05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Turgut Uyar’dan ‘Yitiksiz’ Kitaplara girmeyen şiirler Mehmet Can Doğan’ın yayıma hazırladığı Yitiksiz, modern Türk şiirinin “efendimiz acemilik” diyen usta şairi Turgut Uyar’ın ilk ürünleri, kült kitabı Dünyanın En Güzel Arabistanı’na gelirken yayımladığı ve kitabına almadığı bazı şiirleri ile son döneminde yazdıklarından oluşuyor. Ë Nurduran DUMAN “Oturdum üç kişi için bir şiir yazdım Oturdum aklımı peynir ekmekle yedim” urgut Uyar’ın kitaplarına almadığı şiirleri: Yitiksiz hakkında düşünmek için özel zaman ayırmak gerek. Şairin şiiri üzerindeki haklarını: okurun ve sanat tarihçisinin o şiir üzerindeki haklarını… Farklı açılarda durup bir süre bakarak, düşünmeyi, hatta şiir çevrelerince yapılacak poetik bir tartışmayı gerektiriyor Yitiksiz. Şair tarafından hazırlanmadığından kitabın iç yapısı ve sesi için ille de bir bakış açısı aranmasına gerek olmayabilir. Ama yayımlandıkları tarih sırasına göre ilerleyen şiirlerin izinde bir şairin poetik yolculuğuna tanık olduğunuz için elinize yine de bir bütünlük, bir ses geçmiş oluyor. Yitiksiz’le buluştuktan sonra kişide böyle bir tortu kalıyor, çok değerli bir şey. Şairi tarafından hazırlanmasa da bir kitapta bütünlük ve ses yakalamak. Bunu Turgut Uyar’ın berrak, akan, içten ve her fırsatta sevgiyi işaret eden sesi ile yaşamşiir yolculuğunun kitap boyunca yine akıcı bir şekilde takip edilebilmesi sağlıyor elbette ama Mehmet Can Doğan’ın bir madenci gibi bir arkeolog, belki de bir astrofizikçi gibi çalışarak ortaya koyduğu emeğe de dikkat çekmek gerek. T öbekleriyle sesin, yaşanmışlıklarla imgenin arayışına giriyor ilk başlarda. Gurbet, yalnızlık, aşk ve özlem temalarına ölüm ve dirim sorgulamaları, yoksulluk, emekçi ve ezilmiş insan ekleniyor zamanla. Bazen de “North Star Destanından”da olduğu gibi döneminin toplumsal olaylarına kafa yoruyor şiiri. O zamanın İstanbulu’ndan, köy yaşamından, gündelik meselelerden ve masa başında geçmesinden hoşnut olmadığı kişisel dünyasından ipuçları veriyor sonra. 1954’te “Yitiksiz”le birlikte ses, duyuş ve havası değişen şiir “İkinci Yeni”ye geçiyor. O zamana dek, dertlerden de söz etse, duru, memnun ve dingin olan şair, yalnızlığı içselleştirip bazen bunalarak, ne aradığını aramaya başlıyor. Böyle böyle, arayışla serpilmiş zamanla boy atmış, sonunda kendi yatağına iyice yerleşmiş bir şiirin denize ulaşan öyküsü önünüzden çoğalarak geçiyor ve siz, bir okur olarak, bu sürece tanık olmakla geç de olsa hakkınız olanı almışsınız gibi hissediyorsunuz. Üç martı insanlara bakıp imreniyor bu öyküde… Bir adam iri bir lüfer çıkarıyor denizden. Sarayburnu önlerinden iri bir lüfer. Sait Faik görüyor onu: “Bir sokakta bir avuç güneş vardı/ Sait Faik gördü/ bir güzel deniz yayılırdı/ Sait Faik gördü/ yosma bulutlar vardı bilmezsiniz/ Sait Faik gördü/ bir güzel yaşamak vardı bilmezsiniz/ Sait Faik gördü/ şimdi sokaklar boş kaldı/ şimdi temiz defterler boş kaldı/ Sait Faik öldü.” “Sevişecek vaktiniz var mı sizin?” diye soruyor adam, yakaladığı lüferi Viranşehir’de pişirirken. Yelken şişiriyor, harman savuruyor, sonra dut döküyor Mecidiye köyünde. Üşüyor, ısınıyor, bir tuhaf oluyor insanlar arasında... Bir dost görüp sarılıyor bir şehrin çarşısında. Irgatlık ediyor, çobanlık yapıyor dağ başlarında. Çökelekle zeytin tanesiyle doyuruyor karnını. Dertleşerek yıldızlara baka baka, meydan ateşlerinde ısınıyor güz akşamları. Turgut Uyar seviyor insanı, toprağı… Yalın, zorlamasız bir sevgi bu. Doğru bulduğu için değil özü o olduğu için… Serseriliğe, insanlara, toprağa meyli var onun ve şiir kahramanı Rezzak’ın: “Rezzak on dokuz yaşındadır/ bir kış kömür ocaklarında/ bir kış inşaatlarda amele/ bahar geldi miydi kapkara sabanının başındadır.” Şair, biliyor ki Arapkir’de, ekin bolluğu sevincindedir insanlar, yaz bahçesi gibi tasasızdır çocuklar. Onun da sevinçten aslanpençesi kesilir elleri. Bu dünya yetmez ona, bütün kapıları omuzlamış, kimini açmış kimini açamamıştır o. Çünkü dünya hep girişmektir, sonsuz duman sonsuz ölüm sonsuz aşk deniz gibi hikâye herkes… Ah, hele İstanbul sevdikleri, o bir yandan severken kızaran dağ yemişleri… Sonra, bakışlarla gözlerle, bulutlarla yıldızlarla seviştikleri… “Bir yağmur yağsa beraber ıslansak” dedikleri: “Sen olsaydın, “Eldivenlerini unutma “Sakın yolda başka kadınlara bakma “Bak, cıgaran burada kalmış” derdin. Şimdi kulakların çınlıyordur mutlaka Çekilesi, öpülesi Küpeli mini mini kulakların..” ŞİİRDİR NE YAPSA YERİDİR Erikler çiçekteyken kucak kucak. Gün gelir herkes sevdiğini anlar, kaşla göz arasında. Şaire göre biz sabaha karşı oturup ağlıyorsak, bizim aşkımız vardır, kurumuş çiçeklerimiz vardır. Halbuki ot dağ başında, bir zalim rüzgâra karşı, en güzel yeşilinde yalnızlığın… Aşk demişken, Uyar’ın 1952’de Küçük Dergi’de yayımladığı “Aşk İçin Sekiz Mısra” şiirindeki sahiciliğe ve bu sahiciliğin sunuluşundaki ironiye dikkat çekmekte fayda var: “Gülüşmeler, çarpıntılar; iç çekmeleri/ kaçamak buluşmalara ara sıra geceleri/ göz gözü görmez tozpembeden yeşil GEÇMİŞTEN BUGÜNE Yedigün, Kaynak, Varlık, Hisar, Küçük Dergi, Yenilik, Şairler Yaprağı, Esin, Pazar Postası, Dost, Papirüs, Soyut gibi dergilerde ve Yaşar Nabi Nayır tarafından 1950’lerde yayımlanan şiir yıllıkları Yeni Şiirler’de yer almış ama Uyar tarafından sağlığında kitaplarına alınmamış şiirlerden oluşan Yitiksiz’in ilk şiiri “Sevdiğim” 1947 tarihli, 6+5 duraklı hece ölçüsüyle yazılmış. Son şiir “Bir Avcının Son Günü” ise 1976 tarihini taşıyor. Bu iki şiir arasında, genç bir şairin kalbinde şırıldamaya başlayan pırıltılı bir ırmak, bazen hızla bazen durgun, duru ama coşkuyla bazen, akarak kendine bir yatak açıyor. Yol boyunca dallanıp kollara ayrıldığı oluyor bu ırmağın. Bazen bu dalların başka şairlerin ırmaklarına katıldığı oluyor, başka şiir anlayışlarının göllerine de uğradığı… “Ölüme Dair Konuşmalar” şiiri ile Cahit Sıtkı Tarancı’ya, “Kitabei Sengi Mezar”ın başlığı ile Orhan Veli’ye, örneğin. Hece ölçüsü, uyak, redif, dize SAYFA 20 den/ zaten hep böyledir aşkın öncesi/ sonrası iki kere iki dört eder/ işte ben bir alımlı maceranın peşinden/ akşamları fasulye yiyip gazete okuyan bir adam/ üç çocuğun beybabası, bir kadının kocası.” “Ben Başka Türlü Şiir de Yazmasını da Bilirim (Yenilik, 1953)”, “İstanbullu Şiir (Yeni Şiirler, 1954)”, “Meytup 1960? (Dost, 1961)” ile “Meytuptur 1961 (Dost, 1961)” şiirlerine de dikkat edilmeli, güzel şiirler. Dost dergisi 1960 tarihli “İskambil Tayfaları Demeci” ve “Gecikmemiş” (Dost, 1961) şiirlerinde görülen biçim denemesine, ‘babaneciyim’e yazılan Meytuptur’larda bir de çocuk ağzından yazılmış farklı duyarlıklı bir dil katılmakta. Okuma yazması, ruh hali vb. durumları değişen çocuğun iki şiir arasındaki dönüşümünde, “babaanne” sözcüğündeki tek bir harfin varlığı ve yokluğunun oynadığı rol için “Şiirdir ne yapsa hep yeridir” diyorum. İlk şiirde “At at tut/ Suna topu tut at/ ben artık okla gidiyorum/ ne güzel gidiyorum/ bütün çocuklar hep gider akşama kadar/ ne güzel akşama kadar/ at at tut Suna kadar/ annem babam işe gidiyorlar/ sen gel babaneciyim/ sen gel” diyen çocuk, ikinci şiiri şöyle bitiriyor: “Biz sunaylan darıldık/ ben yalnızım darıldık/ hep yalnızdım darıldık/ bizim okulda ağaç var çıkarım/ havuzda var bizim okulda/ kocaman derin bir havuz/ balıklı havuz/ belki içine düşerim/ belki balıklar beni yer/ sen gel artık/ babaanne sen gel?????” 197576 yıllarında Soyut dergisinde yayımlanan “Kimbilir, Belki de”, “Baharda”, “Çocuklar Uzundurlar”, “Bir Yaş Günü İçin Laz Havası” ve “Bir Avcının Son Günü” mutlaka okunması, bilinmesi gereken şiirler. YKY tarafından yayımlanan Büyük Saat’in ikinci baskısında (2004) yer alan “Baharda” şiirine “Yitiksiz”den bazı dizelerin eklenmesi söz konusu. Uyar’ın en sevdiğim şiirlerinden biri olan “Tel Cambazının Tel Üstündeki Durumunu Anlatır Şiirdir” şiirindeki tel cambazının kahraman olduğu başka iki şiir daha varmış meğer: “Tel Cambazının Telden Düşerken Söylediği Şiirdir (Şairler Yaprağı, 1954)” ve “Tel Cambazının Rüzgârsız Aşklara Vardığını Anlatır Şiirdir (Kaynak, 1954).” İtiraf etmeliyim, sadece bu bilgiyi edinmenin sevinci bile, şiir üzerindeki haklar üçgeni –ŞairOkurSanattarihçisi ŞOS’ta “okur hakkı” açısının olduğu O noktasına daha bir yaklaştırıyor insanı. Ömrü oldukça bıkmadan güzelliği ve kardeşliği söyleyeceğini belirten şair, Mustafa Kemal Atatürk için yazdığı “Atatürk’ün” şiirinde “Ama artık bulutlarımız yenidir/ ama artık kuşlarımız yenidir” diyor. Oysa 1953 tarihli “Gecede Irmak” şiirinde gelecek günlerin karanlığını nasıl da öngörmüş: “Hiç kimsenin haberi yoktu, görseniz/ ırmak, sazlardan, düzlerden/ ırmak karanlıklar içinden geliyordu.” Bu dizeler, başka birçok şeyin haberini sırtına yüklenirken, sanki, bizi ta yıllar öncesinden, küresel ısınma illetine ve bu konuda hâlâ önleyici, iyileştirici kararlar almayanaldırtmayan zihniyete karşı da uyarmış. Bizim bu meseledeki kendi aymazlığımız ve aldırmazlığımıza karşı da adeta… Artık ne bulutumuz yeni ne kuşlarımız… Neyse, hadi gelin, ocaklarda bir lale olmanın düşünü gören mermerler için, şu parçayı ıslıkla bir deneyelim: Tiri ram ninam tiriram... ? Yitiksiz/ Turgut Uyar/ Yayıma Hazırlayan: Mehmet Can Doğan/ Yapı Kredi Yayınları/ 112 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1081
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear