05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

D ürkçenin yapısal özelliklerine bakıp yalın bir dil olduğu söylenebilir. Sözcüklerin anlamına göre dişil, eril ya da yansızdır. Çoğul olması “ler”, “lar” gibi tek bir eke bakar. Fiilleri akışkandır. Sözcüklerin ses uyumu vardır. Türkçe bir konuşmayı dinleyen yabancılar türkü çağrıldığı izlenimine kapılabilir. Yalın dilin, derinliği olmayan yüzeysel bir dil olduğu sanılır. Türkçenin bir başka özelliği değişmeceli sözlerin varlığıdır. Bu sözler Türkçeye ayrı bir derinlik kazandırır. Her dilin değişmeceli sözleri vardır. Ama Türkçe kadar değil. Dolaylı anlatımlar, anlam kaymaları, Türkçenin yapısal özelliklerinden sayılır. Türkçenin gücünü, yalın bir dilin derinlik kazanmasında aramak gerekir. eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Türkçenin gücünü şiirde sınamak izinden giderek özleşme Türkçesini şiirde sınamaya çalışırdı. Ama “hüzün” sözcüğünü sever, bırakmak istemezdi. O sözcükte bir başka büyü olduğuna inanırdı. Özleşme Türkçesinin izini sürmeyen, “Türkçeleşmiş Türkçedir” anlayışından ayrılmayan için nice Osmanlıca sözcük Türkçe sayılır. Toplumsal koşullar değiştikçe, yaşama biçimi yeniden düzenlendikçe, giderek, Osmanlıca sözcükler de etkisizleşiyor. Ama sınır tanımayan uygarlığın kavramları, yeni sözcüklerle dilimize doluşuyor. Türkçenin gücünden, hele şiir dilindeki Türkçeden söz açabilmek için toplumsal değişimin şiir diline nasıl yansıdığını araştırmak gerekir. GELENEĞİ YORUMLAMAK Halk şiiri ile divan şiiri geleneğimiz günümüz şiirinin oluşmasını da etkilemiştir. O şiirin benzerini yazmak önemli değil. Önemli olan, o geleneğin kimi özelliklerini kullanarak çağdaş bir şiir oluşturmaktadır. Günümüzde de halk şiiri geleneğini sürdüren Âşık Veysel, Talibi Coşkun, İhsani gibi halk ozanları var. Ama halk şiiri geleneğinden yola çıkarak çağdaş bir şiiri geliştiren Cahit Külebi gibi bir ozan da var. Divan şiiri geleneğini sürdürenler artık kalmadı. Belki şiirin bir öğesini kullanarak çağdaş şiir içinde yaşatmak isteyenler varsa da artık o şiir bir gömü olarak kalacak. Günümüze gelirken cumhuriyetin ilk dönem manzumecilerinin şiir dilindeki arınmaya verdikleri emeği unutmamak gerekir. O dili geliştirmesini bilen ozanlar gerçek şiire ulaşabilmişlerdir. Bir yandan Batı şiirinin etkisiyle yeni arayışlara yönelirken şiir dilini yeniden kurmak gerekecekti. Bu bakımdan Nâzım Hikmet’in çağdaş Türk şiiri üzerindeki etkilerini unutmamalıyız. Ama çağdaş Türk şiirinde asıl dönüşüm “40 Kuşağı” ile başlamıştır. Bir yandan “Garipçiler”, bir yandan “toplumcular” yaşanmış duyarlığı şiire getirirken, yeni bir şiir dili oluşturmuşlardır. Böylece şiir dili yeni olanaklar kazanmıştır. Dili yapaylıktan, tekdüzelikten kurtaran bu yaşanmış duyarlıktır. Alışılmış kalıplardan şiirin kurtarılması yeni bir şiir dilinin oluşmasına yol açmış, o kısırdöngü kırılmıştır. Şaşırtıcı bir şiirdi bu! Orhan Veli, “Garip”in giriş şiirine şöyle başlamıştı. “Gemliğe doğru Denizi göreceksin Sakın şaşırma.” önce dillere alay olsun diye alıştırılan bu şiirler, sonra doğal gelmeye başlamış, başka türlü şiirler yazılabileceğinin de bilincine varılmıştır. ÖZLEŞME DİLİNİN ŞİİRSEL GÜCÜNE DOĞRU Şiir diline özleşme Türkçesini alıştıran Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, “Türkçenin Gücünü Şiirde Sınamak” için giriştiği çabayı özellikle belirtmek gerekir. Uzun süren yaşama serüvenine 100 dolaylarında şiir kitabı sığdıran Dağlarca; “Türkçem, benim ses bayrağım!” demesini bilen bir ozandı. Gene Dağlarca’nın bir sözünü anımsayarak Türkçenin gerçek gücünü şiirde sınamamız gerektiğini anlayacağız: “Bir ozan her dizesine kendi yaptığı dilden, kendi yaptığı dilbilgisinden kata kata en sonunda hem büyük dilini yaratır; hem okurunu oralara ulaştırır.” Bu şiire adanmış ömür için Kültür ve Turizm Bakanlığı bir anı kitabı çıkardı (FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA, Yayıma Hazırlayanlar: Konur Ertop, Özgen Kılıçarslan, Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2009). Türkçenin gücünü şiirde sınayan bu büyük ozanın dile gösterdiği özeni özellikle belirtmek gerekir. Nitekim “anı kitabı”nda da dil sorununa özel bir önem verilmiş. Dağlarca özleşme Türkçesine inandıktan sonra, daha önce yazdığı şiirlerin de dilini değiştirmeye çalışmıştı. Ancak, belki şiirin eski durumuna alıştığımız için, belki de diliçi çeviride yeni sözcüklerin dizede duruşunu yadırgadığımız için, bu çalışmalar etkili olmamıştır. Dize baştan kurulurken yeni sözcüklerin durumuna göre biçem verilmeli. Bir ozan için sözcükler sıradan yazı gereçleri değildir. Yerine göre sözcükler, ozanı ele geçiren canlı varlıklardır. Unutulmuş bir anıyla birlikte gelebilir. Şiir sezgiyle mi yazılır, akılla mı? Cemal Süreya, “Havaya Çizilen Dünya”dan “Taş Devri”ne doğru, Fazıl Hüsnü Dağlarca şiirinde sezgi yönteminin geçerli olduğunu öne sürer. Sonra bir aradönem vardır. Ama “Asu” ile başlayan ikinci dönem akıl yönteminin geçerli olduğu dönemdir. Cemal Süreya bu dönemin özelliğini şöyle açıklıyor: “ ‘Asu’ (1955) ile geçiş dönemi bitiyor, akıl dönemi başlıyor; gerçi bu kitapta Fazıl Hüsnü’nün yazdığı her türlü şiir var ama bunlardan bazıları öyle bir nitelik taşıyor ki görüntüleri ve şiirin işleyişini bir akıl çalışmasına bağlıyor: Öz Türkçe sevgisi. Bundan sonra Fazıl Hüsnü, dil devrimi kavgasına katılacak, şiirlerini yazarken bir dilci tavrı takınacaktır... Fazıl Hüsnü’nün kendi nedensellik bağlantılarından çıkarak ortak nedenselliğe tutunmasını gerektirecek, kelime çalışması bir kavram çalışmasına dönüşecektir... Dil kavgası, şiirsel yapı planında Fazıl Hüsnü’ye eylemci bir kimlik kazandırmıştır.” (ŞAPKAM DOLU ÇİÇEKLE, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Şiirinde İki Dönem, Yapı Kredi Yayınları, 2000). Fazıl Hüsnü Dağlarca Türkçenin gücünü özleşme dilinin geliştirilmesinde ararken değişik köklerden gelen sözcüklerin şiirdeki duruşunda bir uyumsuzluk görmüştür. Sanki Türkçe sözcükler dile gelmiş de, Dağlarca’yı eleştirmeye başlamıştır: “Şiirlerimdeki Türkçe sözcükler dedi ki: “ ‘Arkadaş sen hem burda ışık diyorsun, hem orda müselles diyorsun; hem hitam diyorsun hem anne diyorsun. Biz o yabancı sözcükle aramızda bir anlam dolaşımı yapamıyoruz’ ” (KUTLUK’un EVİNDEKİ KONUŞMA, Doğan Kitap, 1999). Dağlarca aynı kökten gelen uyumlu sözcüklerin bir “dilsalkımı” oluşturduğunu söylüyor. Dizeye giren yabancı sözcük “dil salkımı”nı bozuyor, “Aralarında anlam akımı, kan akımı gibi anlam dolaşımı olmuyor.” Cemal Süreya; sezgi dönemi şiirlerini kapsayan “Havaya Çizilen Dünya”, “Çocuk ve Allah”, “Çakır’ın Destanı”, “Taş Devri” için, “Fazıl Hüsnü’nün yeryüzüne inişi” değerlendirmesi yapıyor. “Türkçenin Gücünü Şiirde Sınamak”, akıl döneminde, özleşme dilindeki sözcüklerin Dağlarca’yı ele geçirmesiyle yazdığı şiirlerdir. “Çocuk ve Allah”ı dillerinden düşürmeyenler, onu Dağlarca’nın başyapıtı sayanlar, alıştıkları kolaylıktan kurtulamayanlardır. O dönemin şiir dilinden kurtulmaya çalışan Dağlarca, kendine özgü, yeni bir şiir dili kurarak Türkçenin gücünü sınamaya girişmiştir. O gücü tanmaya çalışarak Dağlarca şiirinin bilinmeyen yönlerini araştırmayı sürdüreceğiz. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: T TÜRKÇENİN BOZULMA EVRELERİ Hiçbir dilin varlığını koruması kolay değildir. Uygarlık sınır tanımaz. Ama Türkçenin yazgısı, Selçuklu ile Osmanlı devletlerinin kurulup gelişmesiyle değişti. Farsça ile Arapça sözcüklerin doluştuğu yapay bir dil oluştu. Üstelik dilin yapısal özellikleri de bozuldu. Osmanlıcadan kurtulamamak Türkçenin gelişmesine engel oldu. Ne var ki Osmanlıca sözcükler yeni anlam yükleri kazandıkça, Arapça ile Farsçada o anlam yükleri olmadığı için, artık bizim sözcüklerimiz sayıldı. Her sözcük zamanla yeni anlam yükleri kazanıyor. Yaşama serüvenimiz içinde o sözcüklerin özel bir anısı oluyor. Sözcüklerin çağrışım gücü yeni imgelerin gelişmesine yol açıyor. Türkçe kendi benliğini ararken, kendini şiirde sınarken eski gücünü kazanabilecek miydi? Ama XIII. yüzyıldan bu yana, Yunusça dediğimiz Yunus Emre’nin dili işlenebilseydi, Türkçenin gelişmesi daha kolay olmayacak mıydı? Kendi benliğini bulan Türkçeyi şiirde sınamak üstesinden kolay gelinmeyecek bir iştir. Şiire gelinceye dek onu düzyazıda kullanmasını bilmek, sonra edebiyatın değişik alanlarına geçmek, her alanın özelliğine göre Türkçenin olanaklarını değerlendirmek gerekecektir. Gene de benliğini bulan Türkçeye, düzyazıda bile, biçem özelliği kazandırmak kolay değildir. Biçem edinmek ömür törpüsüdür. Türkçenin gücü biçem özelliğiyle belli olur. Eski sözcüklerin etkisinden yararlanarak Türkçenin gücünü kanıtlamak yanlışına düşmemek gerekir. “Türk Dili” dergisi “Söyleşi Üzerine” bir özel sayı düzenlemişti. Benimle de bir söyleşi yapıldı. O söyleşide Türk Dili dergisinin tutumunu da eleştirdim (TÜRK DİLİ, Türkçe ile Türk Dil Kurumu Üzerine, Eylül 2009). Türk Dili dergisinin Temmuz 2009 tarihli sayısında, bir lise öğrencisinin bir yarışmada “bronz madalya” kazanan bir yazısına da yer verilmişti. Gençler arasında konuşulan dilin tekdüzeliğinden yakınan bir yazıydı bu! Ama yazının dili o kadar eskiydi ki, o lise öğrencisinin böyle eski bir dille yazması olanaksızdı. Üstelik bu öğrenci yazısının bir de danışmanı vardı. Oysa altını çizdiğim şu eski sözcüklerin yaygın olarak kullanılan Türkçe karşılıkları vardı: “Ananevi, mazi, istikbal, muhakkak, şahsiyet, ibare, nisbet, mana, maksat, medeniyet, unsur, mevcut, inşa, vasıta, yeknesak, fert, sathi, itibaren, tekâmül, mukaddesat...” “Hakemli Dergi” niteliği olan Türk Dili, Türk Dil Kurumu’nun yayın organıdır. Türkçenin gücünü bu sözcüklerde mi aramak gerekecek? Yazının danışmanı bu öğrenciyi uyarmadı mı? Yoksa o mu böyle yazmaya özendirdi? ZAMAN ESKİ SÖZCÜKLERİ ÖRTÜYOR İçi boş yazıları yaldızlı sözcüklerle süslemeyi seven, kendini böylece önemsetmeyi uman yazarlar var. Daha önemlisi, eski sözcüklerin anı yükünden, anlam derinliğinden, çağrışım gücünden yararlanarak şiirinin etkili olacağını uman ozanlar var. Dağlarca’nın ünlü sözünü anımsayalım: “Ozan, sözcüklerle görür.” Eski sözcüklerin görme yeteneği daha mı güçlüdür? Alıştığımız bir sözcük yeni bir imgenin hazırlanmasını kolaylaştırabilir mi? Yoksa bir kısırdöngü içinde kendimizi yineleyip durur muyuz? Kimi sözcüklerden kurtulmak olmuyor. Tahsin Saraç, Dağlarca’nın Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1033 SAYFA 22
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear