editörü İvor İndyk’i unutamam. Bütün gün çevirmenimle şiirlerim üstünde çalıştı. Bu kişi ABC televizyonuna program yapan zamanı kıymetli biriydi. Türkiye’de beni böylesi yönlendirecek bir editörü sabırla bekledim. O kalitede bir editör olduğunu bu romanı yazma sürecinde Müren Beykan gösterdi. Romanın gelişmesinde bana SAYFA 4 B zaman kaybettirmedi. Biçimlenmesinde, gelişmesinde, beni incitmeden yönlendirmesini bildi. Her yazarın böyle bir editöre rastlamasını ve birlikte çalışmasını dilerim. Anlattığınız orta halli, kendi dünyasında kimseye zarar vermeden yaşayıp gidenler. Acaba böylesi insanların, hatta orta halli de değil, yoksul insanların hayatları daha mı sıcak? Roman boyunca o sıcaklık hep var oldu doğrusu! Editörüm “okuyanın eline yapışsın” dedi. Ben de zamk olabilecek bir hayat kesimi hayal ettim. Kahramanım Altan’ın içine, on dokuz yaşın delifişekliğini üflemeye çalıştım. Aşkı Yasemin ve kız kardeşi Şerma’nın da, o yaşın sıcaklığıyla pişmesini istedim. Bu söz ettiğimiz hayat sıcaklığı, seçilen mekânlardan (Asmalımescit, Galata Köprüsü altı vb.) ileri de geliyor olabilir mi? Kahramanlarımı ancak bildiğim mekânlarda gezdirebilirdim. Ben de öyle yaptım. Bildiğim yerler olunca fokurdama kendiliğinden oluşuyor. Romanın çatısını sanıyorum öncelikle “kuşak çatışması” üzerine oturtabiliriz. Altan ile baba, bu bağlamda en önde duran iki kişi. Sonra da Elif ile Sadık Amca. Bu kuşak çatışmalarını elbette bilerek koydunuz romana. Birtakım amaçlarınız olmalı. Biraz söz edebilir misiniz? Evet. Kesinlikle kuşak çatışması. Fakat bunu, biraz Arabesk olacak ama “saf bir aşk”la dengelemeye gayret ettim. Bir de, her gencin kafasında, kapağı yurtdışına atma saplantısı vardır. Kapağı yurtdışına atarsın ama karşılığını da ödersin. İşte bu romanda nasıl ödendiğini işledim. İstanbul ve Sidney… Nerede olursa olsun, ne kuşak çatışmaları olursa olsun, hatta Altan ile Şerma arasındaki kardeş çekişmelerini de katabiliriz, temiz bir dünya var roman boyunca. İdealize edilmiş değil, temiz bir dünya. Öyle ki insanı içine içine çekiyor. Mutsuz, hayata küskün bir insan bile bu kitabı okuyacak olsa, kendisini, iç dünyasını yeniler gibi geliyor bana. İyimserlik uyandıran, hayata bağlayan yönleri çok romanın. Ne dersiniz? Yazım felsefem, hayatın kırışıklarını sözcüklerimle boyamaya dayanır. Karamsarlığa geçit yok. On dokuz yaşındaki Altan, daha doğrusu o yaştakiler için, bir bakış, bir gülücük yeterli. Çünkü gençlik coşkusuyla hissedilen, kutsal titreşimler bunlar. İntihar etmeye kararlı biri, benden bir şey okuyunca vazgeçmeli. “CİNSELLİĞİ KULLANARAK GENÇ OKURUN İLGİSİNİ ÇEKMEK BANA GÖRE BİR YOL DEĞİL” Bir de bunu yeniden duymak olanağı veriyor roman: En güzel hayatlar, belki de kendi olağan seyrinde giden hayatlar. Her günkü düzeninde hayatlar. Örneğin Altan, Yasemin’lerde geçirdiği bir gecenin sabahında, “İyi ki yarı uyanıkmışım, yoksa fırından yayılan kokuyu nasıl duyacaktım?” diyor. Taze ekmek kokusu: Ne derece olağansa o derecede de olağanüstü! Belki de böylesi ayrıntıları ayırt edebildiğimizde hayatlarımız bir şeye benziyor? Ayrıntı, hayatımızı derinleştirirken ona büyü katar. Gençler ayrıntıya kulak asmaz. Ama bu romanı okuyan, demek böylesi de varmış diyebilir. Yaşadığını sorgulamaya kalkabilir. Altan, sonunda “attı kapağı yurtdışına” ama kültürel bocalama da başladı. Gerçi büyük bir bocalama yaşamadı. Hepsinden önce, gittiği Sidney’de yurttaşlarını buldu. Bir anlamda köklerine az da olsa bağlandı. Belki kültürel bocalamadan çok yurt ve ev, aile hasretinden söz edebiliriz. Bu süreçte kendisine olağanüstü hayranlığı da biraz biraz törpülendi. Bütün bunlara bakarak böyle mi düşünmeliyiz: Kabuğunu kırmak, ötelere, hatta uzaklara açılmak, yalnızlığı, kendi ayakları üzerinde durmayı denemek… Bir hayat olgunluğuna varmak için, hepsi de gerekli bunların. Ne dersiniz? Hangi gençte kendine hayranlık yok? Yanılgı, hep genç kalacağını sanmaktan gelir. Yurtdışına kapağı atınca, bocalamakla birlikte, yukarda söylediğim gibi karşılığını ödemek de var. İşin en acı yanı, aşkınla da bunu ödemek. Bizde şöyle bir söylem var: Askere giderse adam olur. On dokuz yaşında yurtdışına gitmek, askerlikten daha çabuk olgunlaştıran bir yaşam biçimi bence. Ailene yük olmamak için, bir işe girip para kazanacaksın ve dil kursuna koşturacaksın! Bu romanı yazdım ama şimdi bunu düşünmek bile istemiyorum. Kitap okuduğu için Yasemin’i kendinden üstün gören Altan, Sydney’de, kitap Kemal Abi sayesinde okuma alışkanlığı edinir. Bence bu, ödemenin yanında bir kazanım. Adam olmanın adımlarından biri. Roman, bir yandan da Altan ile Yasemin’in gönül bağıyla gelişiyor. Bu aşkı da çok sevdiğimi söylemeliyim. Kaba cinsel dürtülerin değil, birbirini tamamlayarak var olmanın güdülediği bir aşk bu. Varlığından, izleyici olarak da sevinç duyulacak bir aşk. Bu bağlamda da genç okurlara nitelikli bir örnek oluşturacağını düşünüyorum. Bu konuda sizin görüşleriniz ne? Tensel cinselliği kullanarak genç okurun ilgisini çekmek bana göre bir yol değil. Hem öğretmenim kulağımı çeker. Dediğim gibi gamzede açılan bir gülümseme, bir bakış, birkaç dakika el ele tutuşmak, gençleri uçuracak bir coşku. Romanda hoşuma giden bir de yer yer ince gülmece oldu. (Örneğin, Altan bir yerde “Temiz temiz dayak yemek için, iyice yıkandım” diyor) Türkçeye belirgin bir özen de dikkat çekiyor. (Örneğin “hoparlör” yerine “sesbüyütür”ü kullanıyorsunuz.) Diliniz, yalın ve doğal. Bir zorlama, ille yazınsal bir biçem oluşturma, dil cambazlığı gibi çabalarınız yok. Romanın genç okurlar için bu tür özellikleriyle de ilginç olacağını düşünelim mi? Güler yüzlü bir dilim olsun diye, on beş yaşımdan beri kalemimi terbiye etmeye çalıştım. Asık yüzlülüğe bir tepki belki de. Benim kuşak, arı Türkçeye baş koydu. Dilde yalınlık, konuşma dili, doğallık, metne tazelik kazandırır. Daha önce yazılmamış gibi yazmak zamana dayanıklı kılar. Dilden düşmezsiniz. Sözcüklerle oynayıp, cambazlık yaptırmak, okuyucuyu soğutur. Ne demişti editörüm: Okuyanın eline yapışsın! Sözcükleri değil anlamı yarma peşindeyim. Bu ayrıntıyı getirir. Ayrıntı da tazelik demek. Son tümceyle birlikte, sanıyorum çoğu okur, bir yarıda kalmışlık duygusu yaşayacak. Hepsinden önce, ne olacak Altan ile Yasemin’in aşkı? Biraz Yeşilçam diliyle soralım: “Sevenler bir gün kavuşmayacak mı?” Altan, kendini beğenmişliği iyiden iyiye terk edecek, hayatını belirli bir düzleme oturtacak mı? Okuyanın hayalinde yürüyecek bir son olmasını istedim. Her okuyucu kendine göre kurup gidecek. Hayallerde yürüyen bir roman, tartışma isteği de uyandırır. Bu roman, sonuyla bile, okuyanda tartışma isteği uyandıracak. 2010’da sizi etkileyen yazarlar oldu mu? Ferhan Şensoy’un Karagöz ile Boşverin Beni’si çarpıcıydı. Daha önceki Şensoy çizgisinden değişik, başyapıt özelliği taşıyan bir roman. Aynı çarpılmayı Selim İleri’nin Bu Yalan Tango’sunda da yaşadım. Bu romanlar üstüne uzun uzun konuşmak isterdim. Öneririm okuyucuya. Bir de Sadık Aslankara’nın Türk yazını için yaptıklarını heyecanla izliyorum. Gençleri yüreklendirme çabası, sanatın her kolunda yol gösterici gayreti, onu gözümde kahraman yapıyor. ? Attım Kapağı Yurtdışına/ Nihat Ziyalan/ Günışığı Kitaplığı/ 204 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1089