05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

¥ rekli kütüphaneye gitmiş, bilgilerini takviye etmiş. Türkiye’den kitaplar istemiştir ve iki yıl boyunca her hafta, haftanın birkaç günü Malta sürgünleri, ellerinde kalem kâğıt, onun derslerini izlemeye gelmişler. Ara sıra da “Hocam bize birer diploma verecek misiniz” diye yarı şaka yarı ciddi sorarlarmış. Düşünün, esaret hayatı içinde ders veriyor. Bu dersler kalın bir kitap halinde yayımlanmış yakın zamanda. Ama neredeyse kimsenin haberi yok. SÜRGÜN MEKTUPLARI Gökalp’in Malta sürgünlüğü sırasında eşine ve kızına yazdığı mektuplar, Malta’daki koşullar hakkında bilgi vermeleri nedeniyle anılırlar genellikle. Bunun dışında neler söylenebilir mektuplar hakkında? Malta’dan yazılan 572 mektup, 600 küsur sayfalık büyük bir kitabı oluşturuyor. Bunu Türk Tarih Kurumu yayımlamış. Aradığınızda bulamıyorsunuz. Mektuplarla ilgili bilgiler bazı kitaplarda geçiyor. Özellikle büyük kızının eşi olan Ali Nüzhet Bey’in kitabında iki üç tane mektuba yer veriliyor. Onun dışında mektupların sadece adı geçiyor kitaplarda. İlk kez ben, 572 mektubun tamamını okuyarak yaklaşık 70 sayfada ele aldım. Ziya Gökalp’in mektupları, bir tür otobiyografisini ortaya çıkarıyor. O, kendisinden çok az söz eden biri. Bazı özelliklerini ancak bu mektuplardan öğrenebiliyoruz. Bu nedenle mektuplar, bir kilit durumunda, anahtar durumunda; Ziya Gökalp’i, zaaflarıyla, tercihleriyle, duygularıyla beraber gösteriyorlar. Kızlarına yazdığı mektuplarda, Aydınlanma’nın, ilericiliğin, kadınların toplumsal katılmalarının ne kadar önemli olduğunu anlatıyor. Çok iyi eğitim almaları gerektiğini, yükseköğrenim görmeleri gerektiğini söylüyor. Kadınların devlet katında önemli görevler almaları gerektiğini yazıyor... Henüz cumhuriyet ortada yok, Milli Mücadele yeni başlamış. Küçük kızına, kundaktaki kızına yazdığı mektuplar İstanbul basınına nasılsa yansımış ve alay konusu olmuş; kundaktaki çocuğa mektup yazdığı için. Büyük kızını bu konuda uyarmış, basına güvenmeyin demiş. Bunların mahrem mektuplar olduğunu söylemiş. Yaşasa bu kitaptan rahatsızlık duyardı kuşkusuz. Ama bu kadar sene geçtikten sonra mahremiyet perdesinin kalktığını düşünüyorum. Böylelikle bütün siyasi gerçekler de ortaya çıkar. Mektuplarda tesettürle ilgili sözler var. “Tesettür” diyor Ziya Gökalp, “İslamla alakası olmayan binlerce yıl öncesinden kalma bir tabudur ve kadına yapılmış en büyük hakarettir. Camiler namaz kılmak için değildir. Camiler, kadınlarla erkeklerin yan yana koltuklarda oturarak memleket meselelerini tartıştıkları yerler olmalıdır. İbadet, mescitlerde yapılmalıdır. Ezan Türkçe okunmalıdır. Herkes Kuran’ı anlamalıdır...” Ziya Gökalp’in çok iyimser olduğunu görüyoruz mektuplardan. “Biz burada, siz orada acılar içindeyiz. Ama bu, bizim için kurtuluşun başlangıcıdır. Acı çekmeden başarı olmaz” diyor. Asla kötümser bir insan değil. Her koşulda bir iyimserlik payı bulabiliyor ve hep iyimserlik aşılıyor çocuklarına. Malta’da iyi olduğunu söylüyor. Diğer sürgünler yemeklerden, yataklardan sık sık şikâyet ederken, o hiç şikâyette bulunmuyor. Son derece onurlu da. Yurda döneceği zaman karısına yazdığı mektupta, “Dönünce bir köye gideceğiz, dere kenarında oturacağız. Arkamızda ormanlar olacak. Ben o köyde öğretmenlik yapacağım” diyor. Ne var ki İstanCUMHURİYET KİTAP SAYI 978 bul’a döndüğünde evinde bir gece geçiriyor, sonra Samsun’a hareket ediyor. Oradan da Ankara yollarına düşüyor. Bu kadar vatansever. Erişkinliğinde böylesine iyimser olan Ziya Gökalp, 18 yaşındayken intihara teşebbüs ediyor. Bazı kaynaklarda kalbine ateş ettiği yazıyor; siz kafasına ateş ettiğini belirtmişsiniz, doğru olan hangisi? Ziya Gökalp’in kalbine kurşun sıkması söz konusu değil; kafasına kurşun sıkmıştır. 18 yaşından 48 yaşına kadar da otuz sene o kurşunla beraber yaşamıştır. Şu anda Cağaloğlu’nda, II. Mahmut Türbesi’nin haziresindeki kabrinde de kafasındaki kurşunla yatıyor. Silahı yakından ateşlediği için kurşun hız alamamış ve kafatası kemiğini delmiş, fakat beyne zarar vermeyeceği bir noktada kalmış. Ziya Gökalp’in Türk edebiyatının ve Türk siyasetinin ünlü isimleriyle akrabalıkları olduğunu saptamışsınız. Kim bu kişiler? Örneğin Feyzi Pirinççioğlu. Gökalp’in dayısı. Feyzi Bey Mustafa Kemal’in ilk kabinelerinden birinde bakandı. Daha sonra Refik Pirinççioğlu, İnönü döneminde bakanlık yapmıştı. Akrabalarından en önemlilerinden biri Orhan Asena. Orhan Asena çocuk doktorudur. Ama onu topluma tanıtan başlıca yanı, çok iyi bir oyun yazarı olmasıdır. Beni en çok etkileyen yakınlarından biri de şair Cahit Sıtkı Tarancı’dır. Cahit Sıtkı da Diyarbakırlıdır. Oradaki evi müze halindedir. O da çok genç yaşta vefat etmiştir. “Minareler süngü, kubbeler miğfer” sözü iddia edildiği gibi ona mı ait? Bu ünlü dörtlüğün tamamı şöyle: “Minareler süngü, kubbeler miğfer/ Camiler kışlamız, müminler asker/ Bu ilahi ordu dinimi bekler/ Allahüekber, Allahüekber.” Birkaç gün önce de Fazıl Hüsnü Dağlarca ile Faruk Nafiz Çamlıbel’i karıştıran Başbakan, Türkiye’yi yönetmesi arifesinde okuduğu ve savunmasında Ziya Gökalp’e ait olduğunu ileri sürdüğü bu sahte dörtlükle ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği’ gerekçesiyle cezaevine gönderilmişti. Ziya Gökalp’in böyle bir şiiri yoktur. Bu dörtlüğü hangi militan densizin yazdığı da belli değildir. Bu dörtlük, Gökalp’in, gönlü yurt sevgisiyle dolu Mehmetçiği, Balkan Savaşı sırasında yüreklendirmek için kaleme aldığı ‘Asker Duası’ manzumesine utanmazca yapıştırılmıştır. Şiirin aslını kitabıma aldım. ? Ziya Gökalp’i Doğru Tanımak/ Orhan Karaveli/ Doğan Kitap/ 248 s. SAYFA 5
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear