22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

OKURLARA gibi bu yıl da yılın yerli ve yabancı yapıtlarını seçti. Seçiminin gerekçesini şöyle özetliyor Altun: “Kitabistan, ülkenin yükselen sığlık katsayısı koşutunda bir yıl geçirmedi mi? ‘Çok satan’ listeleri; okuma listeme giremez tarihi romanlar, çalakalem yazılmış, zamanlaması ilginç anı kitapları ve sözde belgesellerin istilası altındaydı. Nitelikli kitap açığı bir ölçüde çevirilerle giderildi. Kitabevi raflarında, iyi ama çok satmaz yapıtları bulmak da zorlaştı. İkinci el kitap piyasası da ‘internet şebekesinin’ ağına düştü. Sahaflar azalan ziyaretçi sayısından, kitapçokseverler sahafların çoraklaşmasından yakındılar.” Altun’un bu gerekçesi yine de iyi yapıtları bulup çıkarmasını engellemiyor elbette. Yine çok konuşulup tartışılacak bir seçim var elimizde. Yaşar Kemal’in ‘Bugünlerde Bahar İndi’ adıyla yayımlanan ve üç bölümden oluşan kitabının ilk bölümünde 1941 ilkbaharının Mayıs’ındaki altı güne ait günce bulunuyor. Bunlar, 19411942’deki batöz ırgatlığı güncesi olarak belirtilmiş yazar tarafından. İkinci bölümde diğer şiirler, üçüncü bölümde ise “Kırmızı Deynek” isimli nehir şiir yer alıyor. Kitabı Ali Taş değerlendirdi. Murat Gülsoy kısa zaman aralıklarında farklı türlerde kitaplarını okurlarıyla buluşturdu. ‘602. Gece’ adını verdiği denemeleri, ‘Karanlığın Aynasında’ adlı romanı ve şimdi de ‘Tanrı Beni Görüyor mu?’ Bu yeni yapıtı, Gülsoy’un geçmiş zamandan günümüze yazdığı öykülerden oluşuyor. Son dönem çalışmalarında deneysel çalışmalara da imza atan Gülsoy kitabını, unutmahatırlama, orta yaş bunalımları, inanç gibi temalar üzerine kuruyor. Murat Gülsoy’la yeni kitabını konuştuk. Selçuk Altun her yıl yaptığı P M athias Enard’ın henüz piyasaya çıkmayan romanı Onlara Savaşlardan, Krallardan ve Fillerden Sözet’i okumaya başladım. Bir önceki romanı İstanbul’da bitiyormuş, bu bütünüyle İstanbul’da geçiyor: Michelangelo’nun, II. Beyazıd’ın çağrılısı olarak Haliç’e bir köprü yapmak (Leonardo’dan sonra) amacıyla gelişimin biraz belgesel tınılı romanı. 72 doğumlu Enard, Arapça ve Acemce biliyor, Barselona’da yaşıyormuş. ervasız Pertavsız ENİS BATUR Sıcağı sıcağına okumak Kitaba sonra gelirsem gelirim, beni bir kez daha, sıcağı sıcağına okuma konusuna döndürdü. Kendi dilimde, ülkemde bile bir takipçi değilim ben, okur özelliğimle: Her yıl çıkan sayısız yeni kitaptan pek azını hemen okumaya kalkışırım. Yakın dostlara gönül borcu vardır, geciktirmeye gelmez, alınırlar. Neyse ki sayıları düşüktür, verimlilikleri de! Onlara, yazdıklarını merakla beklediğim için geciktirmeden okumaya giriştiğim bir avuç şairi ve yazarı eklemeliyim. Sözün özü, sıcağı sıcağına okumak önde gelen tasalarım arasında sayılamaz pek. Edebiyatın, daha doğrusu yazılı metinlerin evrensel ölçekli sorunlarından biri, özgün dil ötesinde çeviriye muhtaç olmaları. Yeni filmleri, taze ürünlerin yer aldığı sergileri, kaydı gerçekleşmiş besteleri anı anına izlemek merak ve olanak çerçevesi oturmuşsa kolay. Yazılı metni, yazıldığı dilden okuyamıyorsanız bekleyeceksiniz. Günümüzde, bir parça tecim şansı görülüyorsa, kimi yapıtlar gecikmeden temel dillere çevriliyor. Oradan, öteki dillere sıçrıyor ilgi. Gelgelelim, çoksatar gizilgücü olanları ayırırsak, son derece dar ölçeklerde geçerli o ilgi. Bazı yazı türlerinin, örnekse şiirin ve denemenin, sıcağı sıcağına çeviri yapılacak kadar benimsendiğini söyleyemeyiz. Meraklı sayısına bağlı yazının yazgısı. Bereket, gönül vermiş yayıncıların soyu hâlâ tükenmedi: Göze alıyorlar. Geçen hafta, yeni çıkış iki şiir kitabını görür görmez edindim, ilk okuma seanslarımı yaptım bir ikincisi gelecektir. Milo de Angelis’in Elvedâ İzleği 2005’te çıkmış İtalya’da; Zanzotto’nun Phosphenes’i ise 1983’te. Arkadaşım Milo’dan haber alamaz olmuştum; eşi kanserden ölmüş, şiirleri doğrudan ağrı yüklü. Nasıl çevrilmiş kitabı, çok gecikmeden? Zor bir şiir değil Milo’nunki, etmenlerden biri belki; Viareggio ödülünü almış İtalya’da, ola ki ikincisi; Nous yayımlamış Fransa’da kitabı, gözüpek bir taşra yayıncısı. Zanzotto’nun şiirleri tam anlamıyla çetin ceviz; 27 yıl gecikmeyle çevrilmeleri buna mı bağlı? Er ya da geç, çevrilmişler gene de. Başka okurlara doğru kapıların açılması demek bu. Yakın takip bağlamında sorun farklı ama. Zanzotto 90 yaşında; bu şiirleri 197581 arası yazmış, bugün hangi noktada olduğunu gösteremez kitabı (gerçi, sonraki dönemlerinin şiirleri daha önce çevrilmişti!). Milo de Angelis’inki öyle değil, geldiği yerin habercisi; bugünün şiiri konusunda fikir verebilecek ürünler arasında. * Sıcağı sıcağına okumak bazan bir gereksinmedir, yazan kişide özellikle. Yaş ilerlerken önemi gitgide azalsa da. Taze ürünü tazeliğinde tartmanın bir işlevselliği var ayrıca: Geçenlerde Unanumo’nun yıllar önce çevrilmiş ve kaybolmuş bir şiir kitabına rastladım sahafta; alacaktım, değer verdiğim bir yazar ne de olsa, karıştırdım, biriki şiiri okudum, vazgeçtim: Eskimiş buldum o şiirleri. Kitapla yayımlandığı yıl karşılaşsaydım (ki olanaksız: Michelangelo ve İstanbul: Şık formül. Sessiz Ev ya da Henüz doğmamıştım!), bakış açım değişik Beyaz Kale hizasında bir roman Enard’ın kitabı. olacaktı. Bugünün şiiri, denemesi, romanı eskimeyecek mi elli yıl sonra? Bir kere, benim okur olamayacağım bir dönemden söz ediyorum, unutmayalım. İkincisi: Eskiyenlerin yanında eskimeyenler kalacak. Lorca eskidi mi? Geliyor sıra, sıcağı sıcağına okunmaya. Yazdıklarımız başka dillere çevrilsin dileğinin altında farklı kaygılar duruyor; tanınmak, doğrulanmak, onaylanma duygusunu pekiştirmek, artık nasıl tanımlanırsa duygu ve düşüncelerimiz. Gecikmeden olsun istiyorsak, birazı sonucu görmek, tatmak için şüphesiz, birazı da kayma büyümesin diye. Orhan Veli’nin şiirleri geçen yıl çıktı Fransızcada: Çok geç değil mi? İyi şiir okuru, kitabı eline aldığında, benim Unanumo önünde düşündüklerimi düşünmeyecek mi? Her şeyin bir doğru zamanı olduğu doğru. * Enard’ın romanını iki çırpıda aradan çıkardım. Düzgün ama düz bir anlatı. Baştan uca bir yatay eksende gelişiyor, dikey boyutu neredeyse yok gibi: Dolayısıyla derin bir yapıttan söz edemeyiz. Her kitap bir şeyler kazandırır, katar okura, şüphesiz; gene de hemen hemen sıradan bir roman okuduğum düşüncesine varmışsam sonunda, kendime bir parça içerlediğimi itiraf etmeliyim. Neden, Botho Strauss’un Kongre’si beklerken, Enard’ın romanını elime aldım? Aslında zihnim enikonu yorgundu, hafifletmek istedim onu, demek uygun bir kitap seçmişim. Kongre, belli ki o koşullarda ve hızda okunacak romanlardan değil, yorgunu yokuşa sürmek olurdu Strauss’a girişmek. Nicedir yazarların da okurların da gözde kategorilerinden birini oluşturuyor ‘tarihsel roman’lar. Michelangelo ve İstanbul: Şık formül. Sessiz Ev ya da Beyaz Kale hizasında bir roman Enard’ınki; Benim Adım Kırmızı’nın altında, Yourcenar’ınkilerin ve Gülün Adı’nın çok altında kalıyor. Gerçeksilik andına sadık yazar, ön araştırmasını yapmış, bağlamı iyikötü tanıyor, gelgelelim roman yüzeyde seyrediyor hep. O haliyle pekâlâ “iş” yapabilir: Ortalama okur için biçilmiş kaftan. ‘Böyle bir şey’ yazmaktan ödüm kopar benim. Kaynağında insan olma koşuluna ilişkin karmaşası beklemeyen bir metin kurmaya, bunun karşılığı bir yazma sorunsalı beklemeyen bir metin kurmaya silah zoruyla bile kalkışmayı aklımdan geçirmem. Hayat kesitleri, sık sık filizler peydahlar imgelem cephesinde: Pek azını ‘sinopsis’ haline getiririm, çoğunu ‘fikir defteri’ne düşmekle yetinirim. Kaldı ki hemen tümü yukarıda çerçevelediğim tanıma az ya da çok uygun tohumlar içerir yetmez birine, ötekine yönelmek için: Bir metin kurmaya niyetlenmek için fazlası gerekecektir: Önünde kıvrandığım “Bir Su Masalı” dört dörtlük örnek işte: Gırtlağıma kadar doluyum o projeyle, girişeceğimden emin değilim oysa. Bir süre daha bekleyecek, elzemliğini tartacağım. Enard’ın romanı, sıkıştırılarak basılsa, 100 sayfayı güç bela bulur. Bunun yerine, 50 sayfada yoğunlaştırılacak, ekonomisi buna uygun biçimde kotarılacak bir ‘uzun öykü’, eksikliğini duyduğum derinliği devreye sokamaz mıydı? Konuda o vaat var bana kalırsa: Yazarda o niyet ağır basmamış ki! Yukarıdan aşağıya inecek bir anlatı az sayıda okuru ilgilendirecekti, soldan sağa versiyonun daha geniş bir kitleyi çekeceği kesin Enard’ın önceki kitaplarının cep baskılarının yapılmış olmasından belli hedefin ne olduğu. Bu soy bir açmazı var edebiyatın. ? TURHAN GÜNAY eposta: turhangunay@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Miyase İlknur?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal/ Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya/ Reklam Müdürü: Petek Öztürk?Tel: 0 (212) 251 98 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1089 SAYFA 3
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear