29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

D er yazarın kendine özgü bir yazma alışkanlığı vardır. Daha ben el yazısından kurtulamadım. Elle düşünme arasında bir akım olduğu yalanına inanırım. Belki sözcüklerin çağrışım gücü, yazı alışkanlığımızı kolaylaştırıyordur. Sonra da yazdıklarımı daktiloya çekerim. Böylece gözden kaçan düzeltmeleri de yapmış olurum. Yazıyı belgegeçerle gazeteye gönderir, dizildikten sonra denetlemesini yapar, yayımlanmasını uygun görürüm. Biraz uzun, biraz karışık bir iş. Oysa bilgisayarda yazıp göndermek yeterli olacaktır. Üstelik hem zaman kısalacak, hem de yanlış azalacaktır. Biraz erken doğmanın kusurları bunlar. İnsan alışkanlıklarından kolay kurtulamıyor. Hem de bu kadar gözden geçtiği halde yanlışsız bir yazı çıkmıyor. DERGİLERİN BİR SÖZÜ OLMALI “Dergi Çıkarmak Sorumluluğu” üzerine yazdığım yazıyı ele alarak kimi ayrıntılar üzerinde durmak istiyorum (Cumhuriyet KİTAP, Sayı 1001, 23 Nisan 2009). Yazıda şöyle bir tümce var: “Büyük umutlarla çıkan nice dergi ve o umutları gerçekleştirmeden kapanıp gidiyor.” Ayrıntıları görmenin meraklısı, arkadaşım Attila Aşut, beni uyardı: “Sen ki yazılarında ‘ve’ bağlacını kullanmazsın. Üstelik bu tümcede ‘ve’nin yeri de yok. Dile özen gösteren senin gibi bir yazara bu yanlış tümce yakışıyor mu?” Attila Aşut bir yanlış bulmayagörsün, söylenir artık. Ataç’tan edindiğim bir alışkanlık olsa gerek, yazılarımda ‘ve’ bağlacını kullanmam. Zorunlu olsa bile, tümcenin yapısını değiştirir, kullanmamaya özen gösteririm. Yazıyı denetlerken tümcede olmayan ‘ve’ bağlacının sonradan nasıl ortaya çıktığını bilemem. Ufaktefek yanlışlar hep oluyor. Yazılarımla ilgilenen okurlar onları kafalarında kolayca düzeltebilir. Üzerinde durmaya değmez. Nitekim Cenk Gündoğdu’nun adına Koyuncu’nun da adı karışmış (Cumhuriyet KİTAP, İyi ki Şiir Var, 30 Nisan 2009). Attila Aşut’un beni asıl arama nedeni KIYI dergisinin 100. sayıyı değil, 200. sayıyı aşmış olduğunu anımsatmaktı. Bense bir kültür sanat dergisinin 100. sayıyı aşmış olmasını, tutunduğunu gösteren başarı ölçütü saymıştım. KIYI gibi bir derginin 200. sayıyı aşmasındaki emek birikimini ayrıca değerlendirmeyi gerekli görmemiştim. Anadolu’nun değişik bölgelerinde çıkan dergilere, edebiyata kazandırdığı derinliğe bakarak, özel bir ilgi duyduğumu belirtmeye çalışırım. Örnekse, AKKÖY dergisine, “Eh işte, köyde çıkan bir dergi!” deyip geçmemek gerek. Güven Pamukçu’nun yönetiminde, çağdaş edebiyata özel bir pencere açıyor bu derSAYFA 22 eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Dergiler arasında H gi. Arife Kalender üzerine hazırlanan “özel sayı”, çağdaş şiirimizin bu özgün ozanını daha iyi anlamamızı sağlıyor. (AKKÖY, Arife Kalender Dosyası, Mart Nisan 2009). Arife Kalender, kadın duyarlığına kişilik kazandıran bir ozan. Onun şiirinde cinselliği aşan, kadına Tanrısal bir güç kazandıran duygu birikimi var. “Kar Kiri”nden bir girişle anımsayalım onu: “Çağırdın geldim bir şehrin bir sokağında sokağın apartmanında bir kapı Çağırdın geldim buldum işte ya burdan parçalanmış bir beden ya da dağılmış bir ruh ile çıkarım.” Avanos, Nevşehir’in bir kasabası. Fuat Çiftçi’nin yönetiminde “ŞİİRİ ÖZLÜYORUM” dergisi, çağdaş şiirimizin ayrıntılarını yorumlamasını biliyor. Fuat Çiftçi, bilinen sözleri şiirden anlarmış gibi yineleyenlerin dersini vermesini bilen bir taşra aydını , (ŞİİRİ ÖZLÜYORUM, Vasat Ortamın Efendileri, Mayıs Haziran 2009). Dergide öne sürülenler içi boş, alışılagelmiş sözlerse Avanos’ta çıkıyor olmanın anlamı yoktur. Bize görmeyi öğretiyorsa, “Şiiri Özlüyorum Bir Müdahaledir” demelerinin anlamı vardır. KÜTÜPHANELERİN GÜCÜ “Dergi Çıkarmak Sorumluluğu” başlıklı yazım Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayınlar Genel Müdürlüğü’nün de ilgisini çekmiş. Sözü uzatıp durmanın bir anlamı yok. Edebiyatta işlevi olan bir dergiyi seçmek de artık önemini yitirdi. Ben biriktirilen dergilerin, araştırma yapacak kişiler için yararlı olabileceğini umuyordum. Demek onlar kullanıldıktan sonra atılıyormuş. İlgili Genel Müdür, Bakan’a açıklama yapmak gereksinimi duyarken diyor ki: “Ayrıca dergilerin sürekli olarak okuyucu hizmetinde oldukları dikkate alındığında yıprandıkları ve koleksiyon oluşturma veya sürekli saklanmaları mümkün olmamaktadır. Sürekli yayın veya kitaplarda koleksiyonların tamamlanması veya sürekliliği ancak derleme kütüphaneleri için söz konusudur.” Dergi çıkaranların yükünü hafifletmek için, Aralık’ta alınacak dergilerin saptanması, Ocak’ta da ödemelerin yapılabilmesi görüşümün de yasal bir geçerliliği yokmuş. Demek yasalarda böyle bir kolaylık sağlama olanağı bulunamayacak. Bunlar benim aklımın ermediği derin sorunlar. Hem, üniversitelerin süreli yayınları almak için yeterli bütçesi varmış. Demek onların Kültür Bakanlığı Kütüphaneleri’nden yararlanması gerekmeyebilirmiş. Ben de kalkmış bilmediğim işlerde “ahkâm” kesiyorum. Ortaöğretim öğretmenleriyle öğrencileri için de yeterli bir bütçe düzenlenirse, onlar da, halk kütüphanelerini rahatsız etmemiş olurlar. Zaten dergi birikimi de bulunmayacağına göre, boşuna kütüphaneye gelme sıkıntısına katlanmazlar. Peki kim gelecek bu kütüphanelere? Onlar illerin, ilçelerin bir yerinde göstermelik bir yapı olarak mı duracaklar? Onlara nasıl bir işlev kazandırmak gerekecek? Oysa kütüphaneye okuru alıştırmak için çekici yöntemler geliştirmek gerekir. Kütüphaneleri, kutsal bir tapınak gibi, okurların dinginliğe ulaştığı, kendilerini yenilediği bir ortam haline getirilmelidir. Anadolu’da nice kütüphane yöneticisinin, nasıl bir özveriyle, hangi zor koşulları yenmeye çalıştığını sezebiliyorum. Onlar da kütüphaneye bir kişi daha kazandırmanın özverili çabası içindedirler. ÖTEKİ BOYUTTAKİ GERÇEK Kültür sanat dergilerinin işlevi üzerinde dururken Anadolu’nun kasabalarında bile düzeyli dergilerin çıktığını anımsatmıştım. Abdülkadir Budak’ın Sincan’da çıkardığı SİNCAN İSTASYONU’nu Ankara dergisi, Emine Ömer’in Karşıyaka’da çıkardığı ALAZ’ı İzmir dergisi saymak gerekir. Ama Salihli’de çıkan “Bizim ECE” ile Nazilli’de çıkan “AZ edebiyat” (A’dan Z’ye edebiyat) dergileri üzerinde biraz durmak gerekecek. “Salihli Şiir İkindileri” bir gelenek oluşturmuştu. Bu etkinliklerde, gelişme gösteren özellikleriyle, çağdaş şiirimizi yaşatmak olanağı da bulunmuştu. Ama Salihli’de “Sanat ve Şiirin Elçisi” olarak çıkan “Bizim ECE”, 18 yıldır yayımını sürdürmesine, 142. sayıya ulaşmasına karşın, dergiyi yöneten Ahmet Otman, tutucu bir edebiyatın da geçerli olabileceğini göstermeye çalışıyor. İsmet Bora Binatlı’nın “Su Güzellemesi” manzumesini inceleyen Nurullah Çetin, bir şiire nasıl bakılması gerektiğinin öğretici öğeleri üzerinde duruyor. Nice kavramlara açıklık getirerek Fuzuli’nin “Su Kasidesi”yle karşılaştırıyor. Ama bu manzumenin şiirsel artalanını gösteremiyor (Bizim ECE, İsmet Bora Binatlı’nın “Su Güzellemesi” Şiirini Tahlil, Mayıs Haziran 2009). Bir manzumenin şiirsel artalanı olmayınca da, bunca öğretici açıklama neye yarayacak? Nazilli’de Kemalettin Bal’ın yönetiminde çıkan “AZ edebiyat’, kendine göre bir bakışı olan, şiir diline ivme kazandırmak isteyen bir dergi. İsmail Karakurt’un dil özellikleriyle şiire bakışı bu gerçeği yeniden gündeme getiriyor: “Şair, farklı bir yapıyı, bir kurguyu, özel bir duyarlığı, bir duygu halini daha güzel ve etkili anlatabilmek için her düzeydeki dil öğelerine yeni anlam değerleri yükler” (AZ edebiyat, Bir Dil Vardır Dilde Dilden İçeri: Şiir Dili, Üç Aylık Edebiyat Dergisi, Bahar 2009). “AZ edebiyat”ta yayımlanan ürünler bu anlayış doğrultusunda değer kazanıyor mu? Doğrusu onlara göz atarken hafif bir gülümseme geçiyor yüzümüzden. Berat Demirci, sözlü kültürden gelen bilgelerin yazıya girişememesinin nedenleri üzerinde duruyor. Yazmak belki de ateşten geçmek gibidir. Berat Demirci de sözlü kültürden mi geliyor? (Yazar Ne Yazar Ne Yazmaz). “AZ edebiyat”ın gerçeğe bakışında görülmeyeni görmek, gizemi anlamak anlayışı var. Kadim Gültekin de kendini bir başka boyutta arıyor (Öteki Boyuttaki Ben). Bilim “Öteki Boyut”u anlayabilmiş değildir. Gizli kavramları çözmeye çalışan şiir, “öteki boyut”u daha karmaşık duruma sokar. Kadim Gültekin, Hilmi Yavuz’a soruyor: “Araplar mazmunlar için ‘devenin karnındaki yavru’ tabirini kullanmışlardır. Şiir varlığın mazmunundan haber verme çabası mıdır? Şiir hakikatle ‘eşyanın hakikatiyle’ ne kadar ilişkilidir?” Tasavvufa güncel yorumla bakmadan gerçeğin gizlerine varılamaz. Hilmi Yavuz şiirlerinde bunu çok denedi. Ama o da Heidigger’den yardım umuyor: “Heidigger şöyle söylüyor: Hakikat Grekçede ‘Aletecia’, ‘saklı olanı açığa çıkarmak; ifşa etmek” demektir. Şiir bu ‘ifşa’ işini gerçekleştirir” (Hilmi Yavuz ile Söyleşi). Siyasetin kirlettiği yaşama koşullarında, gerçek, nice insanların canını alırken, bir düşte yaşar gibi, öteki boyuttaki gerçeği araştırmak, acımasız bir çelişki oluşturmuyor mu? YENİ YAZARLAR Ama yaşamın karmaşık akışı içinde kendimizi sınadığımız öyle ayrıntılar var ki, bir başkası için anlamsız olabilir. Herkesin yaşadığı gerçek, bir başkasının gerçeğiyle örtüşmediği için birbirimizi anlamıyoruz. Şu uçsuz bucaksız evrende bir toz tanesi gibi duran dünyamız canlı da, ötesi cansızsa, bu anlamsız boşluk neden oluştu? Kaldı ki, biz, yaşlı dünyamızda, her türlü canlıyı yok etme savaşımı içinde görünüyoruz. Dergiler arasında dolaşırken insanın kurtuluşuna emek veren yazarlarla karşılaşıyoruz. Dergiler, bir bakıma, yazarların gelişme gösterdiği kültür ortamları gibidir. “Yaratıcı Yazarlık Çalışmaları” da bu olanağı hazırlar. “Böyle kültür ortamları yazar yetiştirmez” sözüme Aydın Şimşek sitem etti. “Bu kültür ortamları yazarlık gücü olanları ortaya çıkarır” demem daha doğru olurdu. Nitekim bu ortamlardan gelen Hülya Soyşekerci, Mine Hoşcan Bilge gibi yazarlar kendilerini aşan bir çaba içinde görünüyorlar. Kültürsanat ortamı belli kişilerin tekelinde değildir. Anadolu’nun değişik bölgelerinde çıkan dergiler bu gerçeği kanıtlar niteliktedir. Yeter ki işlevi olan dergiler biriktirilebilsin, kütüphanelerde okurların ilgisine sunulabilsin. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1004
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear