Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
K Genç öyküde bir duruş itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Murat Yalçın... urat Yalçın, genç öykücülüğümüzde, on beş yıldan bu yana çizgisini hep geliştirip pekiştirerek sürdürmüş önemli bir ad… İlk öykü kitabı Aşkımumya’yı (YKY, 1995) on beş yıl önce yayımlamıştı. Geçen süreye üç öykü kitabı daha sığdırdı o: İma Kılavuzu (YKY, 2003), Şen Saat (Can, 2007), Kesik Hava (YKY, 2009). Ortalama dört yılda bir öykü kitabı… Araya sıkıştırdığı bir de anlatısı var Yalçın’ın: Hafif Metro Günleri (YKY, 1998). M Öykücülerin önemli bir bölümü romana da uzanırken, buna sokulgan davranmayışıyla da dikkati çekiyor o. Sonra öykücülüğümüzde sergilediği sessiz, ancak üstün işçilikle de… İşinde gücünde bir öykücü, kozasını ören, orada burada adını pofurdatmaktan uzak duran, böylesi çabalardan kaçınan, “altın” duruşuyla ortada öylece susup sabırla, hünerle öyküsünü işleyen… Murat Yalçın’ın öykülerine girildiğinde ilk göze çarpan, biçemsel yönelişiyle dilsel yapılandırmadaki zengin açılımı, Doğu’dan Batı’ya uzanan geniş yelpazedeki öyküleme tekniği… Öte yandan öykülerinde onun, öykü anlatıcısıyla kurduğu, ama bir biçimde kendisini de içine kattığı oyunlar üzerinde durulmalı ayrıca… Üstelik on beş yıl önce ilk öykü kitabıyla ortaya çıktığında daha bu yanlarıyla dikkati çekebilmişti Yalçın. Kendinin kıldığı belirgin bir çizginin ardılı olarak çıktı çünkü hep karşımıza. Bu hafta, tüm öykü kitaplarını odağa alarak öykücülüğündeki işte bu temel yapı üzerinde durmak istiyorum onun… Bunca çalışkan, sabırlı, direngen tutumuyla genç öykücü Murat Yalçın, acaba neler yapmıştır, ne türde bir işleyicilikle çıkmıştır karşımıza öyküde? ÖYKÜDE DİLBİÇEM OYUNLARI... Bir yandan Salâh Birsel denemelerinin cinliğini, bir yandan Hulki Aktunç öykülerindeki köpürmeyi duyumsuyor insan Murat Yalçın’ın öykülerini okurken. Zaten baştan bu yana kıpır kıpır, yerinde duramayan bir tutumla sunuyor yazdıklarını bize Murat Yalçın. Öte yandan Muzaffer Buyrukçu, Demir Özlü ya da Ferhan Şensoy, Ahmet Önel, Özen Yula gibi öykücülerle de ilişkilendirilebilir belki yer yer kimi anıştırmalar, çağrışımlardan kalkılarak. Ama hiçbirinin diliyle uyuşmuyor yine de onun anlatımı. Kendine özgü sözcükler, farklı söylem biçimleri, sözdizimleri… Farklılaştırdığı, yalnızca kendinin kıldığı bir öykü diliyle yazıyor Yalçın. Ayrıca kullandığı sözcüklere yerel hava vermekte de üstüne yok doğrusu yazarın. Sözcüklerde oyunlara yönelmek, sözcükler arasında kimi ilişkiler kurmak, bölme ve eklemelerle çağrışımlar yaratmak usta yazarlara yakışan bir tutum. Dille biçimlendirilmiş, ayrıca bir başka biçimsellik kazandırılmış verimleriyle Murat Yalçın, öykücülüğümüzde kendine özgü, ayrıksı havayla karşılıyor bizi hep. Türkçeye gösterdiği özene, sonra bunu geliştirmek yolunda dil sandığından bulup çıkardığı ya da yapıp etmeleri içinde uydurup kendinin kıldığı sözcüklerine ise diyecek yok! Hayır, var, kutlamak gerekiyor yazarı; on beş yıldır sürdüregeldiği tutumundan ötürü… Bu sözcüklerle söyleyişlerden, tüm kitaplarına dağılmış tadımlık örnekler vermek isterim: donam, sığanma, tavlı, bölemek, çalaanımsama, tahini, sormuk, burnaz, ıklaya sıklaya, salkımak, bekinmek, çalaağız, abaplanmak, abesiyat, nohuti, somak, yuymak, çalaklık, kayran, kalak, ağlak, süğük, takık, didingen, fırıldanmak, ılgar etmek, çepel, iğrenti, boduç vb. Onun, öyküde özellikle dilsel, biçemsel açıdan özel bir uğraşıya girdiği ilk bakışta görülebiliyor… Hiç kuşku yok, bir yazar için bunlar başat konular, yazmayı sürdürüyorsa… Ancak yeterli bir deneyime sahip olamayacağı düşünülebilecek genç verimleyici konumuyla onun böyle göz kamaştırıcı tutum sergilemesinin ne denli derin bir anlama karşılık geldiğini de göz ardı etmemek gerekiyor… Bir kez art alanı sımsıkı tümce örgüleriyle geliyor her kezinde öyküde. Üstelik bu örgülemeye şiir işçiliğine benzer bir emek karıldığını, bu çerçevede anlamı, tümcenin dışına çıkarırken buna yoğun ilmekli ses değeri yüklendiğini ekleyeyim. O zaman yerli yerinde ses uyumuyla da yoğurduğunu söyleyebiliriz yazdıklarını. Nitekim za man zaman şiir okuyormuşçasına bir izlenime kapılabiliyor okur. Ancak yazarın hiçbir zaman şairaneliğe düşmediğini belirteyim bu arada. Bir başka deyişle öykünün gizli mağaralarını, dehlizlerini dilsel, biçemsel aydınlatıcılarla dolaşan bir yazar o. Sözgelimi Şen Saat, bana göre öykücülüğümüzde şimdiden kendine özel yer açmış görünen bir kitap. Şiir gibi örüntüleniyor kitaptaki “Canlı Doğa Albümü” bölümleri, albümün sayfaları. Sanki birer şiir yaprağı bunlar; eşik, pencere, kapı aralığı içeriyle dışarıyı birbirine bağlayan… ÖYKÜDE YAZARANLATICI PASLAŞMALARI... Bir anımsayışlar yazarı denebilir Murat Yalçın için… Anlatıcı kimileyin öykü, kimileyin deneme kaleme alan, ama ille bir şeyler karalayan, yazan biri. Anımsayışlar ise ister istemez git gellere yol açıyor. Öykülerde yazarla anlatıcı arasındaki paslaşmayı sağlayan da bu örtüşme işte. Bunları okurken aradaki paslaşmayı görmemek olanaksız elbette. Böyle bir paslaşma, öykünün yazma sorunlarına yönelik kimi sorgulamaları da getiriyor doğal olarak. Öykü yazma sorunları sık sık önümüzü kesse de hoşnutluk duygularıyla okuyoruz bunları her kezinde. Küçük bireylerin çözümsüz, bungun dünyalarına öykülerinde çok geniş bir yer açıyor yazar. Bireyleşme çabaları da diyebiliriz aslında buna. Ancak bunu yaparken içimizdeki bir’in, tek’in öykülerini döşeyen yolu seriyor gözlerimizin önüne. Ama bir’deki, tek’teki çokluğu göstererek bize, tümlükle tamamlayıp bütünleyerek… O zaman hüzünle sevincin, acıyla hazzın, kederle mutluluğun vb. öyküleri de oluveriyor bu, biz göz açıp kapayana dek… Yazar, bu tutumuyla anlatıyı, anlattığı nesneden dışlayarak, enikonu yalıtarak tam bir soyutlama çabasıyla çıkıyor karşımıza. Buna, gerçekliğe yaklaşımda belirli oranda su yüzüne çıkan bir görecelik de eklenebilir herhalde. Örneğin hep “başka bir şey var”dır; “hikâye orada kurulabilir belki.” (Kesik Hava, 14) Nitekim yazma eyleminden bir türlü kopamayan anlatıcı, bir öyküde şöyle diyecektir: “O başlıklı tek öykü vardı da ben o öyküyü bulamıyor, sürekli başka öyküler yazıyordum…” Oysa “Kalemini ‘Musa’nın âsâ’sı sananlar var hâlâ, yazık. (…) Kâğıt üstünde kimin ömrü yeter? Kaç bin fersahlık bir serüvendir bu?” “…Tutup anlatmalı mı her birinin öyküsünü, ayrı ayrı, sonsuza dek?” (Şen Saat, 22, 42, 52) Bu arada öykülerin içine öyküler yerleştirip bunu yaymakta da çok hünerli doğrusu Yalçın. Nitekim hayatın akışı içinde kıyıda, köşede öylece yaşayan insanlara, belki de hiç kimsenin göremeyeceği yaklaşımla dokunuyor, öykülerde yeniden soluk almasını sağlıyor onların. Kimi anlatı öğelerinin (metro, berber, yol, ima vb.) kitaplar arasında geçirgenlik sergilediği de söylenebilir bu arada. Hemen bütün verimlerinde bir anlatıcı gibi kuruyor öykülerini yazar. Ama sonra anlattıkça, biz öykünün, onun anlattıklarıyla değil, aslında anlatmadıklarıyla yani bizim ona yüklediğimiz anlamlandırmalarla kurulduğunun ayırdına varıyoruz birden. Gerçekten de Yalçın’ın kitaplarına dağılmış anlatıcılar, bunlar aracılığıyla ele alınan konular, ilginç örtüşmeler gösterirken birbirleri arasındaki geçişler, göndermeler de dikkati çekiyor. Öte yandan bunların kitaplar arasında sergilediği geçirgenlikler de öykülerin genel olarak birbirinin içine doğduğu, birbirinden ürediği kestirimini güçlendiriyor. Hiç kuşkusuz günümüz genç öykücülüğü içinde değil yalnız, genel anlamda öykücülüğümüzde de özel, önemli bir yere sahip Murat Yalçın… GERÇEKLİĞE YAKLAŞABİLMENİN BİNBİR YOLU... Gerçekliğe yönelişte, bilinegelen öyküleme yollarına sapmadan, hep arayışlarla sürdürdüğü serüvenin tanıklığını yapıyoruz onun. Bu yüzden gerçeklik, hemen her öyküde başka biçimlerde, farklı biçemlerle ele alınıp işleniyor denebilir Murat Yalçın’ın verimlerinde. İlk öyküler demeti Aşkımumya’da görece daha kapalı bir izlenim bırakıyordu sanki yazar. Simgesel anlatımların yeğlendiği öykülerde, çıkış yolu bulamayan, kendini ortaya koyamayan insan vardı, bireyle onun bireylik sorunları vardı! Bu simgeli anlatım hep sürdü onda. Ama daha ilk kitabında yönelttiği sorular bile, onun gerçekliğe yaklaşımının nerelere uzanacağının, gerçeklik kavrayışının nerelere varacağının ipuçlarını veriyordu: “Ne tuhaf, insan hep bir başkasında mı bulacak kendini?” “Yaşamı(mı)n bütün çekilmezliklerini anlatamam ki.” “…Yazmak da bir oyun değilse, nedir? (Aşkımumya, 12, 13, 45) Sonradan kıpır kıpır, belki hüzünlü, kederli, ama aynı zamanda şakacı, alaysamalı, hatta bütün bunlara içirilmiş iyimserlikle karşımıza çıktı Murat Yalçın. İlk kitabında giriş yaptığı anlatımını, biçemini daha da pekiştirdi. Sözgelimi İma Kılavuzu’nda okuduğumuz “Tahta Bavul”, alıp bizi nerelerden nerelere götürüyor… Murat Yalçın’ın hemen bütün öyküleri anlatıyor görünmekle birlikte kısaca bir “imalar kılavuzu” toplamı olarak alınabilir pekâlâ. Kaldı ki bu kılavuz, bir biçimde onun ilk öykü kitabından başlayarak at başı birlikte ilerliyor öykücülüğünde. Bu çerçevede topluma, bireye bakışıyla, gerçekliğe yaklaşımı, anlatıdaki ayrıksılık bir araya geldiğinde farklı, değişik öyküler çıkıyor hep. Yaklaşımıyla da farklı bir tutum sergiliyor yazar. Öykülerini sürekli yeni bir havayla aktarmaya çalıştığı söylenebilir onun. Nitekim öykülerdeki yazınsal gerçekliklerin tuhaflığından, kimileyin aykırılığından kalkarak pek çok yaşantı için, ilişkilenişler, nesnelere, olaylara bakış konusunda ufkumuzu genişlettiğini düşünebiliriz onun. Aynı şekilde Kesik Hava’da da yine bir başka, farklı yaklaşımla karşımıza geliyor yazar. Öykünün anlatıcısı, bir yerde şöyle söylüyor örneğin: “…Öyküler önce göz önüne getirilir de yazmaya koyulunca mızıkçılık edip uzaklaşırlar.” (Kesik Hava, 30) Kendine özgü, alaysamalı bir toplumsal eleştiriyi hiçbir zaman eksik etmiyor yazar. İşte Murat Yalçın bu tutumuyla olup bitenlere, çevremize, kendimize başka bir açıdan bakmamızın fırsatını sunuyor denebilir. Onun öyküleri, bir anlak sporuna dönüşüyor giderek. Gerçekten hep yalınkat alageldiğimiz olaylara bakışımızda müthiş eğretilemeleriyle sarsıntılar yaratıyor yazar. Böyle olunca gerçekliğe yaklaşımımızı etkiliyor ister istemez. İyi ki Murat Yalçın gibi bir öykücümüz var! Ceplerinde öyküyle gezinen bu yazarımız, içimizde büyümeye aday öyküler yazıyor hep… Bin bir surat derler ya, o da bin bir öykünün sahibi; hemen herkes için öyküler kaleme alıyor. Üstelik çok geniş bir yelpazeye dağılmış olarak, farklı yapıda, çeşitli yaklaşımları içererek… Bu nedenle genç öykümüzün kunt adları arasında ilk sıralarda yer alıyor bana göre o. ? SAYFA 21 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1033