25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Faruk Duman’ın büyüsü: ‘Sencer ile Yusufçuk’ Büyülü öyküler Faruk Duman, Sencer ile Yusufçuk’ta dilin zarafetini tüm göstergelerde açığa çıkarıyor. Geçmişten bugüne aktarılan birikim, öykünün sınırlıymış gibi görünen dar alanında açılıp genişliyor. Duman, kendi coğrafyasının geleneğini, dilini, toplumun kolektif bilinçaltını, birbirinden farklı yöntemlerle temposunu bir an bile düşürmeden anlatırken her bir öykü, aşkın bir evrenin kozmolojisinde seyahat ediyor. yelpazesinin oyun alanı içinde yerel motifler ve halk kültürü yaşatılır. Onun öyküleri ilkçağ maddecilerinden Herakleitos’un karşıtlıklar savaşına dayanan felsefesini; anlamı ikili karşıtlıklarda ortaya çıkarmaya çalışan, varlığın olanaklılığının dil ve sabit bir oyun içinde, öznenin/nesnenin bir iz bırakarak sürekli başka bir şeye evrildiğini işaret eden Derrida’yı çağrıştırır. Faruk Duman edebiyatı türlerin bütünlüğüyle yapısını kurar. GÖSTERGELER Son kitabı Sencer ile Yusufçuk’da, dilin zarafetini tüm göstergelerde açığa çıkarıyor Duman. Geçmişten günümüze aktarılan birikim, öykünün sınırlıymış gibi görünen dar alanında açılıp genişliyor. Kendi coğrafyasının geleneğini, dilini, toplumun kolektif bilinçaltını, birbirinden farklı yöntemlerle temposunu bir an bile düşürmeden anlatırken her bir öykü, aşkın bir evrenin kozmolojisinde seyahat ediyor. Kitapta yer alan altı öykü, ayrı dinamiklerle betimlenmiş; kurguya kimi zaman dil, kimi zaman yöntem, kimi zaman da durum hâkim. Kitaba da adını veren Sencer ile Yusufçuk öyküsünün çerçevesini, varlığın tözünü arayış süreci; onu izleyen saf aklın bu arayışa eşlik etmesi ve çevresindeki varlıklarla birlikte durumların gizli gerçeğine duyumlarla ulaşma serüveni çiziyor. Öykü kusursuz dil işçiliğiyle zengin bir hazine. Yerel ağızdan evrensel simgelere, sembollerin alegoriyle mücadelesine, birbirini çağrıştıran varlıkların ses benzerlikleriyle kullanılmasına kadar öykünün asıl kahramanının dil olduğunu gösteriyor. Ses ahengi, kitabın kapağında yer alan Klimt’in ‘Hayat Ağacı’ adlı resmi ve ressamın diğer resimlerindeki renk uyumuyla koşut halinde, ki öykünün kahramanlarından biri de her şeyi gösteren bir akasya ağacı. Anlatıcının bir anlamda gözü, barınağı, öykünün ise çekim gücü, kahramanların ortak eylemlerinin odağı. “Ben ki bitkin bir ağaçtım. Serüvenci bir ağaç. Annem yaz boyunca domates tepsilerinin başında nöbet tutmuş, gözümde korkusuz bir süvariye dönüşmüştü. Kalenin önünde, gururla. Ben de ağaçevimin tepesinde oturup. Tek gözlü bir kertenkele gibi uyuklamıştım. Ve böyle zamanlarda kılıcımı çekerek düşmanımı yere sererdim. Annem domates tepsileriyle bütünleşir, elinde uzun bir kaşıkla. Gözlerinden biriyle güneşe bakardı. Güneş gökyüzünde bir hacıyatmaz gibi dolaşır. Yaprakların arasında ışıldardı.”(s. 9) “Günlerimi, akasyama tırmanır, ağaçevimin altın kollarında geçirirdim. Gerçi bana serüvenler bağışlamış bu ev düşmandan azade idi. Yastıklarımla şemsiyemi yüklenerek çıkardım oraya. Bu gururlu, devasa ağaç burada, okyanusun bu tuzlu kıyısında korkusuz bir nöbet eri gibi kök salarak kollarını iki yana açmıştı. Sanki bir okyanus saldırısı; evin önüne geçerek kaşlarını çatmış, denizlerin uzak gemilerini gözetlemeyi iş edinmişti. Ben de bu kulede gözlerimi kısarak ufka bakardım. Ağaç gıcırtılar çıkararak sallanmaya başlar, rüzgâr bir celladın kırbacı gibi yüzümü döverdi. Yelken bezi patpatlar içinde gerilip açılır, yağmur yeri dövdükçe yerden toprak değil, şarap kokusu yükselirdi.” (s.10) Ağaç, “kule”ye; anlatıcının evi “JOHN SILVER’IN YERİ”ne dönüşür. Orası, denizcilerin, seyyahların, tek bacaklı Ahab’ın mekânıdır: “O vakit dönüp kıyıdaki eve bakardım. Pencerelerde titrek ışıklar belirirdi. Derken kahkahalar yükselir, şarap kokusuyla bu garip kahkahalar evin alnındaki yeni tabelayı açıklardı: JOHN SILVER’IN YERİ. Çok geçmeden barın kapısı açılır, ortaya geceyi orada içerek geçirmiş bir korsan eskisi çıkardı. Yüzünü seçemezdim ama o tek bacağıyla usul usul uzaklaşır, yağmura karışıp giderdi. Yağmur, bir at yarışıdır. Ben böylece ağaçevimin gıcırtısı içinde bir başıma, çevremde beni oyalayacak bir başka şey arardım; yağmurdan, sisten ve rüzgârdan başka.” (s. 10) Bu imgelemin hemen ardından ev yine somut gerçekliğini kazanır. Anlatıcı bu defa ailesiyle birlikte edilen bir kahvaltıyı betimler. Öyküde çok güçlü olan baba figürü canlanırken kahramanın işlevi masalın temel noktalarından birini oluşturur. “Babam gece geç vakiti yorgun bir atlı gibi dönerdi eve. At köpükler içinde akasyaya bağlanır, başından geçirilen yem torbası ile geçip gördüğü yerleri unutsun istenirdi.” (s. 14) Faruk Duman öykülerinin çok katmanlı, çok anlamlı derinliğine simgelerle inilir. Kurguyu çözecek anahtardır aynı zamanda simgeler. Bunun şifresi de okura duyurulur. Postmodern imge tekrar eden, akılda kolaylıkla kalabilecek klişelerle bütünleşmiş fetiş nesnelerine dönüşürken Faruk Duman’ın öykülerinde imgeler, yaşamın içinden seçilmiş karakterlerin olayların yansıttığı, varlığın içinde bulunduğu durumu tam anlamıyla karşılayan, gerçeklikle örtüşen, anlatıyı kuvettlendiren birer yapı taşıdır. Ortak anlamları işaret eden, tekrar eden simgeler tutarlıdır, atmosferde gelişerek derinleşir, anlamı katmanlaştırırken okura yabancı olmadığı ortamın rahatlığını yaşatır. Kaynağı modern edebiyat olan oyunsu kurmaca, öykülerin kurgusunda ana damarlardan birini oluşturur. Öykülerde çocukluk odasındaki mutluluk gereksinimi güvenle giderilir/ karşılanır; ‘anne’ güveni, akılla yoğurulmuş sezgiyi simgeler. HAYAL İLE GERÇEK ARASINDA Sencer ile Yusufçuk’da da annenin temsil ettiği işlev değişmez. Söylenleri anlatır: “Annem cennetmekân, bana ne heyula hikâyeleri anlatmıştı. Hayal kırıklığına uğramış bu eski zaman beyleriydi. (…) Ulan, demişti bana –o vakit ağaçevime bir çatı yapmaya karar vermiştimakasya heyulası mı olucan? Bir akasya heyulası. Yerle bağını koparmış bir eski dünyalı; sonra, yağmur denen kış belası kendi bayramını ilan etmiş, su evimizin oluklarından akmaya başlamıştı.” (s. 11) Söz konusu heyula ile iş birliği içindedir anlatıcı, hayal ile gerçek/somut dünyayı, söylen ile efsaneye dönüşmüş masal atmosferinin gerçeklerini ve her birinin kendi dinamiğinden gelişip birbirinin içinden geçen durumları karşı karşıya getirir. Yanı sıra nesne/özne yer sadece karşıtlıkların belirmesiyle kendiliğinden yer değiştirir. Modernist metinlerde görülen anlamın bölünüp, çoğaltılıp, gizlenmesi yöntemi, somut ile soyutun kaynaştığı modernist imgeler destekler. ‘Sencer ile Yusufçuk’ öyküsünde kat kat açılan durumları işaret eden ¥ Ë Fadime USLU oethe, “Biçimlerin incelenmesi, dönüşümlerin incelenmesidir” der. Anlatısıyla birlikte Faruk Duman biçimi, başlı başına bir dönüşüm öyküsüdür. Kişileri, kişilerin eylemleri, eylemin kendisi, zaman ve mekân sürekli yer değiştirirken kurgusal gerçeklik de masalın biçimbiliminden çağdaş göstergelere, postmodern durumlara ulaşır ve Faruk Duman yazını üzerine yapılan incelemeler bir yönüyle eksik kalır. Yapısöküm yöntemiyle masalın morfolojisi aynı anda ele alınabilir; yabancılaştırma estetiğinin yanı sıra, açılan geniş kültür G SAYFA 10 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1004
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear