05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Kemal Demirel’le yazın ve yaşama dair Kemal Demirel, denemeleri, oyunları, anıromanları, öyküleriyle edebiyat dünyamızda kendine özgü bir bakış, duyarlık evreni yaratan yazarlarımızdan. 1960’lı yıllarda kurduğu Yankı Yayınları’yla, onun edebiyattaki bakışını pekiştiren, seçilmiş bir yayın anlayışının ürünlerini kültür dünyamıza sundu. Demirel, her bir yapıtında insana doğru yürümenin, insani düşüncenin, aydınlanmacı bir bakışın anlamını sorgulayarak ele alır. Yaşamı güzelleştirmenin yolunun insana saygıdan, erdemlice yaşamaktan geçtiğini dile getirir. Onun denemelerinde ele alıp işlediği kavramların hümanist bir bakışın yansılarını içermesi ise düşünce düzeyinin zenginliğini gösterir. Yazarımızla yazarlık yolunu, uğraşının getirdiği tanıklıkları konuştuk. Ë Feridun ANDAÇ debiyata yeni başladığınız dönemde neler okuyordunuz? Bana göre inanılmaz kitaplar. Benim neslim, Çetin Altan, Attilâ İlhan, biz hep aynı nesiliz. Panait Istrati, Gorki, Balzac, Stefan Zweig, Çehov filan. Benim onlardan bir farkım SAYFA 14 var ben felsefe meraklısıyım. Edebiyat çevresiyle ilişkiniz nasıldı? Cağaloğlu’na hep karşıydım. Cahit Irgat arkadaşımdı, onu seviyordum. Ama birçok şairi sevmiyordum. Çünkü adam gibi yaşamayan, gözü dışarıda olan vardı. Şimdi bu yazarların, edebiyat deyince hep gözleri dışarıda, hep popüler olmak peşindeler. Ben önemli iş yapmaya çalışıyordum. Önemli işin de müşterisinin az olduğunu biliyorum. Dünyanın realitesi böyle. Onun için onlarla pek sıcak olmam. Ama Sabahattin Eyuboğlu, Azra Erhat, Vedat Günyol ve Yaşar Kemal’le dost olduk. Kemal Tahir’le yaklaşımım olmazdı. Yüreğimde heyecan olmadan yaşanan ilişkiye ben ilişki demiyorum. “SANAT YOL GÖSTERMEKTİR” Yazmaya deneme türünden başladınız. Oyunlar, aslında ilk oyunum Antigone’yi 1965’te yazdım. Sizi oyun yazmaya yönelten neydi başlangıçta? İlişkiler mi, kendi duygu ve düşüncelerimi en iyi böyle ifade ederim mi? Hep, başka bir insanın eksik bıraktığını sandığım bir alanda farklılık olsun diye bir dürtü var. Oyun yazarı meslektaşlarım oluyordu, çok şaşırıyordum. Çünkü onun içindeydim ta çocukluk yıllarımdan beri. Tiyatroyu çok severdim. Onda daha canlı, kanlı bir şeyler oluyor diye yazdım. Beş ya da altı tane basılı oyunum var. Sahneye koyacakların hepsi benim yakınım. Ama hiçbirine oyundan söz etmezdim. “Müşfik ya, al şunu oyna” demem. Yani bir nevi günahı boyunlarına gibi düşünüyorum. Bu anlamda sizce sanat, eksiklikleri tamamlamak mı yoksa yol göstermek mi? Tabii yol göstermek. Bakın bir şeyi çok ayırıyorum. Görüş edindirme çabası lazım. Çünkü o, insanın bağımsızlığına da karışmamak oluyor. Ben hep onların dışına çıkmak istedim. Dünyanın dört köşe olduğunu ben öğrensem, söylemem. Ne olacak yuvarlak bilse ne olur, dört köşe olsa ne olur. Sanat “ar” dır. “Ar” Latince kökenli bir sözcük. Sanatta duygu olmalı. Duygunun var olması için de onu birinin var etmesi lazım. Bir deli kuyuya taş atıyor, yüzlerce akıllı çıkaramıyor. Sanat sanat için midir? Bırakın yaşayan yaşatır, klasiğin tanımı bu. Klasik eser, şu demektir; onunla ne zaman karşı karşıya gelseniz yaşayabiliyorsunuz. Düşünüyor değil, şaşırıyor değil, duyuyorsunuz. Ama insanların yüzde doksanı duymadan düşünerek yaşıyor. Sanat bir insanın, Tanrı’nın soluğunu okuyup ortaya koyması. Adam şiir diye düşünce yazıyor. Düşüncelerini güzel, kafiyeli anlatıyor, şiir diyor. Şiir duygu demek, duyarlılık demek. İçinde duygu olmayan şiir. Güzel toplumu görmüşsün, güzel kafiyeli dörtlüklerle filan ama, sen buna yanılıp da şiir deme. Bu gözle bakınca yüzlerce şiir kitabının şiir olmadığını, ama güzel yararlı şeyler olduğunu dahası müşterek buluşları olduğunu söyleyebiliriz. Bu ara neler yapıyorsunuz? Bu sözlüğe çalışıyorum. Bir de çok zor bir oyun, bir kere yazdım bitirdim. Stefan Zweig’la Charlotte Zweig’ın “İntihar”ını oyun yaptım, yazıldı. (*) O intiharı yazma düşüncesi nasıl oluştu sizde? Orası çok önemli. Bu nasıl bir ilişki ki savaşın dışında Metropolis, Brezilya, ekmek elden su gölden... Neydi onları götüren? Önce Stefan Zweig’ı götüren ne? Stefan Zweig bunalımını biliyorum. Dışarıda gördüğü dünyayla, kendi dünyasını sürdüremeyeceğine karar veriyor. Kararını Charlotte’ya söylüyor. O da diyor ki: “Ben de sana katılayım, ben seni hiç yalnız bırakmadım.” Bir hap içiyorlar, ertesi gün donmuşlar kol kola, kemiklerini kırıyorlar. Sizi yazmaya götüren ne oldu? Bu ikili ölümde insanlara bir şeyler göstermek istedim. İnsan dünyaları, insan ilişkilerine katılmanın en doruk noktası bu ve kesin çözümü zor. Ama bu oyunu bir daha yazacağım. Kişiliklerini biraz daha ortaya koymam gerekir. “İNSAN ÖNCE KENDİNDEN UTANMALI” Bu tür hayatlardan, bu tür yazarların dünyasından size yansıyanlarla bu topluma baktığınızda içinde yaşadığımız çözülme, kirlenme, yozlaşma sizi neyi anlatmaya yönlendirdi? Bir kere ben gençlerin yönelişlerini önemsiyorum. 68 olayları... Miskin bir toplum olmaktansa başkaldırma, yalnız ‘İnsan insanın hem tohumudur, hem toprağıdır’ E neyin uğruna başkaldırma? Bir adam söyledi, TÜBİTAK’ın başkanı galiba, “Etik Altyapı” yani ahlaksal altyapı hiç işlenmiyor. Ben duygusal altyapıyı işliyorum. Bu “altyapı”yı ondan öğrendim. Biz altyapı yapıyoruz. Utanmak, kızarmak diye bir şey var. İnsan önce kendinden utanacak. Ankara’da konuşulmalı. “Hortumlamak” deyimi çok güzel. Kemal Demirel’in dünyasını ören şeyler neler? Nasıl geçiyor zamanınız, neler okuyorsunuz? Hep güzel şeyler düşünüyorum. Örneğin, sizde birçok şey görüyorum. Ona ilişmeyeceğim. Gideceğim kahveye, Tanju Gürsu’ya bir çay ısmarla, diyeceğim. Böyle oturacağız. Espriler, bilmem neler... Sonra o bir nevi yerleştirme. Sonra buraya geleceğim. Ferruh Bey nerelerde, görüştüğümüz insanları düşünüyorum. Devamlı güzellik, duyarlılık ve onun verdiği mutluluk... Bir de maç meraklısıyım. Nâzım’ın şiirlerinin sizin üzerinizde hiç etkisi oldu mu? Olmaz olur mu? Bursa’ya gittim, cezaevinde gördüm. Şimdi insanlar birdenbire böyle tıka basa yemeye kalkıyorlar. Bir insan düşünüyorum, resim gibi. Elleri kelepçeli yürüyor. O sırada gardiyanların arasında. Biri bağırıyor, “Yardım edin, yardım edin” diye. Nâzım duruyor, “yürü” diyorlar. Nâzım’ın o hali, işte Nâzım. Kendi kelepçeli, koğuşuna götürüyorlar. Onu ıska geçmiyor. O zaman Albert Camus’yü çok seviyorum, devlet başkanına da hayranım, bir milyon kere. Diyor ki; “Ben buraya geldim diye değişirsem, kendimi inkâr etmiş olurum.” Bu bir, ikincisi Camus, “Bir insan kendine karşı saygısını kaybetmeden, başkasına saygısız olamaz” diyor. Bunlar zor, ezberlemeyeceğiz, yaşayacağız. Nâzım’ın hapishane yaşamını, onun insanlara olan sevgisini... İnsan, insan, insan. Ne ahmakça deyimler, ben nasılsam öyleyim. Ben söylerdim, onlar komünist değil ki, Ruslar komünist değil. Çünkü ahmaklardan puan almak için önce sizi doyuracağız. Bütün binalara siz yerleşeceksiniz, yaşa. Yok abi ahırda yaşayayım, bina da önemli değil. Daha önemli bir şey var. Siz bağımsız insanlar, Tanrı’nın soluğunu içinizde yaşayacak, pırıl pırıl ayakta duracaksınız. Varlığınız bu. Bir kişi için bile olsa bu. Orada insanı dışlayan bir tek cümle yok. Her şey insan için. Denemelerinizdeki özgünlük, içerdiği anlamlar, geliştirdiğiniz söylemle örtüşen bir yanı var. Bu yazı türünü biraz açalım. Deneme ne anlama geliyor sizin için? İnsanın görüş edinmesini sağlayacak. Örneğin, sevgi üzerine yazıyor. Sev¥ gi adı altında birçok şeyler oluyor CUMHURİYET KİTAP SAYI 1033
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear