Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Suphi’ninkinin hemen hemen aynısı: “Bir hayalet, komünizm hayaleti bütün Avrupa’yı dolaşmaktadır. İhtiyar Avrupa’nın bütün iktidar makamları, papa ve çar, Meternih ve Gizo, Fransız radikalleri, Almanya polisleri, bu hayaleti kuşatıp sıkıştırmak için bir mukaddes Ehli Salib tertibiyle ittihad ettiler...”5 Manifesto’nun dillere destan bir başka bölümünün Mustafa Suphi çevirisinden örnek verirsek: “Bugüne kadar insan cemiyetinin tarihi, sınıfların kavgaları tarihidir. Serbest insan ve esir, havas ve avam, asil ve memluk, usta ve çırak, bir kelimeyle: ezenler ve ezilenler nihayet bulmaz bir münazaada birbirine karşı göğüs gererek bazen el altından, bazen açıktan açığa fasılasız bir mücadeleyi devam ettirdiler. Bu mücadele bazen bütün cemiyetin inkılabî bir tarzda karmakarışık olmasıyla, bazen de karşı karşıya gelen iki sınıfın mahvıyle neticelenirdi...”6 Bu paragrafın Şefik Hüsnü çevirisinde yalnızca ilk tümce birazcık farklıdır: “Bugüne kadar bütün insan cemiyetlerinin tarihi, sınıfların kavgaları tarihidir...”7 Görüldüğü gibi, Şefik Hüsnü, Mustafa Suphi çevirisinden, kuşkusuz daha da iyileştirerek büyük ölçüde yararlanmış, kaldığı yerden devam ederek tamamlamıştır. Bu da son derece yerinde bir tutumdur. Şefik Hüsnü’nün, bu tutumuyla, hem komünist harekette olduğu gibi Manifesto çevirisinde de bir sürekliliği gerçekleştirmiş, hem de Mustafa Suphi’ye bir saygı gösterisinde bulunmuş olduğu söylenebilir. Şefik Hüsnü, Komünist Beyannamesi’nin başına düştüğü “Birkaç Söz”de, günümüz Türkçesiyle söylersek, “Ülkemizde birbirini izleyen kişisel yönetimler, her konuda olduğu gibi düşünce alanında da öteki uluslardan geri kalmamıza neden olmuşlardı. İnsanlığın düşünsel gelişiminin önemli bir aşamasını saptayan bu değerli yapıtın ancak bugün –yazıldığından yetmiş beş yıl sonra– dilimize aktarılması ve Türk aydınları ile işçi sınıfına sunulabilmesi, bugüne kadar içinde yaşadığımız koşulların yürekler acısı durumunu gösteren çarpıcı bir örnektir. Ulusun egemenlik ve saltanatı kendi gücüyle ele alması bu dayanılmaz duruma son verdiğinden, bundan sonra bilimsel ve ekonomik gelişim vadisinde öteki uluslarla bir safta yürüyeceğimizden umutluyuz. İştirakîyun Beyannamesi’ni, elimizden geldiği kadar açık bir dille ve özgün metne her zaman bağlı kalmaya çalışarak Türkçeye çevirmekle bu umudun gerçekleşmesine küçük bir hizmette bulunduğumuz kanısındayız...” demektedir. Yayınlandığı 1848 yılından başlayarak tüm Avrupa’yı sarsan, güçlü etkileri Amerika’dan Asya’ya kadar uzanan, özellikle Engels’in farklı tarihler ve dillerdeki basımlar için yazdığı önsözlerde de belirttiği gibi sayısız dile çevrilen Komünist Manifesto’nun Türkçeye an cak yetmiş beş yıl sonra çevrilip yayınlanabilmiş olmasının utancı, hiç kuşkusuz, Şefik Hüsnü’nün de vurguladığı gibi ülkemizde o güne kadar içinde yaşanılan yürekler acısı koşulların sorumlularına aittir. Ne var ki, “ulusun egemenlik ve saltanatı kendi gücüyle ele alması bu dayanılmaz duruma son vermiş”se de, sonrasında “bilimsel ve ekonomik gelişim vadisinde öteki uluslarla bir safta yürüyeceğimiz”e ilişkin umutların gerçekleştiğini söylemek zordur. Yalnızca o günlerden bu yana dilimize çevirilen hemen hemen tüm Komünist Manifesto’lar, çevirmenleri ve yayıncıları yargılanıp mahkum edilmekle, sol literatürün sayısız kitabı yasaklanıp toplatılmakla kalmamış, çok farklı düşünceleri dile getiren yapıtlar da Türkiye Cumhuriyeti’nin hem sivil hükümetlerinin, hem de askerî darbe yönetimlerinin ağır baskılarıyla karşılaşmıştır. Yine de, siyasal kitapların karşısına dikilen “yasal duvarlar”ın ötesinde, Cervantes’in 1605’te yayınlanan başyapıtı Don Quijote’nin dilimize ancak dört yüz yıla yakın bir zaman sonra, Dante’nin 13101321 arasında yayınlanan büyük klasiği İlâhî Komedya’nın da yedi yüz yıla yakın bir zaman sonra asıllarından ve eksiksiz olarak çevrilebilmiş olmaları, ülkemizin düşünsel yaşamının düzeyi açısından düşündürücü olsa ge rektir. Yeniden Komünist Manifesto çevirilerine dönecek olursak, Kerim Sadi’nin imzasını taşıyan bir başka Manifesto çevirisini de anmadan geçmemek gerekir. 1925’teki Türkiye Komünist Partisi tevkifatı sırasında tutuklanarak 4 yıl hapse mahkum edilen Kerim Sadi’nin çevirisi, kendi kurduğu İnsaniyet Kütüphanesi yayınlarından 1936’da çıkmıştır. Kerim Sadi’nin “dört önsözüyle birlikte tam metin” olarak sunduğu Komünist Parti Manifestosu, aynı yıl, Bakanlar Kurulu’nun 29 Ağustos 1936 tarihli ve 2/4253 sayılı kararıyla yasaklanmıştır. Anılması gereken önemli çevirilerden biri de, değerli yayıncı Süleyman Ege’nin 1968 Kasımında Bilim ve Sosyalizm Yayınları’ndan çıkardığı Komünist Parti Manifestosu çevirisidir. Yayıncılık alanında uzun yıllar boyunca kararlı bir düşünce ve anlatım özgürlüğü savaşımı veren Ege’nin yayınladığı Komünist Manifesto’nun daha çıktığı gün toplatılmasına karar verilmiş, toplatma emri yargıç kararından önce bütün valiliklere yıldırım telgrafla bildirilmiş, Ankara ve İstanbul’daki dağıtımcı depolarında dört bine yakın kitaba el konmuştur. Ancak TCK’nın 142. maddesine aykırılık savıyla açılan davada Manifesto uzun bir yargılama sonunda Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 9 Nisan 1970’te oybirliğiyle aldığı kararla aklanmıştır. Bunun üzerine Ege, Ekim 1970’te, o güne kadarki dava sürecini içeren belgelerle birlikte Manifesto’nun gözden geçirilmiş ikinci basımını yayınlamış, ne ki yargılama temyiz aşamasındayken 12 Mart 1971 darbesi gelince orada donup kalmıştır. Yineleyelim: Kasım 1968’de Komünist Manifesto’yu yayınladığımız zaman bizi 142. madde karşısında zorlu bir düşünce özgürlüğü savaşımının beklediği belli bir şeydi. Nisan 1970’te aldığımız beraat kararı bu savaşımın bir sonucudur. Ekim 1970’te kitabın ikinci baskısını yayınladık. Arkasından 12 Mart faşizmi ve mahkumiyet kararı geldi. Bu kararın yargı üzerinde nasıl bir gizli operasyonla alındığına yukarıda ana çizgileriyle değindik. Hapislik yıllarından sonra, Mart 1976’da yapıtın üçüncü baskısını yayınladığımızda yeniden yargılanmayı da göze almış bulunuyorduk. Bu yayınımız üzerine, kitabın geçirdiği dava sürecini ve belgelerini inceleyen Ankara Cumhuriyet Savcılığı, Komünist Manifesto hakkında “soruşturmaya yer olmadığı” değerlendirmesini yapmış ve “takipsizlik” kararı vermiştir (Eylül 1976). Böylece, Komünist Partisi Manifestosu’nun 12 Mart öncesindeki beraat kararıyla kazandığı yasal dokunulmazlık geri verilmiştir. Yani söz konusu faşist maddeler kaldırılmadan 15 yıl önce… 12 Eylül darbesi geldiğinde Bilim ve Sosyalizm Yayınları yapıtın altıncı baskısını yayınlamış bulunuyordu. Yalnız Komünist Manifesto mu?.. Marksizmin temel yapıtlarından daha birçoğu benzer süreçlerden geçmiş, bizde ve başka yayınevlerinde de, 141 ve 142 kaldırılmadan önce, bu faşist SAYFA 14 Ağustos 1893’te Zurich’te düzenlenen 3. Enternasyonal’de bir araya gelen sosyal demokratlar görülüyor: Clara Zetkin soldan üçüncü, hemen solunda Engels ve sağdan ikinci August Bebel. maddeler karşısında çoktan yasallık kazanmıştır. 12 Eylül’cüler işi daha kolayından çözmek istediler. Bilim ve Sosyalizm Yayınları’nın 133 bin kitabını zorla götürüp Mamak’ta yaktılar. Ama tabii hesabı soruldu bunun: Sıkıyönetimin eylemlerinden sorumlu olarak Başbakanlık 133 bin Marksist kitabın bedelini ödemeye mahkum ettirilmiştir.9 Çünkü 142. madde karşısında dokunulmazlığı vardı bu kitapların. Yani, 141 ve 142 gibi 12 Eylül rejimi de bir “kitap çarpması”na uğramıştır. Özetle: Darbe dönemlerindeki faşist uygulamaları bir yana koyarsak; bağımsızlıkçı, halkçı güçlerin, işçi sınıfı örgütlerinin, üniversitenin, başta etkin yazarlarıyla Cumhuriyet gazetesi, laik cumhuriyeti, bilim ve düşünce özgürlüğünü savunan ilerici basının ortaya koyduğu savaşım, görülen davalarda Komünist Manifesto’nun, giderek tümüyle Marksist yayının yasallık kazanması ve özellikle bu savaşım sürecinin getirdiği yargı içtihatları karşısında o faşist ceza maddeleri önemli ölçüde işlevini yitirmiş bulunuyordu. Bu maddeler özgürlükçü bir çalımla yürürlükten kaldırılırken zaten artık çakaralmaz paslı bir silahtan başka bir şey değildi.10 “Manifesto’nun ve diğer [Marksist] eserlerin yasaklanmasına imkân kalmadığını” 141 ve 142’nin kaldırılması nedenine bağlayan dostumuzun sözlerini bu tablo içinde nereye koyacağız? Sanki daha önce “Komünist Manifesto’nun yasaklanmasına imkân” varmış gibi… *** Önsözün yazarının bütün bu temelsiz, yoklamasız, düpedüz yanlış ve çarpık bilgilendirme, olguları, olayları gerçekliğinden koparıp kendi öznel izleğine ve tasavvurlarına göre biçimlendirme becerisi, sonunda ilginç olmaktan da öte bir niteliğe dönüşüyor. Bakınız ne diyor: “Bilim ve Sosyalizm Yayınları’ndan çıkan bu baskının ilginç bir öyküsü vardır. Çevirenin adı bu baskılarda yer almamaktadır. Oysa çeviri, genç öğretim üyesi Mete Tunçay’a aitti. Tunçay o sıralarda askere alınacağından çeviriye ismini koydurtmamıştır. Ancak ilk baskısı yayınlandığında, kitabın redaksiyondan geçtiği ve özellikle Marx ve Engels’in burjuva ve komünist toplum larda kadın ve evlilik konusundaki sözlerinin, redaksiyonu yapan Mihri Belli tarafından sansür edilip değiştirildiği ortaya çıkmıştır. Bu gerçeği Sayın Mete Tunçay’ın onayını alarak belirtiyorum.” Vay, vay, vay!.. Burada her şeyden önce soru şudur: Rasih Nuri İleri dostumuz, doğru hiçbir yanı olmayan “bu gerçeği” yazmadan önce Mete Tunçay’ın “onayını” alırken neden bizim bilgimize başvurmak gereğini duymamıştır? Bir kere, çeviri Mete Tunçay’a “ait” değildir. Mete Tunçay’ın bizde bir Manifesto çevirisi vardı, ama bu 1) eksik bir çeviriydi: Marx ve Engels’in sonradan Komünist Manifesto’nun değişik dillerdeki baskılarına yazdıkları önsözler, yapıtın zorunlu bir tamamlayanı olan bu kısım çeviride atlanmıştı. 2) Yalnızca ana metin çevrilmiş, ama bu da, sanırım ders notları için sınırlı bir amaçla, gerekli çaba harcanmadan yapılmış bir çeviriydi. Yazarlarının Marksizmin yoğun bir sentezinin sunumundaki yapıtı bir baştan bir başa alıp götüren o devrim coşkusunu, yer yer destansı bir anlatıma bürünen o vurgulu dili vermekten uzak, ruhsuz bir çeviriydi. Yani bir kısmı eksik, olanı da savruk ve yavan… Tabii böyle bir çeviri bizde yayınlanamazdı. Bilim ve Sosyalizm Yayınları’nın gün ışığına çıkardığı Komünist Partisi Manifestosu’nun çevirisi büyük bir sorumlulukla gerçekleştirilmiş, yoğun bir CUMHURİYET KİTAP SAYI 978