22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Gürkan Hacır’dan ‘Bizim Hep İnanmamızı İstediler’ Bildikleriniz ne kadar doğru? Gürkan Hacır merceğine aldığı bugünle, tarihte yaşanmış olaylar arasında bağlantı kurmuş. Hacır’ın Bizim Hep İnanmamızı İstediler adlı çalışmasının en önemli ayrıntıları, daha doğrusu anlattıklarının püf noktası söz konusu bağlantılarda yatıyor. Hiçbir tarihsel kişiliği karşısına almıyor, taraf tutmuyor; “buradan da bakın” diyor gibi yapıyor ama asıl olarak verilen bilgilerin eksik ve yanlış bileşenlerine, anlamlarına dikkat çekiyor. likle Türkiye gibi dışa Gürkan Hacır bağımlı ülke insanlarının çocukluktan kurtulamamış trajik varoluşunu sıkça dile getirir. Zira “Doğu insanı sorgulayıcı mantığa sahip değildir.” Üst bir söylemin dile getirdiklerine hemen inanmaya hazırdır. Bir anlamda “saftır.” Doğu insanının bugünkü durumunu yeniden değerlendirip analiz etmek gerekse de, şekillenen zemini doğru tarif etmekte yarar var. Bizim Hep İnanmamızı İstediler, Doğulu insanın düşünce paradigmasına yönelik bir eleştiri değil elbette. Gürkan Hacır, araştırmasında güncel ve tarihsel olaylardan yola çıkarak, gündemi ve toplumsal yaşamı etkisi altına alan ve toplumsal reel yaşamı biçimlendiren olaylar üzerine odaklanmış. Tabii bu kadar değil; Hacır, merceğine aldığı bugünle, tarihte yaşanmış olaylar arasında bağlantı kurmuş. Hacır’ın çalışmasının en önemli ayrıntıları, daha doğrusu anlattıklarının püf noktası söz konusu bağlantılarda yatıyor. Okuyucusunda ilk anda şaşkınlık yaratan bu etki ise bilinenlerin çeperini genişletmekle kalmıyor çokboyutlu düşünme konusunda da işlev görüyor. Daha çok, Osmanlı’dan yola çıkarak, Cumhuriyetin ilk biçimlendiği zamanların olaylarıyla bildiklerimizden tümüyle değişik olmasa da olayların seyrini belirleyen nedenselliklerinin farklılığı üzerinde duruyor. Böylelikle de, karşımıza bambaşka bir tablo çıkıyor. Söz konusu tablo ise bir hayli şaşırtıcı etkilere sahip. Tarih ve kültür mirası denilen şey, Oğuz Atay’ın, Selim Işık karakterine söylettiği gibi biraz da acıklı bir hal alıyor. “Kendime yeni bir önsöz yazmak istiyorum. Yeni bir dil yaratmak istiyorum. Beni kendime anlatacak bir dil. Çok denediler efendimiz. Allahtan, ne denediklerini bilmiyorum, Olric. Hiçbir geleneğin mirasçısı değilim. Olmaz, diyorlar. İsyan ediyorum. Az gelişmiş bir ülkenin fakir bir kültür mirası olurmuş. Bu mirası reddediyorum Olric. Ben Karagöz filan değilim. Herkes birikmiş bizi seyrediyor. Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada. Acı çekiyoruz.” YASAKLANMIŞ ALANLAR Bildiğimiz ya da bildiğimizi sandığımız yakınuzak sosyal, siyasal, tarihsel olayların bambaşka bir yüzüyle tanışıyoruz Hacır’ın araştırmasında. Bu arada belirtmekte yarar var; her ne kadar inanmak ve bilmek üzerine vurgu yapıp, paradigmalar üzerinde dursak da, egemen ideolojik mekanizmaların kültürel, geleneksel anlayışların üzerinde beliryici bir etki yarattığının ve söz konusu anlayışları biçimlendirdiğinin özellikle altını çizmemiz gerekiyor. Bu anlamda, gayri resmi, sosyal, siyasal, kültürel tarih çalışması demek yetmez tabii Hacır’ın araştırması için. Ele aldığı her olayın tubulaşmış haline de dokunuyor. Hiçbir tarihsel kişiliği karşısına almıyor, taraf tutmuyor; “buradan da bakın” diyor gibi yapıyor ama asıl olarak verilen bilgilerin eksik ve yanlış bileşenlerine, anlamlarına dikkat çekiyor. “Yahudi soykırımının gerçekten olup olmadığına ilişkin tartışmalar, 1950’lerden bu yana sürüyor. Az sayıda da olsa bazı bilim adamları İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilere karşı baskı ve zulüm yapıldığını kabul etmekle beraber anlatılan türde bir soykırımın olmadığını dile getirdi. Ama asıl büyük çıkış 90’larda oldu. Farklı ülkelerden birkaç tarihçi ve araştırmacı soykırım üzerine esaslı bir araştırmaya girişti. Ancak büyük engellerle kaşılaştılar. 9 Haziran 1942 tarihli Newyork Times gazetesi günde bin Yahudinin kamplarda öldürüldüğünü yazıyordu. Gazetenin yaklaşık bir öngörüsüyle söylediği rakam giderek kabul gördü. Kimse Newyork Times’ın kamp civarında muhabirinin olup olmadığına dikkat etmedi...” HABİL ADEM’DEN, TUNCAY GÜNEY’E “Aramızda Metres İlişkisi Var”, “İngiliz İşi”, “Osmanlı’nın İntiharı”, “Bir İttihatçı İyi Bir Dost”, “İttihatçıdan Kork”, “Atatürk’ü Tanıyor muyuz?”, “Solum Solum Sobe”, “Cunta İçinde Cunta”, “Örtülü Medya”, “Tez Akşam Oldu”, “Yapacak Çok İş Var”, “Fenerbahçe’yi Galatasaraylılar mı Kurdu?” gibi bölümlerden oluşan SAYFA 34 Ë Aysel SAĞIR nanmakla, bilmek arasında çok ince bir ayrım var. Çoğu kez, nesnel ya da öznel duruma göre şekillenmeye açık, yorumsal tavra da bağlı olabilir. İnsanlığa, tarihe mal olmuş olayları, yaşamları ve kişileri, nasıl bir düşünce, duygu durumuyla karşılarız? Ya, kuşkucu bakışın uzantısı olabilecek sorgulayıcı mantığın paradigmasıyla, tümüyle inanmaya dayanan düşünce şekli birbiriyle uyuşmak zorunda bırakılırsa? Oğuz Atay, 1970’lerin panoramasını sergilediği eserlerinde Doğu insanının, özel İ çalışmanın her bir bölümünün ilgi çekici alt başlıkları var. Bugünkü Ergenekon davasının seyri ve içeriği göz önünde bulundurulduğunda Osmanlı, Cumhuriyet tarihi ve dünya tarihinde yaşanmış olaylarla bağlantısı olmasa da, yaşananlar dikkate değer benzerlik taşıyor. Hatta öne çıkmış birtakım isimler bile bugünün benzeri roldeki kişileriyle ikinci kez tarih sahnesindelermişcesine benzerlik taşıyor. Ergenekon davası sanıklarından Tuncay Güney’le, Habil Adem’in arasında bir yol uzanıyor. “Habil Adem hem Osmanlı hem de Cumhuriyet döneminde hep müsamaha gördü. Yaptığı oyunlar görmezden gelindi. Çünkü o da Tuncay Güney gibi devletin kirli işlerinde kullanılıyordu. Habil Adem de tıpkı Güney gibi devlet emniyet teşkilatında çalışmıştı. Burada çevirmen kimliğiyle bulunsa da istihbarati çalışmalar yaptığı biliniyordu. Özellikle Nâzım Hikmet hakkında hazırlanan raporlarda da Habil Adem’in rolü olduğu söylenir.” Peki, Sovyetler Birliği ve İtalya’da yaşanan “Temiz Eller” operasyonuyla, bizdeki benzeri operasyonlar (Ergenekon) arasında nasıl bir bağlantı olabilir? Bağlantı bir yana, egemenlerin kendi içlerinde başlattıkları temizliğin dipsiz bir kuyu olduğu gerçeğini açığa çıkarıyor yazar. “Sovyetler Birliği’nde, İtalya’da Temiz Eller’i yürüten savcı Di Pietro’nun söylediği gibi bir durumla karşı karşıya kalınmıştı. Savcı Pietro, ‘Ben soruşturmayı ülkemin insanlarının mutluluğu için yapıyorum. Ama her iki evden birinden suçlu çıkıyor, artık insanlar mutsuz oluyor bu soruşturmadan’ demiş ve geri adım atmıştı.” Çanakkale Savaşı’na geldiğimizde ise adı konmamış olsa da enternasyonalist bir dayanışma örneğiyle karşılaşırız. “Kalınkeser Paşa aslında Alman Reform Kurulu adı verilen Alman subaylarından biriydi. Fakat aniden patlak veren dünya savaşıyla birlikte diğer Alman subaylarıyla kendini Çanakkale cehenneminin içinde bulmuştu. O yaralı olarak büyük savaşı atlatmıştı. Ama birçok Alman subay onun kadar şanslı olmadı ve yaşamını yitirdi. Bizlerle aynı siperde çarpışan Alman askerleri bugün İstanbul Tarabya’daki Alman Mezarlığı’nda yatmaktadır.” Bir arka plan çalışması olarak takip edebiliriz kitabı. Bizim Hep İnanmamızı İstediler, Cumhuriyetin nüvelerinin oluştuğu Osmanlı’ya da uzanıldığında, Atatürk gibi daha nice önemli aktöre karşılık gelen, bir anlamda, her karakterin bir önceki karakterle arasındaki etkileşimi ve alışverişi dikkate alan; bu yönüyle de, kişileri çevresinden, zamanından, olayların seyrinden soyutlamayan bir izlekle ivme kazanan bir niteliğe sahip. Dolayısıyla söz konusu çalışma, bu topraklarda yaşamış, hayatı ve tarihi biçimlendirmiş başta, Ermeniler, Rumlar ve diğer azınlıklar da olmak üzere hiç bir unsuru es geçmemiş. Örneğin, Abdullah Öcalan ve PKK meselesini masaya yatırmasa da, bugünkü siyasi anlayışa referans olabilecek kazılar yapmış. “Abdullah Öcalan, Osmanlı’da yaşasaydı ve Osmanlı onun başlattığı isyanı 30 yıl bastıramayıp, bir de onu ele geçirdiği halde asmamış olsaydı elbette paşalık ve valilik verirdi. Osmanlı hep yaptığı gibi bükemediği bilekle uzlaşmayı denerdi.” Özellikle kitabın sonlarına doğru, bugünün Türkiyesi’ne daha çok odaklanmış yazar. Yakın, uzak sosyal, siyasal, kültürel olaylar ve gelişmelerden yola çıkarak geniş bir pencere açmış. Bellek sorunu yaşayan bir toplum olarak, bir tür belleklere, yaşananların doğru hatırlanması için katkı sunmuş. Başka araştırmalar için başlangıç olabilecek bir kaynak diyebiliriz Hacır’ın çalışması için. Zira yazarın ele aldığı her konu, başka çalışmalar için de referans olabilecek nitelikte. ? Bizim Hep İnanmamızı İstediler/ Gürkan Hacır/ Destek Yayınları/ 346 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1081
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear