Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Seçme, seçenek oluştursun oluşturmasın, sıralananlardan birini yeğleyip öne çekmedir, bunu bilinç yapar. İnsanın anlağı yapar işi, açlık, cinsellik vb. dürtü etkin değildir bu eylemde. Oysa ötekisinde bunun tam tersi durum yaşanır, anlak kişiyi terk etmiştir, bu nedenle insan dürtüsüne uyarak davranır… M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası Roman Zamanı S eçim, bilinç işi. İlk insandan bu yana böyle bu. İnsanın seçimini, iyi kötü bilinç düzeyi belirledi hep. Nedir seçim? Sınıflandırmadır, ayırmadır, birini ötekiyle karşılaştırıp değerlendirmeye girişmedir, not vermedir. İlkel insan seçim yapamaz! Dıştan modernleşmiş ya da uygarlaşmış görünse bile yemeiçme, barınma, giyim vb. yaşamsal gereksinimleri giderilmemiş insan da seçim yapamaz… İlkel ya da yaşamsal gereksinimleri giderilmemiş insan, hayvanlar gibi yaşamsal, genetik dürtülerinin yönlendirmesinde davranır, kendisine sunulanlar arasında seçim yapmaz, bilinç dışı dürtüyle nesnelerden birini, daha doğrusu önüne ilk geleni “kapar” yalnızca… Seçme, seçenek oluştursun oluşturmasın, sıralananlardan birini yeğleyip öne çekmedir, bunu bilinç yapar. İnsanın anlağı yapar işi, açlık, cinsellik vb. dürtü etkin değildir bu eylemde. Oysa ötekisinde bunun tam tersi durum yaşanır, anlak kişiyi terk etmiştir, bu nedenle insan dürtüsüne uyarak davranır… İnsanoğlu, seçimini hep anlağıyla yapageldi, uygarlık tarihi, atalarımızın seçimlerini nasıl bilinçle yaptığının öyküsüdür bir bakıma. Örneğin yol bilgisi önemliydi ilkel insan için. Hangi yolu seçecekti? On binlerce yıl sonra her biri sanatçıya, bilimciye, düşüncüye dönüşecek şamanlar çıktı ortaya, belki de toplumların ilk yol seçicileri olarak… Bu yolla insanlık nice göç yollarını, denizleri, boğazları aştı, seçtiği yeni vadilere, deltalara, alanlar, adalar, anakaralara yöneldi. “Kitaplar Adası”na buyur ettiğim kitaplar da kuşkusuz seçimle geliyor önünüze. Kişisel beğenilerim değil burada beni etkileyen. Kitabın güzelduyusal değerini göz ardı ettiğimi bile söyleyebilirim zaman zaman. Nasıl bir bilinç öyleyse seçimimde beni yönlendiren, kimi kitapları seçerken etkileyen, şunu değil ötekini öne çektiren, filan kitabı falan haftaya ötelememi, ama bu arada kimi kitaplara yer açmamın hiç de gerekmediğini esinleyen, “piç yazar”lardan hiçbirine gönül düşürmememi kesinleyen, şeytanın ille de gör dediği kitaplara uzanmamı kulağıma fısıldayan? Sahi, ben nasıl yapıyorum “Kitaplar Adası”ndaki seçimimi? Romanın birini ötekinden ayırabilmek... ğe karşın iki tür, yani öyküyle roman hep önde gidiyor yine de. “Kitaplar Adası”nda söz ettiğim öyküleri, romanları nasıl seçiyorum peki? Akşit Göktürk’ün pek sevdiğim bir sözü var: “Her okur kendini okur” diyor Göktürk. Ben de kendimi okuyorum aslında yazılarımda. Çok önceden yöntemi, biçimi, biçemi üzerine düşünce ürettiğim, yaşamım boyunca süregelmiş, süregiden okuma eyleminin bilincimde çentikleyip kazıdığı anadamar yönünde, gelecekte belki ancak yüzyıllık çalışmayla tamamlanacak bir yazınsal haritaya uyuyorum diyeyim de davranışımda, neyi anlamak gerekiyorsa, bunu da siz çıkarıverin artık, olmaz mı? Ama kabaca söylemem gerekirse yazarlar, bunların yazınsal geçmişleri, birikimleri, yazınsal tutumları, getirdikleri güzelduyusal açılımlar, söylem yenilikleri, dili havalandırmaları, kimi sorunsalları güneşe çıkarma yaklaşımları, izlek, konu bağlamında evrenlerindeki çarpıcılık kadar kitapların kendilerinde, türlerinde, yayımlayan yayınevlerinde, sonra bunların sunuluş biçiminde belirli dizgeye dayalı bir çeşitlilik gözetiyorum hep. Diyelim öykü kitabını, romanı ayırırken yaptığım seçim bu. Ama “Kitaplar Adası”ndaki yazılar için yaptığım seçim de var. Sözgelimi Turhan Günay’ın bir tutumu var okumaya değgin. Yazarın yanlışını, çelişkisini bulduğu an kitabı elinden bıraktığını söylüyor Turhan. Öyle örnekler veriyor ki, yazarları duysa utançtan kıpkırmızı kesilir, eminim. Kulaklarımda çınlayan sözünü unutamıyorum: “Allasen, bu yanlıştan, çelişkiden sonra niye okuyayım kitabı?” Tuhafınıza gidebilir, ben okuyorum her kitabı, geçenlerde altını çizdiğim gibi “itinayla” üstelik… Sevgili Turhan Günay’ın ölçütüyle yaklaşırsak okunacak kitap kalmaz diye korkuyorum. Ayrıca kendi kitaplarım da var, mangalda kül bırakmayan bir tutumla yaklaştığımda yazarlara, kitaplara, sonra ben ne yanıt veririm okura? Üstelik hep söyleyegeldiğim gibi bağcıyı dövmek değil üzüm yemek amacım, sirkeleştirmek değil, mayalayıp şarap yapmak üzümden! bilincinden değil uyarlığından söz edilebilir olsa olsa. Kentli derken, kent yerleşiğini değil, kent paydasında yaşanılan ortak bilinç paydaşlığını kastediyorum. “Kitaplar Adası”na arada da olsa göz atanlar, kentlilik bilincine nasıl sıklıkla değindiğimi anımsayacaktır kuşkusuz… Ne var ki kaba yuvarlamayla seçme eylemini yani ayırmayı herkes yapıyor. Nasıl? Başta söylediğim gibi kendisini yönlendiren temel güdüleriyle davranıp başkaca hiçbir şey düşünmeksizin… Bu da doğal. İnsan da bir canlı türü olarak önce gereksinimlerini karşılamaya yönelecektir elbette. Entelektüel gereksinim ancak bundan sonra doğmaz mı insanda? Siyasal seçimlerden tutun da roman seçimine dek böyledir bu. Yıldırım Keskin’in Biraz Çekil de Oturayım (Dünya, 2003) adlı romanı, seçimini, gereksinimleri yönünde yapan, üstelik bunu siyasal seçim sürecinde yaşayan, olup bitenleri bu doğrultuda değerlendiren bir roman kahramanıyla tanıştırıyor bizi: Mutlu. Roman evrenini bütünleyip öteki kişilerle ilişkilenişleri yönünde yaşadıklarını anlatırken Mutlu’yu da tanıyoruz bu arada. Üniversiteye girememiş, ayağı sakat, yirmi iki yaşında bir genç. Belki de bu nedenle bakanlıkta işe alınmıştır. Sonradan bunun böyle olmadığını öğrenecektir. Adı “Mutlu” olan sakat birinin devlet memurluğuna girip oturacak sandalye arayışı kendine. Bir küçük memur olarak Mutlu’nun, öz varlığını tanıtlamaya girişmesi… Ezilmişlik duygusu, içlenip öfkelenmeleri… “Beni seçimler için aldılarsa…” (37) Herkes gibi biri olmak, kitleselleşip tektipleşmek! Mutlu’ya göre mutluluğun anahtarı bu. Bu nasıl gerçekleşir? “Ne hayal edebilirim ki? Örne ğin, bir sabah uyandığımda sakat ayağımın iyileştiğini görmek isterim. Olacak iş değil! Öyleyse boşuna hayal kurmaya da gerek yok!” (67) Bu arada yeni bir seçim süreci yaşanmaktadır. Bakan da adaydır, ancak beklenmedik şansızlıklar, olumsuzluklar yaşanacaktır bu süreçte. Sonra bakan danışmanının şu ilginç sözü: “Değişik siyasal görüşlerde de olsalar, birbirine düşman görünen iki ayrı siyasal partiden de olsalar, politikacıların arasında her zaman gizemli bir dayanışma, hatta bir suç ortaklığı vardır.” “Artık hepimiz bu bozuk düzenin suç ortağıyız; ben de, sen de… herkes.” (153,154) Sekreterin söyledikleri de şöyle: “Politikacıları(n)… ciğerlerini bilirim. İçlerinde iyileri de vardır; ama ayrı bir ırktırlar. Akılları fikirleri seçimlerdedir.” (203) Siz ne dersiniz bu söylenenlere? Bütün bu olup bitenlere karşılık, Mutlu şöyle düşünür yine de: “Biraz bana da yer verseniz olmaz mı? Biraz çekilseniz de ben de kıçımı koysam?” (159) YALINLIKTAKİ KARMAŞA, KARMAŞADAKİ YALINLIK Biz ne diye seçmiş olabiliriz Biraz Çekil de Oturayım adlı romanı? Yalınlığı, düz anlatımı, okuma kolaylığı nedeniyle mi? Ama söz konusu değerlerin, hiç mi hiç ters yönde bir karmaşaya yol açmadığı ileri sürülebilir mi hiç? Yunus dervişin “Bir garip ölmüş diyeler/ Üç günden sonra duyalar/ Soğuk su ile yuyalar/ Şöyle garip bencileyin” deyişi bu doğrultuda örneklenebilir. Öteden beri dönüp dolaşıp üzerinde duruyorum; büyük sanatçılar, yapıtlarını şaşırtıcı bir yalınlıkla verimliyor, ama bu verimleri yine de karmaşık olabiliyor. Yalnız Yunus değil bütün büyük şairler, yazarlar hep böyle ürünler veriyor bence. Ama günümüzde, özellikle kimi yazarlar, sözüm ona yenilik, değişiklik adına yapıtlarını ille de karmaşık kılmak zorundaymış gibi davranabiliyor. Oysa bir yapıtın, yazınsal değer taşıyan karmaşa yansıtması ayrı, karman çorman hale dönüştürülmüş biçemle buna varılabileceğini sanmak çok ayrı. Yalın, düzayak bir anlatımın hiç mi hiç karmaşık düzey yansıtmayacağı gibisinden yanlışa kaptırmamalı yazar kendini. Bakıyorum Yıldırım Keskin’in romanına; ne dense acaba? Kara güldürü mü, yoksa kara anlatı mı? Halk tipi roman anlayışıyla Kafka romanı değişkesi arasında bir yaklaşımla okunabilir pekâlâ yapıt. Küçük düşürücü ortamlara karşı içten içe beslenen, dipten doruğa görkemli karşı çıkış! Gogol’ün, Çehov’un kimi öyküleri de anımsanabilir Kafka’nın yanında. Sonra Dostoyevski’yi unutulmamalı derim. Soyutlayımdaki, dönüştürümdeki ustalığıyla, alçakgönüllülük yansıtan güvenli tutumuyla da dikkati çekiyor Yıldırım Keskin’in romanı. Nitekim aykırı gerçekçi alınabilecek bir hava yaratıyor romanda yazar. Bu açıdan altı çizilerek, dikkat çekmesi istenebilecek bir roman Biraz Çekil de Oturayım. Yapıt, hem yukarıdaki gibi evrensel açılımlara sahip hem de bize özgü katmanlar sunuyor sayfalarında. Demem o ki bizden bir roman ya da kahraman değil, aynı zamanda elin romanlarındaki kahramanlarla da koşutluk kurulabilecek biri Mutlu. Bu arada daha ilk satırdan başlayarak Yıldırım Keskin’in sergilediği dilsel tutumluluk üzerinde de durulmalı derim. Okumanızı geçtim, haberiniz var mı acaba bu romandan? Peki kitap seçiminizi nasıl yapıyorsunuz siz? ? SAYFA 23 ROMANI SEÇMEK, ROMANI ELEŞTİRMEK Eleştirinin temelinde de “ayırma” eylemi yatıyor kuşkusuz. Sözcüğün Yunanca, Latince kökenlerine bakıldığında, açıklıkla görülebiliyor bu. Nitekim “krino” sözcüğü de bunun Latince uzantısı olan, bizde kalbur sözcüğüne karşılık gelen “cribrum” da hep aynı anlama geliyor: seçmek, elemek, ayırmak, yargıda bulunmak. “Kitaplar Adası”ndaki yazılarımın tümü “eleştiri” değil elbette, ama saltık anlamda birer “tanıtı” olarak da alınmamalı bunlar. Kaldı ki kimi yazılarımın inceleme uçları, değini notları, kimilerinin kuramsal yoklamalar, düşünce uçkunları, açılma deneyleri olduğu söylenebilir pekâlâ. Diyeceğim “tek tip” yazılar değil bunlar, ötesinde “tek tür”e özgülenmiş yazılar da değil! İki günde bir üç roman, üç günde bir öykü kitabı yayımlanan ülkemizde bunlardan pek azını konuk edebiliyorum köşeme. Oldukça geniş bir yelpazeye dayanarak sunmaya çabaladığım çeşitliliCUMHURİYET KİTAP SAYI BİR SEÇİM ROMANI: “BİRAZ ÇEKİL DE OTURAYIM” Görüyorsunuz ya, seçim zor… Çünkü bilinçli insanın işi zor… Kim bu bilinçli insan? Kentli, bu doğrultuda yurtlu olan, buna bağlı olarak kentlilik, yurtluluk bilinci taşıyan kişi. Tabulardan kurtulmuş, dogmalardan arınmış, çoksesliliğe ulaşmış, gelişmiş kişi, yani birey… Bu nitelikleri taşımayan kişi, herhangi seçimde bilincini kullanabilir mi hiç? Kentli, yurtlu olmayan insan kul uyarlığına sahiptir çünkü. Kulun 913 Yıldırım Keskin